Makale

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Müessesesi Olarak Vakıf

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Müessesesi Olarak
Vakıf

Dr. Mehmet CANBULAT
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın sağlanmasında vakıfların önemi büyüktür. Vakıf tatbikatı Hz. Peygamber zamanından itibaren başlamış, gerek kendisi gerekse ashabı en değerli mülklerini vakıf haline getirmişlerdir.

VIII. asır ortalarından XIX. asır sonlarına kadar uzanan bir dönemde İslâm memleketlerinin, ö/ellikle Selçuklular ve Osmanlılar zamanındaki Türk dünyasının sos yal, kültürel ve ekonomik hayatında oldukça önemli bir rol oynamış olan vakıf müessesesinin pek çok tanımı yapılmışsa da en yaygın tanımı şu dur: "Vakıf, bir mülkün menfaatini halka tahsis edip aynını Allah Te âlâ’nın mülkü hükmünde olarak, temlik ve temellükten ebediyyen menetmektir." 1 Bu tanıma göre, in sanların yararlanmaları için bir malın Cenâb ı Hakk’ın mülkü hükmünde düşünülerek ebedi olarak alım. satım, rehin, hibe, vasiyet, miras gibi (cinlik ve temellük ile sonuçlanacak her türlü hukuki tasarrufun dışına çıkararak, bir tarafa tahsis edilmesine vakıf adı verilmektedir.
Tarihin her döneminde, insanların hayır kastiyle bazı ibadethaneleri inşa ettiği ve bu yerlere münferit bağışlarda bulunduğu bilinen bir gerçektir. İnsanın sosyal bir varlık oluşundan ve özünde taşıdığı yardım severlik ve cömertlik duygularından beslenen vakıf müessesesinin menşeini en eski devirlere kadar götürenler mevcuttur. Gerçek şu ki. vakfın ilk defa hangi tarihte başladığı konusunda kesin olarak bir şey söylemek mümkün değildir. Kadim toplumlarda da bir kısım vakıflar mevcuttu. Örneğin. İskenderiye kütüphanesi. Kudüs havuzları. Zem zem kuyusu, yollar, köprüler, mabetler hep birer vakıftır2 ve bütün bunların, menfaatinden insanların yararlanmaları için meydana getiril diklerinde kuşku yoktur. Ancak bu günkü anlamda hukuki bir müessese olarak vakfın ortaya çıkışı İslâmiyet ile olmuştur.3
Vakıf, yardımlaşma ve dayanışmanın kurumlaşmış bir halini ifade eder.
Bu itibarla, vakıf müessessini iyice kavrayabilmek için İs lamın yardım anlayışını iyi bil mek gerekecektir. İslâm’a göre. evrende bulunan her şey fanidir, baki olan yalnız. Allah’tır."4 "Göklerin ve yerin mülkü O’nundur...Her şeyi O yaratmış, ona düzen vermiştir"5, "Eşya da, insan da Allah’a aittir. Mülk mutlak manada sadece O’nundur"6, "Dilediği kimseye rızkı genişidir ve daraltır"7. "Yeryü zünü insanların emrine amade kıllan"8, "Yerde olan her şeyi in sanların yararı için yaratan..."9 O’dur. "Yeryüzünde hiçbir canlı hariç olmamak üzere hepsinin rızkı Allah’ın üzerinedir..."’10, "Yegâne rızık veren O’dur"l1. Bu itibarla, "Kişi, kardeşinin ihtiyacıyla meşgulse, Allah da onun ihtiyacıyla meşguldür"12, "Kul. kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah onun yardım nidadır."13 "İnsanların en hayırlısı insanlara yararlı olan".14 "Malın en hayırlısı Allah yolunda harcanan (vakfedilen)"15 vakfın en hayırlısı da insanların en çok ihtiyaç duyduğu şeyi karşılayandır. Kuşkusuz Yüce Yaratıcıyı sevenler, yaratılanları: insanları, diğer canlıları, bitkileri de severler. Şefkatin, merhametin, insaf ve adaletin, nezaketin, zarafetin, iyilik ve yardımın kaynağı Allah sevgisidir. Vakfın temelinde de genellikle bu sevgi vardır. Esasen vakıf da bu sevginin kurumlaşmış hâlinden başka bir şey değildir. Vakıflar, insanları her türlü olumsuz etkilere ve şartlara karşı korumada âdeta paratoner görevi üstlenerek, sağlıklı bir toplumun oluşmasına katkıda bulunurlar.
Sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın sağlanmasında vakıfların önemi büyüktür. Vakıf tatbi katı Hz. Peygamber zamanından itibaren başlamış, gerek kendisi gerekse ashabı en değerli mülklerini vakıf haline getirmişlerdir. Medine’de inşa olunan ilk mescidin yani Mescid i Nebevi’nin ar kasındaki bir bölümün yersiz ve yurtsuz kimselere ayrıldığını bi liyoruz, İslâm’da ilk vakfı Resûlüllah, bir Yahudi âlimi olan ve daha sonra Müslüman olan Mu hayrık tarafından kendisine vasiyet edilen bahçelerden yapmıştı. Bunlar yedi bahçeden ibaretti. Alim bir zat olan Muhayrık ise katıldığı Hud savaşında şehid edilmişti."16 Ebu Hüreyre’nin rivayetine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "insan ölünce şu üç şeyden başka ameli sona erer. Devam eden sadaka (hayır), faydalanılan ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat."17 Bu hadiste geçen "sadaka i cariye’yû fukaha vakıf olarak tefsir etmişlerdir. Bir kimsenin ölümünden sonra da devam eden ve Allah rızası için insanların istifadesine sunulmuş bulunan hayır müesseseleri sadaka i cariyedir.18 Bu hadis, pek çok kimseyi ölümden sonra da sevap kazanmak amacıyla vakıf yapmaya sevk etmiştir. Böylece insanlar, servetlerini sürekli hayır getiren bir sahaya aktarmış olmakladırlar. Nitekim pek çok vakfiyede ve vakıf kitabesinde, kişiyi vakıf yapmaya yönelten ayet ve hadisler yazıldı ğını müşahede etmekteyiz. Meselâ. Müslümanların 672 tarihli İstanbul muhasarası sırasında surlar önünde şehid olan ve ora ya gömülen Ebu Eyyûb el Ensa rî’nin kabri çevresinde, Fatih Sultan Mehmed’in 1458’de inşa ettirdiği Eyûp Sultan Külliyesi’nin imareti, bugün belli ölçüde fonksiyonunu sürdürebilen iki imaretten birisidir.19’ Türkiye’nin mânevi merkezlerinden biri hali ne gelen Eyûp’deki bu imaretin kapısı üzerinde. "Maşallah" yazı sı ve onun altında da. "Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz"20 mealindeki ayet i kerime yazılıdır. Söz konusu kitabeye bu ayetin yazılmış olması, düşünenler için oldukça manidardır.
Hz. Peygamber’in ashabından pek çok kimsenin vakıf yap tığını görüyoruz. Kuşkusuz onla ra vakıf yapma arzu ve düşünce sini veren Kur’an ayetleri ve Hz. Peygamberin mübarek sözleridir. "Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir" . "Kimdir Allah’a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin. (Rızkı) Allah daraltır ve genişletir. Ancak ona döndürüleceksiniz (22) mealindeki ayetler nazil olunca. Medineli Müslümanlar ! arasında en çok hurma bahçesine sahip bulunan Ebu Talha, Hz. Peygamber’in yanına giderek Mescid i Nebevi’nin karşısında bulunan ve içindeki tatlı suyu Hz. Peygamber tarafından beğenilen Beyruhâ adlı bahçesini, Allah rızası için dilediği şekilde kullanmasını istedi. Onun bu davranışını takdir eden Resul i Ekrem, bahçeyi akrabalarına vermesinin daha uygun olacağını söyledi. Bunun üzerine Ebu Tal ha, onu Übey b. Ka’b ve Hassan b. Sabit gibi amcazadelerine ve yakın akrabalarına bağışladı.23 İlk vakfın, Hz. Osman (r.a) tarafından yapıldığını söyleyenler de vardır. Zira Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiği zaman orada Küme denilen kaynaktan başka tatlı su yoktu. Hz. Peygamber, bu kuyuyu satın alıp Müslümanlara bağışlayacak olanın cennete gireceğini müjdele mesi üzerine, Hz. Osman onu sa tın almış ve Müslümanlara vak fetmiştir.24
Sa’d b. Ubade (r.a), Hz. Peygambere danışarak Mihrab denilen bahçesini annesi adına vakıf yapmıştır.25 Ashaptan Enes. Zübeyr, Abdullah b. Ömer gibi ileri gelenlerinin evlerini vakfettikleri görülmektedir. Bu yerlerden, ihtiyaç duyduklarında kendilerinin ve aile fertlerinin de yararlanma şartlan vardır ki ilk aile vakıflarının. Hz. Peygamber’in Rûme kuyusu hakkındaki hadisine ve ashabın söz konusu tatbikatlarına dayandığı anlaşılmaktadır.
