Makale

HİCRET VE İSLAM TARİHİNDEKİ YERİ

HİCRET VE İSLAM
TARİHİNDEKİ YERİ

Şükrü ÖZBUĞDAY
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Bilindiği gibi Hz. Peygamber, Mekke şehrinde doğmuştur. Yüce Allah, O’nu burada peygamber olarak görevlendirmiştir. Görevinin gereği olarak, "(Önce) en yakın akrabalarını uyar." 111 ayet-i kerimesi gereğince, yakınlarından başlamak üzere, insanları İslâm’a davet etmeye başlamıştır. Kendilerini İslam’a davet ettiği kimse1er O’nu, el-emin= güvenilir kişi j olarak tanıyorlardı. O’nun dürüstlüğü ve ahlâkî üstünlüğü üzerinde ittifak halinde idiler. Kendisinin Allah tarafından gönderilmiş ve görevlendirilmiş Peygamber olduğunu duyunca, O’na inanmaya ve etrafında toplanmaya başladılar. Müslümanların sayısı günden güne artıyor ve İslâmiyet hızla yayılıyordu. Ancak Mekke’de Kureyş Kabilesi’nin ileri gelenleri bundan endişe duyuyor, toplum üzerindeki hakimiyetlerini kaybedeceklerinden korktukları için O’na engel olmaya çalışıyorlardı. Bunun için peygamberimize ve O’na inananlara amansız düşman kesilmişlerdi. Müslümanlara zulmediyor, akıl almaz işkenceler yapıyorlardı. Hz. Peygamber, Mekkelilerin kendisine ve müslümanlara karşı takındıklan tavır karşısında, hiçbir zaman yılmadı, doğacağına kesinlikle inandığı İslâm güneşine, başka ufuklar aramayı düşündü.
Müşriklerin, tahammülü çok güç olan bu zulümleri karşısında, Mekke’de müslümanlar korunamaz hale gelmişlerdi. Bu sebeple müslümanların Medine’ye hicret etmeleri kararlaştırılmıştı. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.); "Sizin hicret edeceğiniz yerin iki kara taşlık arasında hurmalık bir yer olduğu bana gösterildi... "(2> diyerek, müslümanların Medine’ye hicretlerine izin verdi. Böylece Peygamberliğin 13’üncü yılının ilk ayı Muharrem’de (Temmuz 622) Medine’ye hicret başlamış oldu.
Kabe’ye yapılan senelik hac görevi, Arap yarımadasının bütün noktalarından, Arapları Mekke’ye getiriyordu. Hz. Peygamber, bu sefer, kendisine sığınma imkanı ve peygamberlik vazifesini yerine getirme izni verecek bir kabile bulup, ikna etmenin yollarını aradı. Birbiri ardınca, yanlarına gittiği onbeş kabilenin temsilcilerinin hepsi de az çok kaba bir şekilde kendisini geri çevirdiler. Umudunu hiç kaybetmedi, son olarak yarım düzine kadar Medineli ile karşılaştı. Yahudi ve Hıristiyanların komşuları olan bu kişiler, peygamberler ve İlâhî vahiyler kavramına yabancı değillerdi. Üstelik onlar, bu kutsal kitap sahiplerinin, bir peygamberin, son bir müjdecinin (tesellicinin) gelmesini beklediklerini de biliyorlardı. O yüzden bu konuda başkalarından önce davranmak fırsatını kaçırmak istemediler, derhal Hz. Muhammed’e inandılar, kendisine Medine’de diğer inananlar bulmaya çalışacakları ve gereken desteği vereceklerine dair söz verdiler. Ertesi yıl oniki kadar Medineli kendisine bağlılık yemini ettiler ve İslam’ı öğretecek bir öğretmen - davetçi istediler. Bu görevi üzerine alan Mus’ab, bu işte hayli başarılı oldu ve bir sonraki sene Mekke’ye hac sırasında yeni müslüman olmuş, yetmiş üç kişilik bir kafile gönderdi. Bunlar Hz. Peygamberi, ve diğer Mekkeli Müslümanları kendi şehirlerine göç etmeye davet ettiler, onları koruyacakları ve kendi aile bireyleriymiş gibi bağırlarına basacaklarına söz verdiler. Böylece müslümanların büyük kısmı gizlice ve küçük gruplar halinde Medine’ye hicret etti,® Kısa zamanda, Mekkeli müslümanların hemen hepsi Medine’ye göç etti. Yalnızca Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ali’yi, Hz. Peygamber Mekke’de alıkoymuştu.
