Makale

İslâm’da Evlenilmesi Yasaklananlar Yakın Akraba Evlilikleri Ve Sakat Doğan Çocuklar

İslâm’da Evlenilmesi Yasaklananlar Yakın Akraba Evlilikleri
Ve
Sakat Doğan Çocuklar

Prof. Dr. Ali ŞAFAK
Polis Akademisi Öğr. Üyesi

1. GİRİŞ

Neslin korunması, bütün ilahi dinlerin ortak temel esaslarındandır.

Dinî kaynaklara ve Kur’an-ı Kerim’deki hükümlere göre, yeryü­zünde ilk yaratılan insan Hz. Âdem ve Havva’dır, insanoğlunun atası da bunlardır. Onlardan sonra gelenle­rin nasıl çoğaldığı, evlenmelerinin nasıl ve kimlerle evlendikleri konu­su tefsir kitaplarında, en-Nisâ su­resinin nikâhlanılması serbest kılı­nan ve yasaklanan kadınlar bah­sinde (bkz. ayet 23, 24) etraflıca açıklanmıştır. Başlangıçta aynı ata­dan (soydan) gelen yakın akraba­ların evlenilmesine müsaade edildi­ği insanoğlunun çoğalması sonucu bu müsaadenin kaldırıldığı belirtilir (1). Nitelik Yahudilikte ve Hristiyanlıkta yakın kan akrabaları (neseb akrabaları) arasında bir derece­ye kadar evlilik yasaklığı konulmuş­tur. O dinlerde süt akrabaları arasında bu tür bir yasaklık getirilme­miştir. Her iki dinin evlilik yasak­ları ile ilgili bu hükümleri 1333/1917 tarihli Osmanlı Hukuk-ı Aile Ka­rarnamesinde aynen kanunlaştırılmıştır (2). Kan akrabaları arasın­da evlilik yasaklığına uzak doğu beşeri dinlerinde, Burma-Budist hu­kukunda da rastlanılır (3). Hatta ba­zı kavimlerde, milletlerde erkek ci­hetinden yedi göbek geçmedikçe iki kan akrabasının evliliğinin uygun olmayacağına dair bir kısım örfle­re ve tatbikata tesadüf edilir. Mese­lâ Çerkezlerde, dinleri ne olursa ol­sun Balkanlarda yaşayan çeşitli milletlerde bu örf ve âdetler hâlâ mev­cuttur, uyulmaktadır.

Beşeri kanunlar da konu üze­rinde hassasiyetle durmuş, genelde kan hısımları arasında evlilik ya­sağı etraflı bir biçimde tanzim edilmiştir (4). Son zamanlarda bu yasağın dışında kalan, yakın kan akra­bası çocuklarının evlenmelerinin de yasağın şümulü içerisine sokulması istenilmektedir. Nitekim Medeni Ka­nun Tadil Komisyonu da bu tür te­mennilerde bulunmuştur. Zira sakat doğan çocukların bir kısmının ya­kın kan akrabaları evliliklerinden kaynaklandığı ihtimali tıp âleminde savunulmaktadır. Pek tabii bu du­rum da bir toplum için bazı prob­lemleri beraberinde getirmektedir. Çözümü için de kanunî ve tıbbî ted­birlerin alınması gereği ortaya çık­maktadır. İşte bu önemli konuda İs­lâm dininin hükümleri nedir? Ne gi­bi çözüm yolları getirilmiştir? Bu ve benzeri sorunların cevabı, mevcut ayet ve hadis hükümleri karşısında araştırılmaya çalışılacak, bir sonuç ve teklifler sunulacaktır.

2. İSLAM’DA EVLENİLMESİ YASAKLANANLAR

İslam dininde evlenilmesi ya­saklananlar birkaç farklı sebebe dayanmaktadır. Ayet mealleri ya­kından incelendiğinde de görüleceği üzere bu yasağın şümulü çeşitli sebeplerle bir hayli genişletilmiştir. Cenab-ı Hak şöyle buyurur:

"Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin. Ancak Cahiliyet devrinde geçen geçmiştir. Şüp­he yok ki, o bir hayâsızlıktı. Allah’­ın en büyük hışmına bir sebepti. O ne kötü bir yoldu."