Oğlu Abdullah’ın rivayetine göre Hz. Ömer’in payına Hay berden bir arazi düşmüştü. Hz. Ömer de Hz. Peygambere gelerek “Ey Allah’ın Rasülü! Hayber’den elime bir toprak parçası geçti ki, şimdiye kadar bundan daha değerli bir mala sahip olma mıştım. Bana neyi tavsiye buyurursunuz?" dedi. Hz. Peygamber de, "İstersen aslını kendine biralar menfaatini tasadduk edersin" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer. "Satılmamak, hibe edilmemek, mirasçılara intikal etme mek üzere: fakirler, akraba, köleler, misafirler ve yolcular için ta sadduk etti. Onu idare edenin (mütevelli) mülküne bir şey geçirmeksizin, normal ölçüler için de (örfe göre) vakıftan yemesi ve yedirmesi serbesttir." Kivaye le göre bu vakfı Hz. Ömer’in oğ lu Abdullah idare ederdi.27
Bu ve benzeri rivayetlerin açıkça ifade ettiği hükümler ile bunların ışığı altında oluşan icti haddan doğan hükümlerin topla mı, İslâm hukukunda vakıf mü essesesinin esas ve şeklini ortaya koymaktadır.28
Dört halife devrinde başlayan ve Emeviler döneminde gelişen fetihlerden sonra müslümanlar ekonomik bakımdan oldukça zenginleşmişler ve bunun netice sinde büyük bir refaha kavuş muşlardır. Bu durum Abbasiler döneminde de aynı istikamette gelişerek devam etti. Bu iktisadi refahla islâm’daki yardımlaşma ve dayanışma ruhu birleşince, vakıtlarda büyük bir artış meyda na geldi. Öyle ki hemen her alan da hizmet veren, yüz binlerce in sanın yararlanma imkânı buldu ğu vakıflar ortaya çıktı. Ancak, şurası bir gerçek ki. bu alanda asıl gelişme Selçuklular ve Osmanlılar döneminde olmuştur. Bu devirde yardımların insanları da aşarak hayvanlara kadar götürüldüğünü görmekteyiz.
Kuşkusuz toplumun ihtiyaç duyduğu şeyler çok çeşitli olduğunda, vakıflar da bu ihtiyaçlara göre çeşitlenmiştir. Ayrıca bu ihtiyaçlar, zamana ve yere göre de değişmektedir. Çeşitli hizmet alanları düşünülerek İslâm dün yasında binlerce vakıf kurulmuş ve bunlar sayesinde toplumun hemen her kesimine çok önemli hizmetler götürülmüştür. Değerlerin müsahhaslaşarak müesseseleşmesi olgusunun bir ürünü olan vakıf. İslâm toplumlarını bazı dönemlerde, sosyal, kültürel ve ekonomik hayatın her cephesin de kendisini hissettiren bir yapı ya kavuşturmuştur. Örneğin, "Osmanlı imparatorluğu devrin de pek büyük bir inkişafa mazhar olan vakıflar sayesinde: bir adam vakıf bir evde doğar, vakıf bir beşikte uyur. vakıf mallardan yer ve içer. vakıf kitaplardan okur, vakıf bir mektepte hocalık eder; vakıf idaresinden ücretini alır ve öldüğü zaman kendisi vakıf bir tabuta konur ve vakıf bir mezar lığa gömülürdü. Bu suretle beşe ri hayatın bütün icaplarını ve ihtiyaçlarını vakıf mallarla temine pek âlâ imkân vardı.29 Bu cümleden olarak camiler, mescitler, namazgahlar, kütüphaneler, mektepler, medreseler, tekkeler, zaviyeler, kervan saraylar, hanlar, hamamlar, darülacezeler, herke se açık hastahaneler; fakirlerin, misafirlerin barınıp yararlandığı imarethaneler, çeşme ve sebiller, su yolları, yollar, köprüler, limanlar, deniz fenerleri, kale ve istihkâmlar, bedestenler, umumi