Makale

Mesnevi’nin Birinci Defterinde, Hazret-i Peygambere ve Hadislerine Yapılan Atıflar Üzerine

Mesnevi’nin Birinci Defterinde, Hazret-i Peygambere ve Hadislerine Yapılan Atıflar Üzerine

Doç. Dr. Ali Osman KOÇKUZU
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim dalı

Büyük Türk mutasavvıf ve mü­tefekkiri Mevlânâ Celâlettin Belhî-i Rûmî’nin Selçuk Üniversitesi tarafın­dan başlatılan kongrelerle tanınmaya ve tanıtılmaya çalışılması, ülkemiz kültür ve inanç hayatı için büyük bir kazançtır.

1950’den önceki yıllardan bu ya­na, Konya’da, ülkemizin değerli ve gayretli pek çok ilim ve sanat adamı­nın iştirakleriyle gerçekleştirilen ça­lışmalar, Rûmi’nin Dünya milletleri arasında tanınmasına hız ve yeni bo­yutlar kazandırdı. Akademik sahada bizden çok önceleri Batı’da ele alınan bu büyük sûfî, bu sayede çeşitli ül­kelerin halkının da yakından tanıdı­ğı bir kişi oldu. Bundan böyle Selçuk­lu Türklerinin sayılı başkent ve ilim beldelerinden birisi olan şehrimiz, artık ilmin gerçek ölçüleri içinde bu büyük hemşerisini tanıma ve tanıt­mada yeni adımlar atacaktır. Bu ba­kımdan, kongrenin teşkilinde fikir, hareket ve teşvikçi güç olan sayın rektörümüzü değerli mesai arkadaşlarını ve emeği geçen herkesi tak­dirle ve hürmetle tebrik görevimiz­dir.

Bilginlerin, sanatkârların ve insanlığa hayırlı izler bırakan şahsi­yetlerin incelenmesinde, içinde yaşa­dıkları muhitin, iman ve kültürün, sosyal hayatın bir bütün olarak ele alınması; şahsın tabii çevresi içinde tetkiki ilimde izlenen en isabetli yol­dur. İslâm imanı ve ilimleri dışında Rûmî’nin tetkiki; Hz. Peygambere olan bağlılığı haricinde tanınmağa çalışılması, araştırıcıları yanlış yol­lara sevk edecek ve ortaya tarihe mal olmuş gerçek Mevlânâ dışında; fert­lere göre subjektifleşebilen, daha çok her şahsın kendi iç dünyasında te­celli ettirdiği bir Celâlettin Rûmî ortaya çıkacaktır.

Selçuk Üniversitesi rektörlüğü­nün çok isabetli kararlarıyla kuru­lan Selçuklu Araştırmaları Merkezi, tarihimizin bu yönünü a­raştırmada, gelecek yıllarda büyük görevler üslenecek, kültür ve iman hayatımıza müspet katkıları olacak ilim adamları yetiştirecektir. Temenni ederiz ki bu hayırlı teşebbüs, Şark Dilleri Bölümü ve diğer yan kuruluş­larla zenginleşsin ve dünyadaki ben­zerleri arasında müstesna yerini al­sın.

  1. Sûfîler ve Peygamber’e Bağlılık:

İslâm zühd ve takvâ hayatı, Hz. Peygamberin sâde, çok derin mânâlı ve mûtedil yaşayışıyla başladı. O, madde mânâ dengesini kurmakla görevlendirilen en son Tanrı elçisidir. Maddenin mânâya fedâ edilmesi ve­ya mânânın maddenin zalim çarkla­rı arasında iflası, onun getirdiği din­de en büyük yanlış, sayılmaktadır.

İnsan iç dünyasının, bâtının fıkhı diye de adlandırılan ve insanlı­ğa pek çok rabbânî âlim hediye eden bu yolun en büyük özelliklerinden bi­risi, yetiştirdiği kişilerin mânevi ter­biyesini Hz. Peygamberin önderliği­ne teslim etmiş olmasıdır. Gerek Kur’ân ve gerek hadisler, temelde her Müslümanın, ‘Allah’ın kitabı olan Kur’âna ve Peygamberinin açtığı yol olan sünneti ve hadislerine bağlan­masını teknik adıyla: El-İ’tisâm bi’l - Kitâb ve’s-Sünne’yi uygulamasını is­ter”. Müslüman, hatta bütün insan­lık bu iki irfan kaynağının dışında, kendisini maddede ve mânada arın­dıracak sağlam kılavuzlara sahip değildir. Hz, Âdem’den bu yana ge­len her elçinin devrinde yaşayan za­hit, arif ve rûh terbiyesi almış kişi; yani Allah’ın veli dostları, O Peygamber’in büyüklüğünün bir tecelli­sinden ibâret kabul edilmiştir.