“Analarınız, kızlarınız, kız kar­deşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, birader kızları hemşire kızları, si­zi emziren sütanalarınız, süt hem­şireleriniz, karılarınızın anaları, kendileriyle zifafa girdiğiniz karı­larınızdan olup himayenizde bulu­nan üvey kızlarınızla evlenmeniz si­ze haram edildi. Eğer onlarla, üvey kızlarınızın analarıyla zifafa girmemişseniz, onlarla evlenmenizde size bir beis yok. Kendi sülbünüzden gel­miş oğullarınızın karılan ile evlen­meniz ve iki kız kardeşi birlikte al­manız da keza haram edildi. Ancak cahiliyet devrinde geçen geçmiştir, çünkü Allah hakikaten yargılayıcıdır, çok esirgeyicidir.”

"Harp esiri olarak sağ ellerinizin malik olduğu kadınlar, mülk-i yemi­niniz olan cariyeler müstesna ol­mak üzere diğer bütün kocalı kadınlarla evlenmeniz de size haram edildi. Bu hürmetler üzerinize Allah’ın farzı olarak yazılmıştır. Onlar­dan maadası ise, namuskâr ve zinaya sapmamış insanlar halinde ya­şamanız şartıyla mallarınızla mihr vermek veya satın almak suretiyle arayıp nikâhlamanız için size helâl edildi.” (5)

İşte bu hükümlerde nikâhı ha­ram kişiler, farklı haramlık sebepleri ve kişiler arası akrabalık iliş­kileri açıklanmıştır. Bunların tama­mım şu birkaç grupta toplamak mümkündür:

a) Nesep (kan) yönünden ni­kâhı haram olanlar: Bunları kişile­rin; I. usulü (anneler ve yukarısı), II. füruu (kızlar ve kız torunlar), III. bütün kız kardeşleri, IV. erkek kardeşin kız çocukları (yeğen­ler), V. kız kardeşin kız çocukları (yeğenler). VI. halalar, VII. teyze­leri teşkil eder.

b) Yukarıda belirtilen akraba­ların tamamı süt yönünden, sütan­ne tarafından olunca da aynen ya­saktır.

c) Evlilik sebebiyle nikâhı ha­ram hale gelen kadınlar; I. kayın­valideler, II. evlilik sebebiyle (üvey evlat haline gelmiş kızlar, III. kişi­nin oğlunun hanımları (gelinler),

d) Geçici bir sebeple nikâhı ha­ram hale gelmiş kadınlar ki, haram­lık sebebi ortadan kalkınca o kadın­larla evlilik serbest hale gelir:

