Makale

İslam Coğrafyacılarından El - Hamevî’ye Göre Fırat Havzası Şehirleri

İslam Coğrafyacılarından
El - Hamevî’ye Göre
Fırat Havzası Şehirleri*

Doç. Dr. Zekeriya KİTAPÇI
Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Tarih Bölümü Başkanı

GİRİŞ

Bilindiği gibi (1179-1229) yılları arasında yaşayan büyük İslâm Coğraf­yacısı el-Hamevi, bir tacir olduğu kadar gezgin bir kimsedir. İslâm ülkeleri hakkındaki çok geniş bilgisi ve çeşitli konulardaki umumi kültürü ile dikkat­leri çekmektedir. O aynı zamanda devrinin akli ve nakli ilimlerini öğrenmiş ön­de gelen âlimlerinden biridir. Daha sonraları gezip dolaştığı bu yerler ve şe­hirler hakkında pek çok bilgiler toplayan el-Hamevi bir taraftan bu müşahede­leri, diğer taraftan da kendisinden önce gelen birçok âlimlerin eserlerinden de yararlanarak en büyük çalışmalarından biri olan “Mucemu’l-Buldan - Ülkeler Ansiklopedisi” adındaki kıymetli eserini yazmıştır.

O, ilim âleminin çok yakından tanıdığı bu meşhur eserinde, çok geniş bir sahaya yayılmış olan hilâfet ülkesinin şehirleri, yolları ve şehirlerde yaşayan insanların örf, adet ve ananeleri yanı sıra bu şehirlerin sosyal ve iktisadi du­rumları hakkında gerçekten de kıymetli bilgiler vermektedir.

el-Hamevi’nin, böyle birkaç satırla muhtevasını tanıtmaya çalıştığımız bu hacimli eseri incelendiğinde onun Fırat Havzası ve bölgedeki yerleşim merkez­leri, önemli şehirler ve onların tarih ve mitolojileri hakkında hiç de küçümsenmeyecek bilgiler verdiği görülmektedir. Bizim bu tebliğimizde el-Hamevi’ nin bölge şehirleri hakkında itina ile kaydettiği bu bilgiler belirli ölçüde değerlendirilecek ve okuyucuların bugünkü Anadolu şehirlerinin sekiz asır önceki du­rumları hakkında hiç olmasa bir fikir edinmeleri sağlanacaktır. Ancak el-Ha­mevi’nin Fırat Havzası şehirleri hakkında verdiği kıymetli bilgileri değerlen­dirmeye geçmeden önce onun hayatı hakkında bazı açıklamalarda bulunmak her halde yararlı olacaktır.

el-Hamevi’nin Kısaca Hayatı:

Müellifin asıl adı; Şihabüddin Ebu Abdullah, Er-Rumi, El-Hamevi’ dir. İbni Hallikan onun 575/1179 yılında doğduğunu kaydetmektedir. (1) Diğer birçok İslam âlimleri gibi onun da doğum yeri kesin olarak bilinmemektedir. Fa­kat Er-Rumi denildiğine göre, Anadolu kasabalarından birinde doğduğu bir ger­çektir Zira o ve daha önceki devir İslam, tarih ve coğrafyacılarının eserlerinde bugünkü Anadolu toprakları “Bilad-Er-Rum” (Rum Diyarı) olarak zikredilmekte­dir. Diğer taraftan XII. ve XIII. yüzyıllar (el-Hamevi’nin yaşadığı devreler) Anadolu’ya büyük ölçüde göçebe Türk unsuru yerleştiği önemli yıllardır. Onun için Er-Rumi’nin aslen Türk olabileceğini akla uygun bir ihtimal olarak iddia eden­ler vardır.(2) Fakat kaynaklarda bu görüşü takviye eden herhangi bir açıkla­ma yoktur.

Bağdatlı ve "Asker el-Hamevi" adında zengin bir tüccar tarafından köle olarak satın alınmış ve efendisinin bu adından dolayı ona da el-Hamevi denil­miştir. Cahil ve fakat zengin bir tüccar olan efendisi onun ileride ticarette ken­disine yardım etmesi için okuma ve yazma öğrenmesini istemiştir. Bu şekilde okuma yazmayı öğrenen ve ilmi tahsile bağlayan el-Hamevi sonunda hatırı sa­yılır ünlü bir âlim değerli bir İslam coğrafyacısı olmuştur. Fakat o, önceleri iyi bir tüccar olarak yetişmiştir. Ticaretteki bu üstün yeteneğini ispat edince efendisi, onu Amman, Kudüs, Şam gibi zamanın büyük şehirleri ve aynı zaman­da ilim merkezlerine göndermiş ve muntazam ticari seferlerde bulunmuştur. O bu vesile ile Anadolu’nun meselâ Diyarbakır, Hısnı Keyfa gibi birçok şehir­lerin ede uğramıştır.

