Mesnevi’nin Birinci Defterinde, Hazret-i Peygambere ve Hadislerine Yapılan Atıflar Üzerine
Büyük Türk mutasavvıf ve mütefekkiri Mevlânâ Celâlettin Belhî-i Rûmî’nin Selçuk Üniversitesi tarafından başlatılan kongrelerle tanınmaya ve tanıtılmaya çalışılması, ülkemiz kültür ve inanç hayatı için büyük bir kazançtır.
1950’den önceki yıllardan bu yana, Konya’da, ülkemizin değerli ve gayretli pek çok ilim ve sanat adamının iştirakleriyle gerçekleştirilen çalışmalar, Rûmi’nin Dünya milletleri arasında tanınmasına hız ve yeni boyutlar kazandırdı. Akademik sahada bizden çok önceleri Batı’da ele alınan bu büyük sûfî, bu sayede çeşitli ülkelerin halkının da yakından tanıdığı bir kişi oldu. Bundan böyle Selçuklu Türklerinin sayılı başkent ve ilim beldelerinden birisi olan şehrimiz, artık ilmin gerçek ölçüleri içinde bu büyük hemşerisini tanıma ve tanıtmada yeni adımlar atacaktır. Bu bakımdan, kongrenin teşkilinde fikir, hareket ve teşvikçi güç olan sayın rektörümüzü değerli mesai arkadaşlarını ve emeği geçen herkesi takdirle ve hürmetle tebrik görevimizdir.
Bilginlerin, sanatkârların ve insanlığa hayırlı izler bırakan şahsiyetlerin incelenmesinde, içinde yaşadıkları muhitin, iman ve kültürün, sosyal hayatın bir bütün olarak ele alınması; şahsın tabii çevresi içinde tetkiki ilimde izlenen en isabetli yoldur. İslâm imanı ve ilimleri dışında Rûmî’nin tetkiki; Hz. Peygambere olan bağlılığı haricinde tanınmağa çalışılması, araştırıcıları yanlış yollara sevk edecek ve ortaya tarihe mal olmuş gerçek Mevlânâ dışında; fertlere göre subjektifleşebilen, daha çok her şahsın kendi iç dünyasında tecelli ettirdiği bir Celâlettin Rûmî ortaya çıkacaktır.
Selçuk Üniversitesi rektörlüğünün çok isabetli kararlarıyla kurulan Selçuklu Araştırmaları Merkezi, tarihimizin bu yönünü araştırmada, gelecek yıllarda büyük görevler üslenecek, kültür ve iman hayatımıza müspet katkıları olacak ilim adamları yetiştirecektir. Temenni ederiz ki bu hayırlı teşebbüs, Şark Dilleri Bölümü ve diğer yan kuruluşlarla zenginleşsin ve dünyadaki benzerleri arasında müstesna yerini alsın.
- Sûfîler ve Peygamber’e Bağlılık:
İslâm zühd ve takvâ hayatı, Hz. Peygamberin sâde, çok derin mânâlı ve mûtedil yaşayışıyla başladı. O, madde mânâ dengesini kurmakla görevlendirilen en son Tanrı elçisidir. Maddenin mânâya fedâ edilmesi veya mânânın maddenin zalim çarkları arasında iflası, onun getirdiği dinde en büyük yanlış, sayılmaktadır.
İnsan iç dünyasının, bâtının fıkhı diye de adlandırılan ve insanlığa pek çok rabbânî âlim hediye eden bu yolun en büyük özelliklerinden birisi, yetiştirdiği kişilerin mânevi terbiyesini Hz. Peygamberin önderliğine teslim etmiş olmasıdır. Gerek Kur’ân ve gerek hadisler, temelde her Müslümanın, ‘Allah’ın kitabı olan Kur’âna ve Peygamberinin açtığı yol olan sünneti ve hadislerine bağlanmasını teknik adıyla: El-İ’tisâm bi’l - Kitâb ve’s-Sünne’yi uygulamasını ister”. Müslüman, hatta bütün insanlık bu iki irfan kaynağının dışında, kendisini maddede ve mânada arındıracak sağlam kılavuzlara sahip değildir. Hz, Âdem’den bu yana gelen her elçinin devrinde yaşayan zahit, arif ve rûh terbiyesi almış kişi; yani Allah’ın veli dostları, O Peygamber’in büyüklüğünün bir tecellisinden ibâret kabul edilmiştir.