  1. Mevlânâ ve yolu:

Mevlevi, şâir Gâlip Dede (öl.: 1213/1798) İslâm’ın ve bütün insan­lığın Peygamber’i Hz. Muhammed (s.a.v.) için yazdığı bir müseddesinde şöyle terennüm eder:

Sultân-ı rusül, şâh-ı mümeccedsin efendim,

Bîçârelere devlet-i serâmedsin efendim,

Dîvân-ı İlâhî’de sermedsin efendim,

Menşûr-i le’amrük’le müeyyedsin efendim,

Sen Ahmed-u Mahmûd-u Muhammed’sin efendim

Haktan bize sultân-ı müeyyedsin efendim,

Allah elçisinin Tanrı katındaki yerini, elçi olarak kullar üzerindeki tesirini anlatan Şeyh Galip, mânevi terbiyede kendisinin pîri ve tuttuğu yolun kurucusu ve alemdarı olan Celâlettin Muhammed b. Muhammed’in (öl: 604/672) yolunu tutmadan baş­ka bir iş yapmış değildir.

Yedinci hicri asır Konya’sında: "ben Muhammed-i muhtârın ayağı­nın tozuyum”:

“men hâk-i reh-i Muhammed-i Muhtârem”

diyen Hz. Pir, peygamberler ve veliler zincirinin, birbirine bağlı olan halkalarını, o asırda yine onların üs­lûbuna bağlı olarak teşkil ettiğini vurgulamaktaydı. İslâm’a madde ve mânâsıyla bağlı, açtığı aşk yolundan Allah’a vuslat niyâz eden Mevlânâ, eski felsefelerin, eski inanç sistemle­rinin, hatta bütün inançsızlıkların if­las ettiğini, yaşama şanslarının kal­madığını çarpıcı bir şekilde belirler­ken:

Nevbet-i kuhne-furûşân dergözeşt,

Nov-furûşânîm-u în bâzâr-ı mâst

"Eski satanların sıralan ve za­manları geçti. Biz yeni şeyler satıyo­ruz” ölçüsünü getirir. Onun açıkça ilân ettiği husus şudur: Şayet insan­lar arasında bu köhne felsefe, iman ve düşünceleri satmakta olanlar var­sa, artık çekip gitme zamanları gel­miştir; aynı pazarda bir de kendile­rinin satış yapma haklarının doğdu­ğunu insanlık bilmelidir.

Sevgi, ilim, irfan ve Allah’a bağ­lılıkla insanları kaynaştırmak için geldiğini belirten Mollây-ı Rûm, hal­kın bölük pörçük olmasından bizar­dır. Kendisinin gerçek inancına göre o, halkı kaynaştırmak ve birleştir­mek için görev almıştır.

Mâ berây-i vasl kerdem âmedim,

Ne berây-i fasl kerden âmedim.

Kendi sözlerinin ve yolunun, İs­lâm Peygamberinin yolundan ayrı görülmesine çok üzülen Mevlânâ, bir beytinde şöyle der: “Biz pergel gibi­yiz. Ayağımızın birisi dinde, diğeri ise yetmiş iki milleti seyreder”:

Mâ çü perkârim yek pâ der şeriat üstuvâr

Pây-i diğer seyr-i heftâd-u du millet mîküned.

Hakkın yarattığı bütün varlık­lara, İslâm’ın meşrû hoşgörüsü için­de, terbiye nazarıyla bakılmasını is­teyen bütün sûfiler gibi Yunus da ay­nı fikri:

Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan,

Halka müderris olsa, hakikatte âsîdür,

şeklinde belirler.

  1. Mesnevi’de Peygamber’e ve sözlerine atıflar:

Mesnevide sık sık Peygamberi­mize ve onun kutsal sözlerine atıflar yapılır. Tıpkı Allah kelâmına, kudsi hadislere, diğer peygamberlere atıf­lar yapıldığı gibi. Mesnevideki hadis­ler üzerinde, yurdumuzda ve İran’da iki ayrı çalışma yapılmıştır. Merhum Profesör Dr. Furuzânfer, Ahâdis-i Mesnevi adlı eserini Tahran Üniver­sitesi neşriyatı arasında ilim dünya­sına yıllar önce sunmuş, Dokuz Ey­lül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim elemanlarından Dr. Ali Yardım da, bir doktora tezi çerçevesi içinde adı geçen hadislerin kritiğiyle uğraşmıştır.

Bize ayrılan zaman içinde arza çalışacağımız tebliğimizde, Mesnevi­nin ilk defterinde, Peygamberimize ve kutlu sözlerine yapılan atıflardan bir demet sunacağız. Bu görevi yap­madan önce, o devir Konya’sındaki tasavvufi akımlar ile bu cereyanla­rın önderleri olan bilgin sûfilerin, ha­disle ilgileri ve yaptıkları değişik ça­lışmalar üzerinde birkaç cümle ile durmakta fayda görmekteyiz.

