Makale

Fıtır Sadakası Nedir, Nasıl Verilmelidir?

Fıtır Sadakası Nedir, Nasıl Verilmelidir?

Hasan Şakir SANCAKTAR
Ankara Müftüsü

Fıtır sadakası, Ramazan-ı Şe­rifin sonuna yetişen ve asil ihtiyaç­larından başka en az nisap miktarı bir mala mâlik bulunan hür Müslüman için verilmesi vacip olan bir sa­dakadır. Buna fıtra zekatı, Rama­zan zekatı, oruç zekatı; ramazan sa­dakası, zekâtı-ebdân, yani bedenlerin zekatı da denir. Ancak, bunlar ara­sında en meşhur olanı "sadakai fıtır” adıdır.

Fıtrat kelimesi, Ramazan orucu­nun edasına, ikmaline muvaffak ol­maya bir şükran borcu olarak fakir­lere verilen belirli sadakanın adı ol­duğu gibi hilkat ve yaratılış manası­na da gelir; ki ana kanımdaki ço­cuğun dünyaya gelişinde, tabii ola­rak meyledeceği “hilkati asliye” ye de denir. Sevgili Peygamber’imiz (S.A.)’in: “her doğan çocuk, İslâm seciyesinde, İslâm karakterinde, İs­lâm anlayışında doğar...” yani her doğan yavru, İslâmiyet’i kabule öyle müsait bir tabiatta doğar ki, çocuk, bu yaratılış özelliği ile baş başa bı­rakılıp menfi müdahale edilmezse bu seciyede yaşamayı arzular, her zaman İslamiyet’i gönlünde hisseder durumda bulunur, denmektedir. Ay­rıca, fıtrat; din ve millet manasına da gelmektedir.

Said b. Müseyyeb ile Ömer b. Abdü’l-Aziz, el A’Ia sûresi, ayet; 14- 15’ın fıtra vermeye, Ramazan bayra­mı namazını kılmaya delâlet ettiğini söylerler. Ayetlerin mealleri şöyledir: “Hakikaten iyi temizlenen ve Rabbi’nin adını anarak namaz kılan kimse umduğuna erişmiştir.” Bu ayeti kerimede geçen “Temizlenen” sözünün çeşitli manalara geldiği gi­bi sadaka-ı fıtrını veren manasına da geldiği, pek haklı olarak söylen­mektedir. Böylece fıtranın ramazan orucuna mukabil iftar etmeye nisbet edilen bir isim olduğu görülmekte­dir.

İbni Kuteybe ise fıtra kelimesi­nin yaratılıştaki temizlik manasına geldiği, için bu adla anıldığını söyler ve delil olarak da, er-Rûm sûresinin otuzuncu ayetini gösterir.

Bahsedilen âyeti celilede Ce­nabı Hak şöyle buyurur: “Ey Habibim, sen yüzünü bir muvahhid olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir ki O Allah, insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır.” Bu ayetteki fıtrattan kastedilen mâ’nanın beden ve nefis için verilen sadaka-i fıtır olduğu ifa­de edilmektedir.

İmam Buhari; Hz. Ebu Hûreyre’den tahric ettiği bir hadisi şerife gö­re, Sevgili Peygamberimiz (S. A.) şöyle buyururlar: “Her çocuk İslâm fıtratı üzere dünyaya gelir. Bundan sonra anası, babası Yahudi ise onu Yahudi yapar; Nasrâni ise Nasrâni, Mecûsi ise Mecûsi yaparlar. Nitekim kusursuz olarak doğan hayvan yav­ruları içinde; kulağı, dudağı, burnu, ayağı kesik olanını görüyor musu­nuz...” dedi ve bundan sonra da bah­settiğimiz âyeti okudu. Hadisi şerif­te, “Kusursuz doğan bir hayvan yav­rusu”, temsili bir örnek olarak şu­nun için anlatılıyor: Hayvan sürüle­rinin çok olduğu devirlerde, sürüde bulunan hayvanların kime ait oldu­ğunu belirtmek için, henüz yavru ol­dukları bir dönemde bazı işaretlerle kulaklarını, ayak veya burunlarını ateşle dağlar, özel işaret koyarlardı. Hayvan kaybolunca veya başka sü­rüye karışınca tespit edilen işaret­lerle kime ait olduğu anlaşılırdı.