- Mevlânâ ve yolu:
Mevlevi, şâir Gâlip Dede (öl.: 1213/1798) İslâm’ın ve bütün insanlığın Peygamber’i Hz. Muhammed (s.a.v.) için yazdığı bir müseddesinde şöyle terennüm eder:
Sultân-ı rusül, şâh-ı mümeccedsin efendim,
Bîçârelere devlet-i serâmedsin efendim,
Dîvân-ı İlâhî’de sermedsin efendim,
Menşûr-i le’amrük’le müeyyedsin efendim,
Sen Ahmed-u Mahmûd-u Muhammed’sin efendim
Haktan bize sultân-ı müeyyedsin efendim,
Allah elçisinin Tanrı katındaki yerini, elçi olarak kullar üzerindeki tesirini anlatan Şeyh Galip, mânevi terbiyede kendisinin pîri ve tuttuğu yolun kurucusu ve alemdarı olan Celâlettin Muhammed b. Muhammed’in (öl: 604/672) yolunu tutmadan başka bir iş yapmış değildir.
Yedinci hicri asır Konya’sında: "ben Muhammed-i muhtârın ayağının tozuyum”:
“men hâk-i reh-i Muhammed-i Muhtârem”
diyen Hz. Pir, peygamberler ve veliler zincirinin, birbirine bağlı olan halkalarını, o asırda yine onların üslûbuna bağlı olarak teşkil ettiğini vurgulamaktaydı. İslâm’a madde ve mânâsıyla bağlı, açtığı aşk yolundan Allah’a vuslat niyâz eden Mevlânâ, eski felsefelerin, eski inanç sistemlerinin, hatta bütün inançsızlıkların iflas ettiğini, yaşama şanslarının kalmadığını çarpıcı bir şekilde belirlerken:
Nevbet-i kuhne-furûşân dergözeşt,
Nov-furûşânîm-u în bâzâr-ı mâst
"Eski satanların sıralan ve zamanları geçti. Biz yeni şeyler satıyoruz” ölçüsünü getirir. Onun açıkça ilân ettiği husus şudur: Şayet insanlar arasında bu köhne felsefe, iman ve düşünceleri satmakta olanlar varsa, artık çekip gitme zamanları gelmiştir; aynı pazarda bir de kendilerinin satış yapma haklarının doğduğunu insanlık bilmelidir.
Sevgi, ilim, irfan ve Allah’a bağlılıkla insanları kaynaştırmak için geldiğini belirten Mollây-ı Rûm, halkın bölük pörçük olmasından bizardır. Kendisinin gerçek inancına göre o, halkı kaynaştırmak ve birleştirmek için görev almıştır.
Mâ berây-i vasl kerdem âmedim,
Ne berây-i fasl kerden âmedim.
Kendi sözlerinin ve yolunun, İslâm Peygamberinin yolundan ayrı görülmesine çok üzülen Mevlânâ, bir beytinde şöyle der: “Biz pergel gibiyiz. Ayağımızın birisi dinde, diğeri ise yetmiş iki milleti seyreder”:
Mâ çü perkârim yek pâ der şeriat üstuvâr
Pây-i diğer seyr-i heftâd-u du millet mîküned.
Hakkın yarattığı bütün varlıklara, İslâm’ın meşrû hoşgörüsü içinde, terbiye nazarıyla bakılmasını isteyen bütün sûfiler gibi Yunus da aynı fikri:
Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan,
Halka müderris olsa, hakikatte âsîdür,
şeklinde belirler.
- Mesnevi’de Peygamber’e ve sözlerine atıflar:
Mesnevide sık sık Peygamberimize ve onun kutsal sözlerine atıflar yapılır. Tıpkı Allah kelâmına, kudsi hadislere, diğer peygamberlere atıflar yapıldığı gibi. Mesnevideki hadisler üzerinde, yurdumuzda ve İran’da iki ayrı çalışma yapılmıştır. Merhum Profesör Dr. Furuzânfer, Ahâdis-i Mesnevi adlı eserini Tahran Üniversitesi neşriyatı arasında ilim dünyasına yıllar önce sunmuş, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim elemanlarından Dr. Ali Yardım da, bir doktora tezi çerçevesi içinde adı geçen hadislerin kritiğiyle uğraşmıştır.
Bize ayrılan zaman içinde arza çalışacağımız tebliğimizde, Mesnevinin ilk defterinde, Peygamberimize ve kutlu sözlerine yapılan atıflardan bir demet sunacağız. Bu görevi yapmadan önce, o devir Konya’sındaki tasavvufi akımlar ile bu cereyanların önderleri olan bilgin sûfilerin, hadisle ilgileri ve yaptıkları değişik çalışmalar üzerinde birkaç cümle ile durmakta fayda görmekteyiz.