İlgili bilim dallarının uzman araştırıcılarının belirttiklerine göre, yedinci asır Konya ilim çevrelerinde, eserleri günümüze kadar gelen, ha­disle uğraşan üç sûfi cereyan vardı. Bunlar:

  1. İspanyalı büyük sûfi Muhyiddin İbnu’l-Arabî, Sadruddin Mu­hammed b. İshâk el-Konevî ve gönüldaşlarının açtıkları çığır. Ekberîler diye de anılan bu ekolün mensupları, daha çok ilim, felsefe ve özellikle ha­disle uğraşmış, vahdeti vücûd siste­minin ve keşf yolunun kurucuları olarak tanınmışlardır.

  1. Nâsırüddin EI-Muhaddis adıyla bilinen, bazı araştırıcıların “Ahi Evren” olarak tespit ettiklerini, ileri sürdükleri debbağlar şeyhi olan bir meslek kuruluşunun pirinin açtı­ğı yol. (Ahilik diye meşhur olan bu yol, daha ziyade Ankara ve Kırşe­hir’de yaygınlaşmıştır.)

3. Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin ve evlatlarının tesis ettiği, bilâhare güçlendirilip geliştirilen ve Mevlevi­lik adını alan yol.

Bu üç ekolün mensupları, birin­ciler daha çok faal olmak üzere, ge­niş hadis çalışmalarıyla Konya kültür ve irfan hayatını zenginleştiren âlim­ler olmuşlardır.

Konevi’nin hânkâh kütüphane­sinden, Yusufağa yazmalar kitaplığı­na devredilmiş yüzlerce cilt eser, devrin hadis çalışmaları hakkında bize geniş ve sağlam bilgiler sun­maktadır. Son iki grubun daha çok tasavvufi haber ve hadisleri eserle­rinde iktibaslarına rağmen, birinciler en geniş mânâsıyla hadis literatürü­ne sahip kütüphaneleri ve ilmî çalış­malarıyla tanınmış bulunmaktadır­lar.

Mesnevi indekslerini taradığımız zaman, Mevlâna’nın: Kur’ân âyeti, hadisler, Peygamber adları, değişik şehirler, eski milletler, bazı kitaplar, birtakım mefhûm varlıklar ve fikir­lerle, mefhûmlara atıflar yaptığı gö­rülür. Üç yüz altmıştan fazla atıfla Peygamberimiz birinci sırayı almak­tadır. Âdem, Musa, İsa peygamber­lerin isimleri de Mesnevi’de en az yü­zer kere geçmektedir. Devrindeki ünlü şehirler, Mesnevi’nin ilgi alanı içindedir.

Birinci defterde 67 kez Peygamber’imizin adına ve hadislerine rastla­maktayız. Bunlar dışında, daha pek çok ima ve işaret bulunmaktadır. Bunların en az dörder beyitle temsil edildiğini düşünsek yüzlerce beyit ve açıklamasıyla huzurunuzu işgal durumunda kalacağız. Bu yüzden biz, bazı atıfları arz ederek hissemize ay­rılan zamanı dolduracağız.

  1. Birinci Defterdeki Atıflar:

Mevlânâ bütün eserlerinde Hz. Peygamber’e ve sözlerine temas eder. Nitekim Fih-i mâ fih’te söze hemen Peygambere ait olarak belirt­tiği bir sözle başlar: Şerru’l-ulemâ men zâra’l-umerâ ve hayru’l-umerâ men zâra’l-ulemâ. Ni’me’l-emir alâ bâbil-fakir ve bisel-fakir alâ bâbil- emir: Bilginlerin kötüsü emirleri ziyaret edendir. Emirlerin iyisi ise, bil­ginlerin ayaklarına kadar gelendir. Fakir ve yoksulun kapısında görü­nen emir ne iyi insandır. Emirin ka­pısındaki fakir ise ne kötü kişidir.

İktibasları ve atıfları, kısa açık­lamalarla vermeğe çalışalım:

  1. Mesnevi, birinci defter, beyit: 77

(Ey merâ tû Mustafâ mençü Ömer)

(Ez berây-i hidmetct bendem kemer).

"Ey aziz, sen bana Mustafa’sın. Ben de sana Ömer gibiyim. Senin hizmetin uğrunda gayret kemerini bağladım.”

Halayık ve padişah hikâyesinde geçen bu beyitlerde, muhatabına sitayişkâr şekilde seslenen Mevlânâ, Bediuzzemân Furuzânfer ve Abdülbâkî Gölpınarlı’nın ifadesine göre, aynı zamanda Hz. Ömer’in değerine; Müslüman olmasıyla dinimizin, kuv­vet buluşuna temas etmektedir.