I. İki kız kardeşle, yeğen-hala, yeğen-teyze ile birlikte evlenmek,

II. Boşanmış fakat henüz iddeti dolmamış bir kadınla evlenmek,

III. Lianla veya üç talakla bo­şanmış kadın ile boşayan erkek ara­sındaki evlilik,

IV. Aynı anda dörtten fazla kadınla nikâhlı bulunmak (6).

Esas itibariyle fıtrilikten kop­muş olan nefis cinsi arzu duymakta, karşı cinsinde bir ayırım gözetmez. Yabancı-yakın akraba arasında pek bir fark yoktur. Nitekim hayvanlar­da durum böyledir. Mecusiler de her­hangi bir beis duymadan kızları ve kız kardeşleriyle evlenirlerdi. Müslümanlar, Hristiyanlar ve benzerlerine gelince, kişi yakın akrabasına, soyu­na merhametle, Allah’ın kudret, aza­met ve şerefini düşünerek bakar. Ama yabancı bir kadına ise, bunlar­dan işte bir şehvet duygusuyla ba­kar. Kişi, yakınlarına, şehvetten u­zak, sanki melâike nazariyle, mer­hametle bakarken yabancı için bu duygu ikinci planda kalır (7). Akra­balarla evliliğin haramlığı, yabancı­larla evlenme serbestliği, insan sev­gisini artırmak, gizli fesatları kal­dırmak ve genç erkek ve kadınların nefislerini yüceltmek içindir. Kişi­nin, kendisine nikâhı haram olan kişileri, kadınları sevmesi, bazen a­cıma, bazen da onu yüceltmek ama­cıyladır. Çok nadiren şehvet duygusu sevginin yerine geçebilir. Meselâ ki­şi, kız kardeşini korur, yüceltir, annesine hürmet eder. Şayet haramlık olmasaydı sosyal bakımdan yakın akrabalar arasında kardeşler, oğul-baba vs. arasında Allah koru­sun nice kavga ve kıtallere sebep olurdu. İşte sosyal ahlâk ve dini yönden bu ve benzeri daha pek çok mahzurlar mevcuttur (8).

Şurası bir gerçektir ki, şehve­tin yaktığı ateş tıpkı bir ateş, elek­trik, tıbbî ışıklar vb. gibidir. Her ateş ve elektrik iki iş yapar, par­çalar, birleştirir, uzaklaştırır, ya­kınlaştırır, Ateş odunu yakar ve bir kısım parçaları havaya karışır, bir kısım parçaları da kül olup top­rağa dönüşür. İşte bu işlerden bi­rincisi ayırmak, ikincisi ise birleş­tirmektir. Kız kardeşi, sevgilisi ve düşmanıyla birlikte oturan bir genç, kız kardeşine karşı bir melektir, sevgilisi (yabancı) kadınla bir cinsî duygu ilişkisi vardır, düşmanına karşı ise bir aslan kesilir. İşte bir kişi de böyle çok tuhaf hassalar mevcuttur (9). Bütün bunlar konu­nun manevi ve hissî yönleri olmak­tadır.

Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnâmesi md. 13-32 arasında İslam, Yahudi, Hristiyan kişiler açısından ni­kâhı yasaklananlar hakkında hü­kümler konulmuştur. Burada her üç dine göre de nesep cihetinden ya­kın akraba evlilikleri yasaklananlar benzerlik taşır. Hatta Hristiyanlıkta bunun şümulü biraz daha farklı, daha geniş tutulmuştur. Yedinci de­receye kadar çıkarılmıştır. Medeni Kanunda da nesep cihetinden evlenilmesi yasaklananlar, İslâm huku­kunda yasaklanmış olanlar ile aynıdır (10). Ne var ki, yukarıda belirtilen nikâhı yasak diğer kişiler mev­zuunda dinler arasında, din ile ka­nunlar arasında farklılıklar vardır. Bilhassa süt yönünden yasaklık ko­nusunda İslam’da yer alan hüküm­ler diğer dinler ve hukuk sistemle­rinde mevcut değildir (11).

3. SÜT AKRABALAR ARASI EVLİLİK YASAĞI

Yukarıda meali kaydedilen "en- Nisâ suresi ayet 23’ te sizi em­ziren sütanalarınız, süt hemşirele­riniz ile evlenmeniz size haram edildi." buyrulduğu görülmüştü. Bu hükümden mutlak manada süt yönünden anneler, kardeşler vb. lerinin nikâhı yasaklanmıştır. Bu ko­nu hadislerde daha geniş bir şekil­de ele alınmıştır, Şöyle ki, "Neseb cihetinden nikâhı haram olanlar (o sınıflar) süt cihetinden de haramdırlar." (12), bir başka hadiste;

"Doğumun haram kıldıklarını süt de haram kılar.” (13)

“Sütün azı da çoğu da süt iliş­kileri olanı haram kılar.” (14)

"Allah Teâlâ neseb (kan) cihe­tinden haram kıldıklarını süt cihe­tinden de haram kılmıştır.”

