Fıtır Sadakası Nedir, Nasıl Verilmelidir?
Fıtır sadakası, Ramazan-ı Şerifin sonuna yetişen ve asil ihtiyaçlarından başka en az nisap miktarı bir mala mâlik bulunan hür Müslüman için verilmesi vacip olan bir sadakadır. Buna fıtra zekatı, Ramazan zekatı, oruç zekatı; ramazan sadakası, zekâtı-ebdân, yani bedenlerin zekatı da denir. Ancak, bunlar arasında en meşhur olanı "sadakai fıtır” adıdır.
Fıtrat kelimesi, Ramazan orucunun edasına, ikmaline muvaffak olmaya bir şükran borcu olarak fakirlere verilen belirli sadakanın adı olduğu gibi hilkat ve yaratılış manasına da gelir; ki ana kanımdaki çocuğun dünyaya gelişinde, tabii olarak meyledeceği “hilkati asliye” ye de denir. Sevgili Peygamber’imiz (S.A.)’in: “her doğan çocuk, İslâm seciyesinde, İslâm karakterinde, İslâm anlayışında doğar...” yani her doğan yavru, İslâmiyet’i kabule öyle müsait bir tabiatta doğar ki, çocuk, bu yaratılış özelliği ile baş başa bırakılıp menfi müdahale edilmezse bu seciyede yaşamayı arzular, her zaman İslamiyet’i gönlünde hisseder durumda bulunur, denmektedir. Ayrıca, fıtrat; din ve millet manasına da gelmektedir.
Said b. Müseyyeb ile Ömer b. Abdü’l-Aziz, el A’Ia sûresi, ayet; 14- 15’ın fıtra vermeye, Ramazan bayramı namazını kılmaya delâlet ettiğini söylerler. Ayetlerin mealleri şöyledir: “Hakikaten iyi temizlenen ve Rabbi’nin adını anarak namaz kılan kimse umduğuna erişmiştir.” Bu ayeti kerimede geçen “Temizlenen” sözünün çeşitli manalara geldiği gibi sadaka-ı fıtrını veren manasına da geldiği, pek haklı olarak söylenmektedir. Böylece fıtranın ramazan orucuna mukabil iftar etmeye nisbet edilen bir isim olduğu görülmektedir.
İbni Kuteybe ise fıtra kelimesinin yaratılıştaki temizlik manasına geldiği, için bu adla anıldığını söyler ve delil olarak da, er-Rûm sûresinin otuzuncu ayetini gösterir.
Bahsedilen âyeti celilede Cenabı Hak şöyle buyurur: “Ey Habibim, sen yüzünü bir muvahhid olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir ki O Allah, insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır.” Bu ayetteki fıtrattan kastedilen mâ’nanın beden ve nefis için verilen sadaka-i fıtır olduğu ifade edilmektedir.
İmam Buhari; Hz. Ebu Hûreyre’den tahric ettiği bir hadisi şerife göre, Sevgili Peygamberimiz (S. A.) şöyle buyururlar: “Her çocuk İslâm fıtratı üzere dünyaya gelir. Bundan sonra anası, babası Yahudi ise onu Yahudi yapar; Nasrâni ise Nasrâni, Mecûsi ise Mecûsi yaparlar. Nitekim kusursuz olarak doğan hayvan yavruları içinde; kulağı, dudağı, burnu, ayağı kesik olanını görüyor musunuz...” dedi ve bundan sonra da bahsettiğimiz âyeti okudu. Hadisi şerifte, “Kusursuz doğan bir hayvan yavrusu”, temsili bir örnek olarak şunun için anlatılıyor: Hayvan sürülerinin çok olduğu devirlerde, sürüde bulunan hayvanların kime ait olduğunu belirtmek için, henüz yavru oldukları bir dönemde bazı işaretlerle kulaklarını, ayak veya burunlarını ateşle dağlar, özel işaret koyarlardı. Hayvan kaybolunca veya başka sürüye karışınca tespit edilen işaretlerle kime ait olduğu anlaşılırdı.