Şerh-i Mesnevi, I, s. 71/Gölpınarlı, Mesnevi ve Şerhi, I, s. 76,/İzbudak, I, s. 6.

  1. Mesnevi, birinci defter, beyit: 176.

(Guft Peygamber ki her ki sırr nuhuft)

(Zûd gerded bâ murâd-ı hîş cuft)

(Dânehû çûn der zemin pinhân şeved)

(Sirr-i ân sersebzi-i bustân şeved)

……………..

……………..

(Peygamber demiştir ki: “her kim sırrını saklarsa çabucak mura­dına erişir, dileğine eş olur.” Tohum toprak içinde gizlenince, onun gizlen­mesi bahçenin yeşillenmesiyle netice­lenir.”

Burada da yine bir hadis-i şerife atıf vardır. Peygamberimiz: “İhti­yaçlarınızı elde etmek için, başar­mak için sırlarınızı gizleyiniz. Çün­kü nimet gören herkesi çekemeyen­ler olur, iste’înû alâ incâi’l-havâic...” buyurmuşlardır.

Furuzânfer, Ahâdis-i Mesnevi, S. 3/Uyûnu’I-Ahbâr, I, s. 38.

İslâm ahlâkında ilim saklamak ne kadar kötü ise, özellikle devlet yetkilisi olan kişi için, ketumluk o kadar beğenilen bir haslet sayılmak­tadır.

  1. Mesnevi, birinci defter, beyit: 366.

(Behr-i în ba’z-ı sahabe ez Rasûl)

(Multemis bûdend mekr-i nefs-i ğûl)

(Gûçe âmized zi ağraz-ı nihân)

(Der ibâdethâ -vu der ihlâs-î cân)

(Fazl-ı taatrâ ne custendî ez-ö)

(Ayb-i zahir râ bucüstendî kî kû ?)

"Bunun için, gizli hileyi anlamak müşkül olduğundan, bazı ashâb Pey­gamberden azgın ve hilekâr nefsin hilesini sorarlar: nefis, ibadetlere ve candan gelen ihlâsa gizli garazlar­dan ne karıştırır? derlerdi. Peygam­berden ibadetin fazilet ve sevabını a­rayıp sormazlar, apaçık ayıp hangi­sidir? diye kötü huyları sorarlardı.”

Beyitte geçen nefs bütün kötü huylar, ih1âs ise; kasıt ve niyeti temizlemek olarak açıklanmaktadır.

Sahabeden Huzeyfe isim­li zat, Peygamberimizden kötü olan nesneleri sorarmış. Diğer bazı sahâbiler ise, hayr ile ilgili sorular sorarlarmış. Kendisinden sebebini so­ranlara o şu cevabı vermiştir: Bir kimse eğer şerden kendisini korursa, kolayca hayr’a ulaşır,

Ehâdis-i Mesnevi, s. 5/Şerh-i Mesnevi, I, s. 172/Gölpınarlı, I, s. 173-175/İzbudak, I, s. 30 v.d.

  1. Mesnevi, birinci defter, beyit: 727.

(Bûd der İncil nâm-ı Mustafâ)

(An ser-ı Peygamberân bahr-i safâ)

(Bûd zikr-i hılyehâ vu şeklî û)

(Bûd zikr-i ğazv-u savm-u ekl-i û)

(Tayifey Nasrânîyân behr-i sevâb)

(Çûn resîdendî ber ân nâm-u hitâb)

(Bûse düdendi berân nâm-ı şerif)

(Rû nihâdendî bedâr vasf-ı lâtif)

(Enderin fitne ki guftîm ân gurâh)

(Eymen ez fitne büdend-û ez şukûh)

(Der penâh-i nâm-i Ahmed müstecir)

(Nesl-î îşân nîz hem besyâr şüd)

(Nûr-i Ahmed nasır âmed yâr şud)

(Van gurûh-i diğer ez Nasrânîyân)

(Nâm-î Ahmed dâştendî müstehân)

(Müstehân û hür geştend ez fiten)

(Ez vezâr-i şûm re’y-û şûm fen)

(Hem muhabbet diynîşân-u hukmîşân)

(Ez pey-i tûmârhay-i kej-beyân)

(Nâm-ı Ahmed în çimin yârî kuned)

(Tâ kî nûreş çün nigehdânî kuned)

(Nâm-ı Ahmed çun hîsârî şüd hasin)

(Tâ çe bâşed zât-ı ân rûhu’l-Emin)

“İncil’de Mustafa’nın, o Pey­gamberler başının, o safâ denizinin adı vardır. Sıfatları, şekli savaşı, o­ruç tutuşu ve yiyişi anılmıştı. Hristiyan taifesi, o ada, o hitaba geldik­leri zaman sevap için yüce adı öper­ler; latif vasfa yüz sürerlerdi. Bu söylediğimiz fitne esnasında, o taife, fitneden kargaşadan emindiler. Onlar o emirlerin ve vezirin şerrinden emin olup Ahmet adının, sığınağında ko­runmuşlardı. Onların nesli çoğaldı. Ahmed’in nûru bunlara yardım etti, yâr oldu. Hristiyanlardan Ahmet a­dını hor tutan diğer fırka, fitnelerden ve o tedbiri de şom, fitnesi de şom vezir yüzünden hor ve kıymetsiz bir hâle geldi. Mânâları ters, sözleri ay­kırı tomarlara uymalarından dolayı dinleri de müşevveş bir hâle geldi, hükümleri de.