İşte, hadisi şerifte bütün insan­ların İslâm fıtratı, İslâm anlayış ve ahlâkı üzerine yaratıldığını; ancak bir kısmının anası babası Yahudi, Hıristiyan veya Mecûsi olduğu için, selim tabiat üzere doğan yavruları adeta ateşle dağlayarak, yaratılış özelliği hilâfına işaretler vurarak, yani menfi yönde etkileyerek, eğite­rek kusurlu ve sakat hale getirir­ler denilmektedir.

Fıtra sadakasının vucubuna ge­lince, zekâtın farz kılınmasından da­ha öncedir. Hicretin ikinci yılında, ramazan orucunun şa’ban ayında; fıtır sadakasının da ramazan ayı içe­risinde, hatta bayrama iki gün kala teşri buyurulmuş, emredilmiş oldu­ğunu görüyoruz.

Buhari’de İbni Ömer (RA.) den rivayet edilen bir hadisi şerifte: “Resulüllah (S. A.) fıtır zekâtını Müslümanlardan köleye, hüre, er­keğe, kadına, küçüğe, büyüğe; hur­madan ya da arpadan bir sa’ğ ola­rak farz (vacip) kıldı. Ve bu sadakama, halk Ramazan bayram nama­zına çıkmadan evvel verilmesini emreyledi” Ebu Said el Hudrî (R.A.)’nin, yine Sahihi Buhari’deki bir ha­disi şerifte: “Resulüllah (S.A.) za­manında biz fıtır sadakasını, rama­zan bayramı gününde yiyecekleri­mizden bir sa’ğ olarak verirdik. Bi­zim o günler mu’tad olan yemeğimiz ise arpa, kuru üzüm, yağı alınmayan keş ve kuru hurma idi.” şeklinde denilmektedir.

Fıtra vermek, karşılıklı bir yardımlaşmaktır. Orucun kabulüne, ölüm sarhoşluğunun giderilmesine, kabir azabından kurtulmaya bir ve­siledir. Ramazan orucunda bulunma­sı muhtemel olan günahlardan, oru­cun temizlenmesine bir sebeptir. Yoksulların ihtiyaçlarını gidermeye, bayram gününün neşe ve sevincinden onların da istifade etmeleri için bir yardımdır. Bu bakımdan da fıtır sa­dakası insanî bir görev; sevgi ve saygıyı da kuvvetlendiren bir hayır­dır.

Ebu Davud ve İbni Mâce’nin Sûneninde, Hz.Abdullah b. Abbâs’dan rivayet edildiğine göre: Resulüllah (S.A.) Efendimiz fıtra zekâtını, o­ruç tutan Müslüman, çirkin ve boş sözlerin günahlarından temizlemek, fakirlere de yiyecek temin etmek i­çin farz kılmıştır, Fıtrayı kim bay­ram namazından önce öderse mak­buldür; kim de namazdan sonraya bırakırsa bu, diğer sadakalar gibi, bir sadaka olmuş olur.”

Fıtra ödeyen oruçlu veya özrü sebebiyle oruç tutamayan bir Müslüman, fakir ve ihtiyaç sahibi olan kimselere bir günlük yiyecek mad­desi veya bu imkanı temin edecek para vermekle huzur duyar; müba­rek günlerde yardım elini uzatma se’adetini hisseder; komşu ve akra­bası arasında, muhtaç olan kimseleri sevindirme mutluluğuna erer.

