Makale

Sosyal Kişilik ve Toplumsal BEKLENTİLER

Sosyal Kişilik ve Toplumsal
BEKLENTİLER

Alaaddin YANARDAĞ
Sosyolog

İnsanoğlu fizik bir birimdir, bireydir, ayrıdır; tüm diğer varlıklardan insan ve insan olmayan, canlı ve cansız olarak ayrılır. Öte yandan insan kişisinin tekliği onun tek bir bakış açısından incelenmesi gerektiğine işaret etmez. İnsan pek çok görünümlere sahiptir. Tek ve ayrı bir varlık olduğu kadar birleşik ve karmaşık bir varlıktır da.
Kişi fizyolojik birim olarak biyolog, anatomist, biyokimyacı ve patologlarca incelenir. Moral bir birim olarak yani doğru ve yanlış yapabilen biri olarak etikçiler, moralistler, din bilimciler ve hukukçularca incelenebilir. Bilinçli istekleri ve bilinçaltı dürtüleri olan psikolojik bir birim olarak psikiyatrist, psikolog ve psikoanalistlerce incelenir. Görünümlerdeki bu çeşitlilik ne farklı kişilere işaret eder, ne de aynı kişinin ayrı parçalara ayrıldığı anlamına gelir. Tüm bu farklı görünümler altında incelenen insan oğlu, sosyologun incelediğiyle aynı kişidir. (FICH- TER. 1990)
Dolayısıyla sosyal kategorilerin, yığınların, kalabalıkları, grupların ve toplumların indirgenemez fizik birimi insandır, insan bireyidir, kişidir, insan bireyi, insan ve kişi terimlerinin hepsi eş anlamlıdır. Bu nedenle sosyolojinin başlangıç noktası sosyal kişi olmalıdır. Sosyal kişi başkalarından izole edilmiş birey değil fakat başkalarıyla insani ilişkiler içinde bulunan kişidir. Bu durumda sosyal kişinin doğasının, gizil güçlerinin ve yeteneklerinin açıkça anlaşılması bilimsel açıdan son derece önemlidir. İnsan imgesinin bulanık kalmasına izin verilirse ve insan imgesi kendi içinde çarpıtılırsa tüm bir sosyal düzenin veya tüm bir sosyokültürel sistemin fotoğrafı da çarpılabilir. (FICHTER, 1990: 16) Bu bakımdan sıradan insanlar ve onların toplumsal hayat içerisindeki her türlü sosyal ilişkileri ve birliktelikleri bize o toplumun bir topografyasını verir. Burada insanların yetenek ve becerilerine de atıfta bulunmak gerekir. Kuşkusuz deney ve gözlemler her kişinin eşit ölçüde sosyal, zeki ve yetkili olmadığını göstermektedir. En iyinin elde edilmesinde herkes aklını ve diğer yeteneklerini kullanmamaktadır. Bazıları ise sosyal kastlar dışı veya suçlu olabilirler veya başka bir takım sosyal sapmalar içinde bulunabilirler. Bazıları uyuşturucu kullanımı yüzünden normal dünyadan uzaklaşabilir, bazıları da keşiş, derviş veya sosyal münzevi olarak kendini bile bile toplumdan çekebilir. Ancak bunların hepsi de normal, standa- rize edilmiş sosyal davranış gizil güçlerine sahiptir. Ve bu nedenle bunlarda kişidir.