Ahmed’in adı böyle yardım eder­se acaba nûru nasıl korur? Ahmed adı sağlam bir kale olunca o emin rûhun zatı ne olur? Vezirin belâsı yüzünden yoldan çıkmış olan o nasi­hat kabul etmez pâdişâhtan son­ra....”

Kur’ân-ı Kerim’de, 7. A’râf su­resinde şöyle buyurulur:

"Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber’e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder... O Pey­gambere inanıp saygı gösteren, yar­dım eden ve onunla birlikte gönderi­len nûr’a (Kur’ân’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.” 61. Sâff suresinin 6. ayetinde de şöy­le buyurulmaktadır:

“Meryem oğlu İsa... Ey İsrail o­ğulları, ben size Allah’ın elçisiyim. Benden önce gelen Tevrat’ı doğrula­yıcı ve benden sonra gelecek Ahmet adında bir Peygamber’i de müjdeleyici olarak geldim demişti...”

Yine aynı surenin 14. ayetinde Allah teâlâ şöyle buyurmaktadır: “... İsrail oğullarından bir zümre i­nanmış, bir zümre de inkâr etmiş­ti...”

Mevlânâ, Peygamber’imizin, he­nüz dünyaya gelmemiş olan şahsi­yetinin kitaplı (semavî) din mensup­larınca bilinip, hürmetle karşılandı­ğını, hürmet edenlerin de nimete ka­vuştuklarını anlatarak, Hz. Peygamber’e olan bağlılığını, Mesnevi’de bir hikâye dolayısıyla özel bir bab aça­rak belirlemektedir Peygamberimize verilen bu ismin Kutsal kitapla­rında Faraklit kelimesiyle karşılandığı belirtilmektedir.

Şerh-i Mesnevi, I, s. 289, 290/İzbudak, I, s. 58.

  1. Mesnevi, birinci defter, beyit: 781.

(Der Hudây-ı Mûsî-u Mûsî güriz)

(Ab-ı îmânrâ zi Fir’avnî meriz)

(Destrâ ender Ahad V’Ahmet bizen)

(Ey berâder vâreh ez Bucehl ten)

“Mûsa’nın Tanrısına ve Mûsâ’ya kaç. Firavunluk ederek imân suyunu dökme. Ahad ve Ahmed’e yapış. Ey kardeş, ten Ebû Cehlinden kurtul.”

Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara türlü kötülüklerin planlayıcısı ve uygulayıcısı Ebû Cehl Amr b. Hişâm b. Muğire El-Mahzûmî, Bedir’de öldürülen sayılı müşrik liderlerindendir.

  1. Mesnevi, birinci defter, beyit: 812.

(An dehan kej kerd ve’z teshur bîhand)

(Nâm-ı Ahmedrâ dehâneş kej bimând)

(Bâz âmed kâ’y Muhammed afv kun)

(Ey tura eltâfı-îlm-i: “min ledün”)

(Men turâ efsûs mikerdem zicehl)

(Men büdem efsûsrâ mensûb-u ehl)

(Çun Hudâ hâhed ki perde’y kes dered)

(Meyleş ender ta’ne-i pâkân bered)

“Birisi ağzını eğerek Ahmed a­dını alayla andı. Ağzı çarpıldı, öyle kaldı. Pişman olup: Ey Muham­med affet, ey Peygamber sen “min ledün” ilminden lutuflara mazharsın. Ben bilgisizlikten seninle alay ettim, alay edilmeye layık benim. Tanrı bir kimsenin perdesini yırtmak isterse, onu temiz kişileri ta’netmeğe meylettirir.”

Metinde geçen teshürât, tesehhürâttan muhaffef olarak alaya al­mak demektir. Burada Peygamber’imize zulmeden Hakem b. El-As kastedilmektedir. “İlm-i ledün” keşif ve ilhâm yoluyla gelen mânevi bilgi­ler demektir. Karşılığında müktesep bilgi vardır, Kur’ân-ı Kerim’deki Kehf Sûre’sinin 65. âyetinde bu ilme atıf vardır.

Şerh-i Mesnevi, I, s. 315 v.d./İzbudak, I, s. 65.