Daha sonraları, her nasılsa, efendisi ile araları açılan el-Hamevi azat edilmiş ve Bağdat’tan da uzaklaşma durumunda kalmıştır. Fakat bu çok sür­memiş efendisi onu affederek, tekrar yanına almış ve ticari işlerinin yürütül­mesini istemiştir. Fakat aradan çok geçmeden efendisi ölmüş, o da sermaye­deki payını alarak Şam’a gelmiştir. (613/1216) (3) Kendisi koyu bir Hz. Ali ta­raftarı olarak bilinir. (4) Şam’da itibar görmemiş, gizlice Halep’e, oradan da Musul’a daha sonra da Erbil’e gitmiştir. Bu açıklamalar bize el Hamevi’nin hayatının en aktif, en mutlu; diğer taraftan en buhranlı, en sıkıntılı devrelerinin geniş manada yine Fırat Havzası sınırları içinde geçtiğini göstermektedir. Zira büyük İslam coğrafyacısı ve gezgini Doğu ve özellikle Güneydoğu Anadolu’nun küçük büyük birçok şehirleri hakkında sadece duyduğu değil, bizzat kendi müşahedelerine dayanan ilginç bilgiler vermektedir.

Bazı bölgelerde fazla itibar görmeyeceğini anlayan el-Hamevi, bir defasın­da diğer bir Türk diyarı olan Harzem ülkesine göç etmiş ve kudretli Moğol hükümdarı Cengiz Han’ın, Harzemî istilasına kadar da orada kalmıştır. (616/1219) (5) Bu beklenmedik ve fakat süratle gelişen olaylar karşısında hayatının tehlikeye düşebileceğini anlayan El-Hamevi, Moğol ordusunun önünde kağan diğer birçok Türk boyları gibi o da kaçmış ve çok büyük bir zorluk hatta me­şakkatle Musul’a gelebilmiştir. Talihsizlikler büyük âlimin yakasını bir türlü bırakmamıştır. Yoksul ve sıkıntı içinde büyük bir hayat mücadelesi veren bu İslâm coğrafyacısı Musul’da da barınamamış, oradan Sincar’a gelmiştir.

Ne gariptir ki, hem tüccar hem âlim hem de gezmesini çok seven ve bu hususta birçok tehlikeleri göze almaktan bile çekinmeyen el-Hamevi böyle ta­lihsiz birçok sıçramalardan sonra eni sonunda yine Fırat Havzasına dönmüş ve Halep’e yerleşmiştir. Onun burada ahir ömründe sakin ve huzurlu bir hayat yaşadığı anlaşılmaktadır. Zira ilim âleminin yakından tanıdığı ve İslâm ülke ve şehirleri hakkında verdiği bilgilerle bugün bile kendi sahasında tek kitap olan kıymetli Mucemü’l-Buldân - (Ülkeler Ansiklopedisi adındaki) meşhur ese­rini burada tamamlamıştır. (621/1224) (6)

Mucemü’l-Buldan’ın Kısaca Değerlendirilmesi

El-Hamevi, bu açıklamadan da anlaşılacağı gibi, iniş ve çıkışlarla dolu olan hayatında, birçok kıymetli eserler yazmıştır. Bunlardan iki tanesi, var­dır ki ilim dünyası onu bundan dolayı her zaman büyük bir minnet ve şükran duygusu ile yâd etmektedir. Bunlardan biri edebiyat dünyasının abide eserle­rinden biri olan yirmi ciltlik "Mucemü’l-Üdeba” (Bilginler Ansiklopedisi") diğeri ise İslam Coğrafyası, tarih, şehir tarihçiliği ile meşgul ilanların hiçbir zaman ellerinden bırakmadıkları “Mucemu’l-BuIdan” (Ülkeler Ansiklopedisi)” adındaki çok geniş ve hacimli eseridir. Onun tarafından kaleme alınan bu her iki eser de temel müracaat kaynakları arasındadır.

