Makale

HACCIN HİKMETLERİ

HACCIN HİKMETLERİ

AVNİ KURT
Dini Yayınlar Dairesi
Başkanlığı Uzmanı

Kelime olarak “Hac”, büyük ve saygı duyulan, bir şeyi ziyaret etmektir.

Dinimizde ise; belli bir yeri (Beytüllah’ı yani Kabe’yi ve Arafat’ı), belli bir zamanda ve belli bir fiille ziyaret etmektir.

Hac ibadeti, kuvvetli bir farzdır. İnkar eden kâfir olur.

İslâm’ın beş esasından (Rükünlerinden) biri olan Haccın farziyeti; Kitap, sünnet ve icma’ İle sabittir. (1)

Kur’ân’daki delili, Âl-i İmran suresinin 97. âyetidir. Bu Âyet-i Kerime’de Yüce Allah mealen şöyle buyuruyor: “... Oraya yol bulabilen insana, Allah için Kabe’yi haccetmesi gereklidir. Kim inkar ederse, (bilsin ki) doğrusu, Allah âlemlerden müstağnidir.”(2).

Sevgili Peygamberimizin şu mealdeki Hadis-i Şerifleri ise, Sünnetten delilidir: “Ey insanlar! Hac size farz kılınmıştır, hac ediniz...”(3)

İcma’dan delili ise; Hac ibadetinin farz bir ibadet olduğunda, bütün Müslümanlar ittifak etmişler ve farz kılındığı andan beri edâ edegelmişlerdir. (4).

Hac, hicretin dokuzuncu yılında, hem malî ve hem de bedeni bir ibadet olarak farz kılınmıştır.

Bütün İslâm ülkelerinin iktisadi ve siyasî yapılarında önemli rolü bulunan, Müslümanları kaynaştıran, onlara bizim idrakimizin ötesinde geniş faydalar sağlayan pek çok hizmetleri bulunan hac, şartlarını haiz olanlara farz kılınmıştır.

Haccın hikmetlerinden bazıları şunlardır:

  1. — Hac parlak ve şanlı geçmişi hatırlatan, dini şuûru uyandıran bir ibadettir. Çünkü hacda Müslümanlar birçok mübarek ve mukaddes yerleri ziyaret ederler, Kur’ân-ı Kerim’in şu ayetinde: “Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev: Mekke’de dünyalar için mübarek ve doğru yol gösteren Ka’be dir.” (5) Hacı­lar insanların ibadet etmeleri için yapılan ilk ve çok eski bir mazisi olan evi (Beytüllah’ı) tavaf ederler, İslâm dininin doğuşunu ve gelişmesini hatırlarlar.

İslam’ın şanını yücelten kahraman Sahâbilerin savaştıkları, Rıza-i Bâri uğrunda göstermiş oldukları üstün gayretlerin sergilendiği, şehit düşenlerin defnolundukları yerleri görürler ve onların bu örnek davranışlarından ve üstün faziletlerinden ibret alırlar. (6)

Bugün dahi o yerlerden geçerken, modern araçlarda bizler hava şartlarına tahammül edemeyip şikayetçi olmaktayız. Halbuki her türlü imkanımız da var­dır. Çeşit çeşit yiyeceklerimiz, içeceklerimiz ve her çeşit meyveler de yanları­mızda bulunmaktadır. Bunlardan başka, belli mesafelerde durarak her türlü ihtiyaçlarımızı da karşılıyoruz.

Fakat o günkü Müslümanlar -sahâbiler- bu imkanların hepsinden mah­rumdu. Çoğu da bineksiz yani yaya olarak o çölleri, İlâ-i Kelimetullah için yılmadan, büyük bir azimle dalga dalga aşıp, nice yerler fethetmişlerdir.

Hacca gidenlerin, sahâbilerin bu gayret ve iradeli davranışlarını gözleri önünde şekillendirmeleri, ibret gözüyle bakmaları; geçmişi tekrar hatırlayıp ve o şanlı tarihi yeniden yaşayabilmeleri için, çalışma iştiyak ve arzuları, filizlenmeye, kalplerinde kök salmaya başlar, Müslümanlarda İslam şuûrunu kuvvet­lendirip geliştirir.

