Ve
Sakat Doğan Çocuklar
1. GİRİŞ
Neslin korunması, bütün ilahi dinlerin ortak temel esaslarındandır.
Dinî kaynaklara ve Kur’an-ı Kerim’deki hükümlere göre, yeryüzünde ilk yaratılan insan Hz. Âdem ve Havva’dır, insanoğlunun atası da bunlardır. Onlardan sonra gelenlerin nasıl çoğaldığı, evlenmelerinin nasıl ve kimlerle evlendikleri konusu tefsir kitaplarında, en-Nisâ suresinin nikâhlanılması serbest kılınan ve yasaklanan kadınlar bahsinde (bkz. ayet 23, 24) etraflıca açıklanmıştır. Başlangıçta aynı atadan (soydan) gelen yakın akrabaların evlenilmesine müsaade edildiği insanoğlunun çoğalması sonucu bu müsaadenin kaldırıldığı belirtilir (1). Nitelik Yahudilikte ve Hristiyanlıkta yakın kan akrabaları (neseb akrabaları) arasında bir dereceye kadar evlilik yasaklığı konulmuştur. O dinlerde süt akrabaları arasında bu tür bir yasaklık getirilmemiştir. Her iki dinin evlilik yasakları ile ilgili bu hükümleri 1333/1917 tarihli Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesinde aynen kanunlaştırılmıştır (2). Kan akrabaları arasında evlilik yasaklığına uzak doğu beşeri dinlerinde, Burma-Budist hukukunda da rastlanılır (3). Hatta bazı kavimlerde, milletlerde erkek cihetinden yedi göbek geçmedikçe iki kan akrabasının evliliğinin uygun olmayacağına dair bir kısım örflere ve tatbikata tesadüf edilir. Meselâ Çerkezlerde, dinleri ne olursa olsun Balkanlarda yaşayan çeşitli milletlerde bu örf ve âdetler hâlâ mevcuttur, uyulmaktadır.
Beşeri kanunlar da konu üzerinde hassasiyetle durmuş, genelde kan hısımları arasında evlilik yasağı etraflı bir biçimde tanzim edilmiştir (4). Son zamanlarda bu yasağın dışında kalan, yakın kan akrabası çocuklarının evlenmelerinin de yasağın şümulü içerisine sokulması istenilmektedir. Nitekim Medeni Kanun Tadil Komisyonu da bu tür temennilerde bulunmuştur. Zira sakat doğan çocukların bir kısmının yakın kan akrabaları evliliklerinden kaynaklandığı ihtimali tıp âleminde savunulmaktadır. Pek tabii bu durum da bir toplum için bazı problemleri beraberinde getirmektedir. Çözümü için de kanunî ve tıbbî tedbirlerin alınması gereği ortaya çıkmaktadır. İşte bu önemli konuda İslâm dininin hükümleri nedir? Ne gibi çözüm yolları getirilmiştir? Bu ve benzeri sorunların cevabı, mevcut ayet ve hadis hükümleri karşısında araştırılmaya çalışılacak, bir sonuç ve teklifler sunulacaktır.
2. İSLAM’DA EVLENİLMESİ YASAKLANANLAR
İslam dininde evlenilmesi yasaklananlar birkaç farklı sebebe dayanmaktadır. Ayet mealleri yakından incelendiğinde de görüleceği üzere bu yasağın şümulü çeşitli sebeplerle bir hayli genişletilmiştir. Cenab-ı Hak şöyle buyurur:
"Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin. Ancak Cahiliyet devrinde geçen geçmiştir. Şüphe yok ki, o bir hayâsızlıktı. Allah’ın en büyük hışmına bir sebepti. O ne kötü bir yoldu."
“Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, birader kızları hemşire kızları, sizi emziren sütanalarınız, süt hemşireleriniz, karılarınızın anaları, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup himayenizde bulunan üvey kızlarınızla evlenmeniz size haram edildi. Eğer onlarla, üvey kızlarınızın analarıyla zifafa girmemişseniz, onlarla evlenmenizde size bir beis yok. Kendi sülbünüzden gelmiş oğullarınızın karılan ile evlenmeniz ve iki kız kardeşi birlikte almanız da keza haram edildi. Ancak cahiliyet devrinde geçen geçmiştir, çünkü Allah hakikaten yargılayıcıdır, çok esirgeyicidir.”
"Harp esiri olarak sağ ellerinizin malik olduğu kadınlar, mülk-i yemininiz olan cariyeler müstesna olmak üzere diğer bütün kocalı kadınlarla evlenmeniz de size haram edildi. Bu hürmetler üzerinize Allah’ın farzı olarak yazılmıştır. Onlardan maadası ise, namuskâr ve zinaya sapmamış insanlar halinde yaşamanız şartıyla mallarınızla mihr vermek veya satın almak suretiyle arayıp nikâhlamanız için size helâl edildi.” (5)
İşte bu hükümlerde nikâhı haram kişiler, farklı haramlık sebepleri ve kişiler arası akrabalık ilişkileri açıklanmıştır. Bunların tamamım şu birkaç grupta toplamak mümkündür:
a) Nesep (kan) yönünden nikâhı haram olanlar: Bunları kişilerin; I. usulü (anneler ve yukarısı), II. füruu (kızlar ve kız torunlar), III. bütün kız kardeşleri, IV. erkek kardeşin kız çocukları (yeğenler), V. kız kardeşin kız çocukları (yeğenler). VI. halalar, VII. teyzeleri teşkil eder.
b) Yukarıda belirtilen akrabaların tamamı süt yönünden, sütanne tarafından olunca da aynen yasaktır.