  1. Mesnevi, birinci defter, beyit: 912.

(Gut ârî ger tevekkül rehberest)

(İyn sebeb hem sünnet-i Peygamberest)

(Guft Peygamber be âyâz-i bulend)

(Ba tevekkül zânuy-i üştür bibend)

(Remz-i “el-Kâsib habibullah” şinev)

(Ez tevekkül der sebeb kâhîl meşev)

“Arslan, evet tevekkül kılavuzsa da, bu sebebe yapışmak ve teşebbüs de Peygamber’in sünnetidir. Pey­gamber yüksek sesle: Tevekkülle be­raber, yine devenin ayağını bağla dedi. Çalışan kimse Cenab-ı Hakk’ın sevgilisidir işaretini dinle. Tevekkül­den dolayı, esbaba teşebbüs hususun­da tembel olma” dedi.

Şerh-i Mesnevi, II, s, 364.

Sûfilerin inanışına göre : “Tevek­kül Peygamber’in hâli, kesb ve ka­zanç ise sünnetidir: Ettevekkul hâlu rasûli’llâh ve’l-kesbu sünnetu rasûli’l-lâh”.

  1. Mesnevi, birinci defter, beyit: 1043, 1052.

(Meşveret idrâk-u hûşyârî diked)

(Aklhâ mer aklrâ yâri dihed)

(Guft Peygamber; bikün ey re’y-zen)

(Meşveret: "Ke’l Müsteşâru mü’temen”)

……………….

……………….

(Meşveret kerdî Peyember beste-ser)

(Güfte îşâneş cevâb-u hî haber)

“Danışmak insana anlayış ve a­kıl verir; akıllar da akıllara yardım eder. Peygamber, ey tedbir sahibi, danış ki kendisiyle danışılan kişi e­mindir dedi.

Peygamber kapalı bir tarzda meşveret ederdi. Ashap cevap verir, düşman haberdar olmazdı.”

Ehâdis-i Mesnevi, s. 12’de belir­tildiğine göre Peygamber’imiz: “El, Muşiru muânun ve’l-Musteşâru mü’temen” buyurmuşlardır. İleride de geleceği gibi Kur’ân-ı Kerim’de: “Onların aralarındaki işlerinin çözü­mü şûra tarzındadır: ve emruhum şûra beynehum” buyurulmaktadır. Diğer bir ayette ise Peygamber’imize: “Meselelerinizi çözerken onlara danış buyurulmuştur. Peygamber’i­miz özellikle askeri harekâtını gizle­mek için birtakım taktiklere baş­vururdu. “Bir yere askeri sefer dü­zenleyeceği zaman aksi istikâmette yönelir, izini hiç belli etmezlerdi”. El-Câmiu’s-sağir, II, s. 101. /Şerh-i Mesnevi, II, s. 404/İzbudak, I, s. 85.

  1. Mesnevi, birinci defter, beyit: 1066.

(Akl çün Cibril kûyed: Ahmedâ)

(Ger yeki gâmî nihem sûzed mera)

(Tû merâ büğzâr zîn pes piş rân)

(Hadd-i men in bûd ey sultan-ı cân)

“Akıl Cebrail gibi; Ey Ahmed, bir adım daha atarsam yanarım. Sen beni bırak, bundan sonra sen ileri yürü. Ey can sultanı, benim haddim bu kadardır der”.

Rivâyete göre mirâc gecesi, Peygamber’imize mihmandarlık eden Cibril bir yere kadar gelmiş ve öteye geçmeğe izinli olmadığını belirtmiş­tir. Sidre adını alan bu yer­den öteye geçersem yanarım buyur­muştur. Bu makâm sûfiler arasında çeşitli tefsirlere yol açmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, insanların Allah iste­diği takdirde, birtakım özelliklere de sahip olan meleklerden de öte, Al­lah huzuruna kabulleri mümkün ol­maktadır.

Ehâdîs-i Mesnevi, s. 143/Şerh-i Mesnevi, II, s. 409/İzbudak, I, s. 87.

  1. Mesnevi, birinci defter, beyit: 1105.

(Ez dîremhâ nâra.ı şâhân ber kenend)

(Nâm-ı Ahmed tâ ebed ber mî zenend)

(Nâm-ı Ahmed nâm-ı cümle enbiyâst)

(Çunki sad âmed neved hem pîş-i mâst)

"Paralardan padişahların adla­rını kazırlar; Ahmed’in adını ise kı­yamete kadar hakkederler. Ahmed’in adı, bütün Peygamberler ’in adıdır. Yüz elimizde olunca, doksan da biz­de demektir.”