"Nesep cihetinden haram say­dıklarınızı süt yönünden de haram sayınız, kılınız.” (16) buyrulmuştur. Bu konuda daha pek çok hadis­ler sıralanabilirse de maksadı açık­lamak için bu kadarı yeterli bulun­muştur.

İşte İslâm âlimleri bu ayetler ve hadislerin tefsiri sadedinde ileri sürdükleri görüşler kısaca şöyledir: Allah Teâlâ süt yününden yasaklığı kan yönünden yasaklık ile aynı hük­me tabi tutmuştur. Zira sütle, em­mekle emen kişi emzirenin bir par­çası (fer’i), nesli gibi bir hale gelmektedir. Emziren kadının bir par­çası, vücudunun salgıladığı süt ile emen çocuk emzirenin bir parçası haline gelmektedir. Sanki o kadından doğmuş (kan bağı bulunan) bir çocuk hükmünü almaktadır. Hadiste de,

“Sütten meydana gelen akrabalık nesebten meydana gelen akrabalık gibidir." (17) buyrulmuştur. Süt em­zirmekle çocuğun kemikleri gelişmekte, dokuları, eti tam olarak teşekkül etmekte, artmaktadır. Böylece emzirenin bir parçası olma şüphesi doğmaktadır ki, buna yegâne sebep de herhalde emzirmek­tir, Dolayısıyla nesep yönünden evlenilme yasaklığı hükmü süt em­zirmede de aynen geçerli kılınmış ve ayette yasaklık nesebden hemen sonra getirilmiştir. Geçici sebeplerden dolayı nikâhı haram olan­lar ise daha sonra belirtilmiş, zik­redilmiştir (18).

Emzirmenin üzerinde çokça du­rulan iki şart vardır. Biri, emzirme­nin miktarı, ikincisi ise, süresidir. Emzirmenin miktarı konusunda ayette bir açıklık yoktur ve hüküm geneldir, mutlaktır. Bir sınırlandır­ma getirilmemiştir. Hadislerde ise, bu konuda iki farklı grup teşkil eden rivayetler mevcuttur. Bir gru­bu ayet hükmü gibi geneldir, diğer grubu ise, emme miktarını belirten rivayetlerdir. Bu miktar da beş o­larak belirtilmektedir. Meselâ ha­dislerde "Bir veya iki kez süt em­mekle haramlık meydana gelmez” buyurulmuştur. Bu rivayetten, ikiden fazla emzirmenin haramlığı te­sis edeceği manası hükmü çıkartı­lır. Bir başka hadiste ise, “Onu beş defa emzirdi ki, bundan sonra o emen kişi, emzirenin (kadının) ço­cuğu gibi oldu," (19) buyurulmuştur.

Nitekim ayet-i kerime de bir kıraate göre, "... beş defa emzir­me...” anlamına gelen bir Arapça metinle okunmaktadır. İşte bunlar­dan ve benzeri delillerden hareket eyleyen Medine Hukuk Ekolü kol­larından olan Maliki, Şafii ve Hanbelî fıkhı mezheplerine göre, beş ayrı zamanda, yabancı çocuk kana kana emerse o takdirde emenle em­ziren arasında süt ilişkisi meydana gelir. Küfe Hukuk Ekolüne ve bunların başına da genel Hanefî fık­hı mezhebine göre, çocuğun bir kez dahi emmesi süt ilişkisinin meydana gelebilmesi için yetenidir. Ayetten bu anlaşılacağı gibi hadislerden de bu hüküm çıkartılabilir, demekte­dirler. Meselâ bir hadiste;

“Sütün azı da çoğu da harami­liği meydana getirir.” (21) buyurul­muştur. Zira kemik ve et teşekkü­lünde sütün az veya çok oluşu ay­nı etkiye sahiptir (22).