c) Evlilik sebebiyle nikâhı haram hale gelen kadınlar; I. kayınvalideler, II. evlilik sebebiyle (üvey evlat haline gelmiş kızlar, III. kişinin oğlunun hanımları (gelinler),
d) Geçici bir sebeple nikâhı haram hale gelmiş kadınlar ki, haramlık sebebi ortadan kalkınca o kadınlarla evlilik serbest hale gelir:
I. İki kız kardeşle, yeğen-hala, yeğen-teyze ile birlikte evlenmek,
II. Boşanmış fakat henüz iddeti dolmamış bir kadınla evlenmek,
III. Lianla veya üç talakla boşanmış kadın ile boşayan erkek arasındaki evlilik,
IV. Aynı anda dörtten fazla kadınla nikâhlı bulunmak (6).
Esas itibariyle fıtrilikten kopmuş olan nefis cinsi arzu duymakta, karşı cinsinde bir ayırım gözetmez. Yabancı-yakın akraba arasında pek bir fark yoktur. Nitekim hayvanlarda durum böyledir. Mecusiler de herhangi bir beis duymadan kızları ve kız kardeşleriyle evlenirlerdi. Müslümanlar, Hristiyanlar ve benzerlerine gelince, kişi yakın akrabasına, soyuna merhametle, Allah’ın kudret, azamet ve şerefini düşünerek bakar. Ama yabancı bir kadına ise, bunlardan işte bir şehvet duygusuyla bakar. Kişi, yakınlarına, şehvetten uzak, sanki melâike nazariyle, merhametle bakarken yabancı için bu duygu ikinci planda kalır (7). Akrabalarla evliliğin haramlığı, yabancılarla evlenme serbestliği, insan sevgisini artırmak, gizli fesatları kaldırmak ve genç erkek ve kadınların nefislerini yüceltmek içindir. Kişinin, kendisine nikâhı haram olan kişileri, kadınları sevmesi, bazen acıma, bazen da onu yüceltmek amacıyladır. Çok nadiren şehvet duygusu sevginin yerine geçebilir. Meselâ kişi, kız kardeşini korur, yüceltir, annesine hürmet eder. Şayet haramlık olmasaydı sosyal bakımdan yakın akrabalar arasında kardeşler, oğul-baba vs. arasında Allah korusun nice kavga ve kıtallere sebep olurdu. İşte sosyal ahlâk ve dini yönden bu ve benzeri daha pek çok mahzurlar mevcuttur (8).
Şurası bir gerçektir ki, şehvetin yaktığı ateş tıpkı bir ateş, elektrik, tıbbî ışıklar vb. gibidir. Her ateş ve elektrik iki iş yapar, parçalar, birleştirir, uzaklaştırır, yakınlaştırır, Ateş odunu yakar ve bir kısım parçaları havaya karışır, bir kısım parçaları da kül olup toprağa dönüşür. İşte bu işlerden birincisi ayırmak, ikincisi ise birleştirmektir. Kız kardeşi, sevgilisi ve düşmanıyla birlikte oturan bir genç, kız kardeşine karşı bir melektir, sevgilisi (yabancı) kadınla bir cinsî duygu ilişkisi vardır, düşmanına karşı ise bir aslan kesilir. İşte bir kişi de böyle çok tuhaf hassalar mevcuttur (9). Bütün bunlar konunun manevi ve hissî yönleri olmaktadır.
Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnâmesi md. 13-32 arasında İslam, Yahudi, Hristiyan kişiler açısından nikâhı yasaklananlar hakkında hükümler konulmuştur. Burada her üç dine göre de nesep cihetinden yakın akraba evlilikleri yasaklananlar benzerlik taşır. Hatta Hristiyanlıkta bunun şümulü biraz daha farklı, daha geniş tutulmuştur. Yedinci dereceye kadar çıkarılmıştır. Medeni Kanunda da nesep cihetinden evlenilmesi yasaklananlar, İslâm hukukunda yasaklanmış olanlar ile aynıdır (10). Ne var ki, yukarıda belirtilen nikâhı yasak diğer kişiler mevzuunda dinler arasında, din ile kanunlar arasında farklılıklar vardır. Bilhassa süt yönünden yasaklık konusunda İslam’da yer alan hükümler diğer dinler ve hukuk sistemlerinde mevcut değildir (11).
3. SÜT AKRABALAR ARASI EVLİLİK YASAĞI
Yukarıda meali kaydedilen "en- Nisâ suresi ayet 23’ te sizi emziren sütanalarınız, süt hemşireleriniz ile evlenmeniz size haram edildi." buyrulduğu görülmüştü. Bu hükümden mutlak manada süt yönünden anneler, kardeşler vb. lerinin nikâhı yasaklanmıştır. Bu konu hadislerde daha geniş bir şekilde ele alınmıştır, Şöyle ki, "Neseb cihetinden nikâhı haram olanlar (o sınıflar) süt cihetinden de haramdırlar." (12), bir başka hadiste;
"Doğumun haram kıldıklarını süt de haram kılar.” (13)
“Sütün azı da çoğu da süt ilişkileri olanı haram kılar.” (14)
"Allah Teâlâ neseb (kan) cihetinden haram kıldıklarını süt cihetinden de haram kılmıştır.”
"Nesep cihetinden haram saydıklarınızı süt yönünden de haram sayınız, kılınız.” (16) buyrulmuştur. Bu konuda daha pek çok hadisler sıralanabilirse de maksadı açıklamak için bu kadarı yeterli bulunmuştur.
İşte İslâm âlimleri bu ayetler ve hadislerin tefsiri sadedinde ileri sürdükleri görüşler kısaca şöyledir: Allah Teâlâ süt yününden yasaklığı kan yönünden yasaklık ile aynı hükme tabi tutmuştur. Zira sütle, emmekle emen kişi emzirenin bir parçası (fer’i), nesli gibi bir hale gelmektedir. Emziren kadının bir parçası, vücudunun salgıladığı süt ile emen çocuk emzirenin bir parçası haline gelmektedir. Sanki o kadından doğmuş (kan bağı bulunan) bir çocuk hükmünü almaktadır. Hadiste de,
“Sütten meydana gelen akrabalık nesebten meydana gelen akrabalık gibidir." (17) buyrulmuştur. Süt emzirmekle çocuğun kemikleri gelişmekte, dokuları, eti tam olarak teşekkül etmekte, artmaktadır. Böylece emzirenin bir parçası olma şüphesi doğmaktadır ki, buna yegâne sebep de herhalde emzirmektir, Dolayısıyla nesep yönünden evlenilme yasaklığı hükmü süt emzirmede de aynen geçerli kılınmış ve ayette yasaklık nesebden hemen sonra getirilmiştir. Geçici sebeplerden dolayı nikâhı haram olanlar ise daha sonra belirtilmiş, zikredilmiştir (18).