  1. — Hac, hem günahlardan temizlenmeye, hem de Allah’ın rahmet ve be­reketinin kulları üzerine saçılmasına vesile olur. Bunun yanında haccedenleri, fahru zaruretten de kurtarır. Hz. Peygamberimiz (s.a.s.) bir Hadis-i Şeriflerinde: “İki umre arasında yapmış olduğu günahlar bağışlanır. Haccı mebrurun (günah­lardan salim ve riyadan uzak olarak yapılan) mükafatı ancak cennettir.”(7) Diğer bir Hadis-i Şerifte ise: “Hac ile umre arasında mutabaat yapın; çünkü hac ve umre, yoksulluğu ve günahları giderir. Tıpkı demir, altın ve gümüşün kirini körüğün gidermesi gibi. Ve makbul olan haccın sevabı ancak cennettir.”(8) buyurmuşlardır.

Haccını yapmak üzere evinden ayrılan her Müslüman kendi imkanlarına göre, değişik vasıtalarla o mübarek yerlere gider.

Bu yolculuk ve ziyaretine karşılık elde edeceği manevi kazancı Hz. Pey­gamberimiz (s.a.s.) birçok hadisleri ile haber vermiştir. Birkaç hadiste meâlen şöyle buyurmuştur. Hz. Peygamberimiz (s.a.s.) : “Hz. Davud (a.s.); senin evin olan Ka’be’yi ziyaret eden kulların senin üzerinde neyi vardır? dedi. Allah da; Ya Davud! Her ziyaret edenin ziyaret edilen üzerinde hakkı vardır. Onların benim üzerimdeki, hakları ise, şüphesiz ben onlara dünyada afiyet verir, bana kavuştukları zaman da onların günahlarını bağışlarım.” (9) Ve yine: “Bir Müslüman Allah yolunda harbe gitse veya bol bol; telbiye, tehlil ve tekbir getirerek hac etse, onun güneşi karartacak kadar günahı olsa, bu ibadeti ile o günahtan

çıkar (yani günahı bağışlanır.” (10) Ayriyeten : “İbn-i Ömer (r.a.) rivayet ede­rek buyuruyor ki: Ben bir gün Mine’deki mescidde Hz. Peygamberimiz (s.a.s.) ile oturuyordum. Birisi Ensar’dan diğeri de Sakîf kabilelerinden iki kişi gel­diler. Selam verdiler ve sonra, Ey Allah’ın Resulü! Sana soru sormaya geldik dediler. Hz. Peygamberimiz de: Dilerseniz niçin geldiğinizi haber vereyim, ondan sorun ben yapayım, dilerseniz sükut edeyim, sorun yapayım (yani cevap) vereyim. Onlar da haber ver dediler. Sakafiden olan Ensardan olana sor dedi. O da haber ver ey Allah’ın Resulü! dedi. Hz. Peygamberimiz (s.a.s.) de sen bana; evinden çıkıp Beytüllah’ı ziyaret edince, tavaftan sonra iki rekat namaz kılman, Safa ile Merve arasında say’ etmen Arafat’ta vakfe yapman, Şeytan taşlaman ve kurban kesmenden ne elde edeceğini soruyorsun. O da seni hak olarak gönderen Allah’a and olsun ki ben de senden bunu sormaya geldim. Bu­nun üzerine; Hz. Peygamberimiz (s.a.s.): "Gerçekten sen evinden çıkıp Beytullah’ı ziyaret edecek olursan bineğin her ayağını koyup ve kaldırmasına, kara­dan giden bir hacı için bindiği vasıtanın tekerinin her devirinde (dönmesinde) veya denizde gemilerin aldığı her millik mesafe, havadan gidenlerin uçaklarının belli mesafeler ka’t etmesine karşılık, Allah senin günahlarını bağışlar ve indinde dereceni yükseltir. Tavaf ettikten sonra kılacağın iki rekat namaz, Hz. İsmail’in soyundan bir köle azad edip (hürriyetine kavuşturmuş) gibi, sevap temin edersin. Beytullah’ı tavaf edip Safa ile Merve arasında say’ etmende yet­miş köle azad edip (hürriyete kavuşturmuş) olursun. Arafat’ta vakfe durman­da ise, Allah’ın rahmeti dünya semasına tecelli eder de melekler hayret ederler. Allah (c.c.) da şöyle buyurur: Kullarım uzak yerlerden gelmişler; yorgun, saç­ları birbirine karışmış dağınıklık içerisinde cennetimi istiyorlar. Eğer sizin günahlarınız kum taneleri (zerreleri), yağmur damlaları, deniz üzerindeki köpükler sayısı kadar olmuş olsa elbette onları bağışlarım. Taşları atman ise, her taş atışında, buna mukabil helak edici büyük günahların bağışlanır. Kulla­rım, siz ve size şefaat eden kimseler bağışlanmış olarak dönünüz. Kurban kes­mene gelince, o senin Rabb’in indinde (ahirette) bir azıktır. Başını tıraş etmez ise, her kestiğin saç için bir hasene ve bir hatanın silinmesi (bağışlanması) vardır. Bundan sonra Beytullah’ı Tavafın günahlarından arınmış olarak yap­tığın tavaftır. Rahatlığını iki omuzların arasında hissedeceğin bir melek gelir de şöyle der: Geleceğin için amel yap. Çünkü geçmişteki günahların bağışlandı.”(11), “Kim kötü söz ve fıska delalet eden davranışlardan kaçınarak Allah için hac yaparsa annesinden doğduğu gün gibi olur.” (12) Yani bütün günahlarından te­mizlenmiş olur. Ancak kul hakkı varsa, ya dünyada ödemiş olması veya hak sahibinden helallik almış olması gerekir. (13)

