RAMAZAN VE ORUÇ
Ramazan ayının büyük bir önemi vardır. Çünkü Kur’ân-ı Kerim bu ay içerisinde Rasulullah’a (s.a.v) indirilmiş, İslâm’ın beş şartından biri olan oruç ibadeti, bu ayın günlerine tahsis edilmiş ve bin aydan hayırlı olan Kadir gecesi de, bu ayın içinde bulunmaktadır. Bu sebepledir ki, Müslümanlar Ramazan ayında dinî hayatlarına daha başka itina gösterip, ibadet ve hayırlı işlerini fazlalaştırarak, Cenab-ı Hak’kın mağfiretinin bollaştığı bu aydan, azamî istifadeye çaba gösterirler.
Ramazan orucu, Hicretin ikinci senesi Şaban ayının onuncu günü, Müslümanlar üzerine farz kılınmıştır.
Bu farziyet Kitap, Sünnet ve Icma ile sabittir. Şöyle ki: Bakara Sûresi’nde Cenab-ı Hakk ’ (c.c.): “Ey inananlar! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız diye, size sayılı günlerde farz kılındı, içinizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar.” (1) buyurmakla, orucun farziyeti kitapla sübut bulmaktadır.
Orucun sünnetteki delili ise, Peygamberimiz’in (s.a.v); “İslâm dini beş temel üzerine bina edilmiştir. (onlar da Allah (c.c.) dan başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed (s.a.v.)ın Allah (c.c.)ın Resulü olduğuna inanmak, namaz kılmak, zekât vermek, Beytullah’ı haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır.” (2) hadis-i şerifidir.
Bütün fıkıh kitaplarında belirtildiğine göre oruç, Resul-ü Ekrem (s.a.v.)in asrından itibaren, bütün asırlarda İslâm ulemasının îcmaı ile de sabittir.
Farz Oruç’un Ramazan ayına mahsus olması:
Farz Oruç’un Ramazan ayına tahsis edildiği, diğer ayların bunun yerine geçemeyeceği de, Bakara suresinin 185. âyet-i kerimesinde bulunan; "Sizden biriniz Ramazan ayma kavuşunca oruç tutsun”, mealindeki lafz-ı şeriflerle, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in; “Ramazan ayının (hilâlini) görünce oruç tutunuz, (Şevval) ayını (hilâlini) görünce iftar ediniz”, (3) hadis-i şerifinden anlaşılmaktadır.
Farziyeti böylece sübut bulan oruç, ihmal edilmeyecek bedenî bir ibadet olup, çok sevaplıdır. Ramazan ayı da, gecesi ve gündüzüyle rahmet ve mağfiret dolu faziletli bir mevsimdir.
Oruçla alâkalı fıkhî hükümler:
Oruç’un Vakti:
Her ibadetin olduğu gibi orucun da bir vakti vardır. Ramazan orucu, bu ayın bütün günlerinde, tan yeri ağarınca başlayıp, güneş batarak gündüzün sona ermesine kadar devam eder. Diğer nafile oruçlar için de vakit aynı olup, herhangi bir değişiklik yoktur. İşte oruç, bu vakitler içerisinde yemekten, içmekten ve her Müslüman’ın bildiği gibi (evlilik ilişkileriyle beraber) diğer yasaklardan sakınmaktır. Bu sakınmaya, tutmak manasına gelen imsak denir. Bunun karşılığı ise, orucu açmak manasına gelen iftardır.
Oruç’un Farzları:
Oruç’un üç farzı vardır:
1 — Niyet etmek,
2 — Niyetin ilk ve son vaktini bilmek,
3 — İmsaktan iftara kadar olan zaman içinde, orucu bozan herhangi bir işi işlememek.
1 — Niyet şöyle yapılır: “Allah (c.c.) rızası için yarınki Ramazan orucunu tutmaya niyet ettim. Efdal olan bu şekilde niyet etmektir. Ama kalben yapılan niyet veya oruç tutmak maksadıyla sahura kalkmak da niyet sayılır. Ramazan’ın her günü için ayrı, ayrı niyet etmek icap eder. Çünkü her gün ayrı, müstakil bir ibadet sayılmaktadır. Bundan dolayı Ramazan’ın başında bütün Ramazan için toptan bir niyet yapılamaz.