Fıtra sadakası, Ramazan bayra­mının birinci günü tan yeri ağarma­ya başladığı andan itibaren vacip o­lursa da bundan birkaç gün önce, hatta birkaç ay evvel de verilebilir. Ancak, en güzel olanı bayramdan önce, Ramazan ayı içerisinde veril­mesidir. Zira fakirler bugünlerde ih­tiyaç ve noksanlarını kısmen de olsa gidererek, bayramın neşe ve sevinci­ne katılmış olurlar. Fıtrayı bayram­dan sonraya bırakmak mekruh oldu­ğu gibi mükellef olan, daha sonra fa­kir olsa dahi fıtranın kazası vaciptir. "Eimmeyi selâse”ye göre, sadaka-ı fıtır Ramazan-ı şerifin son akşamı, güneşin batmasından itibaren vacip olur. Meşru bir mazeret olmaksızın fıtra vermeyi bayramdan sonraya te­hir etmek yani geciktirmek haram­dır. Mamafih, tehir edilse bile fıtra sakıt olmaz; kazası lazım gelir” de­mektedirler. Hanefilere göre, nisap miktarı bir mala, malik olanlara fıtra sadakası (vaciptir); denilmekte ise de ilgili Hadis-i Şeriflerin zahir­lerine dayanarak, "Eimme-i Selâse ve cumhur-i ulema” farz olduğunu söylemektedirler.

Fıtra nisabı tesbiti zekatta ol­duğu gibi dirhemi şerî esasına daya­nır. Dirhem ise eski zaman ağırlık birimlerinden olan kırattan mey­dana gelir. Kırat ise hemen her dev­let ve millet için değişiktir. İslâm’ın bu hususta kabul ettiği ölçü ise 14 kırat = 2.806 gr. esasına dayanır; ki, bu da bir şerî dirhem eder. Bu temel ölçülere göre hesaplanınca gü­müşe göre 200 dirhem = 561.2 gr. e­der. Bir miskal de 20 kırat olduğuna göre 20 miskal altının 80.171428 gr. olduğunu görürüz. Fıtra nisabı: Hanefilere göre, asıl ihtiyaçlardan fazla 200 dirhem gümüşe veya 20 miskal altına, ya da 561.2 gr. gümüşe te­kabül eden kağıt paraya veya evin­de ihtiyaç duymadığı, fazla eşyanın değeri bilfarz satılınca bu değere u­laşırsa bu durumda olan kişiler de zengin sayılırlar, kendileri ve bak­makla mükellef bulundukları kim­selerin fıtralarını vermeleri vacip o­lur. Ancak, Hanefiler kocanın, eşinin veya akıl bâliğ olan evlâdının fıtrasını vermekle mükellef olmadığını söylerler. Fakat aile reisi tarafından verilirse kabul olacağını, iyi bir ha­reket olduğunu da ifade ederler. İmam Şafiî, Malikî ve İshak (R. A), evli kadının fıtrasını zengin olan eşinin vermesi vaciptir, derler. Zen­gin olan çocuk veya mecnunun veli­leri, bunların mallarından fıtralarını verirler. Şayet vermezlerse çocuk bâ­liğ olunca, mecnunda ifâkat bulunca geçen seneleri de ödemekle mükellef olurlar. İmam Azam ve Ebu Yusuf’un görüşleri böyledir.

“Eimmei selâseye göre fıtra ni­sabı zekât nisabı gibi değildir. Bay­ram günü ile gecesine mahsus olmak üzere kendisi ile ailesi efradının yi­yeceklerinden ve diğer asil ihtiyaç­larından fazla fıtra miktarı bir ma­la malik olan bir Müslümana da fıtra sadakası vermek bir vecibedir.” derler. Hâliyle bu durumda olanlar, bir taraftan fıtra verirken, diğer ta­raftan da fıtra alabilirler... derler. İbnû Şirin, Mübarek, Ebû Sevr de bu görüştedirler. Zaruri ihtiyaçları dı­şında nisaba mâlik olan her Müslü­man, fıtra vermekle mükelleftir.

Nisap; sınır ve işaret demektir; dinen zengin sayılmanın sınırı ve öl­çüsüdür. Asıl ihtiyaçlar: kişinin borçları, ikametgâhı, evinin lüzumlu eşyası, binip kuşanacağı zâti eşyası, dükkan, mağaza, kullandığı elbise, sanat ve iş âletleri, istifade etmekte olduğu kitap ve zarûrî giderleri, ken­disi ve bakmakla mükellef olduğu kimselerin nafaka giderleri. Bunlar zarûri ihtiyâçlardır. İşte bunlardan fazla bulunan para ve eşyaların de­ğeri nisaba malik olmalıdır. Ancak, bu fazlanın para veya ticaret malı gibi nâmı olması şart olmadığı gibi, bu fazla malın üzerinden bir sene geçmiş olması da şart değildir.