İşte, hadisi şerifte bütün insanların İslâm fıtratı, İslâm anlayış ve ahlâkı üzerine yaratıldığını; ancak bir kısmının anası babası Yahudi, Hıristiyan veya Mecûsi olduğu için, selim tabiat üzere doğan yavruları adeta ateşle dağlayarak, yaratılış özelliği hilâfına işaretler vurarak, yani menfi yönde etkileyerek, eğiterek kusurlu ve sakat hale getirirler denilmektedir.
Fıtra sadakasının vucubuna gelince, zekâtın farz kılınmasından daha öncedir. Hicretin ikinci yılında, ramazan orucunun şa’ban ayında; fıtır sadakasının da ramazan ayı içerisinde, hatta bayrama iki gün kala teşri buyurulmuş, emredilmiş olduğunu görüyoruz.
Buhari’de İbni Ömer (RA.) den rivayet edilen bir hadisi şerifte: “Resulüllah (S. A.) fıtır zekâtını Müslümanlardan köleye, hüre, erkeğe, kadına, küçüğe, büyüğe; hurmadan ya da arpadan bir sa’ğ olarak farz (vacip) kıldı. Ve bu sadakama, halk Ramazan bayram namazına çıkmadan evvel verilmesini emreyledi” Ebu Said el Hudrî (R.A.)’nin, yine Sahihi Buhari’deki bir hadisi şerifte: “Resulüllah (S.A.) zamanında biz fıtır sadakasını, ramazan bayramı gününde yiyeceklerimizden bir sa’ğ olarak verirdik. Bizim o günler mu’tad olan yemeğimiz ise arpa, kuru üzüm, yağı alınmayan keş ve kuru hurma idi.” şeklinde denilmektedir.
Fıtra vermek, karşılıklı bir yardımlaşmaktır. Orucun kabulüne, ölüm sarhoşluğunun giderilmesine, kabir azabından kurtulmaya bir vesiledir. Ramazan orucunda bulunması muhtemel olan günahlardan, orucun temizlenmesine bir sebeptir. Yoksulların ihtiyaçlarını gidermeye, bayram gününün neşe ve sevincinden onların da istifade etmeleri için bir yardımdır. Bu bakımdan da fıtır sadakası insanî bir görev; sevgi ve saygıyı da kuvvetlendiren bir hayırdır.
Ebu Davud ve İbni Mâce’nin Sûneninde, Hz.Abdullah b. Abbâs’dan rivayet edildiğine göre: Resulüllah (S.A.) Efendimiz fıtra zekâtını, oruç tutan Müslüman, çirkin ve boş sözlerin günahlarından temizlemek, fakirlere de yiyecek temin etmek için farz kılmıştır, Fıtrayı kim bayram namazından önce öderse makbuldür; kim de namazdan sonraya bırakırsa bu, diğer sadakalar gibi, bir sadaka olmuş olur.”
Fıtra ödeyen oruçlu veya özrü sebebiyle oruç tutamayan bir Müslüman, fakir ve ihtiyaç sahibi olan kimselere bir günlük yiyecek maddesi veya bu imkanı temin edecek para vermekle huzur duyar; mübarek günlerde yardım elini uzatma se’adetini hisseder; komşu ve akrabası arasında, muhtaç olan kimseleri sevindirme mutluluğuna erer.
Fıtra sadakası, Ramazan bayramının birinci günü tan yeri ağarmaya başladığı andan itibaren vacip olursa da bundan birkaç gün önce, hatta birkaç ay evvel de verilebilir. Ancak, en güzel olanı bayramdan önce, Ramazan ayı içerisinde verilmesidir. Zira fakirler bugünlerde ihtiyaç ve noksanlarını kısmen de olsa gidererek, bayramın neşe ve sevincine katılmış olurlar. Fıtrayı bayramdan sonraya bırakmak mekruh olduğu gibi mükellef olan, daha sonra fakir olsa dahi fıtranın kazası vaciptir. "Eimmeyi selâse”ye göre, sadaka-ı fıtır Ramazan-ı şerifin son akşamı, güneşin batmasından itibaren vacip olur. Meşru bir mazeret olmaksızın fıtra vermeyi bayramdan sonraya tehir etmek yani geciktirmek haramdır. Mamafih, tehir edilse bile fıtra sakıt olmaz; kazası lazım gelir” demektedirler. Hanefilere göre, nisap miktarı bir mala, malik olanlara fıtra sadakası (vaciptir); denilmekte ise de ilgili Hadis-i Şeriflerin zahirlerine dayanarak, "Eimme-i Selâse ve cumhur-i ulema” farz olduğunu söylemektedirler.