helalar, çamaşırhaneler, spor sa ha ve tesisleri, mesireler gibi vakıf müesseseleri yapıldı. Bu sayılanların dışında dul kadınlar ve kimsesiz çocuklar için bakımevleri açmak, öksüz çocuklara süt anne tutmak. Bayramlarda çocukları sevindirmek için top atmak, evlâtlıkların, hizmetçilerin, köle ve cariyelerin sahipleri tarafından ezilip hırpalanmamaları için kırdıkları eşyayı tazmin etmek, yoksul kızlara çeyiz hazırlamak ve düğünlerini yapmak, halkın alış verişte kandırılmasını önlemek için çarşı ve pazar yer lerine ölçü ve tartı aletleri koymak, hapishanelerde bulunan mahkumlara çeşitli yardımlarda bulunmak, çalışma kudreti kalmamış yaşlı ve sakal meslek ve sanal erbabı için yardım fonları kurmak, borçlanıp da ödeme im kânı olmayanların borçlarını ödemek, kışın et fiyatlarının art maması için tedbirler almak, ıslah edilmiş koyunhaneler kurmak halka yararlı olan kitapları yazdırmak ve ücretsiz dağıtmak, hatim, mevlid, aşir. Buhâri okutmak, yemek yedirmek, fukaraya (odun ve kömür gibi) yakacak yardımı yapmak, halka sıcak günlerde soğuk su ve şerbet dağılmak ve bu amaçla kâr temin etmek, çocuklar için oyun alanla rı yapmak, yetimlere aylık bağla mak, askeri silah ve teçhizatla donatmak, donanmaya yardım etmek, kışın geçil vermez dağ başlarına, vadilere sığınak yap mak, yollarda gelip geçenleri ra hatsız eden. sağlığa zararlı olan pislik ve balgam gibi şeylerin üs tünü kül ve kireçle kapatmak, kış aylarında kuşları, hasta ve garip leylekleri beslemek ve tedavi etmek, sahipsiz kedi ve köpekleri doyurmak... gibi son derece fark lı konularda kurulan vakıflara rastlamak mümkün olabilmekle dir."30 Örneğin, bazı vakfiyeler de, Ramazan ayında akşam namazına gelen cami cemaatine iftar etmeleri için şerbet dağıtılması, ayrıca fakirlere ve öğrencilere iftar yemeği verilmesi hususunda şartlara rastlanmaktadır. Diğer taraftan. Kurban Bayramı ile ilgili bir takım vakıfların da kurulduğunu görmekteyiz. Bazı vakıflar bu bayramda, vakıfların gelir leriyle koyun ve öküz salın alınarak kesilmesini ve ellerinin ihtiyacı olanlara dağıtılmasını şart koşmuşlardır.31
Belediye teşkilatı. XIX. yüz yılda Tl. Mahmud devrinde başlayan reformlarla bugünkü yapı sına kavuşmuştur. Kuşkusuz da ha önce de Osmanlı ve diğer İs lâm şehirlerinde böyle bir teşkilât ve bu görevleri yerine getiren memurlar olmuştur. Doğu îslâm şehirlerinde belediye nizamının temeli hisbe müessesesidir. Bu müessesenin görevi ise şehirler de dinen yasaklanan fiillerin işlenmesini engellemektir. Su. ulaşım, aydınlatma, temizlik... gibi hizmetler o dönemde hep vakıf müessesesince karşılanırdı.32
