Makale

RAMAZAN VE ORUÇ

RAMAZAN VE ORUÇ

Talat KARAÇİZMELİ
Din İşleri Yük. Krl. Uzmanı

Ramazan ayının büyük bir öne­mi vardır. Çünkü Kur’ân-ı Kerim bu ay içerisinde Rasulullah’a (s.a.v) in­dirilmiş, İslâm’ın beş şartından biri olan oruç ibadeti, bu ayın günlerine tahsis edilmiş ve bin aydan hayırlı olan Kadir gecesi de, bu ayın içinde bulunmaktadır. Bu sebepledir ki, Müslümanlar Ramazan ayında dinî hayatlarına daha başka itina göste­rip, ibadet ve hayırlı işlerini fazlalaş­tırarak, Cenab-ı Hak’kın mağfireti­nin bollaştığı bu aydan, azamî isti­fadeye çaba gösterirler.

Ramazan orucu, Hicretin ikinci senesi Şaban ayının onuncu günü, Müslümanlar üzerine farz kılınmış­tır.

Bu farziyet Kitap, Sünnet ve Icma ile sabittir. Şöyle ki: Bakara Sûresi’nde Cenab-ı Hakk ’ (c.c.): “Ey inananlar! Oruç sizden önceki­lere farz kılındığı gibi, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız diye, size sa­yılı günlerde farz kılındı, içinizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar.” (1) buyurmakla, o­rucun farziyeti kitapla sübut bul­maktadır.

Orucun sünnetteki delili ise, Peygamberimiz’in (s.a.v); “İslâm dini beş temel üzerine bina edilmiş­tir. (onlar da Allah (c.c.) dan başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed (s.a.v.)ın Allah (c.c.)ın Resulü oldu­ğuna inanmak, namaz kılmak, ze­kât vermek, Beytullah’ı haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır.” (2) hadis-i şerifidir.

Bütün fıkıh kitaplarında belir­tildiğine göre oruç, Resul-ü Ekrem (s.a.v.)in asrından itibaren, bütün asırlarda İslâm ulemasının îcmaı ile de sabittir.

Farz Oruç’un Ramazan ayına mahsus olması:

Farz Oruç’un Ramazan ayına tahsis edildiği, diğer ayların bunun yerine geçemeyeceği de, Bakara su­resinin 185. âyet-i kerimesinde bulunan; "Sizden biriniz Ramazan ayma kavuşunca oruç tutsun”, mealindeki lafz-ı şeriflerle, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in; “Ramazan ayının (hilâli­ni) görünce oruç tutunuz, (Şevval) ayını (hilâlini) görünce iftar edi­niz”, (3) hadis-i şerifinden anlaşıl­maktadır.

Farziyeti böylece sübut bulan oruç, ihmal edilmeyecek bedenî bir ibadet olup, çok sevaplıdır. Ramazan ayı da, gecesi ve gündüzüyle rahmet ve mağfiret dolu faziletli bir mev­simdir.

Oruçla alâkalı fıkhî hükümler:

Oruç’un Vakti:

Her ibadetin olduğu gibi orucun da bir vakti vardır. Ramazan orucu, bu ayın bütün günlerinde, tan yeri ağarınca başlayıp, güneş batarak gündüzün sona ermesine kadar de­vam eder. Diğer nafile oruçlar için de vakit aynı olup, herhangi bir de­ğişiklik yoktur. İşte oruç, bu vakit­ler içerisinde yemekten, içmekten ve her Müslüman’ın bildiği gibi (evlilik ilişkileriyle beraber) diğer yasaklar­dan sakınmaktır. Bu sakınmaya, tutmak manasına gelen imsak denir. Bunun karşılığı ise, orucu açmak manasına gelen iftardır.

Oruç’un Farzları:

Oruç’un üç farzı vardır:

1 — Niyet etmek,

2 — Niyetin ilk ve son vaktini bilmek,

3 — İmsaktan iftara kadar olan zaman içinde, orucu bozan herhangi bir işi işlememek.

1 — Niyet şöyle yapılır: “Al­lah (c.c.) rızası için yarınki Rama­zan orucunu tutmaya niyet ettim. Efdal olan bu şekilde niyet etmektir. Ama kalben yapılan niyet veya oruç tutmak maksadıyla sahura kalkmak da niyet sayılır. Ramazan’ın her günü için ayrı, ayrı niyet etmek icap eder. Çünkü her gün ayrı, müs­takil bir ibadet sayılmaktadır. Bun­dan dolayı Ramazan’ın başında bü­tün Ramazan için toptan bir niyet yapılamaz.