Emzirmenin üzerinde çokça durulan iki şart vardır. Biri, emzirmenin miktarı, ikincisi ise, süresidir. Emzirmenin miktarı konusunda ayette bir açıklık yoktur ve hüküm geneldir, mutlaktır. Bir sınırlandırma getirilmemiştir. Hadislerde ise, bu konuda iki farklı grup teşkil eden rivayetler mevcuttur. Bir grubu ayet hükmü gibi geneldir, diğer grubu ise, emme miktarını belirten rivayetlerdir. Bu miktar da beş olarak belirtilmektedir. Meselâ hadislerde "Bir veya iki kez süt emmekle haramlık meydana gelmez” buyurulmuştur. Bu rivayetten, ikiden fazla emzirmenin haramlığı tesis edeceği manası hükmü çıkartılır. Bir başka hadiste ise, “Onu beş defa emzirdi ki, bundan sonra o emen kişi, emzirenin (kadının) çocuğu gibi oldu," (19) buyurulmuştur.
Nitekim ayet-i kerime de bir kıraate göre, "... beş defa emzirme...” anlamına gelen bir Arapça metinle okunmaktadır. İşte bunlardan ve benzeri delillerden hareket eyleyen Medine Hukuk Ekolü kollarından olan Maliki, Şafii ve Hanbelî fıkhı mezheplerine göre, beş ayrı zamanda, yabancı çocuk kana kana emerse o takdirde emenle emziren arasında süt ilişkisi meydana gelir. Küfe Hukuk Ekolüne ve bunların başına da genel Hanefî fıkhı mezhebine göre, çocuğun bir kez dahi emmesi süt ilişkisinin meydana gelebilmesi için yetenidir. Ayetten bu anlaşılacağı gibi hadislerden de bu hüküm çıkartılabilir, demektedirler. Meselâ bir hadiste;
“Sütün azı da çoğu da haramiliği meydana getirir.” (21) buyurulmuştur. Zira kemik ve et teşekkülünde sütün az veya çok oluşu aynı etkiye sahiptir (22).
Her iki fikrin taraftarları, fıkıh kitaplarında bu konuyu ayrıntılı bir şekilde işlemişlerdir. Günümüzde bu konuda sorulan sorulara hemen her yerde, soran kişinin dinde ameldeki mezhebine bakılmaksızın bir kez emmeyi, dinin bu hükmünün tatbiki için yeterli sayıldığını görmekteyiz. Meselâ, Irak, Suudi Arabistan, Kuzey Afrika ülkeleri vs. yerlerde durum böyledir (23). Herhalde buna da sebep, çocuğun bünye teşekkülatında önemli bir yere sahip bulunan anne sütüdür. Nitekim hadislerde de, “Süt ilişkisi ancak kemik büyüme ve et (adale) gelişme gösterdiği, tam teşekküle başladığı zamanda meydana gelir,” (24) buyurulmuştur. İşte Müslümanlık dini, ahlâkî terbiye ve saygının yanında bir ihtiyat tedbiri olarak bir yabancı kadını emmeyi, aralarında evlenme yasaklığının yeterli sebebi olarak görmüştür. Emmenin azını ve çoğunu eşit hükme tabi tutmuştur.
Emzirme zamanına gelince, yine burada da adı geçen iki ekol arasında iki ile iki buçuk yıl arasında bir görüş ayrılığı mevcutsa da İslam hukukçuları arasında hâkim kanaate göre, bu süre iki yıldır. Ayette de, "... Anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler...” (25) buyrulduğu gibi hadislerde de bunu teyit eyleyen hükümlerden birkaçı şöyledir:
"Süt ilişkisi ancak ilk iki yıl içerisinde emzirince söz konusudur.” (26) Buhari’ de de bu konuda açılan bir bölümün başlığı,
"İki yıl geçtikten sonra süt ilişkisi olmaz diyenlerin babı” adını taşır. İşte buralarda kaydedilen hadis meallerine göre,
"Kendisiyle haramlık sabit olan radaa (süt emme) yalnız açlığını sütle giderebilen emzik çağındaki çocuk hakkında muteberdir.” (28) Bir süt kuzusu olan çocuğun gelişmesi, büyümesi bedeni teşekkülü yalnız sütle temin edildiği için çocuk, emziren kadının kendisinin dünyaya getirdiği çocuğu gibi kendisinin (emzirenin) bir parçası, cüzü oluyor (29). Çocuk ileri yaşlarda iken emzirilirse, bu durumda çocuk açısından sütün önemi diğer gıdalar derecesindedir, sanki onlardan birisi gibidir. Bu durumda süt ilişkisi artık meydana gelmez. Zira böylesi biri emzirilince kemik hemen etki altında kalmaz, cüssesi gelişmez ve dolayısıyla kendisini emziren kadının bir parçası olmaz ve haramlık sebebi de tekevvün eylememiş demektir (30).
Nitekim Fahrüddin er-Râzî de tefsirinde şöyle der, "Ayette annelerin çocuklarını emzirecekleri hükmü vücub (kesin emir) manasına da gelir, nedb (mendûb, beğenilmiş) bir emir manasına da şayet çocuğu emzirecek bir başkası bulunmazsa ve çocuk da sütten başka bir şey almazsa alamazsa o takdirde annenin emzirmesi gerekli, mecburi bir hal alır. Normal şartlarda annenin emzirmesi ise çocuğun anne sütüyle beslenmesi sair sütlerle beslenmesinden daha münasiptir ve annenin şefkati başkalarının şefkatinden daha fazladır, daha uygundur. Zaruret olmasa da annenin emzirmesi çocuğun sağlığı, morali bakımından daha yerindedir. Emzirmenin iki yıl süreli oluşu meselesi ise, kesin bağlayıcı bir süre değildir. En fazla iki yıldır. Çocuğun süte ihtiyacı en fazla iki senedir. Bazı durumlarda, çocuğun bünyesi zayıfsa bu ihtiyaç iki yıldan fazla da sürebilir. Aslında ayette geçen sürede emmenin meydana gelmesi ve vücudun emmeye olan ihtiyacını tevhittir. Çocuk bu süreden daha önce veya daha sonra sütten kesilebilir.” (31)
İslâm âlimlerinin bir kısmına göre, anne sütü sütannenin sütünden çok daha yarayışlıdır. Onun için el-Bakara suresi ayet 233’ teki emri genellikle kesin ve bağlayıcı emir manasında anlamaktadırlar. Pek tabiî emzirmeme açısından anne için bir zaruret yoksa. Buradaki gereklilik (vücub) da bir ibadet anlamında değil bir dünyevi görev manasındadır (32).