İlgili bilim dallarının uzman araştırıcılarının belirttiklerine göre, yedinci asır Konya ilim çevrelerinde, eserleri günümüze kadar gelen, hadisle uğraşan üç sûfi cereyan vardı. Bunlar:
- İspanyalı büyük sûfi Muhyiddin İbnu’l-Arabî, Sadruddin Muhammed b. İshâk el-Konevî ve gönüldaşlarının açtıkları çığır. Ekberîler diye de anılan bu ekolün mensupları, daha çok ilim, felsefe ve özellikle hadisle uğraşmış, vahdeti vücûd sisteminin ve keşf yolunun kurucuları olarak tanınmışlardır.
- Nâsırüddin EI-Muhaddis adıyla bilinen, bazı araştırıcıların “Ahi Evren” olarak tespit ettiklerini, ileri sürdükleri debbağlar şeyhi olan bir meslek kuruluşunun pirinin açtığı yol. (Ahilik diye meşhur olan bu yol, daha ziyade Ankara ve Kırşehir’de yaygınlaşmıştır.)
3. Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin ve evlatlarının tesis ettiği, bilâhare güçlendirilip geliştirilen ve Mevlevilik adını alan yol.
Bu üç ekolün mensupları, birinciler daha çok faal olmak üzere, geniş hadis çalışmalarıyla Konya kültür ve irfan hayatını zenginleştiren âlimler olmuşlardır.
Konevi’nin hânkâh kütüphanesinden, Yusufağa yazmalar kitaplığına devredilmiş yüzlerce cilt eser, devrin hadis çalışmaları hakkında bize geniş ve sağlam bilgiler sunmaktadır. Son iki grubun daha çok tasavvufi haber ve hadisleri eserlerinde iktibaslarına rağmen, birinciler en geniş mânâsıyla hadis literatürüne sahip kütüphaneleri ve ilmî çalışmalarıyla tanınmış bulunmaktadırlar.
Mesnevi indekslerini taradığımız zaman, Mevlâna’nın: Kur’ân âyeti, hadisler, Peygamber adları, değişik şehirler, eski milletler, bazı kitaplar, birtakım mefhûm varlıklar ve fikirlerle, mefhûmlara atıflar yaptığı görülür. Üç yüz altmıştan fazla atıfla Peygamberimiz birinci sırayı almaktadır. Âdem, Musa, İsa peygamberlerin isimleri de Mesnevi’de en az yüzer kere geçmektedir. Devrindeki ünlü şehirler, Mesnevi’nin ilgi alanı içindedir.
Birinci defterde 67 kez Peygamber’imizin adına ve hadislerine rastlamaktayız. Bunlar dışında, daha pek çok ima ve işaret bulunmaktadır. Bunların en az dörder beyitle temsil edildiğini düşünsek yüzlerce beyit ve açıklamasıyla huzurunuzu işgal durumunda kalacağız. Bu yüzden biz, bazı atıfları arz ederek hissemize ayrılan zamanı dolduracağız.
- Birinci Defterdeki Atıflar:
Mevlânâ bütün eserlerinde Hz. Peygamber’e ve sözlerine temas eder. Nitekim Fih-i mâ fih’te söze hemen Peygambere ait olarak belirttiği bir sözle başlar: Şerru’l-ulemâ men zâra’l-umerâ ve hayru’l-umerâ men zâra’l-ulemâ. Ni’me’l-emir alâ bâbil-fakir ve bisel-fakir alâ bâbil- emir: Bilginlerin kötüsü emirleri ziyaret edendir. Emirlerin iyisi ise, bilginlerin ayaklarına kadar gelendir. Fakir ve yoksulun kapısında görünen emir ne iyi insandır. Emirin kapısındaki fakir ise ne kötü kişidir.
İktibasları ve atıfları, kısa açıklamalarla vermeğe çalışalım:
- Mesnevi, birinci defter, beyit: 77
(Ey merâ tû Mustafâ mençü Ömer)
(Ez berây-i hidmetct bendem kemer).
"Ey aziz, sen bana Mustafa’sın. Ben de sana Ömer gibiyim. Senin hizmetin uğrunda gayret kemerini bağladım.”
Halayık ve padişah hikâyesinde geçen bu beyitlerde, muhatabına sitayişkâr şekilde seslenen Mevlânâ, Bediuzzemân Furuzânfer ve Abdülbâkî Gölpınarlı’nın ifadesine göre, aynı zamanda Hz. Ömer’in değerine; Müslüman olmasıyla dinimizin, kuvvet buluşuna temas etmektedir.
Şerh-i Mesnevi, I, s. 71/Gölpınarlı, Mesnevi ve Şerhi, I, s. 76,/İzbudak, I, s. 6.