2 — Niyetin vakti: Ramazan orucuna güneşin batmasından, ertesi günün kuşluk vaktine kadar niyet etme süresi vardır. Yalnız şunu unutmamak gerekir ki, yapılan niyet, oruç tutulmasına mahsus olan za­man içindir. O halde, akşam iftardan sonra, ertesi günün orucuna niyet eden kimse, imsak (sahur yemeğinin son ânı) zamanına kadar yiyip, içip, oruçlu için yasaklanmış işleri işleyebilir. Yani oruç yasakları niyet et­mekle başlamış olmayıp, oruç vakti­nin girmesiyle başlar.

3 — Oruçlunun oruç süresi içinde yapmaması gereken şeyler; oru­cun gerektirdiği yasaklara uymaktır ki, yazımızın diğer bölümlerinde açıklanmış bulunmaktadır.

Oruç Kimlere Farzdır?

Oruç’un bir Müslümana farz olabilmesi için, o kimsenin ergenlik (bülûğ) çağma erişmiş olması ve akıllı bulunması gereklidir. Eski tabi­riyle oruç, akil ve baliğ olan her Müslümana farzdır. Kadın olsun, er­kek olsun bu şartlara sahip olan her Müslüman, Ramazan orucunu tut­makla mükelleftir.

Yukarıda sayılan şartlan haiz bulunan bir Müslüman, yolculukta (bu yolculuk 90 km’den daha uzak bir mesafeye olacak) veya oruç tu­tamayacak kadar hastalandığında, orucunu Ramazan’dan sonraya bıra­kabilir. Fakat yolculukta bulunan kimsenin, eğer gücü yetiyorsa orucunu tutması daha isabetli olur. Zira bu hususta Kur’ân-ı Kerim de; “Oruç tutmanız —eğer bilirseniz— sizin için daha hayırlıdır.”(4) buyuru­lur. Hanımlar da lohusalık ve âdet hallerinde, bilahare kaza etmek üzere oruçlarını tutmayarak, Ramazan sonrasına ertelerler. Hamile veya emzikli olan hanımların, gerek ken­dilerine, gerek çocuklarına, orucun zarar vereceği, Müslüman bir müte­hassıs bir hekim tarafından bildiri­lirse, bu gibiler de, oruçlarını Rama­zan sonrasına bırakabilirler.

Oruç tutamayacak kadar yaşlı veya yatalak ve şifasız bir hastalığa tutulmuş bulunanlar ise, mâlî im­kânları varsa, her gün için, fakire birer fidye verirler. Bir fidye bedeli, bir kişiyi günde iki öğün doyuracak miktardır. Diğer bir deyimle bir fit­re miktarıdır.

Diğer hükümler:

Oruçlu olduğu halde, belirli ya­saklara uymayan kimsenin bozulan orucunu kaza etmesi icap eder. An­cak bazı hallerde kaza etmek kâfi gelmeyip kefaret de gerekir. Kaza, bozulan orucun gününe gün tutmak, kefaret ise, aralıksız altmış gün ve­ya arka arkaya iki kameri ay oruç tutmaktır. Bunlardan sonra yine, bozulmuş olan orucun yerine de bir gün kaza orucu tutulur ki, böylece toplam ya altmış bir gün yahut iki kameri ay ve bir gün eder. Bazen de yasaklanmış fiiller işlenmekle bera­ber ne kaza, ne de kefaret gerek­mez. Şu halde bu mevzuda üç durum hâsıl olmaktadır.

A — Genel olarak Orucu boz­mayan şeyler:

a) Oruçlu bulunduğunu unuta­rak yemek, içmek, evlilik ilişkisin­de bulunmak ve diğer yasakları iş­lemek.

b) Oruçlunun kendi kusuru ol­mayarak boğazına duman, toz kaç­mış olmak.

c) Dişler arasında kalmış no­hut tanesinden küçük bir şeyi yut­mak.

d) Kan aldırmak veya kan ver­mek.

e) Gusül veya abdestten sonra ağızda kalan yaşlığı tükürükle bera­ber yutmak.

B — Orucu bozup yalnız kazayı gerektirenler:

a) Yenmesi itiyad edinilmemiş olan şeyleri yemek. Meselâ; sade un, bir defada çok miktarda tuz, zeytin çekirdeği ve olgunlaşmadan yenme­yen meyvenin tuzlanmayarak çiğ ve ham olarak yenmesi, (ham ayva gi­bi)

b) Katı kabuklu badem, fındık ve emsali şeyleri çiğnemeden yut­mak.

c) Taş, maden parçası ve top­rak yutmak.

d) Kendi kusuru olmadan ağıza kaçan yağmur veya kar tanesini yutmak.

e) Gusül eder yahut abdest alır­ken, hata ile boğaza veya genize ka­çan suyu yutmak.

f) Ramazan haricinde tutul­muş herhangi bir orucu bozmak. (Bu oruç isterse Ramazan’ın kazası ol­sun, ister nafile bir oruç olsun fark etmez.)