Yakın zamanlarda, bizzat annenin emzirmesiyle çocuğun beslenmesi konusu, gelişmiş ülkelerde de rağbet bulmaktadır. Meselâ 1980 yılı araştırmalarına göre, ilk altı ay içinde çocuğunu emziren anne sayısı nispeti, İngiltere’de %65, Amerika Birleşik Devletleri’nde %55’ tir. Bu oran İsveç ve Finlandiya’da daha da fazladır. İlk aydan sonraki dönemde ise bu rakam İngiltere’de %22’ ye, A.B.D. %25, Finlandiya’da %50’ ye düşmektedir. Bu duruma, hiç şüphesiz sosyolojik, ekonomik vs. pek çok faktörler tesir etmekte ve bu yüzden nispetler değişkenlik göstermektedir (33).
Büyük Âlim, müfessir Mustafa el-Merâğî de tefsirinde şöyle der: “Sütün bünyeye etkisi sırf sütle beslenme devam ettiği süredir. Şayet çocuk iki seneden önce sütten kesilmiş de başka gıdalarla besleniyorsa artık bundan sonraki emzirmelerin o çocuğun bünyesine fazla bir etkisi yoktur. İki seneden sonra bile çocuk yine sütle beslenmeye devam ediyorsa o zaman yine bu çocuğun bir yabancı kadını emmesi hali haramlığı, evlenme yasaklığını meydana getirir (34). Yine ayette geçen, “anneler çocuklarını tam iki yıl emzirirler.” hükmü ile sanki çocukları emzirmek onlara bir kesin hüküm olarak konulmuştur. Zira annenin sütü tabiplerin hepsinin ittifakına göre, çocuk için en uygun ve en üstün bir gıdadır. Çocuk anne rahminde onun kanı ile beslenir, dünyaya gelince de bu kan süte dönüşür. Zira bilindiği gibi süt de kandan hâsıl olan, ortaya çıkan ve ondan ayrılan, besleyici özelliği bulunan pek önemli bir sıvıdır. Anne rahminde çocuk ne gibi yarayışlı maddeler almışsa doğunca da sütle aynı yarayışlı vücuda girmeye, sinmeye devam eder. Anne sütüyle vücuda giren faydalı maddeler, vitaminler, mineraller vs. rahimde kanla alınanlardan pek farklı şeyler değillerdir. Aynı rahimden doğanlar arasında nasıl bir kan akrabalığı mevcutsa aynı göğüsten emen süt kuzuları arasında da ona eş bir yakınlık meydana gelmekte, doğmaktadır. İşte Müslümanlık bir bakıma bunlara da dikkatlerimizi çekmektedir. Ama zaruret sebebiyle çocuğu bir sütannesi emzirecekse o zaman bu sütannenin sıhhatini ve ahlâkını önceden incelemek, üzerinde durmak gerekir. Zira onun sütü çocuğun bünyesine ve ahlâkına, terbiyesine tesir eyler. Söylendiğine göre süt o kadının kanından ayrılmakta ve çocuk da onu emmektedir ki, bu süt, çocuk bünyesinde tekrar kana geçmekte ve kemikleri irileşip gelişmektedir. Böylece o süt, çocuğun maddesine ve ahlâkına etkili olmaktadır. İşte bu durum da onun madde ve manasına etkilidir. Söylenildiğine göre, sütün emen çocuğun nefsine, aklına, psikolojik davranışlarına tesiri maddi yapısına tesirinden çok daha fazladır. Öyle ki, ses yapısı bile emzirenin sesine daha çok benzemektedir. Böyle bir tesire sahip anne sütü akla, şuura ve psikolojik yapıya nasıl tesir etmez? Pedagoglar ve ahlâkçılar bu durumu ancak son zamanlarda anlayabilmişlerdir. Meselâ Rus çarları (Romanof sülâlesi) son asırda çocuklarını bizzat kendileri emzirirlerdi, sütannelerinin emzirmelerini yasaklamışlardır. (35)
Fakat bugün maalesef bu konulara hiç yer ve önem verilmemektedir. Modem aileler, sanatkârlar ya çocuk yapmamaktalar veya yapınca emzirmeyi düşünmemektedirler. İslam ve Müslümanlar çocuğun dinine, terbiyesine daha çok önem vermektedirler. İşte İslam’ın süt ilişkileriyle ilgili bu hükümleri de diğer dinler ve milletlerde yoktur. Emzirme süresinin sınırlandırılmasındaki hikmet ise, çocuğun beslenme ve bakımına gösterilen ihtimamdır. Zira bu çağlarda süt gıdası, çocuk için en uygun bir gıdadır ve çocuk da en çok anne şefkatine, bakımına muhtaçtır. Bu şefkat ve merhamet anneden başka hiçbir kimsede bulunmaz. Şayet anne çocuğunu iki seneden önce sütten kesmede bir fayda görürse başka gıdalarla beslenme sıhhati için daha faydalı ise o zaman sütten kesebilir. (36)
İşte bu kadar önemli olan süt ilişkisinde görüldüğü üzere çocuk için son derece önemli faydalar arz eden süt emzirme işi, anne için de bir hayli faydalar taşır. Şöyle ki, emzirme süresi içinde annenin hamile kalması ihtimâli çok zayıftır, özellikle cinsi organlarının tam sağlığına kavuşması bakımından bu, çok önemli bir husustur. Annenin göğüs kanseri ve benzeri rahatsızlıklara yakalanması emzirmeyenlere aranla çok zayıftır (37), Süre bakımından Müslümanlığın koyduğu bu hüküm ve hukukçular arasındaki iki temel görüş ayrılığı doktorlar arasında da mevcuttur. Bazı doktorlar, bu konuda dokuz ayı tavsiye eylerken diğer bazıları da iki seneyi ileri sürmüşlerdir. Fakat 1933 yılında yapılan bir toplantıda çocuğun vücut yapısına faydalı emzirme süresinin, bir yıldan fazla olması iki tam yıl olursa bunun daha güzel olacağı kararlaştırılmıştır (38), Süt emme çağında anne ile çocuk arasında asla bir vasıta yoktur. Bu devrede babanın çocuğa karşı şefkati dolaylı bir yolladır. Baba, sütannesi, terbiyeci kiralamakla, nafaka, yiyecek giyecek vs. temini yoluyla bu şefkatinin derecesini gösterebilir. İşte bu durum bile anne hakkının baba hakkından fazla olduğunu en iyi bir şekilde gösterir. (39)
Süt ilişkisinden dolayı meydana gelen yasaklık, çocuk ile onu emziren kadının usul ve füruu arasında, emziren kadının kocası ile onun usul ve füruu arasında söz konusudur. Bir başka ifadeyle, "Emenin emzirene nefsi (bizzat kendisi), emzirenin de emene nesli haram hale gelir. Yukarıda kaydedilen hadisler de bunu göstermektedir. Emen çocuk sanki emziren kadının nesebi (soyu) hükmündedir Rahmindeki çocuk nasıl o annenin bünyesinden faydalanmışsa, emen çocuk da sütü ile aynı faydalanmayı sağlamıştır, o da emziren kadının sütü ile büyümüştür, gelişmiştir. Aynı haklar sütanne ile emen çocuk arasında da meydana gelir. Nice yabani hayvanlar bile emzirdiği yavruya tenezzül etmezken nasıl olur da insanoğlu buna tenezzül eyler? Elbette etmez. (40)
4. KONU HAKKINDA GENEL BİR TARTIŞMA VE DEĞERLENDİRME
Önceki başlıklar altında mealleri verilen ayet ve hadis hükümlerinden ve kısa fıkhi bilgilerden anlaşılacağı üzere, İslam’da birbirleriyle evlenilmesi yasaklananlar a) yakan (neseb), b) ya süt, c) ya karı koca arasındaki evlilik, d) ya da tamamen geçici bir sebepledir. (41) İşbu dört ana gruba giren akrabaların bir listesi ile diğer dinlerde ve hukuk sistemlerinde nikâhı yasak olanların bir listesi karşılaştırıldığında İslam’da bu yasağın şümulünün daha geniş olduğu görülür. Bu farkı 1817 Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesinde de görmek mümkündür (42). Bu dört gruptan yalnızca ilk ikisi asıl konumuzla ilgili idi.