Su kanalları, su kemerleri, maksemeler. kuyular, çeşmeler, sebiller, hamamlar tamamen vakıf kuruluşlardı. Örneğin, hayrat olarak Türklerin yaptıkları çeşmeler şehir, kasaba ve diğer yer leşim birimlerinde olduğu gibi ana yolların kenarlarında, açıklık ve kırlık yerlerde de inşa edilmiştir. Yerleşim birimleri arasındaki yollarda bulunan çeşmeler "menzil çeşmeleri" olarak adlandırılır. Bunların, insanların ihtiyaçlarını karşılayan lüle veya musluklarından başka hayvanla rın sulanması için ayrı lüleleri ve önlerinde yalakları vardı.33 Fa kirlerin, kimsesizlerin ücret ödemeksizin yıkanabilecekleri hamamlar mevcuttu. Sebillerde buzlu su, hatta şerbet dağıtılırdı. Yol, kaldırım ve köprü yapımını vakıflar sağlıyordu bazı hayır sahipleri kurdukları vakıflarla "kandilciler" tutuyor, yine vakıf geliri ile kandil ve yağ satın alarak sokakları aydınlatıyordu. Cadde ve sokakların temizlenmesi ve umumi helalar için vakıflar kurulmuştu. Gece bekçilerinin ücretlerini vakıflar karşılı yordu. Vakıf hastanelerinde her dinden ve ırktan insan tedavi görebiliyor, ekonomik durumu iyi olmayanlara ücretsiz ilaç verili yor, doktor temin ediliyordu. İmaretlerde yoksullara, yolcu ve misafirlere her gün bir veya iki öğün yemek yediriliyordu. D’Ohsson’a göre sadece İstanbul imaretlerinde her gün parasız yemek yiyenlerin sayısı 30.000 itli. Böylece vakıflar bir taraftan bin lerce görevliye maaş ödüyor, öte yandan yüz binlerce insana ırk ve inanç farkı gözetmeksizin hizmet, götürüyordu. Böylece vakıflar yolu ile gelir dağılımındaki den gesizlikler asgariye indirilirken, yine buna bağlı olarak ortaya çıkması muhtemel sosyal patlamaların da önüne geçilmiş oluyordu.34
"Vakıflar, devlet bütçesi gibi, gelir dağılımına büyük ölçüde etki eden müesseselerdir. Nasıl ki devlet bütçe aracılığıyla varlıklı kesimden vergi alıp, toplumun bütün kesimlerine ve bu arada hiç geliri olmayan veya düşük gelirli kimselere hizmet götürüyorsa, vakıflar aracılığıyla da aynı şey yapılmaktadır. Vakıf olmasaydı kişinin serveti tamamen mirasçı larına kalacaktı. Oysa vakıf yolu ile mirasçılara kalacak olan servetler torpillenmekte ve azaltıl maktadır. İslâm dünyasındaki toplam vakıf varlığının bugün pa ra karşılığı değerini onaya koymak mümkün değildir."’ Bu durum, vakıfların gelir dağılımında ne denli büyük rol oynadığını göstermesi bakımından önemlidir.
Vakfiyelere toplu bir göz gez dirildiği zaman. vakıf gelirlerinin tahsis edildiği alanlardan birinin de. eğitim ve öğretim olduğu kolaylıkla anlaşılır. İslâm’ın eğitim ve öğretime verdiği değerin bilin cinde olan ilk Müslüman Türk devletleri, bu alanda yoğun bir çalışma içerisine girmişlerdir. Selçuklular döneminde konunun daha ciddi şekilde ele alındığını görmekteyiz. Sultan Alparslan ve Melik şah dönemlerinde vezirlik yapmış olan Nizamülmülk’ün bü yük masraflarla kurduğu Nizamiye medreseleri, fonksiyonu ve etkileri ile haklı bir şöhrete kavuştu. Daha sonra bu medreseler örnek alınarak, hemeAnadolu’nun bütün şehir ve kasabala rında medreseler inşa olundu. Aynı geleneğin. Osmanlılar dev rinde de daha ilk sultanlardan itibaren sürdürüldüğünü gömlekte yiz. Sıbyan mektepleri (ilkokul lar), medreseler. Tıp medreseleri, Daru’l Hadisler. Daru’I Kurralar ve kütüphaneler yapıldı. Böylece, zamanla eğitim ve öğretim kurumlarının sayısı binleri buldu. Ayrıca, bunların hemen hepsi ya tılı okullar olarak düzenlenmişti. Bu ilim yuvalarında dönemin meşhur ilim, fen ve sanat adamla rı yetişti.