Hz. Peygamberimiz (s.a.s) : “Kim abdest alır abdestini de tam olarak ya­par, sonra rükne gelir Hacer-i Esved’i istilam ederse (selamlar) rahmete gark olur (dalar), istilam eder ve şöyle derse; Allâh’ın adıyla, Allah büyüktür. Şehadet ederim ki ondan başka Allah yoktur ancak O vardır O tektir, O’nun eşi ve ortağı yoktur, yine şehadet ederim ki Hz. Muhammed (s.a.s.) O’nun kulu ve elçisidir, o kimse rahmete dalar, Beyt’i tavaf edince Allah (c.c.) onun her ayağına karşılık yetmiş bin hasene verir ve yetmiş bin hatasını bağışlar, derecesini yetmiş bin yükseltir ve kendisine yakınlarından yetmiş bin kimseye şefaat müsaadesi verilir. Makamı İbrahim’e gelip, sevabını Allah’tan bekleyerek ve bu sevaba da inanarak iki rekât namaz kılarsa, Hz. İsmail’in neslinden bir köle hürriyete kavuşturmuş sevabı alır. Hac yapan, annesinden doğduğu günkü gibi günahlarından temizlenmiş olur.”(14).

Hz, Peygamberimiz (s.a.s.), Hacerü’l-Esved hakkında: “Allah (c.c.)’a and olsun ki, elbette Allah o taşı kıyamet gününde getirecek, o taşı gören iki gözü, konuşan lisanı olacak da kendisini hakkı ile istilam edenler hakkında şehadet eder.”(15).

Hz. Peygamberimiz (s.a.s.): “Allah (c.c.) her sene beyti olan Harem-i Şerifi ziyaret eden hacılar üzerine yüz yirmi rahmet indirir; altmışı tavaf eden­lere, kırkı namaz kılanlara, yirmisi de Beytullah’a bakanlaradır.” (16) buyur­muşlardır.

  1. — Hac, İslâm ülkelerinin çeşitli sanatlarını tanıtan, milletlerarası bir sergi (bir fuar), ticaret için canlı bir pazardır

Hac, mukaddes yerlerde yaşayan insanlara ve hacca gelenlere büyük fay­dalar sağlamaktadır. (17).