Böylece İslâmiyet Medine’de de yayılmaya başladı. Bu durum Kureyş ileri gelenlerini daha da telaşlandırdı. Medine’nin kuvvetli bir Islâm merkezi haline gelmesinin aleyhlerine olacağını anladılar. Konuyu tartışmak ve bir hal çaresi bulmak üzere "Daru’n- Nedve" denilen yerde toplandılar. Uzun uzun görüştüler ve tartıştılar. Sonunda, kendilerine kurtuluş yolunu göstermekten, dünya ve ahirette mutlu olmaları için çaba harcamaktan başka bir şey yapmayan, Peygamberimiz (s.a.s)’i öldürmeye karar verdiler. Kendilerince çok gizli olarak aldıkları bu karar ve planlarından Kuran-ı Kerim’de şöyle bahsedilmektedir; "İnkar edenler, seni bağlayıp bir yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı. Allah düzen yapanların en iyisidir.’"4’
Müşriklerin bu korkunç planlarını Cebrail (a.s.) Peygamberimiz’e haber verdi; "bu gece, her zaman yatmakta olduğun yatağında yatmayacaksın, evini terk edeceksin..." dedi. Böylece Hz. Peygamber’e hicret için izin verildi. Peygamberimiz Hz. Ali’yi çağırdı; "Ben Medine’ye gidiyorum. Sen bu gece benim yatağımda yat, hırkamı üstüne ört müşrikler beni yatıyor sansınlar, onlara bir şey sezdirme. Sabahleyin şu emanetleri sahiplerine ver. Ondan sonra sen de hemen gel." dedi.
Ortalık kararınca, Kureyş’in seçme canileri evin etrafını sardılar. Sabahleyin evinden çıkarken hep birden saldırıp öldüreceklerdi. Hz. Ali, Rasûl-i Ekrem’in yatağına yattı. Hz. Peygamber eline bir avuç kum alıp, evini çeviren müşriklerin üzerine saçtı. Saçılan kum taneleri, canilerden her birine isabet etmiş, hepsi de derin bir uykuya dalmışlardı. Peygamberimiz (s.a.s.) Ya-sin Sûresi’nin şu anlamdaki âyetini okuyarak aralarından geçip gitti: "Biz onların önlerine ve arkalarına birer sed çektik, böylece gözlerini perdeledik. Onlar artık elbette görmezler.5’
Rasûl-i Ekrem, gece evinden ayrıldıktan sonra Kabe’yi tavaf etti. Sonra doğduğu yerden ayrılış hüznünü ifade eden şu sözleri söyledi. "Ey Mekke! Sen Allah katında yeryüzünün en hayırlı ve bana en sevimli yerisin; eğer çıkmak zorunda bırakılmasay- dım, senden ayrılmazdım.. "I6> Ertesi günü öğle sıcağında Hz. Ebu Bekir’in evine vardı. Allah’ın emri ile, beraber Medine’ye hicret edeceklerini bildirdi.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Hz. Ebu Bekir’le birlikte Mekke’den çıkıp, Sevr Dağı’na gelerek oradaki mağarada saklandılar. Kureyş’in araması bitinceye kadar, üç gün üç gece mağarada kaldılar. Hz. Peygamber’i ve Ebu Bekir’i arayanlar, iz sürerek nihayet Sevr’deki mağaranın ağzına kadar geldiler. Ayak sesleri ve konuşmaları içeriden duyuluyordu. Hz. Ebu Bekir, başını kaldırdığı zaman onların ayaklarını görmüş ve heyecanla; "Ya Rasûlallah, eğilip baksalar, bizi görecekler" demişti, bunun üzerine Peygamber Efendimiz; "Korkma, Allah’ın yardımı bizimledir “iki yoldaş ki, üçüncüsü Allah’tır, hiç endişe edilir mi?’8 buyurdu.
Takipçiler Sevr dağına henüz çıkmadan, bir örümcek mağaranın ağzına ağ örmüş, bir çift beyaz güvercin yuva yapıp yumurta yapmıştı. Bu durumda Ku- reyşliler, mağaranın içine bakmanın ahmaklık olacağını düşünerek bırakıp gittiler.
Rasûlüllah’a ilk vahiy Hira (Nur) dağındaki mağarada gelmişti. Hira’daki mağara ile Sevr’deki mağara arasında geçen müddet, Hz. Peygambe- r’in, Peygamberlik hayatının Mekke devrini teşkil etmişti. Sevr dağındaki mağaradan başlayan hicret ise, Mekke devrinin sonu, Medine devrinin başlangıcı olmuştur/91 Hicret yolculuğunda Peygamberimiz, iki önemli takiple karşılaştı.