Günümüzde genetik ilmiyle uğraşanlar, anormallikler (abnormality congenital metabolic disorders- error in born vs.) üzerinde dururken yakın akraba evliliklerinin belirtilen sakatlıklar için birer vasat oluşturduğuna da yer vermekteler Tabiatta bütün antijenik nitelikleriyle birbirinin tamamıyla aynı iki canlıyı bulmak imkânı hemen hemen yoktur. Gen çiftleri arttıkça ebeveynlere (anne-babaya) benzeme şansı da azalmaktadır (44). Gen çiftlerinin artışının en uygun ortamı da uzak genler taşıyanların, akraba olmayanların birleşmeleri, evlenmeleridir. Karakterleri tespit eyleyen genlerin artması ikinci grup melezlerde, yeni doğan nesilde genotipleri de o nispette azalacağından, soya çekim oranı da gittikçe küçülür. Bu durum da gösteriyor ki, gen çiftleri ne kadar poligenik (çok genli) olursa soya çekim de o nispette azalır (45). Yakın akraba evlenmelerinde albino resesif genine (hastalıklara sebep olan gene) rastlama ihtimâli daha fazladır. Albinolu çocukların ailelerinin %25- 50’ si kousangen (aynı soydan akraba genleri taşıyan hasta bir tip) olarak bulunmuştur. Ancak bu nevi kardeş çocukları evlenmeleri her zaman hastalıkla sonuçlanır düşüncesine kapılınmamalıdır. Gülhane Tıp Akademisi genetik laboratuvarına müracaat eden hastaların %25’ inde ailevî kan yakınlığı tespit edilmiş olması, memleketimizde bu tip resesif kalıtım hastalıklarının oldukça yüksek olabileceğini göstermiştir (46). Akraba olan kişilerin evlenmeleri sonucu (kardeş çocukları gibi) otozomal resesif hastalıkların ortaya çıkma ihtimâli artar (47). Her ne kadar belirtilen tip hastalık nadirse de böyle bir hastalığı gösteren indeks vakanın anne ve babasının akraba olmaları şansı da o derece yüksektir. (48)
İnsanda yegâne kalıtım materyalinin genler ve bunları taşıyan kromozomlar olduğu bilinmektedir. Hâlbuki insanın dışında bazı organizmalar da, annenin belirli özellikleri, ovumdaki sitoplazması vasıtasıyla yavrusuna geçirdiği bilinmektedir. Spermde hemen hiç sitoplazma olmadığı için babadan bu tip sitoplazmik bir kalıtım beklenemez (49). Yapılan bir araştırmada da ufak izole toplumlarda akraba evlenmeleri gene bağlı hastalığın (Ellis van Creveld) hastalığının çok büyük bir sıklıkta ortaya çıkmasına sebep olmuştur (50). İşte genlerle İlgili bu ve benzeri ilmi araştırmalar ve sonuçları, yakın kan akraba evliliklerinin mahsulü yeni nesilde, ihtimâl dâhilinde de olsa bazı marazî durumların meydana çıkabileceğini ortaya koymuştur. Diğer dinlere ve hukuk sistemlerine oranla Müslümanlığın, evlenilmesi yasak kişilerin dairesini daha fazla genişletmesinin nedenleri üzerinde bu yönlerden de araştırmalar yapmakta yarar vardır.
Yine Müslümanlığın açıkça yasakladığı, süt akraba evliliğinin, acaba yasaklık nedenleri nelerdir? İşte tıbbi bakımdan da yeni hukuki izahlar bakımından da bu konu üzerinde hiç durulmamıştır. Bu müessese yalnızca Müslümanlıkta mevcuttur. Ne var ki, az önce de belirtilen bir araştırma sonucunda, insan spermi dışında, bazı organizmaların annenin belirli özelliklerinin ovumdaki sitoplazması vasıtasıyla yavrusuna geçmektedir. Acaba rahimde geçebilen bu özellikler veya benzerleri anne sütüyle beslenmede geçmez mi? özellikle İlk iki yılda (kemik ve etin) tam oluşması döneminde, annenin bu özellikleri niçin geçmesin? Çünkü rahimdeki cenini besleyen de süt kuzusunu besleyen de aynı bünyedir. Bu husustaki dini hükümler ve manaları daha önce de kaydedilmişti. Bunlar incelendiğinde dikkat çekici birçok yönlerin bulunduğu görülür.