İnsanlar yaşamlarını belirli bir sosyal ve kültürel çevre içerisinde sürdürürler. Bu çevre, bireyde bir yaşama deseni oluşturur. Bireyi ve onun davranışını ön plana çıkaran sosyal psikolojinin çalışma alanı ve birimi de tıpkı sosyolojide olduğu gibi sosyal kişidir. Bireylerin düşünce, duygu ve davranışlarının, başkalarının gerçek hayal edilen ya da zımni (altık) varlığından etkile- niş tarzını anlama ve açıklama çabası bize sosyal psikolojinin aynı zamanda tanımını vermektedir. Burada vurgunun bireyin davranışından sosyal etkileşime ve sosyal çevreye doğru kaydığını görüyoruz. (KAĞITÇIBAŞI, 1988 )
Ailemiz, akraba ve akranlarımız, iş arkadaşlarımız, komşu ve yakın çevremiz kısaca, bizi hayat boyu kuşatan toplumsal dünya ile paylaştığımız, gündelik yaşam deneyimleri sürecinde pek çok yeteneğimizin yanı sıra en çok sosyoloji bize rehberlik eder ve yol haritası çizer. Hızla değişen sosyokültürel ve çevresel şartların bizde yarattığı kaygı ve üstesinden gelmekte zorlandığımız sosyal, kişisel, ekonomik, kültürel, dini, hukuki, ailevi ve eğitim sorunları karşısında, gördüklerimiz, yaptıklarımız ve yaşadığımız şeyler hakkında sağlıklı yorum yapabilme, güvenilir veriler elde edebilme ve doğru tavır alabilme imkan ve kabiliyeti sosyoloji bilgimizin sağlam verileri sayesinde mümkün olabilir. Bu itibarla yaşam boyu karşılaştığımız sorunların tümünü çözebilmenin sihirli anahtarı olmasa da, sosyoloji sayesinde en azından problemin ne olduğunun ve farklı çözümlerin neler olabileceğinin sistematiğini kavrayabiliriz.
Günümüz insanı için yaşadığı özel hayat bile içinden çıkılması güç bilinmezliklerle doludur. Gündelik hayatında karşılaştığı güçlüklerle baş edemediğini gören sıradan insan, bu duygusunda haklıdır da, sıradan insanın bilebildikleri, kavrayışı, güç ve iktidarı işinin, ailesinin ve komşuluk ilişkilerinin dar kalıplarıyla sınırlıdır; toplumdaki diğer hayat kesimlerinde ise sıradan insanın alışık olmadığı, yaşamadığı bir hayat yaşanmaktadır. Toplumsal hayatın bu kesiminde sıradan insan olan bitenlerin seyircisi durumundadır. Sosyal hayatın bu kesiminde geçerli olan ihtiraslar ve sorunlar, sıradan insanın toplumsal hayat kesimine yayıldıkça, bireyin toplumsal yaşam karşısındaki şaşkınlığı ve güçsüzlüğü de artmaktadır.
Çağdaş insanı bu güçsüzlük ve şaşkınlık duygularının temelinde kişisel nitelikte olmayan, günümüzde kıta genişliğine varmış toplumların sosyal yapılarında oluşan değişimler bulunmaktadır. Çağdaş tarih ve bu tarihin olguları, bir bakıma "birey" dediğimiz varlıkların başarılarını ve başarısızlıklarını da yansıtmaktadır. Toplum sanayileşme sürecine girince köylü bireyden işçi birey olmakta; feodal bey ise ya silinip ortadan kalkmakta yada iş adamı olmaktadır; bir toplumsal sınıfın durumunun iyiye yada kötüye gidişi bireyin iş bulup çalışabilmesini yada çalışamamasını belirleyebilmektedir. Toplum bir savaşla karşı karşıya kaldığında, o güne dek sigorta memurluğu yapan bir birey roket bataryasında görev almakta; tezgahtarken radarcı olmakta; kadınlar kocalarından yoksun yaşamaya, çocuklar babasız bir aile ortamında büyümeye başlamaktadırlar. Görülüyor ki, toplumu ve bireyi birlikte ele almadıkça ne bireyin hayatını ne de toplumun tarihini tam kavrayabiliriz.
Tarihin günümüzde biçimlenme hızının çok artması nedeniyle insanın kendisini değiştirmesine; bu yeni değerlere denk bir kişilik kazanmasına olanak kalmamış bulunmaktadır. Ayrıca bu hızlı değişim süreci içinde, bireyin ne gibi değerleri üstün tutacağını ve ne gibi değerlere bağlanması gerektiğini anlaması da güçleşmektedir. Bireyler, bu durumda, panik ölçüsünde bir şaşkınlıkla karşılaşmasalar bile eski duygulan, eski düşüncelerin çöküp gittiğini her an duyup yaşamakta, hiçbir zaman normal bir durgunluk kazanamamaktadırlar. Bu nedenle çağdaş insanın birden bire önüne çıkan bu yeni dünya karşısında kendisini güçsüz hissetmesine şaşmamak gerekmektedir. Günümüz insanı, yaşadığı tarih döneminin kendi hayatı açısından taşıdığı anlamı kavrayamamaktadır. Kendi özbenliğini korumak için moral duyarlılığını yitirmekte; kendi özel yaşamının dışındakiler ile, kendinden başkaları ile ilgilenmemeyi tek çıkar yol saymaktadır. Bu durumda da, kendini yalnızlık içinde hissetmekte, içine düştüğü bu kapan karşısında yılgınlığa ve umutsuzluğa sürüklenmektedir. Nitekim bir nevi bireyin kalabalıklar içinde yalnızlaşması ve yabancılaşması süreci olan ekzistansiyalizm akımı bu ortamsal yapının bir ürünü sayılır.