2 — Niyetin vakti: Ramazan orucuna güneşin batmasından, ertesi günün kuşluk vaktine kadar niyet etme süresi vardır. Yalnız şunu unutmamak gerekir ki, yapılan niyet, oruç tutulmasına mahsus olan zaman içindir. O halde, akşam iftardan sonra, ertesi günün orucuna niyet eden kimse, imsak (sahur yemeğinin son ânı) zamanına kadar yiyip, içip, oruçlu için yasaklanmış işleri işleyebilir. Yani oruç yasakları niyet etmekle başlamış olmayıp, oruç vaktinin girmesiyle başlar.
3 — Oruçlunun oruç süresi içinde yapmaması gereken şeyler; orucun gerektirdiği yasaklara uymaktır ki, yazımızın diğer bölümlerinde açıklanmış bulunmaktadır.
Oruç Kimlere Farzdır?
Oruç’un bir Müslümana farz olabilmesi için, o kimsenin ergenlik (bülûğ) çağma erişmiş olması ve akıllı bulunması gereklidir. Eski tabiriyle oruç, akil ve baliğ olan her Müslümana farzdır. Kadın olsun, erkek olsun bu şartlara sahip olan her Müslüman, Ramazan orucunu tutmakla mükelleftir.
Yukarıda sayılan şartlan haiz bulunan bir Müslüman, yolculukta (bu yolculuk 90 km’den daha uzak bir mesafeye olacak) veya oruç tutamayacak kadar hastalandığında, orucunu Ramazan’dan sonraya bırakabilir. Fakat yolculukta bulunan kimsenin, eğer gücü yetiyorsa orucunu tutması daha isabetli olur. Zira bu hususta Kur’ân-ı Kerim de; “Oruç tutmanız —eğer bilirseniz— sizin için daha hayırlıdır.”(4) buyurulur. Hanımlar da lohusalık ve âdet hallerinde, bilahare kaza etmek üzere oruçlarını tutmayarak, Ramazan sonrasına ertelerler. Hamile veya emzikli olan hanımların, gerek kendilerine, gerek çocuklarına, orucun zarar vereceği, Müslüman bir mütehassıs bir hekim tarafından bildirilirse, bu gibiler de, oruçlarını Ramazan sonrasına bırakabilirler.
Oruç tutamayacak kadar yaşlı veya yatalak ve şifasız bir hastalığa tutulmuş bulunanlar ise, mâlî imkânları varsa, her gün için, fakire birer fidye verirler. Bir fidye bedeli, bir kişiyi günde iki öğün doyuracak miktardır. Diğer bir deyimle bir fitre miktarıdır.
Diğer hükümler:
Oruçlu olduğu halde, belirli yasaklara uymayan kimsenin bozulan orucunu kaza etmesi icap eder. Ancak bazı hallerde kaza etmek kâfi gelmeyip kefaret de gerekir. Kaza, bozulan orucun gününe gün tutmak, kefaret ise, aralıksız altmış gün veya arka arkaya iki kameri ay oruç tutmaktır. Bunlardan sonra yine, bozulmuş olan orucun yerine de bir gün kaza orucu tutulur ki, böylece toplam ya altmış bir gün yahut iki kameri ay ve bir gün eder. Bazen de yasaklanmış fiiller işlenmekle beraber ne kaza, ne de kefaret gerekmez. Şu halde bu mevzuda üç durum hâsıl olmaktadır.
A — Genel olarak Orucu bozmayan şeyler:
a) Oruçlu bulunduğunu unutarak yemek, içmek, evlilik ilişkisinde bulunmak ve diğer yasakları işlemek.
b) Oruçlunun kendi kusuru olmayarak boğazına duman, toz kaçmış olmak.
c) Dişler arasında kalmış nohut tanesinden küçük bir şeyi yutmak.
d) Kan aldırmak veya kan vermek.
e) Gusül veya abdestten sonra ağızda kalan yaşlığı tükürükle beraber yutmak.
B — Orucu bozup yalnız kazayı gerektirenler:
a) Yenmesi itiyad edinilmemiş olan şeyleri yemek. Meselâ; sade un, bir defada çok miktarda tuz, zeytin çekirdeği ve olgunlaşmadan yenmeyen meyvenin tuzlanmayarak çiğ ve ham olarak yenmesi, (ham ayva gibi)
b) Katı kabuklu badem, fındık ve emsali şeyleri çiğnemeden yutmak.
c) Taş, maden parçası ve toprak yutmak.
d) Kendi kusuru olmadan ağıza kaçan yağmur veya kar tanesini yutmak.
e) Gusül eder yahut abdest alırken, hata ile boğaza veya genize kaçan suyu yutmak.
f) Ramazan haricinde tutulmuş herhangi bir orucu bozmak. (Bu oruç isterse Ramazan’ın kazası olsun, ister nafile bir oruç olsun fark etmez.)