Bu beyitlerde de Peygamber’imizin yüce şahsı övülmektedir. Sûfi geleneğindeki inanca göre, Peygamber’imiz bütün Nebilerden ruh bakı­mından önce yaratılmıştır. Peygam­berimize isnat edilen ve fakat hadis bilginlerince sahih sayılmayan bazı haberlerde bu fikir işlenmektedir. “Kuntu nebiyyen ve Âdemu beyne’r- rûhi ve’l cesed, Evvelu mâ halaka’llâhu nûrî/Kuntu evvele’n-nebiyyin fi’l halk ve âhirahum fi’l-Ba’s.”

Ehâdis-î Mesnevi, s. 111-113/İzbudak, I, s. 91/Feruzânfer, Şerh-i Mesnevi, II, s. 423.

  1. Mesnevi, birinci defter, beyit: 1946.

(Guft: “tûbâ men raânî Mustafa”)

(“vellezî yubsîr limen vechî raa”)

(Çun çerâğî nûr-î şem’î râ keşid)

(Her ki did ânrâ yâkîn an şem’ dîd)

“Mustafa: beni görene ve benim yüzümü gören kişiyi görene ne mut­lu dedi. Bir mumdan yanmış çerâğı gören, yakinen o mumu görmüş gi­bidir”.

Sana baktıklarım sanırsın, hal­buki onlar görmezler 2. Bakara sû­resi, 31. âyete atıf mevcuttur.

Ehâdis-i Mesnevi, s. 19 / Şerh-i Mesnevi III, s. 798.

  1. Mesnevi, birinci defter, beyit: 2112.

(Ustun-î hânnân ez hecr-i Rasûl)

(Nâle mîzed hemço erbâb-ı ukûl)

(Guft Peygamber çi hâhî ey sutûn)

(Guft: cânem ez firâkat geşt hûn)

(Hânnâne direği Peygamberin ayrılığı yüzünden akıl sahipleri gibi ağlayıp inliyordu. Peygamber: “Ey direk, ne istiyorsun?” dedi. O da: canım, ayrılığından kan kesildi...” dedi.

"Bir kimsenin Tanrı sırlarından nasibi olmazsa cemadın inlemesini nasıl tasdik eder?”

(Anki ûrâ neb’ved ez esrâr dâd)

(Key kuned tasdîk-iû nâle’y cemâd)

  1. Mesnevi, birinci defter, beyit: 2155

(Senghâ ender kef-i Bû cehı bûd)

(Guft ey Ahmed bugû în çîst zûd)

(Ger resûli çîst der mustem nihân)

(Çun haber-dârî zi râz-i âsmân)

“Ebû Cehlin elinde taş parçala­rı vardı. Dedi ki; Ey Ahmed, şu a­vucumdaki nedir? Çabuk söyle. Mademki göklerin sırlarına vâkıfsın, Peygambersen avucumda ne saklı? Peygamber: Onlar nedir ben mi söy­leyeyim, yoksa onlar mı doğru oldu­ğumuzu söylesin, bizi tasdik etsin­ler, hangisini istersin? dedi...”

Taşlar şehâdet getirirler, Ebû Cehil işitince taşları yere vurur.

Peygamber’imizin minber inşâ­sından önceki devrede kullandıkları ağaç kökü ve bu taşların şehâdeti mu’cize olarak, kendisine destek şeklinde vuku bulmuş hâdiselerdir. İnkar eden şahıs, sanki imân edecek gibi taşların durumunu sormuş, fa­kat sonucuna yine katlanıp inana­mamıştır.

Belirtildiğine göre ağaç kendisi­ne yapılan teklifi, âhiret murâdını tercih ederek dünyada kabul etme­miştir. Böylece: “Ahireti dünyaya üstün tutmuştur.”

Şerh-i Mesnevi, III, s. 862,/Delâilu’n Nubuvve, II, s. 142/İbn Sa’d, I, s. 249-254/Delâilu’n Nubuvve, II, s. 154/İzbudak, I, s. 174-177.

13. Mesnevi, Birinci defter, beyit: 2365.

(Did Ahmedrâ Ebû Cehl-u biguft)

(Zişt-nakşî ke’z Benî Haşim şükuft)

(Guft Ahmed merverâ ki: râsti)

(Rast guftî ger çi kâ’j efzâştî)

(Did Sıddîka’ş buguft: ey Âfitâb)

(Nî zişarkî, nî zi ğarbî hûş bitâb)

(Guft Ahmed râst guftî ey Aziz)

(Ey rehîde tû zi dunyây-i ne çiz)

(……………………………….)