C — Orucu bozup hem kaza hem de kefareti gerektirenler:

  1. Niyet edilmiş Ramazan oru­cunu, bilerek yenmesi ve içmesi mutad olan gıda maddelerinden birini yemek veya içmek. Oruçlu olduğunu hatırlar durumda yahut bile bile ev­lilik münasebetlerinde bulunmak,

b) Ağıza giren kar ve yağmur tanelerini bilerek ve isteyerek yut­mak.

c) Sigara, nargile içmek.

d) Az tuz yemek.

Orucun nevileri:

Farz, vacip, nafile ve mekruh olmak üzere dört nevi oruç vardır.

1 — Farz Oruç:

Ramazan orucu ile kazaya kal­mış Ramazan oruçları farz oruçlar­dır. Bu da muayyen ve gayr-ı muay­yendir. Zira senenin mübah günleri­nin hepsinde tutulabilir.

2 — Vacip Oruç:

Belirli yahut belirsiz günlerde tutulması nezredilen (adanan) o­ruçlardır

Vacip oruçlar da muayyen ve gayr-ı mauyyen diye ikiye ayrılır. Meselâ; Belirli bir gün için nezredi­len (adanan) oruç muayyen vacip oruçtur. Ama senenin, ayın yahut haftanın belirsiz bir günü için nezre­dilen meselâ; bu sene veya gelecek ay yahut filan ayın filan haftasında şu kadar gün oruç tutacağım diye nezredilen oruçlar, gayr-ı muayyen vacip oruçlardır. Keza bozulmuş o­lan nafile oruçların kazaları da, bir gayr-ı muayyen vacip oruçtur.

3 — Nafile Oruç:

Bazı günlerde sevap kazanmak gayesiyle Allah (c.c.) rızası için tu­tulan oruçlardır. Bunlar da, sünnet, müstehap, mendup diye anılırlar. A­şure gününün bir evveli veya bir sonrası günle, kandil günlerinde, ba­zı ayların perşembe, cuma, cumarte­si günlerinde tutulan oruçlar gibi.

4 — Mekruh Oruçlar:

Ramazan Bayramı’nın birinci günü ile Kurban Bayramı’nın dört günü olmak üzere, senede beş gün oruç tutmak tahrimen (harama ya­kın derecede) mekruhtur. (5)

ORUÇ İBADETİNİN HİKMETİ VE BİZE KAZANDIRDIKLARI

Allah-ü Teala’ya hamdolsun ki, bizi bir Ramazan’a daha kavuştur­du. Geçen Ramazan’dan bu Rama­zan’a kadar geçen zamanı bir göz önüne getirirsek, pek çok şeyin de­ğiştiğini görürüz. Şöyle ki:

Bir sene daha yaşlandık, geçen yıl beraber olduklarımızdan bir kısmı artık aramızda değil, çevremiz biraz daha değişik, dünya hâdiseleri baş­ka, başka... Bu maddi ve dünyevi değişikliklerin arasında bir de gözle­rimizi, bir yıllık din ve mânevi ya­şantımıza çevirelim.

Geçen Ramazan’da yaşamaya çalıştığımız manevî, inançlı hayatı­mıza devam ettik mi? Yoksa Rama­zan geçince, dinî yaşantımızda bir gevşeme mi oldu ? Namazlarımız seyrekleşti veya kazaya kalmalar mı çoğaldı? Dinî yaşantımız ne halde? Fakir fukaranın yardımına ne dere­ce koşturuyoruz? Duygu ve düşünce­lerimiz hangi özellikleri taşıyor?

Bunları niçin mi düşünelim? Maksat şu muhterem Müslümanlar! Ramazan ayı, bir nefis muhasebesi mevsimidir de ondan.

Ramazan’ın ilk gününde, bu mu­hasebeyi yapıp, eskilerin deyimiyle, “nefsimizi muhakeme edip”, Rama­zan ve oruca öyle başlayalım. Nok­sanlarımızı tamamlamak, kaybettik­lerimizi tekrar kazanmak, günahla­rımızdan tevbe etmek, bu muhase­benin esası olmalıdır. Ramazan’da elde ettiğimiz manevî kazançlar, da­ha iyi bir dinî hayata kavuşma ça­bamız, Ramazanlara has olmayıp ömür boyu devam etmelidir.