Mucemu’l-Buldan gerçekte İslâm coğrafi eserleri arasında parlak ve önemli bir yer işgal etmektedir. Tertip, düzen, şehirlerin sosyal yapı ve tarihi hak­kında verdiği kıymetli bilgilerin yanı sıra aynı zamanda şehir tarihçiliğinin de en önemli kaynaklarından birini oluşturmaktadır. Nitekim müellif eserinin bu yöndeki ilgi ve araştırmalar için ne kadar önemli bir boşluğu dolduracağını gayet iyi bilmekte ve bununla gururlanmakta adeta meydan okurcasına şöyle demektedir:

“Bu benim kitabıma gelince kendi sahasında tektir, böyle bir kitabı ancak Cenab-ı Hakk’ın yardımıyla güç verdiği kimseler yazabilir.” (7)

Hamevi’nin Mucemu’ l-Büldan beş büyük ciltten oluşmaktadır. Onun bu hacimli eseri incelendiğinde Fırat Havzası’nda kurulmuş olan önemli yerleşme bölgeleri şehirler hakkında geniş ve gerçekten de kıymetli bilgiler verdiği gö­rülür. Harput, Harran, Hısnı Keyfa, Amed, Diyarbakır, Malatya, Meyyafarikin, Nusaybin, Habur, Siirt, Hızan, Kemah gibi daha birçok şehirler, onun bu ma­lum eserinde, geniş bilgiler verdiği yerleşim bölgeleri arasındadır. Hatta ona göre Fırat Havzası’nın iki büyük nehri olan Dicle ve Fırat bölgeye getirdiği be­reket ve hayat bakımından cennetten çıkmaktadır.

el-Hamevi’nin bu durumunu izah etmek pek zor da değildir. Zira kendisinin de ifade ettiği gibi o, bu kitabını birçok sıçrama ve aramalardan sonra gelip yerleştiği Halep’te yazmıştır. Ne zaman yazmaya başladığını bilmiyoruz. An­cak (621/1224) yılında bu kitabını Halep Kal’asında bitirdiğini bizzat kendisi ifade etmektedir. (8) Oysa Halep geniş manada Fırat Havzasının hinterlandını oluşturmaktadır. Daha açık bir ifade ile el-Hamevi ömrünün birinci ve ikinci devresinin büyük bir bölümünü bu bölgelerde geçirmiştir.

El-Hamevi’nin umumi hayatı ve eserlerinden biri olan Mucemü’l-Büldân hakkında verdiğimiz bu kısa açıklamalardan sonra şimdi de onun belli başlı Fırat Havzası şehirleri hakkında verdiği bilgilerin nakli ile yetinilecek ve on­ların tarih perspektifinde herhangi bir tenkit ve mukayesesi yapılmayacaktır. Bizim şimdi önce geçmişin büyük ilim ve kültür yuvalarından biri olan Harput üzerinde duralım.

Harput: El-Hamevi’de Hartebirt olarak kaydedilmektedir. Rum ülkesinde ve Diyarbakır topraklarının sonundadır. Ziyad Kalesi olarak bilinen muhkem bir kalası vardır.

Hartebirt’le Malatya arasında iki günlük yol vardır. İkisi arasından Fırat Nehri geçer. el-Hamevi’nin bildirdiğine göre Üsame b. Munkız Hartebirt hak­kında uzunca bir şiir yazmış ve bu şiirinde bir kartal yuvasını andıran Harput kalesi içindeki evlerden sitayişle bahsetmiştir. El-Hamevi malum eserinde bu şiirlerden beş beytini nakletmektedir. (9)

Malatya: El-Hamevi’ye göre o da Rum diyarının meşhur şehirlerinden biri­dir. İlk defa İskender tarafından kurulmuştur. Onun pek meşhur bir camisi vardır. Bu camiyi ashabdan biri yapmıştır. Halife İbni Hayyat’ın bildirdiğine göre; Hicri 140 (757) senesinde Abbasi hallilerinden el-Mansur, Abdulvehhab b. İbrahim’i, bir ordu ile Malatya’ya göndermiştir. İbrahim, şehri fethettikten son­ra burada saraylar yapmış, surlarını tamir ettirmiş ve sonunda Müslümanlardan bir cemaati buraya yerleştirmiştir. Daha sonra burası "Saife” yani Bizans topraklarına yapılan Müslüman akınlar için âdeta bir üs olarak kullanılmıştır. Onun bu parlak durumuna işaret eden meşhur Arap şairi el-Mütenebbi bir şiirinde;

"Malatya! Evlatları İçin yas tutan anadır.” (10)

Fakat Fazla b. Mühezzeb’in bildirdiğine göre; hicri 322 (933) senesinde Dımıştık Malatya’ya hücum ederek surları ve köşklerini yakıp yıkmıştır. Malatya’nın bu hazin durumuna şiirler söylenmiş birçok ağıtlar yakılmıştır. Hatta bu şiirlerin birinde:

“Artık Malatya’ya ben ağlamayayım da kimler ağlasın,

Ne zaman baksam şakırdayan kılıçlar ve kişneyen atlar görür oldum.”