Her iki fikrin taraftarları, fı­kıh kitaplarında bu konuyu ayrın­tılı bir şekilde işlemişlerdir. Günümüzde bu konuda sorulan sorulara hemen her yerde, soran kişinin din­de ameldeki mezhebine bakılmaksı­zın bir kez emmeyi, dinin bu hük­münün tatbiki için yeterli sayıldı­ğını görmekteyiz. Meselâ, Irak, Suudi Arabistan, Kuzey Afrika ülke­leri vs. yerlerde durum böyledir (23). Herhalde buna da sebep, çocuğun bünye teşekkülatında önemli bir ye­re sahip bulunan anne sütüdür. Ni­tekim hadislerde de, “Süt ilişkisi an­cak kemik büyüme ve et (adale) gelişme gösterdiği, tam teşekküle başladığı zamanda meydana gelir,” (24) buyurulmuştur. İşte Müslümanlık dini, ahlâkî terbiye ve saygının yanında bir ihtiyat tedbiri olarak bir yabancı kadını emmeyi, arala­rında evlenme yasaklığının yeterli sebebi olarak görmüştür. Emmenin azını ve çoğunu eşit hükme tabi tut­muştur.

Emzirme zamanına gelince, yi­ne burada da adı geçen iki ekol ara­sında iki ile iki buçuk yıl arasında bir görüş ayrılığı mevcutsa da İslam hukukçuları arasında hâkim kanaa­te göre, bu süre iki yıldır. Ayette de, "... Anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler...” (25) buyrulduğu gibi hadislerde de bunu teyit ey­leyen hükümlerden birkaçı şöyledir:

"Süt ilişkisi ancak ilk iki yıl içerisinde emzirince söz konusu­dur.” (26) Buhari’ de de bu konuda açılan bir bölümün başlığı,

"İki yıl geçtikten sonra süt ilişkisi olmaz diyenlerin babı” adını taşır. İşte buralarda kaydedilen hadis meallerine göre,

"Kendisiyle haramlık sabit olan radaa (süt emme) yalnız açlı­ğını sütle giderebilen emzik çağın­daki çocuk hakkında muteberdir.” (28) Bir süt kuzusu olan ço­cuğun gelişmesi, büyümesi bedeni teşekkülü yalnız sütle temin edil­diği için çocuk, emziren kadının kendisinin dünyaya getirdiği çocuğu gi­bi kendisinin (emzirenin) bir parça­sı, cüzü oluyor (29). Çocuk ileri yaş­larda iken emzirilirse, bu durumda çocuk açısından sütün önemi diğer gıdalar derecesindedir, sanki onlar­dan birisi gibidir. Bu durumda süt ilişkisi artık meydana gelmez. Zi­ra böylesi biri emzirilince kemik hemen etki altında kalmaz, cüssesi gelişmez ve dolayısıyla kendisini em­ziren kadının bir parçası olmaz ve haramlık sebebi de tekevvün eyle­memiş demektir (30).

Nitekim Fahrüddin er-Râzî de tefsirinde şöyle der, "Ayette anne­lerin çocuklarını emzirecekleri hük­mü vücub (kesin emir) manasına da gelir, nedb (mendûb, beğenilmiş) bir emir manasına da şayet çocuğu emzirecek bir başkası bulunmazsa ve çocuk da sütten başka bir şey almazsa alamazsa o takdirde annenin emzirmesi gerekli, mecburi bir hal alır. Normal şartlarda annenin emzirmesi ise çocuğun anne sütüyle beslenmesi sair sütlerle beslenme­sinden daha münasiptir ve annenin şefkati başkalarının şefkatinden da­ha fazladır, daha uygundur. Zaru­ret olmasa da annenin emzirmesi çocuğun sağlığı, morali bakımından daha yerindedir. Emzirmenin iki yıl süreli oluşu meselesi ise, ke­sin bağlayıcı bir süre değildir. En fazla iki yıldır. Çocuğun süte ihti­yacı en fazla iki senedir. Bazı du­rumlarda, çocuğun bünyesi zayıfsa bu ihtiyaç iki yıldan fazla da süre­bilir. Aslında ayette geçen sürede emmenin meydana gelmesi ve vücu­dun emmeye olan ihtiyacını tevhit­tir. Çocuk bu süreden daha önce ve­ya daha sonra sütten kesilebilir.” (31)

İslâm âlimlerinin bir kısmına göre, anne sütü sütannenin sütün­den çok daha yarayışlıdır. Onun için el-Bakara suresi ayet 233’ teki emri genellikle kesin ve bağlayıcı emir manasında anlamaktadırlar. Pek ta­biî emzirmeme açısından anne için bir zaruret yoksa. Buradaki gerek­lilik (vücub) da bir ibadet anlamın­da değil bir dünyevi görev manasındadır (32).