(Guft men âyîne’em maskûl-dest)

(Türk-u Hindû der men ân bîned ki hest)

“Ebû Cehil Ahmed’i görüp, Benî Hâşim’den çirkin bir çehre zuhur et­ti dedi. Ahmed ona dedi ki: Haddini tecâvüz ettinse de doğru söyledin. Sıddîk görüp: ey güneş, ne doğudan­sın ne batıdan. Lâtif bir sûrette par­la, âlemi nurlandır dedi. Ahmed dedi ki: Ey aziz ey değersiz dünyadan kur­tulan doğru söyledin. Orada bulunan­lar ey halkın ulusu, ikisi bir birine zıt söyledi, sen ikisine de doğru söyledin dedin neden? diye sordular. Peygamber: ben Allah tarafından ci­lalanmış bir aynayım. Türk ve Hintli nasılsalar bende o sûreti görürler.”

İslâmî an’anede: “Mü’min mü’minin aynasıdır ölçüsü mevcuttur. Herkes, kendisinde olan sıfatları an­cak karşıdaki yardımıyla fark edebilir.

Herkesin bulunduğu mekâma, kültür ve imân yapısına göre etrafı­nı ve eşyayı göreceğini anlatan bu beyitlerde ayna misâli genellikle ve­rilir. Bu aynada her fert kendi sıfa­tını; kemâl veya noksanını görür. Nitekim tek kişi olan Peygamberi­mizi, Sıddîk-ı Ekberle Ebû Cehlin görüşleri ayrı ayrı olmuştur. Görüş­lerdeki kusur ve kemâl sahiplerine aittir.

14. Mesnevi, birinci defter, beyit: 2747.

(Emri: Şâvirhum peyember râ resîd)

(Gerçi re’yî nîst re’yeşrâ nedid)

(Pes ez în fermûd Hak der Ve’d-duhâ)

(Bâng kem zen ey Mohammed ber gedâ)

“Bundan dolayı Hak Vedduhâ sûresinde: “Ey Muhammed, yoksula bağırma buyurdu. Madem ki yoksul cömertliğin aynasıdır, iyi bil ki ağız­dan çıkan nefes aynayı bulandırır. Görüşü yanında hiçbir görüşün kıy­meti olmayan Peygamber’e, onlarla istişâre et emri gelmiştir.”

Âyetlerde de Peygamberimize civârı ile meşveret etmesi belirtilir. Mevlânâ meşveretin değerini ve kutsallığını anlatmaktadır.

Sonuç:

Mevlânâ Celâlettin Rûmî’nin, Mesnevi birinci defterde yer alan, doğrudan Peygamberimize yapılan atıfları bu sayıdan çok fazladır. 67 atıf, her biri en az beş beyitten teşek­kül etmektedir ki, bütün bu beyitle­rin nakli, çok vakit alacak bir çalışma olacaktır. Tebliğimizi maddeler halinde vermek istediğimiz tespit­lerle bağlamayı uygun bulmaktayız:

1. Mesnevi’de Peygamber’imize, Ahmed, Muhammed, Mustafâ, Peyember ve Peygamber kelimeleri ile atıflar yapıldığı gibi, onu öven yüce vasıflarla da zikri anılmaktadır. Bunların miktarı yüzleri bulmakta­dır. Her İslâm bilgini gibi, Mevlânâ Celâlettin Rûmî de İslâm Dini’ne bağlı, onun Peygamberinin izinde ol­makla öğünen bir zattır. Zaten te­melde İslâm dini herkese Allah’a ve Elçisine bağlanmayı görev olarak vermiş bulunmaktadır.

2. Mevlânâ Celâlettin Rûmî bu ve benzeri atıflarıyla muhâtabına, onu rûh olgunluğuna akıl kemâline götürecek prensipler vermektedir. Gerek hikâye tarzında ve gerekse, kısa öğütler şeklinde verilen Mesne­vi beyitleri, âhenkli bir bütün teşkil etmekte, Peygamberin zâtı ve fiille­riyle sözleri de bu tabloyu mükem­melleştirmektedir.

3. Kullanılan hadisler bize o günkü Konya ve Selçuklu kültürü­nün, imân ve İslâmî hayatının men­şei, seviyesi ve yaygınlığı hakkında bilgiler verecek, bugünkü iman ha­yatımızın tanınmasında temel kay­naklık edecek ipuçlarıdır.

4. Mevlânâ Mesnevisinde ve di­ğer eserlerinde insanlığı topyekûn kucaklamak isteyen bir sevgiyle, İs­lâm’ın hoşgörüsünü, insana değer verişini, müsamahasını, irfan ve aklı esas alan kişidir. Peygamber’e bağlı vahiy sistemini hükümran kılmak istemiş; kendisinin bu yoldan başka bir yolda görülmesi ye aranmasından bîzâr kaldığına zaman zaman temas etmiştir.

5. Tarihe bağlı milli temelimizi oluşturan bu zatların incelenmesi, tanınması; özellikle gençliğimize öğretilmesi, arayış, içinde olan, zaman zaman benliğini unutarak başka vâdilerde gezinen gençliğimiz için, sağ­lam yol, gerçek İslâm’a ve kendimi­ze gelme hareketi olacaktır.