C — Orucu bozup hem kaza hem de kefareti gerektirenler:
- Niyet edilmiş Ramazan orucunu, bilerek yenmesi ve içmesi mutad olan gıda maddelerinden birini yemek veya içmek. Oruçlu olduğunu hatırlar durumda yahut bile bile evlilik münasebetlerinde bulunmak,
b) Ağıza giren kar ve yağmur tanelerini bilerek ve isteyerek yutmak.
c) Sigara, nargile içmek.
d) Az tuz yemek.
Orucun nevileri:
Farz, vacip, nafile ve mekruh olmak üzere dört nevi oruç vardır.
1 — Farz Oruç:
Ramazan orucu ile kazaya kalmış Ramazan oruçları farz oruçlardır. Bu da muayyen ve gayr-ı muayyendir. Zira senenin mübah günlerinin hepsinde tutulabilir.
2 — Vacip Oruç:
Belirli yahut belirsiz günlerde tutulması nezredilen (adanan) oruçlardır
Vacip oruçlar da muayyen ve gayr-ı mauyyen diye ikiye ayrılır. Meselâ; Belirli bir gün için nezredilen (adanan) oruç muayyen vacip oruçtur. Ama senenin, ayın yahut haftanın belirsiz bir günü için nezredilen meselâ; bu sene veya gelecek ay yahut filan ayın filan haftasında şu kadar gün oruç tutacağım diye nezredilen oruçlar, gayr-ı muayyen vacip oruçlardır. Keza bozulmuş olan nafile oruçların kazaları da, bir gayr-ı muayyen vacip oruçtur.
3 — Nafile Oruç:
Bazı günlerde sevap kazanmak gayesiyle Allah (c.c.) rızası için tutulan oruçlardır. Bunlar da, sünnet, müstehap, mendup diye anılırlar. Aşure gününün bir evveli veya bir sonrası günle, kandil günlerinde, bazı ayların perşembe, cuma, cumartesi günlerinde tutulan oruçlar gibi.
4 — Mekruh Oruçlar:
Ramazan Bayramı’nın birinci günü ile Kurban Bayramı’nın dört günü olmak üzere, senede beş gün oruç tutmak tahrimen (harama yakın derecede) mekruhtur. (5)
ORUÇ İBADETİNİN HİKMETİ VE BİZE KAZANDIRDIKLARI
Allah-ü Teala’ya hamdolsun ki, bizi bir Ramazan’a daha kavuşturdu. Geçen Ramazan’dan bu Ramazan’a kadar geçen zamanı bir göz önüne getirirsek, pek çok şeyin değiştiğini görürüz. Şöyle ki:
Bir sene daha yaşlandık, geçen yıl beraber olduklarımızdan bir kısmı artık aramızda değil, çevremiz biraz daha değişik, dünya hâdiseleri başka, başka... Bu maddi ve dünyevi değişikliklerin arasında bir de gözlerimizi, bir yıllık din ve mânevi yaşantımıza çevirelim.
Geçen Ramazan’da yaşamaya çalıştığımız manevî, inançlı hayatımıza devam ettik mi? Yoksa Ramazan geçince, dinî yaşantımızda bir gevşeme mi oldu ? Namazlarımız seyrekleşti veya kazaya kalmalar mı çoğaldı? Dinî yaşantımız ne halde? Fakir fukaranın yardımına ne derece koşturuyoruz? Duygu ve düşüncelerimiz hangi özellikleri taşıyor?
Bunları niçin mi düşünelim? Maksat şu muhterem Müslümanlar! Ramazan ayı, bir nefis muhasebesi mevsimidir de ondan.
Ramazan’ın ilk gününde, bu muhasebeyi yapıp, eskilerin deyimiyle, “nefsimizi muhakeme edip”, Ramazan ve oruca öyle başlayalım. Noksanlarımızı tamamlamak, kaybettiklerimizi tekrar kazanmak, günahlarımızdan tevbe etmek, bu muhasebenin esası olmalıdır. Ramazan’da elde ettiğimiz manevî kazançlar, daha iyi bir dinî hayata kavuşma çabamız, Ramazanlara has olmayıp ömür boyu devam etmelidir.