İki yönlü elde edilen bu faydaların semereleri bugün açıkça görülmekte­dir ki; Mekke-Mine arasında açılan tüneller, Arafat’ta yapılan yollar, su akıtılan çeşmeler ile dikilen ağaçlar, Mine’de yapılan altlı-üstlü köprüler Hacc’ın hikmetlerinin sağladığı nimetlerdendir.

Hz. İbrahim (a.s.)’ın : “Rabbiıniz! Ben çocukların kimini, namaz kılabilmeleri için, senin kutsal evinin yanında, ziraata elverişsiz bir vadiye yerleştir­dim. Rabbimiz insanların gönüllerini onlara meylettir. Şükretmeleri için onları ürünlerle rızıklandır.”(18) şeklindeki duasının Allah tarafından kabul edilmiş olması sonucu, Allah inanan ve gücü yetenlere haccı farz buyurmuştur.

  1. — Hac, bir hayat okulu, yardımlaşma ve bilgi (alışverişine vesile olan) önemli bir yolculuktur. (19)

Bu yolculukta bir çok ülkeler görülür, çeşitli milletlere mensup insanlarla tanışılır. Çünkü Allah (c.c.) Kur’ân-ı Kerim’in Hucûrât suresinde mealen: “Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız...” (20) buyurmak­tadır.

Onların âdetlerini ve yaşayış tarzlarını yakından görme fırsatı bulunmuş olunur. Böylece; kültür ve hayat tecrübelerini artıran birçok yeni bilgiler elde edilmiş olunur. Bu bilgileri değerlendirerek onlar hayat seviyeleri; ekonomik durumları, kültürleri, sanat anlayış ve zevkleri yanında dini yaşantıları da de­ğerlendirilir. Aynı zamanda İslâm ülkeleri ve Müslüman toplumlar arasında bir yardımlaşma bağı kurulma imkanı sağlanmış olur ki, bunun en güzel örneğini gidip görenler müşahede etmişlerdir. Şöyle ki; Bir Pakistanlı ile karşılaştığı­nızda, size kardeşim diye, yakın bir ilgi ve sıcak bir davranışla kucaklar bağrına basar. Beytüllah’ta namaz kılarken, Afrikalı bir zenci seccadesini açarak size yer verir. Zemzemden su alırken sıkıştığın anda ve bunaldığın bir sırada bakarsın ki hiç tanımadığın biri yardımına koşmuş ve destek olmuştur. Herhangi bir Türk hacısı Arafat, Müzdelife veya Mine’de kaybolmuştur. Bir başka ülkenin hacıları onu yanlarına alıp, Türk hacılarına veya kafilelerine getirip tes­lim etmişlerdir. Bundan daha güzel bir yardımlaşma örneği olur mu?

  1. — Hac, zor ve meşakkatli bir ibadet olmasına rağmen, Allah’ın tevfikine, yardım ediciliğine, zorlukları kolaylaştırıcı olduğuna ve ihsan sahibi bu­lunduğuna inanarak ona sığınan kimseler için, kolaylıkla yapılabilen bir iba­dettir.

Hac, bu meşakkatlılığından dolayı, hac yapanın günahlarının bağışlanma­sını, sert ve kaba davranışlarının yumuşamasını, ahlâkının güzelleşmesini temin eder. Ayrıca hac, kıt imkanlarla yaşamayı, alçak gönüllülüğü (tevazuu) öğre­tir, sabırlı olmaya, zorluklara katlanmaya alıştırır. (21)

Bu ibadetin edasında; yolculuğun verdiği her türlü meşakkate, vatan ve aileden uzak kalmanın ıstırabına katlanarak, dünyanın her türlü ziynet ve meş­guliyetlerinden uzak çok kalabalık bir insan seli içerisinde son derece yakıcı olan güneşin altında tavaf yapması, Arafat’ta vakfeye durmak zorunda olan insan, manevî hayatını ve ruhi yapısını takviye etmiş olur.