Fıtra nisabı tesbiti zekatta olduğu gibi dirhemi şerî esasına dayanır. Dirhem ise eski zaman ağırlık birimlerinden olan kırattan meydana gelir. Kırat ise hemen her devlet ve millet için değişiktir. İslâm’ın bu hususta kabul ettiği ölçü ise 14 kırat = 2.806 gr. esasına dayanır; ki, bu da bir şerî dirhem eder. Bu temel ölçülere göre hesaplanınca gümüşe göre 200 dirhem = 561.2 gr. eder. Bir miskal de 20 kırat olduğuna göre 20 miskal altının 80.171428 gr. olduğunu görürüz. Fıtra nisabı: Hanefilere göre, asıl ihtiyaçlardan fazla 200 dirhem gümüşe veya 20 miskal altına, ya da 561.2 gr. gümüşe tekabül eden kağıt paraya veya evinde ihtiyaç duymadığı, fazla eşyanın değeri bilfarz satılınca bu değere ulaşırsa bu durumda olan kişiler de zengin sayılırlar, kendileri ve bakmakla mükellef bulundukları kimselerin fıtralarını vermeleri vacip olur. Ancak, Hanefiler kocanın, eşinin veya akıl bâliğ olan evlâdının fıtrasını vermekle mükellef olmadığını söylerler. Fakat aile reisi tarafından verilirse kabul olacağını, iyi bir hareket olduğunu da ifade ederler. İmam Şafiî, Malikî ve İshak (R. A), evli kadının fıtrasını zengin olan eşinin vermesi vaciptir, derler. Zengin olan çocuk veya mecnunun velileri, bunların mallarından fıtralarını verirler. Şayet vermezlerse çocuk bâliğ olunca, mecnunda ifâkat bulunca geçen seneleri de ödemekle mükellef olurlar. İmam Azam ve Ebu Yusuf’un görüşleri böyledir.
“Eimmei selâseye göre fıtra nisabı zekât nisabı gibi değildir. Bayram günü ile gecesine mahsus olmak üzere kendisi ile ailesi efradının yiyeceklerinden ve diğer asil ihtiyaçlarından fazla fıtra miktarı bir mala malik olan bir Müslümana da fıtra sadakası vermek bir vecibedir.” derler. Hâliyle bu durumda olanlar, bir taraftan fıtra verirken, diğer taraftan da fıtra alabilirler... derler. İbnû Şirin, Mübarek, Ebû Sevr de bu görüştedirler. Zaruri ihtiyaçları dışında nisaba mâlik olan her Müslüman, fıtra vermekle mükelleftir.
Nisap; sınır ve işaret demektir; dinen zengin sayılmanın sınırı ve ölçüsüdür. Asıl ihtiyaçlar: kişinin borçları, ikametgâhı, evinin lüzumlu eşyası, binip kuşanacağı zâti eşyası, dükkan, mağaza, kullandığı elbise, sanat ve iş âletleri, istifade etmekte olduğu kitap ve zarûrî giderleri, kendisi ve bakmakla mükellef olduğu kimselerin nafaka giderleri. Bunlar zarûri ihtiyâçlardır. İşte bunlardan fazla bulunan para ve eşyaların değeri nisaba malik olmalıdır. Ancak, bu fazlanın para veya ticaret malı gibi nâmı olması şart olmadığı gibi, bu fazla malın üzerinden bir sene geçmiş olması da şart değildir.