Ramazan ayının ve orucun müminlere neler kazandırdığını ve öne­mini anlayabilmek için, orucun farziyetini bildiren âyeti kerime ile bu mevzudaki bazı hadisleri gözden ge­çirmekte fayda bulunmaktadır. Ko­numuzla alakalı bir hadis-i kudsi’de (Allah Teala) buyuruyor ki; “Ademoğlunun her amelinin karşılığı kat kat verilir. Bir hasene on mislinden yedi yüze kadar mükafatlandırılır. Yalnız oruç müstesna, onun mükafatını ben veririm. Zira oruçlu yemesini, içmesini, nefsanî arzularını sırf benim için terk ediyor. Oruçlu yeme­sini, içmesini, nefsanî arzularını sırf benim için terk ediyor. Oruçlu için iki sevinç anı vardır. Biri iftar ettiği, diğeri de Allah (c.c.)a kavuştuğu vakittir. Ağzının kokusu da Allah (c.c.) nezdinde misk kokusundan daha hoştur.” (6) Bu hadisi bölüm bölüm incelersek, Cenab-ı Hakk’ın, oruca nasıl bir karşılık verdiğini da­ha iyi anlarız:

“Yalnız oruç müstesna, onun mükafatını ben veririm”, cümlesin­den anlaşılan mânâ şudur; ibadetle­rin ve iyiliklerin karşılığı olan hasenelerin asıl faydaları, insan ölüp de, dünyadan elini çektiğinde görü­lür. Çünkü sevapları dolayısıyla o kimse artık şeytanî ve nefsanî has­letlerden tamamen kurtulmuş, ahiret hayatının melekî hasletlerine kavuşmuştur. İşte o zaman Cenab-ı Hakk’ın kendi rızası için yapılan ibadetlere verdiği karşılığın nurları parıldamaya başlar. “Oruç benim içindir, onu ben mükafatlandıraca­ğım”, diyen Allah (c.c.), oruçluyu öbür dünyada böyle bir mükafata eriştirir. Dünyada sadece Allah rı­zası için terk ettiği yemenin, içme­nin ve nefsanî arzularının kefaretini, yani karşılığını, bu mes’ut neti­ceye nailiyetle bulur.

“Oruçlu için iki sevinç anı var­dır”, buyurulurken de, bu sevincin birincisi bedenî ve dünyevîdir. O da, iftar zamanı açlığı giderme ile elde edilen sonuçtur. Diğeri ise, ilâhî ve uhrevîdir. İnsan haset, kin ve dünya menfaatlerinin hepsinden kurtulup da Rabbine kavuştuğu ve O’nun nu­runu müşahede ettiği andır ki, dün­yadaki sevinçler bunun yanında hiçbir değer ve kıymet ifade edemez.

“Oruçlunun ağız kokusu Allah (c.c.) nezdinde misk kokusundan daha hoştur” deniyor. Bununla da şu husus anlatılmak isteniyor. İşle­nilen ibadet Allah katında o kadar sevimlidir ki, bir insan güzel bir ko­ku kokladığında nasıl inşirah duyar, zevk alır ve ondan hoşlanırsa, Cenab-ı Hak da kullarının kendisi için yaptıkları ibâdetlerden öylece hoşla­nır.

Diğer bir Hadis-i Kudsi’de ise, oruç için şöyle buyrulur: “Oruç bir siperdir ki, kulum bununla ateşten korunur.” (7) Yani o sipere sığın­makla insan, nefsinin ve şeytanın şerrinden kendisini muhafaza edip, onların tesirinden uzaklaşır. Bunlar­dan korunarak uzaklaşan kimse de, kendisini Cehennem ateş ve azabın­dan kurtarmış olur.

Unutmayalım ki oruç, nefsi ak­lın emrine vermenin en emniyetli yollarından biridir. Zira oruç ibade­tinde ilk gaye ve varılmak istenen sonuç, oruç ile Allah (c.c.) dan sakınmak, O’ndan haşyet duymak ve takva için kalplere hassasiyet kazandırmak gayretidir. Çünkü orucun farz olduğunu bildiren ayette: “Ey iman edenler! Sizden evvelkilere oruç farz kılındığı gibi, günahlardan korunasınız, diye, size de farz kılın­dı.” lafz-ı şerifleri ile Kur’ân-ı Ke­rim, muhataplarına Allah (c.c.) ka­tında takva makamını gösterip, ilâhî terazinin ölçüsünü vermekte, ruh­larda manevi gayenin doğmasını sağlayarak, bunlara sebeplerden bi­rinin, belki de en önemlisinin, oruç olduğuna işaret etmektedir.