Yakın zamanlarda, bizzat an­nenin emzirmesiyle çocuğun beslen­mesi konusu, gelişmiş ülkelerde de rağbet bulmaktadır. Meselâ 1980 yılı araştırmalarına göre, ilk altı ay içinde çocuğunu emziren anne sayı­sı nispeti, İngiltere’de %65, Ameri­ka Birleşik Devletleri’nde %55’ tir. Bu oran İsveç ve Finlandiya’da da­ha da fazladır. İlk aydan sonraki dö­nemde ise bu rakam İngiltere’de %22’ ye, A.B.D. %25, Finlandiya’da %50’ ye düşmektedir. Bu duruma, hiç şüphesiz sosyolojik, ekonomik vs. pek çok faktörler tesir etmekte ve bu yüzden nispetler değişken­lik göstermektedir (33).

Büyük Âlim, müfessir Mustafa el-Merâğî de tefsirinde şöyle der: “Sütün bünyeye etkisi sırf sütle beslenme devam ettiği süredir. Şayet çocuk iki seneden önce sütten kesilmiş de başka gıdalarla besle­niyorsa artık bundan sonraki em­zirmelerin o çocuğun bünyesine faz­la bir etkisi yoktur. İki seneden sonra bile çocuk yine sütle beslenmeye devam ediyorsa o zaman yine bu çocuğun bir yabancı kadını emmesi hali haramlığı, evlenme yasaklığını meydana getirir (34). Yine ayette ge­çen, “anneler çocuklarını tam iki yıl emzirirler.” hükmü ile sanki çocukları emzirmek onlara bir ke­sin hüküm olarak konulmuştur. Zi­ra annenin sütü tabiplerin hepsinin ittifakına göre, çocuk için en uy­gun ve en üstün bir gıdadır. Çocuk anne rahminde onun kanı ile besle­nir, dünyaya gelince de bu kan sü­te dönüşür. Zira bilindiği gibi süt de kandan hâsıl olan, ortaya çıkan ve ondan ayrılan, besleyici özelliği bu­lunan pek önemli bir sıvıdır. Anne rahminde çocuk ne gibi yarayışlı maddeler almışsa doğunca da sütle aynı yarayışlı vücuda girmeye, sin­meye devam eder. Anne sütüyle vücuda giren faydalı maddeler, vita­minler, mineraller vs. rahimde kan­la alınanlardan pek farklı şeyler de­ğillerdir. Aynı rahimden doğanlar arasında nasıl bir kan akrabalığı mevcutsa aynı göğüsten emen süt kuzuları arasında da ona eş bir ya­kınlık meydana gelmekte, doğmak­tadır. İşte Müslümanlık bir bakıma bunlara da dikkatlerimizi çekmekte­dir. Ama zaruret sebebiyle çocuğu bir sütannesi emzirecekse o zaman bu sütannenin sıhhatini ve ahlâkı­nı önceden incelemek, üzerinde dur­mak gerekir. Zira onun sütü çocu­ğun bünyesine ve ahlâkına, terbiye­sine tesir eyler. Söylendiğine göre süt o kadının kanından ayrılmakta ve çocuk da onu emmektedir ki, bu süt, çocuk bünyesinde tekrar ka­na geçmekte ve kemikleri irileşip gelişmektedir. Böylece o süt, çocu­ğun maddesine ve ahlâkına etkili olmaktadır. İşte bu durum da onun madde ve manasına etkilidir. Söy­lenildiğine göre, sütün emen çocu­ğun nefsine, aklına, psikolojik davranışlarına tesiri maddi yapısına tesirinden çok daha fazladır. Öyle ki, ses yapısı bile emzirenin sesine da­ha çok benzemektedir. Böyle bir te­sire sahip anne sütü akla, şuura ve psikolojik yapıya nasıl tesir etmez? Pedagoglar ve ahlâkçılar bu duru­mu ancak son zamanlarda anlaya­bilmişlerdir. Meselâ Rus çarları (Romanof sülâlesi) son asırda ço­cuklarını bizzat kendileri emzirirlerdi, sütannelerinin emzirmeleri­ni yasaklamışlardır. (35)