Kuşkusuz eğilim ve öğretim hizmetlerinin yürütülmesi için yalnızca bina yapmak yeterli değildir. Başta müderrisler (öğretim üyeleri, öğretmenler) olmak üze re, medreselerde görevli asistanlar, hizmetliler vb. kurum çalı şanlarının maaşları, öğrencilerin harçlıkları, kitap ve kırtasiye giderleri, iaşeleri ve binaların her türlü bakım ve onarımı için para ya ihtiyaç vardı. İhtiyaç duyulan bu para, gelirleri eğitim ve öğretim kurumlarına vakfedilen çift lik, ev. dükkan, değirmen, han ve hamam gibi akarlarla sağlanıyor; hayırseverler binalarıyla birlikte söz konusu gelir kaynaklarını da vakfediyorlardı.37 Hemen her Osmanlı şehrinin merkez camii çevresinde kümelenen medrese, ima ret, çeşme, sebil, kütüphane, has tane ve bunun gibi diğer kuruluşlardan oluşan ve “binalar ve hizmetler komleksi” sosyal teşkilatlar bütünlüğü olarak nitelendirebileceğimiz Osmanlı külliyeleri. yalnızca ibadet yeri, eğitim ve öğretim merkezi veya fakir mutfağı değil, aynı zamanda çevrelerinde başka toplantı yerlerinin gelişmesine önayak oldukları için sosyal katalizör rolü oynuyorlar, sosyal ve kültürel bütünleşmeyi teşvik ediyorlardı. Külliyenin merkezinde yer alan cami ile şehrin diğer cami ve medreseleri, dö nemin üniversitesi durumunda olan medresenin halka açılan kapılan mesabesinde idi. Medrese de elde edilen ve üretilen bilgiler, medresenin hocaları ve öğrenci leri tarafından cami ve mescidler de halka aktarılabilmekteydi. Medreselerde eğitim ve öğ retime her sene üç ay ara verilmekte, öğrenciler yurdun çeşitli bölgelerine dağılmakta ve söz konusu camiler aracılığıyla medresede elde ettikleri bilgileri memleketin en ücra köşelerine kadar yaymaktaydılar. Herkes okuma imkânı bulamamasına rağmen, yurdun her yanında ortak bir kültür oluşmaktaydı. Böylece vakıf külliyeler saye sinde, aynı kültür değerlerini ve aynı davranış normlarını benimseyen halk, ortak kimliğine kavuşuyor ve sonuçta sosyal bütünleş menin sağlanmasına katkıda bulunmuş oluyordu. Ayrıca, vakıf lar sayesinde medreseler tam muhtariyete sahip birer eğitim müessesesi haline gelmişlerdir.38 Vakıflar, insanların toplu olarak yaşadıkları şehir, köy ve ka saba gibi yerleşim birimlerinin teşkilatlanmasında önemli rol oynadıkları gibi, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasında da büyük ölçüde etkili olmuşlardır. Anadolu’nun fethi ve Os manlı devletinin kuruluşu sıra sında ele geçirilen şehirlerde devlet adamları ve hayırsever zenginler derhal imar faaliyeti başlatıyor ve kısa zamanda bu şehirlerde camiler, medreseler, hanlar, hamamlar, yollar, köprü ler, çeşmeler, tekkeler, imaretler, hastahaneler vb. yapılıyordu. Bunlara zengin gelir kaynakları da bağlanınca kalabalık bir mürtezika (vakıfların gelirlerinden yararlanan kişiler) zümresi, hatt ta orta Asya’dan gelen Türk göçmenleri bu şehirlere yerleştiriliyordu. Böylece bu vakıf kuruluşları sayesinde şehirlerin fiziki çehresi hızla değişiyor, artan Türk nüfusu ile Türkleşme ve is lâmlaşma sağlanıyordu. Osmanlılar, bir iskân ve kolonizasyon metodu olarak da vakıflara baş vurmuşlardı. Öyle ki. kurulan bir tekke yeni bir köyün çekirdeğini oluşturabiliyordu. Bazen de kurulan vakıf müesseseleri sayesin de küçük bir köy. şehre dönüşe bilmektedir. Nitekim, Lale Devri’nde Damat İbrahim Paşa. doğ duğu köy olan Muşkara’yı bü yütmek ve güzelleştirmek için köyünde pek çok eser yaptırdı. Muskara kısa zamanda büyüdü, bir şehir oldu ve köyün eski ismi değiştirilerek "Yenişehir" anla mına gelen Nevşehir denildi. Nevşehir, vakıfların Türk şehir hayatında oynadığı rol için güzel bir örnektir.39