Çağdaş insanın bu durumdan kurtulmasına çeşitli yerlerden edindiği bilgiler de yetmemektedir. Yaşadığımız gerçekler çağında, bireylere yöneltilen bilgiler çoğu kez, bireyin canlı tutabileceği dikkati üzerinde de başat duruma geçmektedir; bireyin özümseyemeyeceği bir hacme ulaşmaktadır. Diğer yandan gene çağdaş insanın düşünce yeteneklerini geliştirmesi de buna yetmemektedir. Bu alandaki çabaları kişinin sınırlı moral enerjisinin tükenmesinden başka bir sonuç vermemektedir.
Günümüz insanının ihtiyaç duyduğu şey, kendisinin dışındaki dünyada ve kendi benliğinde olup bitenleri anlamasını sağlayacak düşünsel bir nitelik kazanmak: Böylece önünde bulunduğu bilgilerden bu amaçla yararlanabilmek için gelişkin bir düşünce düzeyine çıkabilecek bir duruma gelebilmektir. Bu düşünsel niteliği ise gazeteciler, bilim adamları, politikacılar, hukukçular, ekonomistler, din adamları, öğretmenler, okuyucular, sanatçılar ve yayıncılar daha iyi anlasınlar diye toplumbilimsel düşün (imgelem, muhayyele, imagination) yeteneği olarak tanımlamak gerekir. (MILLS, 2000 )
Sosyoloji, günlük hayatımızda elde ettiğimiz ve kullandığımız bilginin araştırılmasıdır. Çünkü sosyoloji çıplak gözün tespit edebileceği bazı incelikli ayrımları ve ilk bakışta hemen belli olmayan bazı bağlantıları ortaya çıkarır, aynı zamanda haritayı günlük deneyimlerimiz ufkunun ötesine uzatır, böylece yaşamımızı sürdürdüğümüz çevrenin kendi başımıza keşfetme şansımızın olmadığı dünyaya ne kadar uyduğunu görebiliriz. Sosyoloji olmaksızın bildiklerimiz ile onun yorumlarını işittikten sonra bildiklerimiz arasındaki fark, doğru ile yanlış arasındaki fark değildir. (Ancak kabul edelim ki, sosyolojinin şurada burada yanlış düşüncelerimizi düzelttiği de olur) Fark asıl olarak yaşadıklarımızın ancak ve ancak bir biçimde tanımlanabileceğine ve açıklanabileceğine inanmak ile muhtemel ve makul anlatımların sayısının çok fazla olduğunu bilmek arasındadır. O halde sosyoloji, anlam arayışımızın sonu değil, arayışımızı sürdürmemiz için bir teşvik ve merakın kaybolduğu ve arayışın durduğu hoşnutluk hali için bir engeldir. Denir ki sosyolojinin yapabileceği en iyi hizmet görünüşteki benzer şeyleri beklenmedik açılardan göstererek ve böylece tüm bildik şeyleri ve öz güvenleri zayıflatarak ağır aksak ilerleyen hayal gücünü kışkırtmaktır.
Genel anlamda söylersek, sosyal bilim olarak şeylerin gerçekte nasıl olduğu hakkında güvenilir, sağlam ve doğru bilgiye sahip olduğuna inanılan bir disiplin olarak sosyolojinin verebileceği ve vermesi gerektiği hizmetlere ilişkin birbirinden çok farklı iki beklenti vardır.