Ancak, Hanefiler, nisaba mâlik olmayanın fıtra vermesinin doğru olamayacağını şöyle ifade ederler; zira, Hz. Peygamber’imiz (S.A.) “Sadakanın en hayırlısı zengin olarak verilenidir” diye buyurması; fakirin sadakanın sarf yeri bulunması, fakir için “bir taraftan alsın, diğer taraftan da versin” diyecek olursak bu husus, faydasız bir işle uğraşmak olur... şeklinde, nisaba mâlik olmayanın fıtra vermesinin gereksizliğini; fıtra sadakasında zenginliğin şart olmadığını gösteren, İbni Ömer (R. A.) hadisini daha sonra “en hayırlı sadakanın zenginlik halinde verilen sadakadır” hadisi ile vâcip hükmünün kaldırıldığını veya herkes için vâcip olduğuna değil de, mendûp olacağına hamledilmesi gerektiğini söylerler.
Ramazan-ı Şerif bayramının ilk günü tanyeri ağırmaya başlamadan önce vefat eden veya fakir düşen veya tuluî fecirden sonra doğan kimseler için fıtra sadakası vacip olmaz. Fakat tuluî fecirden sonra vefat eden bir Müslüman için vacip olmuş olur; vasiyet etmiş ise terikesinin sülüsünden verilmesi gerektiği gibi vârislerinin kendi mallarından vermeleri de caizdir.
Fıtra nisabı ile Kurban nisabı, zekât gibi değildir. Fıtra nisap miktarı mala sahip olan fıtrasını vermeden önce fakir olsa ya da malı telef olsa mükellef olduğu yılların fıtrası sâkıt olmaz. Keza, Ramazan-ı şerifte meşrû bir özüre mebni oruç tutamayan hasta, yolcu veya pirifâni yaşlılar zengin iseler, fıtır sadakası bu durumda olanlara da vaciptir.
Sadakai fıtır, dört cins yiyecek maddesinden belirli miktarda verilir. İttifak edilen, sahih hadisi şeriflerde arpa, kuru üzüm ve hurmadan bir sa’ğ, bir ölçek yani dirhemi şerîye göre 1040 dirhem; bu da 2918.24 gram eder. Fakirin lehine olmak üzere 3 kg. diyebiliriz. Nesâinin Ebu Said el-Huhri’den rivayet ettiği bir hadisi şerifte “Resulüllah (S.A.) zamanında fıtra için arpa, kuru üzüm, hurma, keş ve sült ki, kabuksuz arpa veya buğdaya benzer bir yiyecek maddesi, denilen yiyeceklerimizden bir ölçek fıtra verirdik.” denilmektedir. Keş: kaymağı alınmadan süzülüp kurutulan yoğurt; karakurut veya yalnız kurut diye anlatılmaktadır.
Cumhurun görüşüne göre Hz. Peygamber (S.A.) devrinde Medine havalisinde buğday mahsulü, yiyecek maddesi olarak pek bulunmadığından, fitra sadakasını gösteren gıda malzemeleri arasında yer almamıştır. Buğday, fıtra verilecek yiyecek maddelerine, Ashab tarafından sonradan ilave edilmiştir. Değer bakımdan Ashab devrinde diğer gıda maddelerinin ayni ölçeğe göre iki katı bulunduğu için Ashab’dan bir kısmı yarım ölçek, diğerleri de tam ölçek olarak verilmesi görüşünde bulunmuşlardır. Gerçi İbni Abbas’dan (R.A.) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber, Hûlefâ-i Raşîdîn ve diğer bir kısım sahabe, buğdaydan yarım ölçek fıtra verileceğini söylemiş ise de, muhaddisler bu rivayetleri zayıf diye, delil olarak kabul etmemişlerdir.