- Mesnevi, birinci defter, beyit: 176.
(Guft Peygamber ki her ki sırr nuhuft)
(Zûd gerded bâ murâd-ı hîş cuft)
(Dânehû çûn der zemin pinhân şeved)
(Sirr-i ân sersebzi-i bustân şeved)
……………..
……………..
(Peygamber demiştir ki: “her kim sırrını saklarsa çabucak muradına erişir, dileğine eş olur.” Tohum toprak içinde gizlenince, onun gizlenmesi bahçenin yeşillenmesiyle neticelenir.”
Burada da yine bir hadis-i şerife atıf vardır. Peygamberimiz: “İhtiyaçlarınızı elde etmek için, başarmak için sırlarınızı gizleyiniz. Çünkü nimet gören herkesi çekemeyenler olur, iste’înû alâ incâi’l-havâic...” buyurmuşlardır.
Furuzânfer, Ahâdis-i Mesnevi, S. 3/Uyûnu’I-Ahbâr, I, s. 38.
İslâm ahlâkında ilim saklamak ne kadar kötü ise, özellikle devlet yetkilisi olan kişi için, ketumluk o kadar beğenilen bir haslet sayılmaktadır.
- Mesnevi, birinci defter, beyit: 366.
(Behr-i în ba’z-ı sahabe ez Rasûl)
(Multemis bûdend mekr-i nefs-i ğûl)
(Gûçe âmized zi ağraz-ı nihân)
(Der ibâdethâ -vu der ihlâs-î cân)
(Fazl-ı taatrâ ne custendî ez-ö)
(Ayb-i zahir râ bucüstendî kî kû ?)
"Bunun için, gizli hileyi anlamak müşkül olduğundan, bazı ashâb Peygamberden azgın ve hilekâr nefsin hilesini sorarlar: nefis, ibadetlere ve candan gelen ihlâsa gizli garazlardan ne karıştırır? derlerdi. Peygamberden ibadetin fazilet ve sevabını arayıp sormazlar, apaçık ayıp hangisidir? diye kötü huyları sorarlardı.”
Beyitte geçen nefs bütün kötü huylar, ih1âs ise; kasıt ve niyeti temizlemek olarak açıklanmaktadır.
Sahabeden Huzeyfe isimli zat, Peygamberimizden kötü olan nesneleri sorarmış. Diğer bazı sahâbiler ise, hayr ile ilgili sorular sorarlarmış. Kendisinden sebebini soranlara o şu cevabı vermiştir: Bir kimse eğer şerden kendisini korursa, kolayca hayr’a ulaşır,
Ehâdis-i Mesnevi, s. 5/Şerh-i Mesnevi, I, s. 172/Gölpınarlı, I, s. 173-175/İzbudak, I, s. 30 v.d.
- Mesnevi, birinci defter, beyit: 727.
(Bûd der İncil nâm-ı Mustafâ)
(An ser-ı Peygamberân bahr-i safâ)
(Bûd zikr-i hılyehâ vu şeklî û)
(Bûd zikr-i ğazv-u savm-u ekl-i û)
(Tayifey Nasrânîyân behr-i sevâb)
(Çûn resîdendî ber ân nâm-u hitâb)
(Bûse düdendi berân nâm-ı şerif)
(Rû nihâdendî bedâr vasf-ı lâtif)
(Enderin fitne ki guftîm ân gurâh)
(Eymen ez fitne büdend-û ez şukûh)
(Der penâh-i nâm-i Ahmed müstecir)
(Nesl-î îşân nîz hem besyâr şüd)
(Nûr-i Ahmed nasır âmed yâr şud)
(Van gurûh-i diğer ez Nasrânîyân)
(Nâm-î Ahmed dâştendî müstehân)
(Müstehân û hür geştend ez fiten)
(Ez vezâr-i şûm re’y-û şûm fen)
(Hem muhabbet diynîşân-u hukmîşân)
(Ez pey-i tûmârhay-i kej-beyân)
(Nâm-ı Ahmed în çimin yârî kuned)
(Tâ kî nûreş çün nigehdânî kuned)
(Nâm-ı Ahmed çun hîsârî şüd hasin)
(Tâ çe bâşed zât-ı ân rûhu’l-Emin)
“İncil’de Mustafa’nın, o Peygamberler başının, o safâ denizinin adı vardır. Sıfatları, şekli savaşı, oruç tutuşu ve yiyişi anılmıştı. Hristiyan taifesi, o ada, o hitaba geldikleri zaman sevap için yüce adı öperler; latif vasfa yüz sürerlerdi. Bu söylediğimiz fitne esnasında, o taife, fitneden kargaşadan emindiler. Onlar o emirlerin ve vezirin şerrinden emin olup Ahmet adının, sığınağında korunmuşlardı. Onların nesli çoğaldı. Ahmed’in nûru bunlara yardım etti, yâr oldu. Hristiyanlardan Ahmet adını hor tutan diğer fırka, fitnelerden ve o tedbiri de şom, fitnesi de şom vezir yüzünden hor ve kıymetsiz bir hâle geldi. Mânâları ters, sözleri aykırı tomarlara uymalarından dolayı dinleri de müşevveş bir hâle geldi, hükümleri de.