Müdliçoğulları’ndan Sura- ka, Kureyş’in ilan ettiği mükafatı ele geçirmek hevesiyle, kendi bölgelerinden geçmiş olan hicret kafilesini takibe koyuldu. Atını dörtnala sürerek Rasûlüllah’a ve arkadaşlarına yaklaştığı sırada atı sürçüp kapaklandı. Kendisi de yere yuvarlandı. Yeniden atına binip koşturdu. Tam yaklaştığı sırada, atının ön ayakları kuma saplandığı için, yine düştü. Atını zorlukla kurtardı. Sura- ka’nın morali iyice bozulmuştu. Hz. Peygamber’den özür diledi. Yazılı bir emannâme alarak geri döndü, diğer takipçileri de "Ben aradım, boşuna yorulmayın, bu tarafta yok." diyerek geri çevirdi.
Eslemoğulları’ndan Bürey- de de, Kureyş’in ilan ettiği mükafatı alabilmek için Rasûlül- lah’ı takibe başlamıştı. Fakat ilk görüşte yanındakilerle birlikte müslüman oldu. Daha sonra başındaki beyaz sarığı çözerek mızrağının ucuna bağladı; “Sizin gibi şanlı bir kafile bayraksız gitmez. İzin verirseniz ilk alemdarınız olayım. ” diyerek ta Kuba Köyü’ne kadar bu şanlı kafileye bayraktarlık yaptı.
Hz. Peygamber’in yola çıktığı Medine’de duyulmuştu. Bu yüzden Medineliler, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’i karşılamak üzere her sabah şehir dışına çıkıp bekliyorlardı. 12 Rabiulevvel Pazartesi günü yine öğleye kadar beklemişler, sıcak bastırınca ümitlerini kesip dönmüşlerdi. Bu esnada bir iş için evinin çatısına çıkan bir Yahüdi, bir kafilenin uzaktan gelmekte olduğunu gördü ve yüksek sesle; "işte günlerdir yolunu beklediğiniz devletli geliyor.” diye haykırdı. Medineliler, bir bayram sevinci içinde yollara döküldüler. Hz. Peygamber’i Medine’ye yaya yürüyüşle 1 saat uzaklıkta Kuba köyünde karşıladılar. Peygamberimiz burada, Amr b. Avfo- ğullan’nda 14 gece misafir kaldı. Bu esnada Kur’an-ı Kerim’de “takva üzere yapıldığı” bildirilen Kuba Mescidi’ni bina etti ve burada namaz kıldı.10
Hz. Peygamber’den 3 gün sonra tek başına yola çıkmış olan Hz. Ali de gündüzleri gizlenip, geceleri yürüyerek, Küba’da iken kafileye yetişti.
14 gün sonra, bir Cuma günü peygamberimiz devesine bindi. Karşılamağa gelenlerle muhteşem bir alay içinde Medine’ye hareket etti. Yolda "Salim b. Avi oğullan”na ait “Ranûna Va- disi”nde öğle vakti oldu. Hz. Peygamber, burada arka arkaya iki hutbe okuyarak ilk Cuma Namazı’nı kıldırdı. Bu ilk Cuma hutbesinde, Sevgili Peygamberimiz, Islâm’ın bazı temel prensiplerine temas ettiği için, burada nakletmeyi faydalı görüyorum;
Rasûl-i Ekrem, birinci hutbeye Allah’a hamd ve sena ederek başladı ve şöyle devam etti:
“Ey insanlar, ölmeden önce Allah’a tevbe ediniz, fırsat elde iken iyi işlere koşunuz. Allah’ı çok anmak, gizli ve aşikar çok sadaka vermek suretiyle O’nunla aranızdaki bağı kuvvetlendiriniz. Böyle yaparsanız, rızıklandırılır, yardım görürsünüz, kaçırdıklarınızı tekrar elde edersiniz.