Dımıştık: Bu güzel şehrin surlarını yıktı, saraylarını yaktı, artık orada kadınların feryat ve figanlarından başka bir şey işitemez oldum!” (11)

El-Hamevi’ye göre: Malatya’da birçok âlimler yetişmiştir; bunlar arasın­da, Ebu’l-Husyn El-Malatî, Ebi Salabe Ebu Eyyub el Malâti gibi daha birçok kimseler vardır.

Hısnı Keyfa (Hasankeyf): Dicle kenarında Amid yani Diyarbakır bölge­sinde büyük bir kaledir. Dicle Nehri’ nin üzerinde kurutmuş bir köprü vardır ki; gezip dolaştığım ülkelerde bundan daha heybetli bir köprü görmedim. (12) Köprüde büyük bir tak vardır. Bu büyük takın yanında ise iki küçük tak da­ha bulunmaktadır. Şimdi Hısnı Keyfa, Davud b. Sukman b. Artuk’un evlatlarının tasarrufunda olan Amid’e bağlıdır. Bu açıklamalardan el-Hamevi’nin Hısnıkeyfa’ya geldiği ve köprüyü çok yakından gördüğü anlaşılmaktadır.

Amid: (Diyarbakır mıntıkası) kelime bakımından Rumcadır. Arapça "öfkeli” anlamına gelen “amid” kelimesinden de türemiş olduğunu söyleyenler varsa da bunun doğrusunu ancak Allah bilir. Diyarbakır’ın en büyük en ünlü yüce şehirlerindendir. Çok eski bir şehirdir. Dicle kenarında etrafını sanki bir hilâl gibi çevreleyen çok muhkem bir kalesi vardır.

El-Hamevi’nin anlattığına göre; Amid dağlarında bir yarık ve o yarıkta da saplanmış bir kılıç vardır. Her kim yarığa elini uzatır ve kılıcın kabzasını tutarsa kılıç öyle bir sarsıntı yapar ki en güçlü insanlar bile bundan korkarlar. Kılıç, demiri mıknatıstan daha kuvvetli bir şekilde çeker ve sertleştirir. (13)

Amid, hicri 20 (640) yılında Müslümanlar tarafından fethedilmiştir. Hz. Ömer’in komutanlarından İyaz b. Ganem, Mezopotamya’yı fethettikten sonra Amid’e gelmiş ve burasını kuşatmıştır. Daha sonra İyaz b. Ganem, şehir halkı ile heykel ve çevresi kendilerinde kalmak, fakat yeni bir kilise yapmamak, buradan geçecek Müslüman ordularına yardım ve yol göstermek ve köprüleri restore etmek üzere bir anlaşma yapmıştır. El-Hamevi’nin kıymetli rivayetlerinden anlaşıldığına göre, Araplar ilk defa buralara Cahiliye devrinde gelmişlerdir. Kuzaa ve Beni Tezyid kabilesinden bir bölük kimse önce “Meyya Farîkin” sonradan Amid’e gelmişlerdir. Burada uykusuz geçirdikleri geceler hakkında Amr bin Malik şöyle demiştir:

“Allah için Amid’e çimenler üzerine yatıp da hiç uyumadığımız geceleri hatırla.

Bizim Amid’de uykusuz gecelerimiz var ya, sanki Meyyâfarikin’de geçirdiğimiz geceler gibi idi.” (14)

Amid’den birçok âlim çıkmıştır. Bunlar arasında edebi konularda birçok kitabı bulunan Hasan b. Bişr el-Amidi vardır. Hicri 380/990 senesinde ölmüş­tür. Ayrıca Ebul-Mekarim Muhammed b. Hüsyn el-Amid bulunmaktadır. Aynı zamanda şair olan bu zat, seksen yaşında hicri 552/1157 yılında vefat etmiştir. Amid, zamanımızda Hükümdar Mesud b. Muhammed Kara Arslan’ın oğlu Artuk b. Ekseb’in hükümü altındadır. (15)

Diyarbakır; geniş bir beldedir. Arap kabilelerinde Bekir b. Vail b. Kasıt’a nispetle bu ad ile anılmıştır. Hududu batısında Dicle nehri olmak üzere doğu bölgelerine kadar uzanan geniş bir alanı kapsamaktadır. Hısnı Keyfa, Amid ve Meyyâfârikin onun sınırları içindedir. Birçok âlim yetişmiştir. Bunlardan en meşhuru büyük hadis âlimlerden Ömer b. Ali b. Hasan ed-Diyarbekiri’dir. (16)

