Makale

Hamasetin Değil İradenin Ödülü FETİH

Hamasetin Değil İradenin Ödülü
FETİH

Hüseyin KARACA
Ömer Nasuhi Bilmen Dini Yüksek İhtisas
Merkezi Eğitim Görevlisi

Fetih, yirmi dokuz mayıs bin dört yüz elli üç miladi seneye muvafık tarihte mehter vuruşuna indirgenmiş bir hamaset ve hatıra nostaljisi değildir. Günübirlik söylemlerde tarihi tüketmek de değildir.
Fetih bir hitam değil bidayettir. Son değil başlangıçtır. Bitiş değil özleyiştir. Reddediş değil benimseyiştir. Bakmak değil görmektir. Yenmek değil öğrenmektir. Bulmak değil buldurana teşekkürdür.
Mekke fethinden ziyade Hudeybiye’ye akrabalığı bundandır. Fetih sonrasındaki fütuhatın fethe denk oluşu bundandır. Bir salih hanedanın Hicaz’a hizmet ülküsündeki ihlas bundandır.
Fetih için bir Mekke lazımdır hicret ile Medine olacak. Yeis çöllerinde “sakın edepten” redifli na’tlerde âleme reca vahası olarak bir Ravza lazımdır. Sefere tahammül lazımdır Ebâ Eyyûb delikanlılığında yaşlılığa inat surlara yakın bir yere kadar götürecek. Asırlarca bitip tükenmeyen bir fetih koşusu lazımdır adı Emevi adı Abbasi adı Selçuki adı Memluki olan.
Bir Osman lazımdır Söğüt’ün bağrında bir şecere-i ihtiram olarak arz-ı endam eden. Mushafa saygıya bedel Kanuniler Selimlerle taçlanan.
Bir Orhan lazımdır hakikat meydanlarında da harbi kazanmak için medresenin başına Davud Kayserileri getiren, gözünü kardeş kavgasına değil küfrün kalbine çeviren.
Fetih için Konstantiniyye nehrinin bu yakasına hisar inşa ettiren, teenni ile sonraki nesillere zemin hazırlayan bir Yıldırım şecaati; şehadetinden önce Kosovalarda “attan inmeyesüz” diye haykıran Hüdavendigar fesahati gerektir. Kılı kırk yaran bir titizlikle şehzâdesini feth-i mübine hazırlayan bir Murad-ı Sani lazımdır. Ta hulefa-i raşidin devirlerinden beri surlara sevdalı askerlerin at izlerinde donmuş alın terlerinde bestesi yazılmış bir öykü lazımdır.
Bir çocuk lazımdır müfettihu’l-ebvâb’a saygı ile yetişen, Konstantiniyye şehrine yönelik planlar yapan. Bir çocuk ki Haliç sularında Bizans surlarını aşacak hendesenin sırlarını arayan.
Fetih için Akşemseddinler, Güranilerle boyanmış istişare bereketlerine “Biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik” (Fetih, 48/1.) irşadı, “İstanbul mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.” (Ahmet b. Hanbel, Müsned, IV, 325.) nasibi lazımdır.
Tarihî pencereden bakılacak olursa Bizans o zamanlar, sadece bir düşman değil marufu emir münkeri izaleye yönelik her türlü imkânın önündeki engeldi. Bu eşik aşıldığı zaman Balkanlar, Balkanlar geçildiği zaman yaşlı Avrupa semaları hakikat-i Muhammediye ile tanışacaktı. Ve nitekim öyle de oldu. Balkan coğrafyasının fetih sonrası asırlarda dünyaya armağan ettiği âlim ve arifler, irfan geleneğinin öncüleri olmuştur. Sadece Edirne’nin ötesinde, Balkan gülistanında yeşeren tekke gülleri, medrese bülbülleri bile İslam medeniyet baharının remzidirler.
Yakine koşan iradelere yeni Konstantiniyyeler, yeni belde-i mübarekeler işaretlemek, bu işareti varoluş reflekslerinin mihveri yapmaktır.
Hamaset miftahı ile fetihlere vuslatın mümkün olmadığını bilmektir.
Hıra uzleti, Yesrib mihneti bir vahiy buketi Furkan’a olan cehaletimizin, onun diline olan mesafemizin nedametiyle yaşamaktır. Ayda bir dahi olsa Kur’an’ı hatmetmek, o mana denizini anlamaya vesile ulûm-ı şeriyeyi tahsile öncelik vermektir.
Şiddete mahkum bir global köyde, sure-i fetih kıraatlerinde Cibril nefesini duymak, feth-i Mekke’de “hepiniz özgürsünüz” diyebilen bir Nebi’ye ümmet bilincini tazelemektir.
Şerh, ihtisar ve haşiyelerle bûy-ı Muhammedî kokan hadis-i şerif külliyatının daimi ziyaretçisi sadık talebesi olmaktır.
Bilime doymuş fakat ilim ve irfana susuz dünyaya “Fütûhât-ı Mekkiye” lehçesiyle selam diyebilmektir İbn Arabi eczanesinden. Görünür olmak erdemlerine hapsedilmiş şehirlere “Mefâtîhu’l-Ğayb” metafiziği sunabilmektir Razi lisanından. Boğazına kadar detaylara saplanmış, ayrıntılarda boğulmuş modern zamanlara bir sehl-i mümteni ihtisar ile aşk devşirebilmektir Yunus ebyatından.
“Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem’in, Mekke’yi ve diğer yerleri fethetmek istemesi, dünya mülkünü sevdiğinden değildi; Allah emriyleydi. Çünkü “Dünya cifedir” buyurmuştu. Peygamber, Mekke’yi fethe uğraştı diye nasıl olur da dünya sevgisiyle itham edilir? O öyle bir kişiydi ki imtihan günü (yani Miraç’ta) yedi göğün hazinesine karşı hem yüzünü yumdu, hem gönlünü kapadı. Göklerin, akılların hazineleri bile Peygamber’in gözüne bir çöp kadar ehemmiyetsiz görünürse. Artık Mekke, Şam ve Irak ne oluyor ki onlar için savaşsın, onlara iştiyak çeksin!” (Mesnevi, 3950.) diyen Mevlana Celaleddin dergâhında kalp dili çilesi çekmektir.
Mazide yaşanan dervişliklere denk muasır gönül medeniyetleri inşa edebilmektir. Geleceği marufla süslemek isteyen herkes için ibnü’l-vakt olmaktır. Dünü ân köprüsünden en büyük yarın olan ahirete taşıma şuurudur.
Kendini bilme bilincinde enfüsi seyr-u sülükle insanı keşfetmek insanı fethetmektir. Emmare duygulara teslim olmuş fertleri, günah zindanından kurtarmak, onlara Hudeybiyeler ikram edebilmektir.
Fetihlerin hamasetin değil murad-ı ilahiyi gözeten iradelerin bir ödülü olduğu şuurudur.
Ecdat sevgisini sanal bir oyun sanma gafletinden tövbe etmektir.
Cenab-ı Hak salihlere, ariflere lütfeylediği maddi manevi fetihleri cümlemize ihsan eylesin.