Ancak, Ebû Sâid el-Hudri (R. A.) nin, sahihayn de anlattığına göre, "Hz. Mu’aviye halife olunca hac veya umreye geldi; minbere çıkarak bir konuşma yaptı. Konuşması esnasında şöyle söyledi “Ben, yarım ölçek Şam Buğdayının bir ölçek hurmaya denk geldiğini görüyorum” Bundan sonra insanlar onun sözünü kabul ederek, buğdaydan yarım ölçek ödemeye başladılar. Fakat ben Mu’aviye’nin içtihadına uymadım, diğerlerinde olduğu gibi buğdaydan da bir ölçek vermeye devam ettim.”
Görülüyor ki, İmam Şafiî, Mâliki, Hanbeli ve İshak bin Râhüyeh (Râheveyh) (R.A.) Ebu Sâid’in görüşünü tercih ederek fitır sadakası için buğdaydan da bir ölçeği ihtiyar etmişlerdir. İmam A’zam (R.A.) ise daha ziyade Mu’aviye hadisine görüşüne dayanarak, buğdaydan yarım ölçeği uygun bulmuşlardır. Bu hususta, ölçek eşitliğinden ziyade değer eşitliğine ağırlık vermek istedikleri görülmektedir. Ayrıca, Ebu Dâvud’un süneninde, Hâkim’in Müstedrek’inde bulunan hadisi şerif’ler, fitır sadakası için buğdaydan yarım ölçek olacağını belirtmektedir. Ne var ki diğer hadisçiler bu rivayetleri zayıf bulmuş, delil olmak için yeterli görmemişlerdir.
Fıtra da zekât gibi niyete dayandırılarak, fakirlere temlik suretiyle verilir. Fakat fakire verilirken bunun bir fıtra olduğunu söylemeye lüzum yoktur. Fıtır sadakası, mükellefin bulunduğu yerdeki fakirlere verilmelidir; başka yerlerdeki fakirlere gönderilmesi mekruhtur. Bir kimse kendi fitrasını, fakir olan zevcesine, baba veya dedesine, evlat veya torunlarına veremez. Zekâtta olduğu gibi, fıtra verilirken de bahsedilen gıda maddelerinden aynî olarak vermek yerine karşılığını para olarak da vermek câizdir. Gıda malzemelerinin çeşitli, bol olduğu devirlerde fıtrayı para olarak vermek daha faziletlidir. Ancak, Eimmei Selâse ile Ebu Bekir el A’meş, fıtrayı nakdi değil de aynî olarak fakire vermek mecburiyeti vardır, derler.
Bu araştırma ve inceleme sonunda, zengin sayılan Ashab-ı Kiram (R.A.), fıtralarını yedikleri gıda maddelerinin en çok sarf edileninden bir ölçek olarak verdiklerini görüyoruz. Arpa, üzüm, hurma yanında süit ve keş’ten de birer ölçek verildiği sahih kaynaklarda mevcuttur. İbnü Sîrin der ki: Bir kimse buğday, arpa, hurma, süit ve kuru üzümden hangisini fıtra olarak verirse câizdir. Zira bunlardan her birerinden fitra verildiğini delillerden anlıyoruz, imam Şafiî (R.A.) der ki: Bir kimsenin ekseri yiyecek maddesi ne ise onlardan fıtra vermesi gerekir. Başka cins yiyecek maddelerinden fitra vermesi mekruhtur. Resulüllah (S.A.)’in sünnetinde fitra zekâtı, kişinin yiyecek maddeleri ile zekâta tabi eşyadandır. Bir kimse buğday yerde, daha ucuz olan arpadan ıtra verirse mekruhtur. Eğer böyle yaparsa, yeniden buğday üzerinden fıtra vermesi gerekir. Fakat bilfarz arpa yiyip de daha pahalı ve fakire yararlı olacak buğdaydan öderse bu daha faziletli olur.” der.