Vakıflar, iç ve dış ticaretin gelişmesinde de etkili olmuşlar dır. Şehirlerarası yollarla önemli stratejik noktalara yapıl mış bulunan kervansa raylar, sürekli işler halde tutularak yolcu ve tacirlere konaklama imkânı ve yol güvenliği sağlanmıştır. Kervansarayların vakfiyelerinden buralara yerli, yabancı, erkek, kadın, hür. köle, müslim. gayrimüslim herkesin kabul edildiği; yolculara yiyecek, ilaç hatta ayak kabı sağlandığı ve hay vanlarına bakıldığı anla şılmaktadır. Ücretsiz hizmetlerin sunulduğu ker vansaraylar. banilerinin vakfı olan gelirleri ile bu fonksiyonlarını yüzyıllar boyu hiç aksatmadan sürdürmüşler dir.’40’ Konunun bu yönüne te mas eden Osman Turan şöyle demekledir: "Şurasını unutmamak icabeder ki. Selçuk devrinde iç ve dış ticarette gördüğümüz büyük faaliyetler, bu kervansaraylar olmaksızın bu derece inkişaf edemezdi."41
Vakıfların kültür hayatına olan etkileri küçümsenemeyecek boyuttadır. Başta büyük sanat de ğeri olan mimari âbideler olmak üzere, hal, taş. ağaç ve maden iş çiliği, tezhip, çini. kitap. cilt. ebru gibi değişik sanat dallarında ibda edilmiş vakıf şaheserleri, kütüphane ve müzeleri doldurmakladır. Ayrıca, vakfiyelerin dil, tarih, kültür, hukuk ve iktisat tarihi, sosyoloji hatta folklor açısından taşıdığı önemi burada belirtmeye bilmem gerek var mı?
Bugün bu hizmetlerin tamamına yakını devlet eliyle ve ayrı ayrı bakanlıklarca yürütülmektedir. Geçmişte bu tür hizmetler ve hatta devlet bütçesinin her zaman için tahsisat ayıramayacağı bir çok hizmet hayırsever şahıslar ta rafından yürütüldüğünden, devle tin o ölçüde yükü hafiflemiş ol maktadır. Bundan dolayıdır ki vakıf yapmak, şahsi gelirlerle devlet bütçesine yardımcı olmak anlamına gelmektedir.
Vakfın XVIII. yüzyıl Türk toplum hayatındaki etkilerini belirlemek amacıyla yapılan bir araştırmada, bu yüzyılda vakıf gelirlerinin neredeyse devlet ge lirlerinin yarısına eşit olduğu ortaya konulmuştur. Bu gelirlerin %37.75’i din alanına, %28.16’sı eğitim ve öğretime, % 10.51 "i sos yal hizmetlere, %6.50’si askeri harcamalara ayrılmıştı.42
Kanuni döneminin ünlü tarih çisi ve devlet adamı Lütfı Paşa, Asafnâme adlı eserinde, ideal bir devlet adamının gelirlerinin üçte birini ailesinin giderleri için har camasını, üçte birini tasarruf ola rak biriktirmesini, üçte birini de hayır işlerine yatırması gerektiği görüşünü savunmaktadır.’43 XVI II. yüzyılda İstanbul’da bulunan ve Türk toplum hayatını çok ya kından tanıyan tarihçi D’Ohsson, Türk insanının yardımseverleleğinin nedenini İslam dininde görerek şöyle demektedir. “Kur’an Türkleri dünyanın bütün milletle rinin en hayır ve insan severi haline getirmiştir."44
Anadoluyu bir baştan bir başa gezen ünlü seyyah İbn Batuta, Seyahatnamesinde Anadoluyu. merhametli insanların diyarı olarak nitelendirmektedir. Adı geçen şahıslardan başka, ülkemize gelen yabancıların da benzeri sözler söylemiş olmaları, milletimizin yardımseverlik anlayışında her hangi bir değişiklik olmadığı konusunda bize bir fikir vermesi açısından önemlidir.

1-Bilmen. Ömer Nasuhi, Hukuki Islâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul. 1985. IV. 284; Kanıma», Hayreddin, Mukayeseli İslâm Hukuku, İstanbul. 1991. 1. 216: Yediyıldız Bahaeddin, "Vakıf". İslâm Ansiklopedisi (M.E.B ya yını). XIII 153.