Fakat bugün maalesef bu ko­nulara hiç yer ve önem verilme­mektedir. Modem aileler, sanatkâr­lar ya çocuk yapmamaktalar veya yapınca emzirmeyi düşünmemekte­dirler. İslam ve Müslümanlar ço­cuğun dinine, terbiyesine daha çok önem vermektedirler. İşte İslam’ın süt ilişkileriyle ilgili bu hükümleri de diğer dinler ve milletlerde yok­tur. Emzirme süresinin sınırlandırılmasındaki hikmet ise, çocuğun beslenme ve bakımına gösterilen ih­timamdır. Zira bu çağlarda süt gı­dası, çocuk için en uygun bir gıda­dır ve çocuk da en çok anne şefkatine, bakımına muhtaçtır. Bu şef­kat ve merhamet anneden başka hiçbir kimsede bulunmaz. Şayet an­ne çocuğunu iki seneden önce süt­ten kesmede bir fayda görürse baş­ka gıdalarla beslenme sıhhati için daha faydalı ise o zaman sütten kesebilir. (36)

İşte bu kadar önemli olan süt ilişkisinde görüldüğü üzere çocuk için son derece önemli faydalar arz eden süt emzirme işi, anne için de bir hayli faydalar taşır. Şöyle ki, emzirme süresi içinde annenin ha­mile kalması ihtimâli çok zayıftır, özellikle cinsi organlarının tam sağlığına kavuşması bakımından bu, çok önemli bir husustur. Annenin göğüs kanseri ve benzeri rahatsız­lıklara yakalanması emzirmeyenlere aranla çok zayıftır (37), Süre bakı­mından Müslümanlığın koyduğu bu hüküm ve hukukçular arasındaki iki temel görüş ayrılığı doktorlar arasında da mevcuttur. Bazı dok­torlar, bu konuda dokuz ayı tavsiye eylerken diğer bazıları da iki sene­yi ileri sürmüşlerdir. Fakat 1933 yı­lında yapılan bir toplantıda çocu­ğun vücut yapısına faydalı emzirme süresinin, bir yıldan fazla olması iki tam yıl olursa bunun daha güzel olacağı kararlaştırılmıştır (38), Süt emme çağında anne ile çocuk ara­sında asla bir vasıta yoktur. Bu devrede babanın çocuğa karşı şefka­ti dolaylı bir yolladır. Baba, sütannesi, terbiyeci kiralamakla, nafa­ka, yiyecek giyecek vs. temini yo­luyla bu şefkatinin derecesini gösterebilir. İşte bu durum bile anne hakkının baba hakkından fazla ol­duğunu en iyi bir şekilde gösterir. (39)

Süt ilişkisinden dolayı meydana gelen yasaklık, çocuk ile onu emzi­ren kadının usul ve füruu arasında, emziren kadının kocası ile onun usul ve füruu arasında söz konusudur. Bir başka ifadeyle, "Emenin emzirene nefsi (bizzat kendisi), em­zirenin de emene nesli haram hale gelir. Yukarıda kaydedilen hadisler de bunu göstermektedir. Emen ço­cuk sanki emziren kadının nesebi (soyu) hükmündedir Rahmindeki çocuk nasıl o annenin bünyesinden faydalanmışsa, emen çocuk da sütü ile aynı faydalanmayı sağlamıştır, o da emziren kadının sütü ile büyümüştür, gelişmiştir. Aynı haklar sütanne ile emen çocuk arasında da meydana gelir. Nice yabani hayvan­lar bile emzirdiği yavruya tenezzül etmezken nasıl olur da insanoğlu buna tenezzül eyler? Elbette etmez. (40)