Ancak, Hanefiler, nisaba mâlik olmayanın fıtra vermesinin doğru olamayacağını şöyle ifade ederler; zi­ra, Hz. Peygamber’imiz (S.A.) “Sa­dakanın en hayırlısı zengin olarak verilenidir” diye buyurması; fakirin sadakanın sarf yeri bulunması, fakir için “bir taraftan alsın, diğer taraf­tan da versin” diyecek olursak bu husus, faydasız bir işle uğraşmak o­lur... şeklinde, nisaba mâlik olmaya­nın fıtra vermesinin gereksizliğini; fıtra sadakasında zenginliğin şart olmadığını gösteren, İbni Ömer (R. A.) hadisini daha sonra “en hayırlı sadakanın zenginlik halinde verilen sadakadır” hadisi ile vâcip hükmü­nün kaldırıldığını veya herkes için vâcip olduğuna değil de, mendûp ola­cağına hamledilmesi gerektiğini söylerler.

Ramazan-ı Şerif bayramının ilk günü tanyeri ağırmaya başlama­dan önce vefat eden veya fakir düşen veya tuluî fecirden sonra doğan kim­seler için fıtra sadakası vacip olmaz. Fakat tuluî fecirden sonra vefat e­den bir Müslüman için vacip olmuş olur; vasiyet etmiş ise terikesinin sülüsünden verilmesi gerektiği gibi vârislerinin kendi mallarından ver­meleri de caizdir.

Fıtra nisabı ile Kurban nisabı, zekât gibi değildir. Fıtra nisap mik­tarı mala sahip olan fıtrasını verme­den önce fakir olsa ya da malı telef olsa mükellef olduğu yılların fıtrası sâkıt olmaz. Keza, Ramazan-ı şerifte meşrû bir özüre mebni oruç tutama­yan hasta, yolcu veya pirifâni yaşlı­lar zengin iseler, fıtır sadakası bu durumda olanlara da vaciptir.

Sadakai fıtır, dört cins yiyecek maddesinden belirli miktarda verilir. İttifak edilen, sahih hadisi şeriflerde arpa, kuru üzüm ve hurmadan bir sa’ğ, bir ölçek yani dirhemi şerîye göre 1040 dirhem; bu da 2918.24 gram eder. Fakirin lehine olmak ü­zere 3 kg. diyebiliriz. Nesâinin Ebu Said el-Huhri’den rivayet ettiği bir hadisi şerifte “Resulüllah (S.A.) za­manında fıtra için arpa, kuru üzüm, hurma, keş ve sült ki, kabuksuz ar­pa veya buğdaya benzer bir yiyecek maddesi, denilen yiyeceklerimizden bir ölçek fıtra verirdik.” denilmekte­dir. Keş: kaymağı alınmadan süzülüp kurutulan yoğurt; karakurut veya yalnız kurut diye anlatılmaktadır.

Cumhurun görüşüne göre Hz. Peygamber (S.A.) devrinde Medine havalisinde buğday mahsulü, yiyecek maddesi olarak pek bulunmadığından, fitra sadakasını gösteren gıda malze­meleri arasında yer almamıştır. Buğday, fıtra verilecek yiyecek mad­delerine, Ashab tarafından sonradan ilave edilmiştir. Değer bakımdan As­hab devrinde diğer gıda maddeleri­nin ayni ölçeğe göre iki katı bulun­duğu için Ashab’dan bir kısmı yarım ölçek, diğerleri de tam ölçek olarak verilmesi görüşünde bulunmuşlardır. Gerçi İbni Abbas’dan (R.A.) riva­yet edildiğine göre Hz. Peygamber, Hûlefâ-i Raşîdîn ve diğer bir kısım sahabe, buğdaydan yarım ölçek fıtra verileceğini söylemiş ise de, muhaddisler bu rivayetleri zayıf diye, delil olarak kabul etmemişlerdir.