2 Bilmen, a.g.e. IV.304: Pakalın. M. Zeki.
Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü. İstanbul. 1993. III. 577 578; Şeker. Mehmet. İslâm’da Sosyal Daya nişimi Müesseseleri. Ankara. 2000. 144.
3 Yeniçeri. Celal. İslâm iktisadının Esasla
rı. İstanbul. 1980.458.
4 rahman. 26 27.
5 Furkân, 2.
6 Âl i İmrân. 109.
7 Ha d. 26.
8 Mülk. 15.
9 Rakam. 29.
10 Hud. 6. 11 Zariyat.58.
12 Tirmizi. "Hudûd". 3; Müsned, II, 9. 13 Tirmizi. "Hudûd". 3; Ebû Dûvûd.
"Edeb". 60. I4 Acluni Keştü’l hafa. Hadis No: 1220.
1254.
15 Bilmen. a g.e, IV. 302. 16 Kettani. et Terâtibu’l İdâriyye (TrcAh
met Özel). İstanbul. 1991. II 160; Ha
midullah. Muhammed. İslâm Peygam
beri (Trc Salih Tug). İstanbul. 1993. II.
981 982. 17 Müslim, "Vasiyyet. 3: Ebu Dâvûd. "Ve
sâyû". 14. I8 Bilmen, a.g.e, II, 301; Karaman. a.g.e, I. ;
20 İnsan, 9. 2l Al iİmran.92. 22 Bakara. 245.
23 Buhârî, "Vekâle". 15: "Vesâyâ". 10: Kettani. a.g.e. II. 161162.
24 Miras. Kamil. Sahih i Buhârt Muhtasarı Tecrid i Sarih Tercemesi, Ankara. 1969. VIII. 240.
25 Buhârî. "Vesâyâ". 15. 20. 27. 26 Kettani, a.g.e, II, 160 167.
27 Meselâ bk. Duhâri. "Şurût",19; Vesa yâ", 22. 28, 29: Müslim. "Vesâyâ". 15.
28 Karaman, a.g.e, I, 216.
20 Arsebük. Esat. Medeni Hukuk, Başlan gıç w Şahsın Hukuku. Istanhul.l938. I.29S: Yediyıldız, "İslâm’da Vakıf, a.g.e. XIV. 19.
30 Bilmen, a.g.e, V. 302 303; Yediyıldız.
"Vakıf, 1 A. XIII, 168 171; Çetin Os man. "Vakıf’. Sosyal Bilimler Ansiklo {yedisi, IV, 203 204; Yeniçeri, a.g.e. 461 462; Ertuğ. Zeynep Torun, "İma ret". DİA: XXII. 219 220.
31 Yediyıldız, "İslâm’da Vakıf". a.g.e. XIV. 43.
32 Ortaylı, ilber, "Belediye". DİA. V.3 9S. 33 Eyice, Semavi. "Çeşme". DİA. VIII. 278
34 Yediyıldız. "Vakif. XIII. I7l; a.mlf. "İs lâm’da Vakıf, a.g.e. XIV. 53; Çetin, "Vakıf. a.g.e. IV. 205; Yeniçeri. a.g.e. 462.
35 Yeniçeri, a.g.e. 462.
36 Yediyıldız. "Vakıf. I.A.. XIII. 169; Çe tin. a.g.e, "Vakıf IV, 204.
37 Çetin. "Vakıf a.g.e. IV. 205.
38 Yediyıidız. İslâm da Vakıf, a.g.e. XIV.
4549. 39 Yediyıldız. "İslâm’da Vakıf a.g.e, XIV,
51; Şeker, Fetihlerle Anadolu’nun
Türkleşmesi ve İslâmlaşmam. Ankara.
1999. 99 vd.; Çetin, "Vakıf, ag.e, 205. 40 Şeker. Sosyal Dayanışma. 169: Çetin.
"Vakıf 206; Yediyıldız. "Vakıf. I.A..
XIII. 171.
41 Yeniçeri, a.g.e. 462.
42 Çetin, "Vakıf, a.g.e. IV. 204.
43 Çetin, "Vakıf, a.g.e, IV, 204.
44 Çetin. "Vakıf. a.g.e. IV. 204