Biliniz ki, Cenab-ı Hak, içinde bulunduğum yılın bu ayında, bugün şu bulunduğum yerde Cuma Namazı ’nı kıyamete kadar, üzerinize farz kıldı. Hayatımda veya benden sonra -adil veya zalim- bir imamı olduğu halde önemsiz gördüğü veya inkar ettiği için, kim bu namazı terkederse, Allah onun iki yakasını bir araya getirmesin ve hiçbir işine hayır vermesin. Biliniz ki, böylesinin, tevbe etmedikçe, ne namazı, ne zekatı, ne haccı, ne orucu, ne de herhangi bir iyiliği Allah katında bir değer taşır. Ancak, kim tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder.11
Ey insanlar, kendinize ahiret için azık hazırlayıp önceden gönderin. Hepiniz ölecek ve sürünüzü çobansız bırakacaksınız. Sonra Rabbmız arada tercüman veya perdedar olmaksızın- bizzat: -Sana benim peygamberim gelip haber vermedi mi? Ben sana mal vermiş, ihsanda bulunmuştum Sen bunlardan ahire- tin için ne gönderdin ? Diye soracaktır. O kimse sağma, soluna bakacak, hiçbir şey göremeyecek. Sonra önüne bakacak, orada Cehennem’i, görecek. Öyleyse yarım hurma ile de olsa, kendini ateşten korumaya gücü yeten, bunu yapsın. Buna gücü yetmeyen, bari güzel sözle kendini kurtarsın. Çünkü bir iyiliğe 10’dan 700 katına kadar sevap verilir. Allah’ın selam ve rahmeti üzerinize olsun."
Hz. Peygamber, birinci hutbeyi böylece bitirdikten sonra, ikinci hutbede de şunları söylemiştir:
"Hamd Allah ’a mahsustur. O’na hainde der, ondan yardım dileriz. Nefislerimizin şerlerinden ve kötü işlerimizden Allah’a sığınırız. Allah’ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz. O’nun saptırdığını da kimse doğru yola koyamaz. Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet ederim. O birdir, eşi, ortağı ve benzeri yoktur. Sözlerin en güzeli, Allah Kitabı (Kur’an-ı Kerim)’dir. Allah’ın, kalbini Kur’an ile süslediği, küfürden sonra İslâm’a soktuğu, Kur’an’ı, diğer sözlere tercih eden kimse felah bulup kurtulmuştur.
Allah’ın sevdiğini seviniz. Allah’ı bütün kalbinizle (can ve gönülden) seviniz. Allah Kelamı Kur’an’dan ve zikrinden usanmayınız. Allah’ın Kelamına karşı kalbiniz katılaşmasın.
Yalnız Allah’a kulluk edip, ibadetinizde O’na hiçbir şeyi ortak yapmayınız. O’ııdan hakkıyla sakınınız. Yaptığınız iyi şeyleri dilinizle doğrulayınız. Aranızda Allah ’ın rahmet ve merhametiyle sevişiniz. Allah ’ın selam ve rahmeti üzerinize olsun.12
Cuma Namazı’ndan sonra Hz. Peygamber (s.a.s.), Medine’ye hareket etti. Medine, tarihinin en önemli gününü yaşıyordu. Halk, bayram sevinci içinde, Küba’dan itibaren yolu, iki taraflı doldurmuştu. Rasûl-i Ekrem’in anne tarafından akrabası olan Nec- caroğulları, O’nu karşılamaya gelmişlerdi. Ensar’ın ileri gelenleri O’na yaklaşarak:
"Ey Allah’ın Rasûlü! işte evlerimiz, işte mallarımız, işte canlarımız emrinize hazır" dediler. Peygamberimiz, onları taltif ve gönüllerini hoş ederek yoluna devam etti. Tam şehre gireceği sırada kalabalık o dereceyi bulmuştu ki, kadınlar, damların üzerine çıkarak şöyle şiir söylüyorlardı:
"Veda tepesinin sırtlarından ay doğdu üstümüze,
Allah’a davet eden bulunduk
ça şükretmek vacip oldu bize."
Küçük kızlar def çalarak şenlik yapıyorlar ve şu şarkıyı terennüm ediyorlardı:
"Biz Neccaroğulları- nın kızlarıyız,
Ne mutlu bize Mu- hammed’in komşularıyız.""15
Medine halkı. Rasûlül- lah (s.a.s.)’in gelişinden duyduğu sevinci, hiçbir şeyden duymamıştı. Herkes Peygamber Efendimizi, kendi evinde misafir etmek istiyor, "Ey Allah’ın Rasûlü, bize buyurunuz.." diyerek, deveyi durdurmak istiyorlardı. Hz. Peygamber ise, kimseyi gücendirmemek için devesini serbest bırakmıştı.
"Siz deveyi kendi haline bırakınız. O memurdur, emrolunduğu yere gider." diyerek davet edenlerden izin istiyordu. Nihayet deve, halen "Mescidü’n-Nebî"nin bulunduğu boş arsada çöktü, Rasûlüllah (s.a.s.) inmedi. Deve kalkarak birkaç adım gittikten sonra geri dönüp ilk çöktüğü yere yeniden çöktü, bir daha kalkmadı. Hz. Peygamber, devenin üzerinden inerek:
"Akrabamızdan en yakın kimin evi?" diyerek etrafındakilere sordu. Halid b. Zeyd:
-"îşte evim, işte kapısı, buyurunuz Yâ Rasûlâl- lah.." diyerek, Rasûl-i Ekrem’i davet etti. Peygamber Efendimiz böylece Hz. Halid’in misafiri oldu. Bu misafirlik, "Mescidü’n-Nebî"nin inşaatı tamamlanıncaya kadar yedi ay devam etti.