Ancak, Ebû Sâid el-Hudri (R. A.) nin, sahihayn de anlattığına gö­re, "Hz. Mu’aviye halife olunca hac veya umreye geldi; minbere çıkarak bir konuşma yaptı. Konuşması esna­sında şöyle söyledi “Ben, yarım öl­çek Şam Buğdayının bir ölçek hur­maya denk geldiğini görüyorum” Bundan sonra insanlar onun sözünü kabul ederek, buğdaydan yarım öl­çek ödemeye başladılar. Fakat ben Mu’aviye’nin içtihadına uymadım, di­ğerlerinde olduğu gibi buğdaydan da bir ölçek vermeye devam ettim.”

Görülüyor ki, İmam Şafiî, Mâ­liki, Hanbeli ve İshak bin Râhüyeh (Râheveyh) (R.A.) Ebu Sâid’in gö­rüşünü tercih ederek fitır sadakası için buğdaydan da bir ölçeği ihtiyar etmişlerdir. İmam A’zam (R.A.) ise daha ziyade Mu’aviye hadisine görü­şüne dayanarak, buğdaydan yarım ölçeği uygun bulmuşlardır. Bu hususta, ölçek eşitliğinden ziyade değer eşitliğine ağırlık vermek istedikleri görülmektedir. Ayrıca, Ebu Dâvud’un süneninde, Hâkim’in Müstedrek’inde bulunan hadisi şerif’ler, fitır sadakası için buğdaydan yarım ölçek olacağını belirtmektedir. Ne var ki diğer hadisçiler bu rivayetleri zayıf bulmuş, delil olmak için yeterli gör­memişlerdir.

Fıtra da zekât gibi niyete da­yandırılarak, fakirlere temlik sure­tiyle verilir. Fakat fakire verilirken bunun bir fıtra olduğunu söylemeye lüzum yoktur. Fıtır sadakası, mükel­lefin bulunduğu yerdeki fakirlere ve­rilmelidir; başka yerlerdeki fakirle­re gönderilmesi mekruhtur. Bir kim­se kendi fitrasını, fakir olan zevcesi­ne, baba veya dedesine, evlat veya torunlarına veremez. Zekâtta olduğu gibi, fıtra verilirken de bahsedilen gıda maddelerinden aynî olarak ver­mek yerine karşılığını para olarak da vermek câizdir. Gıda malzemelerinin çeşitli, bol olduğu devirlerde fıtrayı para olarak vermek daha faziletlidir. Ancak, Eimmei Selâse ile Ebu Be­kir el A’meş, fıtrayı nakdi değil de aynî olarak fakire vermek mecburi­yeti vardır, derler.

Bu araştırma ve inceleme sonun­da, zengin sayılan Ashab-ı Kiram (R.A.), fıtralarını yedikleri gıda maddelerinin en çok sarf edileninden bir ölçek olarak verdiklerini görüyo­ruz. Arpa, üzüm, hurma yanında süit ve keş’ten de birer ölçek verildiği sahih kaynaklarda mevcuttur. İbnü Sîrin der ki: Bir kimse buğday, arpa, hurma, süit ve kuru üzümden hangi­sini fıtra olarak verirse câizdir. Zira bunlardan her birerinden fitra veril­diğini delillerden anlıyoruz, imam Şafiî (R.A.) der ki: Bir kimsenin ek­seri yiyecek maddesi ne ise onlardan fıtra vermesi gerekir. Başka cins yi­yecek maddelerinden fitra vermesi mekruhtur. Resulüllah (S.A.)’in sün­netinde fitra zekâtı, kişinin yiyecek maddeleri ile zekâta tabi eşyadandır. Bir kimse buğday yerde, daha ucuz olan arpadan ıtra verirse mekruhtur. Eğer böyle yaparsa, yeniden buğday üzerinden fıtra vermesi gerekir. Fakat bilfarz arpa yiyip de daha pa­halı ve fakire yararlı olacak buğday­dan öderse bu daha faziletli olur.” der.