  1. — Hac, Müslümanlar arasında gerçek eşitliği yansıtan bir aynadır. Zen­gin - yoksul, makam sahibi olan veya olmayanlar arasında bir fark ve ayrım ol­maksızın, hepsinin tek model bir elbise giymeleri (ihram), dillerin ayrı olmasına rağmen insanlar, hep aynı duaları terennüm ederler. Bu ise eşitliği en iyi şe­kilde ortaya koyar.

Hac etmek için o mübarek yerlerde toplanmış olan bütün Müslümanların kalbi, tek bir kalp gibi aynı duygularla çarpar. Aynı kalple bir olan Allah’a yalvarır, bütün istek ve dileklerini Allah’a arz edip sunarlar (22).

Bu tek tip elbise ile herkes eşit olmuş, farklılıklar ortadan kalkmış olur. Hiç kimse kendisini sosyal, içtimai mevki ve varlığından dolayı diğerlerinden üs­tün görmez. Aslında bütün Müslümanlar bilir ki, insanların esasen birbirine kar­şı bir üstünlükleri yoktur. Bu hususta Hz. Peygamber (s.a.s.): "Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak tak­vadadır.” (23)

İhram giymek aynı zamanda Ahireti de hatırlatır, ömür sona erince, Ahiret yolculuğuna çıkacak insanın elbisesi de ihramın benzeri bir elbisedir. Ahiret hatırlanınca insan, tedarikli olmaya ve oraya hazırlanmaya yönelir. Aynı zamanda güzel ameller işleyip azık tedarik etmeye teşvik eder.

Allah (c.c.) bir âyet-i kerimede: “Azık hazırlayın, azıkların en hayırlısı tak­va (Allah’tan korkarak günahlardan sakınma) dır.”(24).

  1. — Hac Müslüman devletlerarası bir kongre, aynı zamanda Müslümanları bir araya getiren büyük bir toplantıdır Bu ise azametli İslâm Âlemi binasının temel taşlarından biridir. Çünkü bu ibadeti eda etmek için dünyanın her tarafından gelen milyonlarca Müslüman’ın (ortak) menfaatlerini görüşme im­kanı buldukları yerdir. İslâmiyet Müslümanlar’ın kalplerini ve fikirlerini bir­birine yaklaştırmıştır. (25)

Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadislerinde: “Mü’minler birbirine karşı taşları birbirini destekleyen bir duvar gibidir...” (26) buyurmuştur. Hadis-i Şerif’in ortaya koyduğu bu birliğin en güzel örneğini hac ibadetinde görmek mümkün­dür. Hac ibadetini eda edebilmek için bir araya gelen Müslümanlar birbirleriyle tanışırlar, sevişirler ve meselelerini hallederler.

Bu yardımlaşma ve kaynaşmalar Müslümanların bir vücut gibi kenetlen­mesi; diğer milletlere karşı tek bir saf halinde sarsılmaz ve yıkılmaz bir kale gibi olduklarını gösterir. Bu da Allah (c.c.) ın: “Onlar kenetlenmiş bir duvar gibidirler.” (27) fermanının bir tecellisidir. Müslümanların burada gösterdikleri birlik halindeki davranışları onlara millet arası görüşmelerde büyük bir nüfuz kazandırır.

Yirminci yüz yılın bitmekte olduğu çağımızda insanların meydana getirdiği aile toplulukları, ailelerin meydana getirdiği devletler ve devletlerin meydana getirdiği bloklar dahi kendi aralarındaki anlaşmazlıkların hallinde en etken rolü bulunan milletler arası konferanslar, kongre, toplantı ve son zamanlarda spor şenlikleri ile sanat şenlik ve sergilerinin milletlerarası ilişkilerdeki fayda ve önemini kavramış bulunuyorlar.

Dünya milletlerinin kongre ve toplantıların önemini daha yeni anladıkları, İslam’ın ise bundan on dört asır önce bilerek önemini ortaya koyduğu bu kongre ve toplantıların haccın hikmetlerinden biri sayılması İslâm’a ve İslâm alemine bir şeref ve iftihardır.