Harran: Arapça “harana” kelimesinden gelmiştir. Harran, “huysuzluk eden ve kimseyi bindirmeyen at”, diğer açıklamaya göre ise “susuzluk” anlamına gel­mektedir. Musul, Şam ve Diyar-ı Rum yolu üzerinde büyük bir şehirdir. El-Hamevi bu şehri ilk kuran kimsenin Hz. İbrahim’in kardeşi Harra olduğunu bildirmektedir. Bu bakımdan daha sonraları bu beldeye Harran denilmiştir Bir baş­ka rivayete göre Hz. Nuh tufanından sonra yeryüzünde kurulan ilk şehirdir. Büyük İslam âlimlerinden Şehristani’nin El-MiIel ven-Nihal adındaki eserinde zikrettiği o Sabie denilen sapık dinden olan kimselerin asıl yurdu da işte burasıdır. (17)

Bazı müfessirlere göre Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim “Ben artık Rabbime göç ediyorum” (18) derken "Harran’ı” kastetmiştir. O Harran’a gelip yer­leşeceğini söylemiştir. Yine Kur’an-ı Kerim’de geçen ve Hz. Lut’la ilgili "Biz hem İbrahim’i hem de Lût’u, içinde bereketler verdiğimiz bir yere ulaştırıp kurtardık" (19) ayet-i kerimesinde zikredilen mübarek yerden asıl maksat yine Harran’dır. Orada Hz. Peygamberin amcası Hz. Abbas’ın soyundan İmam Muhammed’in oğlu İbrahim’in mezarı bulunmaktadır. Onun için Südeyf b. Meymun bir şiirinde bunu kastederek:

“Haran’da bir kabir vardır. İçinde ise dinin iffetini koruyan bir kişi yat­maktadır." (20)

Harran Hz. Ömer’in hilafeti zamanında İyaz b. Ganem tarafından fethedil­miştir, Buradan birçok ilim adamı yetişmiştir. Bunlardan, Abdurrahman el Harrani, Muhammed b. Ebi Meşer EI-Harrani en meşhurlarıdır.

El-Hamevi’de Fırat Havzası şehirleri ve onlar hakkındaki açıklamalar sa­dece bunlardan ibaret değildir. Bunların dışında birçok yerleşim bölgeleri ve kasabalar hakkında geniş bilgiler verilmiş ve ilginç efsaneler anlatılmıştır. Onların hepsi üzerinde ayrı ayrı durmak ve büyük İslâm coğrafyacısının ver­diği bilgileri değerlendirmek tebliğ sınırlarını aşmaktadır. Bu şüphesiz apayrı bir konudur.

Bütün temennimiz daha ham bir malzeme yığını halinde bulunan bu bil­gilerin bir an önce değerlendirilmesi ve ilim âlemine kazandırılmasıdır.

DİPNOTLAR

(*) 14-15 Nisan 1986 tarihleri arasında Fırat Üniversitesi’nce düzenlenen Fırat Havzası Coğrafya Sempozyumuna tebliğ olarak sunulmuştur.

(1) İbni Imad el-Hanbeli, Şezerâtü’z.Zeheb, Beyrut, V, s. 122. İbni Hallıkân, Vefeyâtü’l-Ayan Kahire, 1948, II, s. 236.

(2) Şeşen, R., İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler , Ankara, 1385, s. 16.

(3) İbni Hallikân, a.g.e., II, s. 211, Krş. el-Hanbelî, Şezeratü’z Zeheb, V, s. 121.

(4) el-Hanbelî, V, s. 121.

(5) el-Hamevi, Mucmü’l-Üdebâ, Beyrut, I, s. 20, (İbni Hallikân’dan nak.)

(6) el-Hamevi, Mucemü’l-Büldan, Beyrut, 1955, V, s. 457. Krş. el-Hanbeli, V, s. 121.

(7) el-Hamevi, V, s. 457.

(8) el-Hamevi, V, s. 457.

(9) el-Hamevî, II, s. 355.

(10) el-Mamevi, V. s. 193.

(11) el Hamevi, V. s. 193.

(12) el-Hamevî, II, s. 265.

(13) el-Hamevî, I. s. 56.

(14) el-Hamevî, I, s. 57.

(15) el-Hamevî, II, s. 549.

(16) el-Hamevî, II, s. 449.

(17) el-Hamevî II, s. 235.

(18) el-Hamevî, II, s. 235.

(19) el-Enbiya, el-Ayeh, 71.

(20) el-Hamevî, II, s. 235.