Günümüzde tıbbî bakımdan yalnızca anne sütünün süt kuzusuna faydaları, besleyiciliği üzerinde durulmuştur, Anne sütünün besleyiciliği ve çocuğun bünyesine faydaları bugün pek çok araştırmalarla ispatlanmıştır. En basiti süt tozları ve mamalarının ambalajlarına yazılması gerekli görülen şu ifadedir. WYETH firmasının “SMA (S-26)” ve “INFAS YON” süt tozlarının ambalajlarına yazdığı, “Yeni doğan bebekler için anne sütü tercih edilmesi gereken beslenmedir.” “Süt çocuğu formülleri anne sütüyle beslenme mümkün olmadığı, yetersiz olduğu ve anneler süt vermemeyi seçtikleri zaman anne sütü yerine veya ek besin amacıyla kullanılır.” denilmektedir. ALTER firması da “LAMED” süt tozu mamûlüne, "Bu mama anne sütünün yerini alamaz. Her türlü çabaya rağmen anne sütü yeterli miktarda sağlanamadığı takdirde bu mama verilmelidir.” ifadesini yazmaktadır. ARI GIDA SANAYİİ de kendi mamûlü olan "ARI MAMA" üzerine, "Hiçbir mama anne sütünün yerini alamaz, anne sütü yeterli olmadığı takdirde bebeğe mama verilmelidir.” ifadesini yazmıştır. Şu duruma göre, bir bünye için anne sütü en iyi bir besleyicidir.
Anne sütüyle beslenen çocuklar, sütte mevcut bir kısım faydalı veya zararlı besinleri, vitamin ve mineralleri de aynen almış olur. Vücudunun mukavemeti de ona göre gelişir. Aynı gıda ile beslenenlerin sağlığı, hastalıklara karşı dirençleri de bir benzerlik taşır. Sütle sarılık enfeksiyonu, alerji hastalıkları vs. bazı ağır hastalıklar geçebilmektedir. Sütle meydana gelen haramlıkta şu andaki tespitlere göre genetiğin bir ilişkisi yoktur. Ancak emzirenle emen kişi arasında maddi ve manevi, dini ve ahlaki bir kısım haklar teşekkül ve teessüs etmiş olmalıdır ki, Müslümanlık böyle bir yasaklık getirmiştir. Hâlen de Müslüman toplumlarda bu yasağa uyulmaktadır. Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnâmesi md. 26 ve 32’ den de anlaşılacağı üzere Yahudilerde ve Hristiyanlarda süt ilişkisi evlilik mânii sayılmamıştır. Oysa bugün o toplumlarda da anne sütünün çocuk açısından arz ettiği önem kavranmış olduğundan meselâ İsveç’te, doğan çocukların % 25’ i ilk ayda anne sütüyle beslenmekte, sonra bu oran % 5’ e kadar düşmektedir (51).
Yapılan bir ilmi, tıbbi araştırmada da anne sütünün mide asitleri ve safra kesesi üzerindeki etkileri ortaya konulmuştur. Buna göre, doğumdan sonraki ilk çocukluk devresinde safra kesesi normalden daha fazla gelişmekte, bu da anne sütüyle beslenen çocuk için pek tabiî yararlı asidin daha çok salgılanmasına sebep olmaktadır. Bu gelişme ve artışa da en önemli etken anne sütünden gelmektedir. Bu düşünceye göre, safra kesesinin gelişmesinde ve salgısının düzenli artmasında diğer gıdalar, inek sütü ve soya formülü, anne sütü kadar etkili olamamaktadır (52). Dâhiliye mütehassıslarının sırf sindirim sistemi yönünden insan sütünün etkileri ve sonuçlarıyla ilgili bu araştırmaları gayet dikkat çekici olduğu gibi D vitamini ile fosfor takviyeli anne sütüyle beslenen, erken doğmuş çocuklarda, anormal bünyelilerde vücut yapısının hızlı geliştiği de ispatlanmaya çalışılmıştır. Anne sütüne ilâve olarak verilen bu maddeler sonucu çocuğun vücudu daha çok kalsiyum emebilmekte, vücut gelişme göstermektedir. Aynı emiş ve kalsiyumu vücutta tutuş ortamını inek sütü veya soya formülü (soya fasulyesinden elde edilen bir tür gıda) nden sağlayamamaktadır (53).
Süt kuzusu çocukların yakalandıkları bazı sürekli hastalıkların sebepleri üzerinde de durulmuştur. Anne sütünün bu tür hastalıklara ne yönde etkili olduğu araştırılmıştır. Araştırmalardan birisi de alerjiyle ilgilidir. Şöyle ki, çocukların ilk devirlerinde alerji inek sütüyle veya karışık beslenmeyle yakından ilgilidir. Bu konuda yapılmış 24 kadar araştırmadan yalnızca bir tanesi alerjinin anne sütüyle beslenmeden kaynaklandığını ileri sürmüştür. Bilinen diğer bütün araştırmalar alerjinin inek sütüyle yakından ilgili ve irtibatlı olduğunu teyit etmektedir. Yirmi dört araştırmanın kalite ve çapı farklı boyutlardadır ve hepsi de sonuçta aynı ağırlığı vermemekte, taşımamaktadır. Annenin geçmişinin alerjik bir aileye, soya dayanması halinde, çocukta mevcut alerjik ortamı inek sütü hemen ortaya çıkarıvermektedir. Bazı gıdalar alerjiyi tahrik eder. O nedenle de annenin, ne türlü gıdaların alerjiye tesir ettiğini bilmesi beklenir. 6 haftalık, 3 aylık, 6 aylık, birkaç yıllık ve nihayet 20 yaşlarındaki çocuklar ve kişiler üzerinde yapılan araştırmalar munzam gıdaların alerjiye tesiri hakkında farklı sonuçlar ortaya koymuştur. Ama hepsinin ötesinde şu husus görülmüştür ki, inek sütü veya süt tozu alerjik hastalıkları artırma riskine sahiptir.” faraziyesi (varsayımı) lehinedir (54). Ancak birkaçını özetleyebildiğimiz bu tür kıymetli tıbbi araştırmalar literatürde çokça mevcuttur (55).
İnsan sütüyle ilgili tıbbi araştırmalar anne sütünün pek çok yönden yararlarını, üstünlüklerini ortaya koyduğu gibi çocuk psikolojisi ve terbiyesiyle meşgul olanlar da ilk haftalar, aylar ve yıllarda anne şefkatinin çocuk üzerinde son derece önem taşıdığına dikkatimizi çekmektedirler. Kreşlerin, çocuk bakım yuvalarının bu bakımlardan arzulananı veremedikleri dile getirilmekte, komedilere konu yapılmaktadır. Şimdi, aynı anne sütünden gıdalanan bünyelerin, aynı anne şefkatini görmüş kişilerin, süt kuzularının ileride birbiriyle evlenmelerinin acaba tıbbi, psikolojik ve pedagojik ne gibi mahzurları söz konusudur? İşte üzerinde durulması beklenilen önemli konulardan birisi de budur.