Ahmed’in adı böyle yardım ederse acaba nûru nasıl korur? Ahmed adı sağlam bir kale olunca o emin rûhun zatı ne olur? Vezirin belâsı yüzünden yoldan çıkmış olan o nasihat kabul etmez pâdişâhtan sonra....”
Kur’ân-ı Kerim’de, 7. A’râf suresinde şöyle buyurulur:
"Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber’e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder... O Peygambere inanıp saygı gösteren, yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr’a (Kur’ân’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.” 61. Sâff suresinin 6. ayetinde de şöyle buyurulmaktadır:
“Meryem oğlu İsa... Ey İsrail oğulları, ben size Allah’ın elçisiyim. Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmet adında bir Peygamber’i de müjdeleyici olarak geldim demişti...”
Yine aynı surenin 14. ayetinde Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “... İsrail oğullarından bir zümre inanmış, bir zümre de inkâr etmişti...”
Mevlânâ, Peygamber’imizin, henüz dünyaya gelmemiş olan şahsiyetinin kitaplı (semavî) din mensuplarınca bilinip, hürmetle karşılandığını, hürmet edenlerin de nimete kavuştuklarını anlatarak, Hz. Peygamber’e olan bağlılığını, Mesnevi’de bir hikâye dolayısıyla özel bir bab açarak belirlemektedir Peygamberimize verilen bu ismin Kutsal kitaplarında Faraklit kelimesiyle karşılandığı belirtilmektedir.
Şerh-i Mesnevi, I, s. 289, 290/İzbudak, I, s. 58.
- Mesnevi, birinci defter, beyit: 781.
(Der Hudây-ı Mûsî-u Mûsî güriz)
(Ab-ı îmânrâ zi Fir’avnî meriz)
(Destrâ ender Ahad V’Ahmet bizen)
(Ey berâder vâreh ez Bucehl ten)
“Mûsa’nın Tanrısına ve Mûsâ’ya kaç. Firavunluk ederek imân suyunu dökme. Ahad ve Ahmed’e yapış. Ey kardeş, ten Ebû Cehlinden kurtul.”
Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara türlü kötülüklerin planlayıcısı ve uygulayıcısı Ebû Cehl Amr b. Hişâm b. Muğire El-Mahzûmî, Bedir’de öldürülen sayılı müşrik liderlerindendir.
- Mesnevi, birinci defter, beyit: 812.
(An dehan kej kerd ve’z teshur bîhand)
(Nâm-ı Ahmedrâ dehâneş kej bimând)
(Bâz âmed kâ’y Muhammed afv kun)
(Ey tura eltâfı-îlm-i: “min ledün”)
(Men turâ efsûs mikerdem zicehl)
(Men büdem efsûsrâ mensûb-u ehl)
(Çun Hudâ hâhed ki perde’y kes dered)
(Meyleş ender ta’ne-i pâkân bered)
“Birisi ağzını eğerek Ahmed adını alayla andı. Ağzı çarpıldı, öyle kaldı. Pişman olup: Ey Muhammed affet, ey Peygamber sen “min ledün” ilminden lutuflara mazharsın. Ben bilgisizlikten seninle alay ettim, alay edilmeye layık benim. Tanrı bir kimsenin perdesini yırtmak isterse, onu temiz kişileri ta’netmeğe meylettirir.”
Metinde geçen teshürât, tesehhürâttan muhaffef olarak alaya almak demektir. Burada Peygamber’imize zulmeden Hakem b. El-As kastedilmektedir. “İlm-i ledün” keşif ve ilhâm yoluyla gelen mânevi bilgiler demektir. Karşılığında müktesep bilgi vardır, Kur’ân-ı Kerim’deki Kehf Sûre’sinin 65. âyetinde bu ilme atıf vardır.
Şerh-i Mesnevi, I, s. 315 v.d./İzbudak, I, s. 65.
- Mesnevi, birinci defter, beyit: 912.