Beklentilerden biri sosyoloji sorunlarımızın ne olduğunu, onlara ilişkin neler yapacağımızı ve onlardan nasıl kurtulacağımızı anlatma iddiasında bulunan türden öteki uzmanlık alanlarıyla aynı kaba koyar. Sosyoloji bir tür kendi işini kendin yap brifingi ya da hayat sanatını -istediklerimizi nasıl elde edeceğimizi, yolumuza dikilen herhangi bir engelin üzerinden nasıl atlayacağımızı yada kenarından nasıl geçeceğimizi- öğreten bir ders kitabı olarak görülür. Böylesi bir beklentinin varacağı yer, durumumuza ilişkin çeşitli unsurların nasıl birbirine bağlı olduğu bilgisini bir kere edinmişsek, o durumun denetimini ele geçirmekte, onu amaçlarımıza boyun eğdirmekte ya da en azından o amaçlara daha iyi hizmet etmeye zorlamakta özgür olacağımız umududur. Bu, son tahlilde, bilimsel bilgi dediğimiz şeydir. Biz o bilgiye çok yüksek paye veririz. Çünkü inanırız ki, onun sağladığı bilgelik, kişinin olayların nasıl gelişeceğini kestirmesini sağlayan türdedir; ve olayların gelişim seyrini -böylelikle kişinin kendi eyleminin sonuçlarının da- ancak ve ancak arzulanan sonuçlan vermeyi garanti eden türden hamleler yapmasını sağlayacaktır.
Öteki beklenti öncekiyle yakından ilişkilidir ancak o araçsal olarak faydalılık fikrinin altında yatan varsayımları açığa vurur. Bir durumun denetimini elinde bulundurmak, şu ya da bu şekilde öteki insanları istediğimizi elde etmemize yardımcı olacak şekilde davranmaya ayartmak, zorlamak ya da olmazsa sebep olmak anlamına gelmelidir. Bir kural olarak durumun denetimini elinde bulundurmak öteki insanların denetimini elinde bulundurmaktan başka bir anlama gelemez. Nihayetinde, bu normalde, arkadaşları kazanma ve insanları etkileme yolu olarak yaşama sanatının gereğidir, ikinci beklentide, bu başkalarını denetleme arzusu öne çıkar. Sosyolojinin hizmetlerine, onların, bir önceki bölümde içinde yaşadığımız modern zamanların ayırıcı bir özelliği olduğunu gördüğümüz düzen sağlama ve kaosu uzaklaştırma gayretlerine yardımcı olacakları umuduyla bel bağlanır, insan eylemlerinin içsel kaynaklarını keşfederek sosyologdan, insanlardan göstermeleri istenen türden davranış ortaya çıkarmak ya da alternatif olarak tasarlanan düzen modelinin uygun görmediği her davranışı ortadan kaldırmak için, şeylerin nasıl düzenlenmesi gerektiğine ilişkin pratik olarak faydalı bilgiyi sağlaması beklenir, işte bu yüzden, fabrika sahipleri sosyologlara grevlerin nasıl önleneceğini, yabancı bir ülkeyi işgal eden silahlı güçlerin komutanları gerillalarla nasıl mücadele edileceğini sorabilir. Polis kuvvetleri gösterici kalabalığının nasıl dağıtılacağı ve potansiyel asilerin nasıl etkisiz tutulacağına ilişkin pratik öneriler bekleyebilir; ticari şirket yöneticileri muhtemel alıcıları ürünleri satın almaya ikna etmenin en iyi yollarını isteyebilir; halkla ilişkiler görevlileri anlaşmalı oldukları politikacıları nasıl daha popüler ve seçilebilir yapabileceklerini araştırabilirler; politikacılar ise hukuku ve düzeni korumanın yani vatandaşları tercihen gönüllü olarak ama boyun eğmekten hoşlanmadıklarında da yasalara boyun eğdirmenin- yöntemleri konusunda tavsiyeler isteyebilir...

BAUMAN, Zygmunt, Thinking Sociologically, (Çev.Abdullah YILMAZ) Ayrıntı Yayınları, 1st., 1998.
FICHTER, Joseph, Sosyoloji Nedir? (Çev. Doç. Dr. Nilgün ÇELEBİ) S.Ü. Fen-Edeb. Fak. Yayınları, KONYA, 1989.
KAĞ1TÇIBAŞI, Çiğdem, İnsan ve insanlar, Evrim Basım Yayın Dağ., İSTANBUL, 1988.
MILLS, C. Wright, Toplum Bilimsel Düşün, (Çev. Ünsal OSKAY) Der Yayınları, İSTANBUL, 2000.