İlâhî emirleri kabul ve yasak­lardan sakınmadır ki, oruç sahibini Cehennem ateşinden korur. Görülü­yor ki, yüce Allah “Günahlardan korunasınız” buyurmakla, gerçek an­lamda tutulan orucun mü’minlere güzel sıfatlar kazandırmada önemli rolü olduğunu gösteriyor. Bu neden­le insan oruç sayesinde nefsine ve gayri meşru bütün duygularına ha­kim olma melekesini kazanarak, kö­tülüğe giden ve götüren yollardan kendini koruyup takvaya erebilecektir. Çünkü oruç şehveti kırar, nefsanî ve behimî arzulan giderir.

Bu açıklamalarla, orucun büyük karşılığını ve nasıl bir mükafata nail olacağımızı gördük. Sevgili Peygamberimiz de (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: “Bir kimse faziletine inanarak ve müka­fatını umarak oruç tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (8) Bu de­mektir ki, oruçla melekî sıfatlar ge­lişir, şehevî arzular gemlenir ve oruçlu bu suretle Allah (c.c)ın rızası­nı kazanıp rahmetine erer. Artık mü’minin gayesi bu payeyi korumak olmalıdır.

Elde edilen bu manevi kazancı kaybetmemek için Rasulü Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri, mü’minleri şu hadis-i şerifleri ile uyarıyor; “Sizden biriniz oruçlu olduğu günde, çirkin sözler söylemesin ve kimse ile çekişmesin. Şayet biri kendisine söver ve çatarsa, ben oruçluyum de­sin.” (9) Oruçlu mü’mine bu ikazdan sonra yine Fahr-ı Kâinat efendimiz şu güzel öğütte bulunuyor. “Oruçlu bir kimse yalan ve yalancılıkla iş yapmayı terk etmezse, yemeyi, içme­yi bırakıp aç durmasının Allah (c.c.) nezdinde hiç bir kıymeti yoktur.” (10)

Evet, pek çok zahmetlere kat­lanarak tutulan oruçların sevabına ermek, mükafatını görmek ve öbür dünyada orucun karşılığı olan ilâhî va’de kavuşmak ancak sevgili Pey­gamber (s.a.v.)’imizin bu güzel nasihatlerini unutmayarak işaret bu­yurduğu şekilde hareket etmekle mümkündür, (11)

Orucun sevabına ve faziletine ermek için onun manevî kazancını giderecek hal ve durumlardan sakın­mamız gerektiğini unutmayalım ve Ramazan’da edindiğimiz maddi, ma­nevi özelliklerimizi hayat boyu de­vam ettirelim.

(1) Bakara Suresi, Ayet: 183, 184.

(2) Buhari, Kitab-ül İman, Cilt. 1,

(3) Buhari, Kitab-üs Savm, Cilt. 2, Shf. 229-230, Bab. 11

(4) Bakara Sûresi, Âyet: 184.

(5) Bu yazıda geçen fıkıh konuları için müracaat edilen eserler:

a) Abdullah b. Mahmud b. Mevdud el Mısrî el Hanefi, El İhtiyar Şerh-ül Muhtar. Cilt. 1, Sahife 130-137, Mı­sır 1936.

b) Mehmet Emin (Îbn-İ Abi­din), Redd-ül Muhtar aled- Dürrü Muhtar. C. 2, S. 130-­158, İstanbul 307 Matbaa-ı Amire.

c) Muhammed Zihni, Nimet-y İslâm, Kitab-ı Savm Sa 36-­67, İstanbul 1332.

(6) Müslim, Kitab-us Savm Cilt. 1, Shf. 807, Bab. 29, Hadis No: 163/1151.

(7) Celâl-üd Din es Süyuti, Feth-ül Kebir 2/203.

(8) Buhari, Kitâb-üs Savm Cilt: 2, Sa. 227-228, Bab. 6.

(9) Buhari, Kitab-üs Savm, Cilt: 2. Sa. 228, Bab. 8.

(10) Buhari, Kitab-üs Savm, Cilt: 2, Sa. 228, Bab 8.

(11) Hadis-i Şeriflerin izahı için bakılan kitap: Eş-şeyh Ahmed b. Abdurrahim (Şah Veliyyullah ed Diblevi), Huccetullah ül Balığa, ikinci cüz Sa. 522-530. Orucun fazileti bahsi. Bağdat Müsenna Kütüphanesi ve Kahi­re Dar-ül Kütüp el Hadise.