(Gut ârî ger tevekkül rehberest)
(İyn sebeb hem sünnet-i Peygamberest)
(Guft Peygamber be âyâz-i bulend)
(Ba tevekkül zânuy-i üştür bibend)
(Remz-i “el-Kâsib habibullah” şinev)
(Ez tevekkül der sebeb kâhîl meşev)
“Arslan, evet tevekkül kılavuzsa da, bu sebebe yapışmak ve teşebbüs de Peygamber’in sünnetidir. Peygamber yüksek sesle: Tevekkülle beraber, yine devenin ayağını bağla dedi. Çalışan kimse Cenab-ı Hakk’ın sevgilisidir işaretini dinle. Tevekkülden dolayı, esbaba teşebbüs hususunda tembel olma” dedi.
Şerh-i Mesnevi, II, s, 364.
Sûfilerin inanışına göre : “Tevekkül Peygamber’in hâli, kesb ve kazanç ise sünnetidir: Ettevekkul hâlu rasûli’llâh ve’l-kesbu sünnetu rasûli’l-lâh”.
- Mesnevi, birinci defter, beyit: 1043, 1052.
(Meşveret idrâk-u hûşyârî diked)
(Aklhâ mer aklrâ yâri dihed)
(Guft Peygamber; bikün ey re’y-zen)
(Meşveret: "Ke’l Müsteşâru mü’temen”)
……………….
……………….
(Meşveret kerdî Peyember beste-ser)
(Güfte îşâneş cevâb-u hî haber)
“Danışmak insana anlayış ve akıl verir; akıllar da akıllara yardım eder. Peygamber, ey tedbir sahibi, danış ki kendisiyle danışılan kişi emindir dedi.
Peygamber kapalı bir tarzda meşveret ederdi. Ashap cevap verir, düşman haberdar olmazdı.”
Ehâdis-i Mesnevi, s. 12’de belirtildiğine göre Peygamber’imiz: “El, Muşiru muânun ve’l-Musteşâru mü’temen” buyurmuşlardır. İleride de geleceği gibi Kur’ân-ı Kerim’de: “Onların aralarındaki işlerinin çözümü şûra tarzındadır: ve emruhum şûra beynehum” buyurulmaktadır. Diğer bir ayette ise Peygamber’imize: “Meselelerinizi çözerken onlara danış buyurulmuştur. Peygamber’imiz özellikle askeri harekâtını gizlemek için birtakım taktiklere başvururdu. “Bir yere askeri sefer düzenleyeceği zaman aksi istikâmette yönelir, izini hiç belli etmezlerdi”. El-Câmiu’s-sağir, II, s. 101. /Şerh-i Mesnevi, II, s. 404/İzbudak, I, s. 85.
- Mesnevi, birinci defter, beyit: 1066.
(Akl çün Cibril kûyed: Ahmedâ)
(Ger yeki gâmî nihem sûzed mera)
(Tû merâ büğzâr zîn pes piş rân)
(Hadd-i men in bûd ey sultan-ı cân)
“Akıl Cebrail gibi; Ey Ahmed, bir adım daha atarsam yanarım. Sen beni bırak, bundan sonra sen ileri yürü. Ey can sultanı, benim haddim bu kadardır der”.
Rivâyete göre mirâc gecesi, Peygamber’imize mihmandarlık eden Cibril bir yere kadar gelmiş ve öteye geçmeğe izinli olmadığını belirtmiştir. Sidre adını alan bu yerden öteye geçersem yanarım buyurmuştur. Bu makâm sûfiler arasında çeşitli tefsirlere yol açmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, insanların Allah istediği takdirde, birtakım özelliklere de sahip olan meleklerden de öte, Allah huzuruna kabulleri mümkün olmaktadır.
Ehâdîs-i Mesnevi, s. 143/Şerh-i Mesnevi, II, s. 409/İzbudak, I, s. 87.
- Mesnevi, birinci defter, beyit: 1105.
(Ez dîremhâ nâra.ı şâhân ber kenend)
(Nâm-ı Ahmed tâ ebed ber mî zenend)
(Nâm-ı Ahmed nâm-ı cümle enbiyâst)
(Çunki sad âmed neved hem pîş-i mâst)
"Paralardan padişahların adlarını kazırlar; Ahmed’in adını ise kıyamete kadar hakkederler. Ahmed’in adı, bütün Peygamberler ’in adıdır. Yüz elimizde olunca, doksan da bizde demektir.”
Bu beyitlerde de Peygamber’imizin yüce şahsı övülmektedir. Sûfi geleneğindeki inanca göre, Peygamber’imiz bütün Nebilerden ruh bakımından önce yaratılmıştır. Peygamberimize isnat edilen ve fakat hadis bilginlerince sahih sayılmayan bazı haberlerde bu fikir işlenmektedir. “Kuntu nebiyyen ve Âdemu beyne’r- rûhi ve’l cesed, Evvelu mâ halaka’llâhu nûrî/Kuntu evvele’n-nebiyyin fi’l halk ve âhirahum fi’l-Ba’s.”