Ramazan ayının ve orucun müminlere neler kazandırdığını ve önemini anlayabilmek için, orucun farziyetini bildiren âyeti kerime ile bu mevzudaki bazı hadisleri gözden geçirmekte fayda bulunmaktadır. Konumuzla alakalı bir hadis-i kudsi’de (Allah Teala) buyuruyor ki; “Ademoğlunun her amelinin karşılığı kat kat verilir. Bir hasene on mislinden yedi yüze kadar mükafatlandırılır. Yalnız oruç müstesna, onun mükafatını ben veririm. Zira oruçlu yemesini, içmesini, nefsanî arzularını sırf benim için terk ediyor. Oruçlu yemesini, içmesini, nefsanî arzularını sırf benim için terk ediyor. Oruçlu için iki sevinç anı vardır. Biri iftar ettiği, diğeri de Allah (c.c.)a kavuştuğu vakittir. Ağzının kokusu da Allah (c.c.) nezdinde misk kokusundan daha hoştur.” (6) Bu hadisi bölüm bölüm incelersek, Cenab-ı Hakk’ın, oruca nasıl bir karşılık verdiğini daha iyi anlarız:
“Yalnız oruç müstesna, onun mükafatını ben veririm”, cümlesinden anlaşılan mânâ şudur; ibadetlerin ve iyiliklerin karşılığı olan hasenelerin asıl faydaları, insan ölüp de, dünyadan elini çektiğinde görülür. Çünkü sevapları dolayısıyla o kimse artık şeytanî ve nefsanî hasletlerden tamamen kurtulmuş, ahiret hayatının melekî hasletlerine kavuşmuştur. İşte o zaman Cenab-ı Hakk’ın kendi rızası için yapılan ibadetlere verdiği karşılığın nurları parıldamaya başlar. “Oruç benim içindir, onu ben mükafatlandıracağım”, diyen Allah (c.c.), oruçluyu öbür dünyada böyle bir mükafata eriştirir. Dünyada sadece Allah rızası için terk ettiği yemenin, içmenin ve nefsanî arzularının kefaretini, yani karşılığını, bu mes’ut neticeye nailiyetle bulur.
“Oruçlu için iki sevinç anı vardır”, buyurulurken de, bu sevincin birincisi bedenî ve dünyevîdir. O da, iftar zamanı açlığı giderme ile elde edilen sonuçtur. Diğeri ise, ilâhî ve uhrevîdir. İnsan haset, kin ve dünya menfaatlerinin hepsinden kurtulup da Rabbine kavuştuğu ve O’nun nurunu müşahede ettiği andır ki, dünyadaki sevinçler bunun yanında hiçbir değer ve kıymet ifade edemez.
“Oruçlunun ağız kokusu Allah (c.c.) nezdinde misk kokusundan daha hoştur” deniyor. Bununla da şu husus anlatılmak isteniyor. İşlenilen ibadet Allah katında o kadar sevimlidir ki, bir insan güzel bir koku kokladığında nasıl inşirah duyar, zevk alır ve ondan hoşlanırsa, Cenab-ı Hak da kullarının kendisi için yaptıkları ibâdetlerden öylece hoşlanır.
Diğer bir Hadis-i Kudsi’de ise, oruç için şöyle buyrulur: “Oruç bir siperdir ki, kulum bununla ateşten korunur.” (7) Yani o sipere sığınmakla insan, nefsinin ve şeytanın şerrinden kendisini muhafaza edip, onların tesirinden uzaklaşır. Bunlardan korunarak uzaklaşan kimse de, kendisini Cehennem ateş ve azabından kurtarmış olur.
Unutmayalım ki oruç, nefsi aklın emrine vermenin en emniyetli yollarından biridir. Zira oruç ibadetinde ilk gaye ve varılmak istenen sonuç, oruç ile Allah (c.c.) dan sakınmak, O’ndan haşyet duymak ve takva için kalplere hassasiyet kazandırmak gayretidir. Çünkü orucun farz olduğunu bildiren ayette: “Ey iman edenler! Sizden evvelkilere oruç farz kılındığı gibi, günahlardan korunasınız, diye, size de farz kılındı.” lafz-ı şerifleri ile Kur’ân-ı Kerim, muhataplarına Allah (c.c.) katında takva makamını gösterip, ilâhî terazinin ölçüsünü vermekte, ruhlarda manevi gayenin doğmasını sağlayarak, bunlara sebeplerden birinin, belki de en önemlisinin, oruç olduğuna işaret etmektedir.