  1. — Allah (c.c.) Kabe’yi insanlar için kıblegâh kıldığı gibi, aynı zamanda sevap kazanma vesilesi ve emniyetli bir yer de kılmıştır. Allah (c.c.) bu­yuruyor ki: “... ve o vakti hazırlayınız ki, biz Kabe’yi insanlar için sevap ka­zanma ve sığınma yeri kıldık” (28) Kabe’de yalnız insanlar değil hayvanlar da emniyet (güven ve huzur) bulurlar. Bu bakımdan dünyada Kâbe’ye denk olabilecek başka bir yer yoktur. Rivayet edildiğine göre Hz. Ömer (r.a): “Kâbe’de babam Hattab’ın katilini elime geçirsem oradan çıkıncaya kadar ona dokunmam” (29). diyerek Kabe’nin ne derece emin bir yer olduğunu ortaya koymuştur.

  1. — Hac, Allah’ın insanlara verdiği çeşitli nimetlere bir şükürdür. Çünkü Allah (c.c.) insanlara beden sağlığının yanında, zaruri ihtiyaçların fevkinde bol bol mal ve daha sayılamayacak kadar çokça nimetler vermiştir, öyle olunca Müslümana Allah’ın evini (Kabe’yi) ziyaret edip verdiği bunca nimetlere karşı gerekli şükrü eda etmesi gerekir. Nimetlere şükür, onu artırır, nankörlük ise nimetin kaybına sebep olur. (30)

Allah; dünyada, Müslümanların mali bakımdan kalkınmalarına, İslam ülkelerinin nüfuzlarının artmasına ve âhirette de saadete kavuşmalarını hac ibâ­detini vesile kılsın. (Amin!)

(1) Abdullah b. Mahmud b. Mevdûd el-Mavsılî, el-ihtiyar li-Ta’lil el-Muhtar, C, 1. S, 139; Ebu Zeyd Şişlî, Tekmiletü Nuri’l-îzah, S. 165.

(2) Al-i İmran, 97.

(3) eş-Şeyh Mansûr Ali Nasıf, et-Tac el-Camiü lil-Usul fi Aharisi er-Rasul C. 2. S. 108,

(4) el-îhtiyar, C. 1, S. 139; Nuril-izah, S. 165.

(5) Al-i İmran, 96.

(6) Nuri’l-İzak, S. 165-166.

(7) et-Tac, C. 2, S, 106; et-Tergib vet-Terhib, C. 2, S. 163.

(8) et-Tac, C. 2, S. 108; et-Tergib ve’t-Terhib, C 2, S. 165.

(9) et-Tergib ve’t-Terhib, c. 2, S. 169-170.

(10) et-Tergib ve’t-Terhib C. 2, S. 170.

(11) et-Tergib ve’t-Terhib, C. 2, S. 170-176.

(12) et-Tergib ve’t-Terhib C. 2, S. 163; et-Tac, C. 2, S. 107.

(13) et-Tac, C. 2, S. 106, Dipnot, 2.

(14) et-Tergib ve’t-Terhib, C. 2, S. 193.

(15) et-Tergib-ve’t-Terhib, C. 2, S. 193, et-Tac, C. 2, S. 129.

(16) et-Tergib ve’t-Terhib, C. 2 S. 192.

(17) Nuru’l-İzah, S. 166, et-Tac, C. 2, S. 106, Dipnot. 1; et-Tergib ve’t-Terhib, C. 2, S. 234.

(18) İbrahim, 37.

(19) Nuru’l-İzah, S. 167; et-Tergib ve’t-Terhib, C. 2, S. 234.

(20) Hucurât, 13.

(21) Nuru’l-İzah, S. 168; et-Tac, C. 2, S. 106, Dipnot, 1; et-Tergib ve’t-Terhib, C. 2. S. 234.

(22) Nuru’l İzah, S. 168.

(23) Ahmet Zeki Saffet, Cemheretü Hutabai’l-Arap C. 1, S. 157.

(24) Bakara Suresi, ayet:197.

(25) Nuru’l izah S. 168.

(26) Et-Tac C. 5, S. 54.

(27) Es-Saff/4.

(28) Bakara/125.

(29) Nuru’l izah, S. 168.

(30) Nuru’l İzah, S. 168.