5. NETİCE VE TEKLİFLER
İslam’da evlenilmesi yasaklananlarla ilgili olarak verilen bu bilgiler ve kısa da olsa hukuki re tıbbi açıklamalar karşısında nazari olarak yaptığımız bu araştırmanın sonuçlarını, tekliflerimizi şöylece belirtebiliriz:
I. Çeşitli nedenlerle aralarında evlenme yasağı bulunanlar, insanlık tarihi kadar eskidir. Yasaklık her din ve hukuk sisteminde, her millette görülür. Bunların büyük bir çoğunluğu kan akrabalığından, bir kısmı da başka sebeplerden kaynaklanmaktadır.
II. İslâm dininin temel kaynaklarından ilk ikisi, Kur’an ve sünnette işbu birbirleriyle evlenmeleri yasaklanan kişiler açık seçik bir şekilde belirtilmiş, bazen yasaklık sebepleri bile gösterilmiş, izah edilmiştir. Gerek oralardaki hükümlerden ve gerekse onlara dayanarak hazırlanmış 1333/1917 tarihli Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnâmesinden vs. den anlaşıldığı üzere İslamiyet’te ve Müslümanlar arasında bu yasağın şümulü çok daha geniştir.
III. İslamiyet’te birbirine eşit güç ve derecede tutulan kan ve süt akrabaları ve bunların birbiriyle evlenmelerinin yasaklık sebepleri açıklanırken işin hep dini ve hukuki yönü üzerinde durulmuştur. Pek az tefsirlerde ve hadis kitaplarında konuya tıbbi yönden de bazı açıklamalar getirilmiştir ki, bunun en açık örneğini el-Merâgi tefsiri teşkil etmektedir. Biz araştırmamızda kan ve bilhassa süt ilişkilerle akrabalıkları üzerinde daha çok durduk.
IV. Her ne kadar genetikçiler, akraba evliliklerinin mahzurları üzerinde duruyorlar, tevarüsle çocuklara geçen hastalıklar, resesif genler, anormallikler konusunda dikkatlerimizi çekiyorlarsa da ne onlar ve ne de diğer hekimler süt meselesine eğilmektedirler. Evlenmeleri kesin yasaklanmış olan yakın kan akrabaları dışında kalan kan akrabalarının (kardeş çocuklarının vs. nin) evlenmelerini, ihtimaller hasebiyle de olsa bazen mahzurlu görmekteler ve hatta ihtimâli durumu kanun hükmüyle de perçinleme temayülleri mevcuttur. Pek tabii gösterdikleri hassasiyette de çoğu defa haklı çıktıkları olmaktadır. Acaba aynı hassasiyet süt ilişkileri üzerinde de gösterilse, bu konu da yalnız hukukun (fıkhın) ve dinin inceleme sahasında kalmayıp tıbbın sahasına da alınsa acaba nasıl bir sonuç elde edilir? Cidden merakı mucip bir husustur. Anne sütünün kıymeti konusunda varılan enteresan ve müspet sonuçlar acaba belirtilen sahada da kendini gösterebilir mi? Tıp ilminin henüz eğilmediği, müspet hukukun konu edilmediği bu mesele üzerinde yetkililerce araştırmalar yapılması temenni edilir. Belki bu suretle de yakın kan akrabaları arasındaki evliliklerden doğan sakat çocukların problemlerine bir başka yönden de yaklaşım sağlanmış, çözüm getirilmiş olur.
DİPNOTLAR
(*) Profesör, Dr. Ali Şafak, Polis Akademisi, ANKARA.
(1) Fahrüddin er-Râzi, Mefâtîhu’l- Gayb, c. 3/ s 268 vd. İstanbul 1308.
İsmail el-Konevî. Hâşiyetü’l-Konevî, c. 3/ s. 198 vd. İstanbul 1285. Alusi, Ebu’l-Fazl Mahmûd el-ÂIûsî Ruhu’l-Meâni, c. 4-252-253, Beyrut.
(2) Bkz. 1333/1917 tarihli Osmanlı-Hukuk-ı Aile Kararnamesi md. 20-26 (Yahudiler hakkındadır) ve md. 27-32 (Hristiyanlar hakkındadır.)
(3) Mootham, O.H. Burmese Budhist Law, Oxford 1939.
(4) Bak Medeni Kanun md. 92 vd.
(5) Kur’an-ı Kerim, en-Nisâ suresi, ayet 22-24.
(6) Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnâmesi md. 13-19. Ahmed Mustafa el-Merâği, Tefsirü’l-Merâğî, c. 4/220 vd. Kahire 1389. Tantâvî, Cevheri, el- Cevâhir fi tefsir’il-Kur’ân, c. 3/32-33, Kâhire 1350. Muhammed Hüseyin et-Tabatabâî, el-Mîzân fi Tefsîri’l-Kur’ân, c. 4/264, Beyrut.
(7) el-Cevâhir, 3/33.
(8) el-Cevâhir, 3/33-34.
(9) el-Cevâhir, 3/34-35.
(10) Bkz. Medeni Kanun md. 92.
(11) Bkz. O.H. Aile Kararnâmesi md. 16, 26, 32. Medeni Kanun md. 02, Muhammed Surûri, Ahkâmu’n-Nikâh, 2. bab md. 50-105, İstanbul 1329 Mahmud Esad Seydişehrî, Nikâh ve Talâk Kitabı İle Müteallikâtı, 6. bab Paragraf 249-281, İstanbul 1326.
(12) Buhari. Nikâh 20, 27, 117. Müslim, radâ 1, 2. Ebu Davud, nikâh 6. İbnu Mâce, nikâh 34. ve diğer eserler.
(13) Buhari, nikâh 20, 21. Müslim, radâ 1. Muvatta, radâ 1.
(14) Muvatta, radâ 12.
(15) Tirmizi, radâ 1, Müsnedü Ahmed, c. 2/182.
(16) Buhari Tefsiru Suretil-Ahzâb, nikâh 27. edeb 92. Müslim, radâ 5. Müsnedü Ahmed c. 6/72.