İlâhî emirleri kabul ve yasaklardan sakınmadır ki, oruç sahibini Cehennem ateşinden korur. Görülüyor ki, yüce Allah “Günahlardan korunasınız” buyurmakla, gerçek anlamda tutulan orucun mü’minlere güzel sıfatlar kazandırmada önemli rolü olduğunu gösteriyor. Bu nedenle insan oruç sayesinde nefsine ve gayri meşru bütün duygularına hakim olma melekesini kazanarak, kötülüğe giden ve götüren yollardan kendini koruyup takvaya erebilecektir. Çünkü oruç şehveti kırar, nefsanî ve behimî arzulan giderir.
Bu açıklamalarla, orucun büyük karşılığını ve nasıl bir mükafata nail olacağımızı gördük. Sevgili Peygamberimiz de (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: “Bir kimse faziletine inanarak ve mükafatını umarak oruç tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (8) Bu demektir ki, oruçla melekî sıfatlar gelişir, şehevî arzular gemlenir ve oruçlu bu suretle Allah (c.c)ın rızasını kazanıp rahmetine erer. Artık mü’minin gayesi bu payeyi korumak olmalıdır.
Elde edilen bu manevi kazancı kaybetmemek için Rasulü Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri, mü’minleri şu hadis-i şerifleri ile uyarıyor; “Sizden biriniz oruçlu olduğu günde, çirkin sözler söylemesin ve kimse ile çekişmesin. Şayet biri kendisine söver ve çatarsa, ben oruçluyum desin.” (9) Oruçlu mü’mine bu ikazdan sonra yine Fahr-ı Kâinat efendimiz şu güzel öğütte bulunuyor. “Oruçlu bir kimse yalan ve yalancılıkla iş yapmayı terk etmezse, yemeyi, içmeyi bırakıp aç durmasının Allah (c.c.) nezdinde hiç bir kıymeti yoktur.” (10)
Evet, pek çok zahmetlere katlanarak tutulan oruçların sevabına ermek, mükafatını görmek ve öbür dünyada orucun karşılığı olan ilâhî va’de kavuşmak ancak sevgili Peygamber (s.a.v.)’imizin bu güzel nasihatlerini unutmayarak işaret buyurduğu şekilde hareket etmekle mümkündür, (11)
Orucun sevabına ve faziletine ermek için onun manevî kazancını giderecek hal ve durumlardan sakınmamız gerektiğini unutmayalım ve Ramazan’da edindiğimiz maddi, manevi özelliklerimizi hayat boyu devam ettirelim.
(1) Bakara Suresi, Ayet: 183, 184.
(2) Buhari, Kitab-ül İman, Cilt. 1,
(3) Buhari, Kitab-üs Savm, Cilt. 2, Shf. 229-230, Bab. 11
(4) Bakara Sûresi, Âyet: 184.
(5) Bu yazıda geçen fıkıh konuları için müracaat edilen eserler:
a) Abdullah b. Mahmud b. Mevdud el Mısrî el Hanefi, El İhtiyar Şerh-ül Muhtar. Cilt. 1, Sahife 130-137, Mısır 1936.
b) Mehmet Emin (Îbn-İ Abidin), Redd-ül Muhtar aled- Dürrü Muhtar. C. 2, S. 130-158, İstanbul 307 Matbaa-ı Amire.
c) Muhammed Zihni, Nimet-y İslâm, Kitab-ı Savm Sa 36-67, İstanbul 1332.
(6) Müslim, Kitab-us Savm Cilt. 1, Shf. 807, Bab. 29, Hadis No: 163/1151.
(7) Celâl-üd Din es Süyuti, Feth-ül Kebir 2/203.
(8) Buhari, Kitâb-üs Savm Cilt: 2, Sa. 227-228, Bab. 6.
(9) Buhari, Kitab-üs Savm, Cilt: 2. Sa. 228, Bab. 8.
(10) Buhari, Kitab-üs Savm, Cilt: 2, Sa. 228, Bab 8.
(11) Hadis-i Şeriflerin izahı için bakılan kitap: Eş-şeyh Ahmed b. Abdurrahim (Şah Veliyyullah ed Diblevi), Huccetullah ül Balığa, ikinci cüz Sa. 522-530. Orucun fazileti bahsi. Bağdat Müsenna Kütüphanesi ve Kahire Dar-ül Kütüp el Hadise.