Ehâdis-î Mesnevi, s. 111-113/İzbudak, I, s. 91/Feruzânfer, Şerh-i Mesnevi, II, s. 423.
- Mesnevi, birinci defter, beyit: 1946.
(Guft: “tûbâ men raânî Mustafa”)
(“vellezî yubsîr limen vechî raa”)
(Çun çerâğî nûr-î şem’î râ keşid)
(Her ki did ânrâ yâkîn an şem’ dîd)
“Mustafa: beni görene ve benim yüzümü gören kişiyi görene ne mutlu dedi. Bir mumdan yanmış çerâğı gören, yakinen o mumu görmüş gibidir”.
Sana baktıklarım sanırsın, halbuki onlar görmezler 2. Bakara sûresi, 31. âyete atıf mevcuttur.
Ehâdis-i Mesnevi, s. 19 / Şerh-i Mesnevi III, s. 798.
- Mesnevi, birinci defter, beyit: 2112.
(Ustun-î hânnân ez hecr-i Rasûl)
(Nâle mîzed hemço erbâb-ı ukûl)
(Guft Peygamber çi hâhî ey sutûn)
(Guft: cânem ez firâkat geşt hûn)
(Hânnâne direği Peygamberin ayrılığı yüzünden akıl sahipleri gibi ağlayıp inliyordu. Peygamber: “Ey direk, ne istiyorsun?” dedi. O da: canım, ayrılığından kan kesildi...” dedi.
"Bir kimsenin Tanrı sırlarından nasibi olmazsa cemadın inlemesini nasıl tasdik eder?”
(Anki ûrâ neb’ved ez esrâr dâd)
(Key kuned tasdîk-iû nâle’y cemâd)
- Mesnevi, birinci defter, beyit: 2155
(Senghâ ender kef-i Bû cehı bûd)
(Guft ey Ahmed bugû în çîst zûd)
(Ger resûli çîst der mustem nihân)
(Çun haber-dârî zi râz-i âsmân)
“Ebû Cehlin elinde taş parçaları vardı. Dedi ki; Ey Ahmed, şu avucumdaki nedir? Çabuk söyle. Mademki göklerin sırlarına vâkıfsın, Peygambersen avucumda ne saklı? Peygamber: Onlar nedir ben mi söyleyeyim, yoksa onlar mı doğru olduğumuzu söylesin, bizi tasdik etsinler, hangisini istersin? dedi...”
Taşlar şehâdet getirirler, Ebû Cehil işitince taşları yere vurur.
Peygamber’imizin minber inşâsından önceki devrede kullandıkları ağaç kökü ve bu taşların şehâdeti mu’cize olarak, kendisine destek şeklinde vuku bulmuş hâdiselerdir. İnkar eden şahıs, sanki imân edecek gibi taşların durumunu sormuş, fakat sonucuna yine katlanıp inanamamıştır.
Belirtildiğine göre ağaç kendisine yapılan teklifi, âhiret murâdını tercih ederek dünyada kabul etmemiştir. Böylece: “Ahireti dünyaya üstün tutmuştur.”
Şerh-i Mesnevi, III, s. 862,/Delâilu’n Nubuvve, II, s. 142/İbn Sa’d, I, s. 249-254/Delâilu’n Nubuvve, II, s. 154/İzbudak, I, s. 174-177.
13. Mesnevi, Birinci defter, beyit: 2365.
(Did Ahmedrâ Ebû Cehl-u biguft)
(Zişt-nakşî ke’z Benî Haşim şükuft)
(Guft Ahmed merverâ ki: râsti)
(Rast guftî ger çi kâ’j efzâştî)
(Did Sıddîka’ş buguft: ey Âfitâb)
(Nî zişarkî, nî zi ğarbî hûş bitâb)
(Guft Ahmed râst guftî ey Aziz)
(Ey rehîde tû zi dunyây-i ne çiz)
(……………………………….)
(Guft men âyîne’em maskûl-dest)
(Türk-u Hindû der men ân bîned ki hest)
“Ebû Cehil Ahmed’i görüp, Benî Hâşim’den çirkin bir çehre zuhur etti dedi. Ahmed ona dedi ki: Haddini tecâvüz ettinse de doğru söyledin. Sıddîk görüp: ey güneş, ne doğudansın ne batıdan. Lâtif bir sûrette parla, âlemi nurlandır dedi. Ahmed dedi ki: Ey aziz ey değersiz dünyadan kurtulan doğru söyledin. Orada bulunanlar ey halkın ulusu, ikisi bir birine zıt söyledi, sen ikisine de doğru söyledin dedin neden? diye sordular. Peygamber: ben Allah tarafından cilalanmış bir aynayım. Türk ve Hintli nasılsalar bende o sûreti görürler.”