Bütün bu ifadeler şöyle özetlenebilir:
- Fıtra, devr-i se’adette emredilen gıda maddelerinin herhangi birinden, genelde daha fazla kullanılanından bir ölçek olarak verilmelidir. Bu görüş orijinal görüştür; sünnet ölçülerini kapsayan da bir görüştür. Bugünkü İslâm âlemine bakılınca bahsedilen gıda maddelerinden en fazla yenileni buğdaydır. O halde, buğdaydan aynî olarak bir ölçek veya bunun karşılığı parayı fakire verirsek fıtra için yeterli olacağı görülmektedir. Ancak, bu şekilde fakire bir günlük yiyecek karşılığı verilirken mükellef olan zenginin bir günde ortalama yediği ile aynı değerde olmayabilir. Zira zengin, genelde daha çeşitli gıda maddeleri kullanmaktadır. Meselâ; buğday ve çeşitli mamulleri ve çeşitli yağ ve peynirler, pirinç, nohut, üzüm, mercimek ve çeşitli sebzeler, bal, pekmez, reçel, zeytin ve benzerleri. Fıtra verilirken zengin bunları da hesaba katarsa fakire bir ölçek olarak ödediği buğday veya bunun karşılığı para, kendisinin günlük olarak, ortalama yediğinin yarısı veya belki beşte biri kadar olacaktır. Böyle olunca “Yediklerinizden fakirlere veriniz, onlarda sizin kardeşlerinizdir” emrine ve hikmetine uyulmamış olacaktır.
- Veya orijinal olarak görülen arpa, hurma, üzüm, buğday, süit ve keş gibi gıda maddelerinin fiyat ortalaması olarak fıtrayı düşünürsek, bunlardan meselâ sûltün arpa mı; buğday mı veya başka bir gıda maddesi mi olduğu kesin olarak bilinemediği gibi, günlük gıda maddelerinin her zaman içinde bulunmayan keş, hurma, üzümü de hesaba katmak; yenmeyen veya yenilemeyen şeyleri, yenmiş gibi kabul etmek olur ki, Yüce Dinin teşri ve hikmet anlayışı ile bağdaşamaz. Bu da “yediğiniz gıda maddelerinden fakirleri de yediriniz” emrine diğer bir muhalefet olur.
Netice olarak, görülüyor ki fıtranın en gerçek şekli, sünneti seniyyenin hikmet esprisine en uygun olan usulü mükellef olan zenginin bulunmuş olduğu yöre ve ülkede en fazla tüketilen, sarf edilen gıda maddesi ve mamullerinden en az bir ölçek olarak verilen şeklidir. Bugün memleketimizde gıda maddesi olarak, hemen herkes tarafından kullanılan buğday ve bunun çeşitli şekilleridir. Belki, diğer birçok İslâm ülkelerinde de durum aynıdır. Ya da başka gıda maddesi te’ammüm etmiştir. Her halükârda sarf edilen gıda maddesi ve mamullerinden bir ölçeği veya karşılığı, para olarak fakire verilmelidir. Meselâ, memleketimizde, şu zamanda buğday ve çeşitleri; aşurelik, normal, birinci, ikinci un vb. şeklinde bulunmaktadır. Bunların takriben üçer kg’nın toplam fiyat ortalaması fıtranın asgari haddini teşkil etmelidir.
- Aslında, buğday başta olmak üzere, normal olarak bir günde yediğimiz gıda maddelerinin ortalama para olarak değeri, gerçek fıtrayı teşkil eder. Dinin hikmetine uygun olan da sanırız ki budur. Ancak, bunu lira ve kuruşuna kadar tespit etmek cidden zordur. O halde bu durum karşısında yapılacak en hayırlı değerlendirme, asgari fıtra dediğimiz buğdaya göre tespit edilen değerin, zenginin kendi tahmin ve ölçülerine göre, en az bir katından 3-5 veya daha fazla katı kadar olan tutarının para olarak fakire verilmesidir.
Mutlaka, İslâm Dininin her emri hikmet ve faydalarla doludur. Fıtır sadakası da bunlardan biridir. Samimi ve ihlâsa dayalı olarak, ölçülerine uygun bir şekilde verilen fıtranın, Yüce Allah katında kabûle mazhar olacağını, Afvi İlahi’ye erdireceğini, Müslüman cemaat arasında birlik, beraberlik; huzur, sükûn, maddi ve manevi dayanışmayı sağlayacağını; sevgi ve saygıyı kuvvetlendireceğini ifade eder.