Rasûlüllah’ın hicreti, Peygamberliğin 13’üncü yılında, 12 Rabiulevvel de olmuştur. Bu tarih, aynı zamanda Peygamber Efendimiz’in 53’üncü doğum yıldönümüdür.
Hicretle, 23 yıl süren peygamberlik devrinin 13 yıllık "Mekke Devri" sona ermiş, 10 yıllık "Medine Devri" başlamıştır. 14
Hz. Peygamber (s.a.s.), Medine’ye geldiklerinde, burada yaşayan yabancılarla, dayanışma temeli üzerine bir antlaşma imzalamıştı. Bu antlaşma, İslâm Dini’nin müslüman olmayan topluluklarla barış içinde yaşamaya ve onlarla daima iyi ilişkiler içinde olmaya ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Yine Sevgili Peygamberimiz, Mekke’den gelen göçmenlerle Medine’li Müslümanlar, yani "Muhacirler" ile "Ensar" arasında kardeşlik kurmuştu. Bu kardeşlik esasına göre, Medineli Müslümanlar mallarının yarısını göçmen kardeşlerine vermişlerdi ki, tarihte bu dayanışma ve yardımlaşmanın bir benzerini daha göstermek mümkün değildir. Böylece, Medine şehrinde ilk lslâm topluluğu, kardeşlik ve dayanışma temelleri üzerinde oluşmaya başlamıştır.
Böylece Hicret, ilk Müslümanların, sıkıntılı günlerden kurtulmalarına ve kardeşlik esası üzerine kurulan toplum hayatına kavuşmalarına vesile olmuştur.
Ayrıca İslâmiyet, Mekke şehri hudutları dışına Hicret’le taşmış ve bu güneş, dünyaya Medine ufuklarından yayılmıştır.
Satırlarımı Hicret’ten bahseden şu mısralarla bitirmek istiyorum
Mekke’yle Medine arası yollar;
Çizik çizik, hasret arası yollar.
Vardığı her nokta yine başlangıç Gitgide Allah’a varası yollar.
Mekke’yle Medine arası yollar.
Bu çıplak yollarda ne in, ne de cin,
Yalnız iki çift nurdan güvercin.
Bunlar iki dostun ayakları ki,
Yolları göklere bağlayan perçin.
Bu çıplak yollarda ne in, ne de cin.
Hicret, yurtdışında aranan destek;
Dâva sahibine öz yurdu köstek.
Merkezi dışardan sarmaktır murad,
Merkezi çevreden fethidir istek.
Hicret, yurtdışında aranan destek.
İnsan kaçar, ufuk kaçar beraber,
Ufukta, varılmaz gayeden haber.
0 ki, eteğinde ufuk ve gaye 0 ki, gaye-İnsan, Ufuk- Peygamber.
İnsan koşar, ufuk kaçar beraber.
Ayakta, Medine Müslümanları,
İslâm’ın "Yardımcısı" kahramanları...
Rasûller Rasûlü uğruna fedâ Malları, canları hânümanları...
Ayakta Medine Müslümanları."15

1- Şuarâ, 214.
2- Tecrid-i Sarih Tercemesi, c.10, s. 86.
3- Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, İslam’a Giriş, Çev.Cemal AYDIN, T.D.V. Yayını, Ankara, 1996, s. 13,14.
4- Enfâl, 30.
5- Yâ-Sîn, 9.
6- tbn-i Mâce, 2/10/37 (Hadis No: 3108); Tirmizi, 5/722(Hadis No: 3925).
7- Tevbe, 40.
8- Tecrid-i Sarih Tercemesi, 10/119 (Hadis No: 1557).
9- İrfan YÜCEL, Peygamberimizin Hayatı, D.I.B. Yayını, Ankara, 1998, s. 88-94.
10- Bkz. Tevbe, 108.
11- Bkz. İbn-i Mâce, Sünen, c. I, s. 343, (Hadis No: 1081).
12- tbn-i Hişâm, 2/147.
13- Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, Tere. Ö. Rıza DOĞRUL, 1st. 1973, c. 1, s. 203.
14- YÜCEL, a.g.e., 98, 99, s.100.
15- Necip Fazıl KISAKÜREK.