Bütün bu ifadeler şöyle özetle­nebilir:

  1. Fıtra, devr-i se’adette emre­dilen gıda maddelerinin herhangi bi­rinden, genelde daha fazla kullanıla­nından bir ölçek olarak verilmelidir. Bu görüş orijinal görüştür; sünnet ölçülerini kapsayan da bir görüştür. Bugünkü İslâm âlemine bakılınca bahsedilen gıda maddelerinden en fazla yenileni buğdaydır. O halde, buğdaydan aynî olarak bir ölçek veya bunun karşılığı parayı fakire verirsek fıtra için yeterli olacağı görülmek­tedir. Ancak, bu şekilde fakire bir günlük yiyecek karşılığı verilirken mükellef olan zenginin bir günde or­talama yediği ile aynı değerde olma­yabilir. Zira zengin, genelde daha çeşitli gıda maddeleri kullanmakta­dır. Meselâ; buğday ve çeşitli mamulleri ve çeşitli yağ ve peynirler, pirinç, nohut, üzüm, mercimek ve çe­şitli sebzeler, bal, pekmez, reçel, zeytin ve benzerleri. Fıtra verilirken zengin bunları da hesaba katarsa fa­kire bir ölçek olarak ödediği buğday veya bunun karşılığı para, kendisinin günlük olarak, ortalama yediğinin yarısı veya belki beşte biri kadar olacaktır. Böyle olunca “Yedikleri­nizden fakirlere veriniz, onlarda sizin kardeşlerinizdir” emrine ve hik­metine uyulmamış olacaktır.

  1. Veya orijinal olarak görülen arpa, hurma, üzüm, buğday, süit ve keş gibi gıda maddelerinin fiyat orta­laması olarak fıtrayı düşünürsek, bunlardan meselâ sûltün arpa mı; buğday mı veya başka bir gıda maddesi mi olduğu kesin olarak biline­mediği gibi, günlük gıda maddelerinin her zaman içinde bulunmayan keş, hurma, üzümü de hesaba kat­mak; yenmeyen veya yenilemeyen şeyleri, yenmiş gibi kabul etmek olur ki, Yüce Dinin teşri ve hikmet an­layışı ile bağdaşamaz. Bu da “yedi­ğiniz gıda maddelerinden fakirleri de yediriniz” emrine diğer bir muha­lefet olur.

Netice olarak, görülüyor ki fıtranın en gerçek şekli, sünneti seniyyenin hikmet esprisine en uygun o­lan usulü mükellef olan zenginin bulunmuş olduğu yöre ve ülkede en fazla tüketilen, sarf edilen gıda mad­desi ve mamullerinden en az bir öl­çek olarak verilen şeklidir. Bugün memleketimizde gıda maddesi ola­rak, hemen herkes tarafından kullanılan buğday ve bunun çeşitli şekil­leridir. Belki, diğer birçok İslâm ül­kelerinde de durum aynıdır. Ya da başka gıda maddesi te’ammüm et­miştir. Her halükârda sarf edilen gıda maddesi ve mamullerinden bir ölçeği veya karşılığı, para olarak fa­kire verilmelidir. Meselâ, memleketi­mizde, şu zamanda buğday ve çeşitle­ri; aşurelik, normal, birinci, ikinci un vb. şeklinde bulunmaktadır. Bun­ların takriben üçer kg’nın toplam fiyat ortalaması fıtranın asgari had­dini teşkil etmelidir.

  1. Aslında, buğday başta ol­mak üzere, normal olarak bir günde yediğimiz gıda maddelerinin ortala­ma para olarak değeri, gerçek fıtrayı teşkil eder. Dinin hikmetine uygun olan da sanırız ki budur. Ancak, bu­nu lira ve kuruşuna kadar tespit et­mek cidden zordur. O halde bu du­rum karşısında yapılacak en hayırlı değerlendirme, asgari fıtra dediğimiz buğdaya göre tespit edilen değerin, zenginin kendi tahmin ve ölçülerine göre, en az bir katından 3-5 veya da­ha fazla katı kadar olan tutarının para olarak fakire verilmesidir.

Mutlaka, İslâm Dininin her emri hikmet ve faydalarla doludur. Fıtır sadakası da bunlardan biridir. Sami­mi ve ihlâsa dayalı olarak, ölçüle­rine uygun bir şekilde verilen fıtranın, Yüce Allah katında kabûle maz­har olacağını, Afvi İlahi’ye erdirece­ğini, Müslüman cemaat arasında bir­lik, beraberlik; huzur, sükûn, maddi ve manevi dayanışmayı sağlayacağını; sevgi ve saygıyı kuvvetlendire­ceğini ifade eder.