İslâmî an’anede: “Mü’min mü’minin aynasıdır ölçüsü mevcuttur. Herkes, kendisinde olan sıfatları ancak karşıdaki yardımıyla fark edebilir.
Herkesin bulunduğu mekâma, kültür ve imân yapısına göre etrafını ve eşyayı göreceğini anlatan bu beyitlerde ayna misâli genellikle verilir. Bu aynada her fert kendi sıfatını; kemâl veya noksanını görür. Nitekim tek kişi olan Peygamberimizi, Sıddîk-ı Ekberle Ebû Cehlin görüşleri ayrı ayrı olmuştur. Görüşlerdeki kusur ve kemâl sahiplerine aittir.
14. Mesnevi, birinci defter, beyit: 2747.
(Emri: Şâvirhum peyember râ resîd)
(Gerçi re’yî nîst re’yeşrâ nedid)
(Pes ez în fermûd Hak der Ve’d-duhâ)
(Bâng kem zen ey Mohammed ber gedâ)
“Bundan dolayı Hak Vedduhâ sûresinde: “Ey Muhammed, yoksula bağırma buyurdu. Madem ki yoksul cömertliğin aynasıdır, iyi bil ki ağızdan çıkan nefes aynayı bulandırır. Görüşü yanında hiçbir görüşün kıymeti olmayan Peygamber’e, onlarla istişâre et emri gelmiştir.”
Âyetlerde de Peygamberimize civârı ile meşveret etmesi belirtilir. Mevlânâ meşveretin değerini ve kutsallığını anlatmaktadır.
Sonuç:
Mevlânâ Celâlettin Rûmî’nin, Mesnevi birinci defterde yer alan, doğrudan Peygamberimize yapılan atıfları bu sayıdan çok fazladır. 67 atıf, her biri en az beş beyitten teşekkül etmektedir ki, bütün bu beyitlerin nakli, çok vakit alacak bir çalışma olacaktır. Tebliğimizi maddeler halinde vermek istediğimiz tespitlerle bağlamayı uygun bulmaktayız:
1. Mesnevi’de Peygamber’imize, Ahmed, Muhammed, Mustafâ, Peyember ve Peygamber kelimeleri ile atıflar yapıldığı gibi, onu öven yüce vasıflarla da zikri anılmaktadır. Bunların miktarı yüzleri bulmaktadır. Her İslâm bilgini gibi, Mevlânâ Celâlettin Rûmî de İslâm Dini’ne bağlı, onun Peygamberinin izinde olmakla öğünen bir zattır. Zaten temelde İslâm dini herkese Allah’a ve Elçisine bağlanmayı görev olarak vermiş bulunmaktadır.
2. Mevlânâ Celâlettin Rûmî bu ve benzeri atıflarıyla muhâtabına, onu rûh olgunluğuna akıl kemâline götürecek prensipler vermektedir. Gerek hikâye tarzında ve gerekse, kısa öğütler şeklinde verilen Mesnevi beyitleri, âhenkli bir bütün teşkil etmekte, Peygamberin zâtı ve fiilleriyle sözleri de bu tabloyu mükemmelleştirmektedir.
3. Kullanılan hadisler bize o günkü Konya ve Selçuklu kültürünün, imân ve İslâmî hayatının menşei, seviyesi ve yaygınlığı hakkında bilgiler verecek, bugünkü iman hayatımızın tanınmasında temel kaynaklık edecek ipuçlarıdır.
4. Mevlânâ Mesnevisinde ve diğer eserlerinde insanlığı topyekûn kucaklamak isteyen bir sevgiyle, İslâm’ın hoşgörüsünü, insana değer verişini, müsamahasını, irfan ve aklı esas alan kişidir. Peygamber’e bağlı vahiy sistemini hükümran kılmak istemiş; kendisinin bu yoldan başka bir yolda görülmesi ye aranmasından bîzâr kaldığına zaman zaman temas etmiştir.
5. Tarihe bağlı milli temelimizi oluşturan bu zatların incelenmesi, tanınması; özellikle gençliğimize öğretilmesi, arayış, içinde olan, zaman zaman benliğini unutarak başka vâdilerde gezinen gençliğimiz için, sağlam yol, gerçek İslâm’a ve kendimize gelme hareketi olacaktır.