(17) Arapçada Lohme veya luhme kelimesi hısımlık, akrabalık, bir şeyin dokusu, nesci manalarına gelmektedir. Hadiste geçen bu terim akrabalık, hısımlık manasınadır. Hadis için dipnot 12’deki kaynaklara bkz.
(18) Konevi, c. 3/198-89.
Cemalüddin el-Kâsımî (ö 1332/ 1914), Tefsîru’l-Kâsımî, c. 5/ 1174, Kahire 1377.
el-Mizân 4/264.
(19) Ebu Davud, nikâh 9,10, Muvatta, rada 13. Müsnedü Ahmet 6/201, 255. vs. eserler. Muhammed Reşid Rıza, Tefsirü’l-Kur’âni’l-Hakîm (el-Menâr), c. 4/471, Kahire 1330.
Emin Mahmud Hattâm, el-Minhel 3/205, Hindistan 1394/1974.
(20) el-Minhel, 3/202 Ebu Davud, nikâh 9, 10. Muvatta, radâ 13.
(21) Muvatta, radâ 12.
(22) Bu iki fikir için Ruhu’l-Meânî, 4/254-55. el-Cevâhir, 1/213, 3/ 30. el-Minhel, 3/203.
(23) Miras. Kâmil, Tecrid’i Sarih Tercemesi, c. 11/274, Ankara 1972.
el-Menâr, 2/411, 4/472-474, el- Minhel, 3/191, 192, 202-205.
(24) Ebu Davud. Nikâh 8. İbnu Mace, nikâh 37.
(25) Kur’an-ı Kerîm, el-Bakara suresi, ayet 233.
(26) Muvatta, radâ. 10-15. Tirmizi, radâ 5.
(27) el-Minhel, 3/190-91, Buhari, nikâh 21.
(28) el-Minhel, 3/193-94. Tecrîd Tercemesi, 11/273, Buhari, nikâh 21. Müslim rada 32. Nesei, nikâh 51. Dârimî, nikâh 52.
(29) ez-Zemahşeri, Ebul-Rasım Mahmûd b. Ömer, Tefsîrü’l- Keşşâf, c. 1/358, Beyrut. Tefsiru’l-Kâsımi, 5/1174 Ruhu’l- Meânî, 4/255-55. Tecrîd Tercümesi, 11/273-74.
(30) Tefsîrü’l-Kâsımî, 5/1175.
(31) Mefâtîhü’l-Gayb, 2/389, 90.
Ali Ahmed el-Cürcâvî Hikmetü’t-Teşrii ve Felsefetuhû, cüz- 2/110-11. Kahire 1381.
(32) el-Menar, 2/409-10.
(33) Hally M.R. ve arkadaşları, "Factor Influencing the Feeding of first-born Infants”, Acta Paediatrica Scandinavia, v. 73 s. 33-39, Ocak 1984 Stockholm.
(34) el-Menar, 2/410, 11. el-Meraği, 4/220.
(35) el.Bakara suresi ayet 233, tefsiri için bakınız el-Meraği, 2/185.
(36) el-Merâği, 2/186, Hikmetü’t- Teşrî, 2/112.
(37) Hikmetü’t-Teşri, 2/110-11.
(38) el-Minhel, 3/192, 93. Hikmetü’t- Teşri, 2/111.
(39) el-Minhel, 3/193. Hikmetü’t- Teşrî, 2/112.
(40) Nikâhlanmaları yasaklanan bu kişiler, sınıflar hemen her fıkıh kitabında etraflıca belirtilir. Meselâ bakınız İbnu Kudâme, Ebu Muhammed Abdullah b. Ahmed, el-Muğnî, 6/571 vd. Kahire 1333. İbnu Abidîn, Muhammed Emin b. Ömer, Hâşiyetü Reddi’l-Muhtâr, 2/299 vd., 436-449, Mısır 1307. el-Minhel, 3/184, 89.
(41) el-Merâğî, 4/219, 20.
(42) Bak H, Aile Kararnârnesi md. 13 vd.
(43) Bu konuda dikkat çeken bazı makaleler için bkz. Journal Perinat Medicine, c. 11, s. 114-120.
New England Journal of Medicine, sayı 309, s. 659-61 ve 664-65.
Annual Review of Rehabilitation, c. 1, s. 1-12.
(44) Tezok. Ö.F., Genetikte Temel Prensipler ve İnsan Genetiğindeki Değerlendirilmeler, s.94, Bursa 1977.
(45) Genetikte Temel Prensipler, s. 105.
(46) Genetikte Temel Prensipler, s. 107.
(47) Tayşi, Kutay - Say, Burhan, Tıbbi Genetik, s. 333, 399. Ankara 1975.
(48) Tıbbi Genetik, s. 334.
(49) Tıbbî Genetik, s. 342.
(50) Tıbbi Genetik, s. 398-99.
(51) Hofvander Y. - Sjolin S., "Breast Feeding Trends and Recent Information Activities in Sweden.” Acta Paediatrica Scandinavia, 1979, c. 68, s. 122-125, Stockholm.
Picciano M.F., “Milk and Mineral” Acta Paediatrica and 1981, c. 70, s. 189-194.
Köhler L- Mecuvisse G - Martenson W, "Food Intake and Growth of Infants Between Six and Twenty Six Weeks of Age on Breast Milk, Cow’s Milk Formula and Soy Formula” Acta Paediatr Scand. c. 73, s. 40-48.
(52) Watkins J.B. ve arkadaşları, “Feeding the Low Birth Weight Infant... and Human Milk on Bile Acid Kinatics" Gastroenterology, c. 85, s 799, New York, 1983.
(53) Senterre J ve arkadaşları, "Effects of Vitamin and Phosphors Supplementation on Calcium Retention in Preterm Infants Fed Bankod Human Milk” The Journal of Pediatrics, c. 103, s. 305-307, Missouri 1983.
(54) Burr, M.L. "Does İnfant Feeding Affect the Risk of Allergy?" Archives of Disease in
Childhood, c. 58. s. 561-65, London 1983.
(55) Ayrıca şu makalelere de bakılabilir;
Köhler L. ve arkadaşları; adı geçen makale. Acta Paedlatr Scand, c. 73, s. 40-48.
Hofvander Y. ve arkadaşları, adı geçen makale. Acta Paediatr Scand, c. 78, s. 122-25.
Journal Paediatr Gastroenteral Nutr, c. 1, s. 201-205, 311-15.
Picciano M.F. ve arkadaşları, adı geçen makale. Acta Paediatr Scand, c. 70, s. 189-194.