4. KONU HAKKINDA GE­NEL BİR TARTIŞMA VE DEĞERLENDİRME

Önceki başlıklar altında meal­leri verilen ayet ve hadis hükümlerinden ve kısa fıkhi bilgilerden anlaşılacağı üzere, İslam’da birbirleriyle evlenilmesi yasaklananlar a) yakan (neseb), b) ya süt, c) ya karı koca arasındaki evlilik, d) ya da tamamen geçici bir sebepledir. (41) İşbu dört ana gruba giren akraba­ların bir listesi ile diğer dinlerde ve hukuk sistemlerinde nikâhı yasak olanların bir listesi karşılaştırıldı­ğında İslam’da bu yasağın şümulünün daha geniş olduğu görülür. Bu farkı 1817 Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesinde de görmek mümkündür (42). Bu dört gruptan yal­nızca ilk ikisi asıl konumuzla ilgili idi.

Günümüzde genetik ilmiyle uğ­raşanlar, anormallikler (abnorma­lity congenital metabolic disorders- error in born vs.) üzerinde durur­ken yakın akraba evliliklerinin be­lirtilen sakatlıklar için birer vasat oluşturduğuna da yer vermekteler Tabiatta bütün antijenik nite­likleriyle birbirinin tamamıyla ay­nı iki canlıyı bulmak imkânı hemen hemen yoktur. Gen çiftleri arttıkça ebeveynlere (anne-babaya) benzeme şansı da azalmaktadır (44). Gen çiftlerinin artışının en uygun orta­mı da uzak genler taşıyanların, ak­raba olmayanların birleşmeleri, ev­lenmeleridir. Karakterleri tespit ey­leyen genlerin artması ikinci grup melezlerde, yeni doğan nesilde genotipleri de o nispette azalacağın­dan, soya çekim oranı da gittikçe küçülür. Bu durum da gösteriyor ki, gen çiftleri ne kadar poligenik (çok genli) olursa soya çekim de o nispette azalır (45). Yakın akraba evlenmelerinde albino resesif geni­ne (hastalıklara sebep olan gene) rastlama ihtimâli daha fazladır. Al­binolu çocukların ailelerinin %25- 50’ si kousangen (aynı soydan akra­ba genleri taşıyan hasta bir tip) o­larak bulunmuştur. Ancak bu nevi kardeş çocukları evlenmeleri her za­man hastalıkla sonuçlanır düşünce­sine kapılınmamalıdır. Gülhane Tıp Akademisi genetik laboratuvarına müracaat eden hastaların %25’ inde ailevî kan yakınlığı tespit edilmiş olması, memleketimizde bu tip resesif kalıtım hastalıklarının olduk­ça yüksek olabileceğini göstermiştir (46). Akraba olan kişilerin evlen­meleri sonucu (kardeş çocukları gi­bi) otozomal resesif hastalıkların ortaya çıkma ihtimâli artar (47). Her ne kadar belirtilen tip hastalık na­dirse de böyle bir hastalığı gösteren indeks vakanın anne ve babasının akraba olmaları şansı da o derece yüksektir. (48)

İnsanda yegâne kalıtım mater­yalinin genler ve bunları taşıyan kromozomlar olduğu bilinmektedir. Hâlbuki insanın dışında bazı orga­nizmalar da, annenin belirli özel­likleri, ovumdaki sitoplazması vası­tasıyla yavrusuna geçirdiği bilin­mektedir. Spermde hemen hiç sitoplazma olmadığı için babadan bu tip sitoplazmik bir kalıtım beklene­mez (49). Yapılan bir araştırmada da ufak izole toplumlarda akraba ev­lenmeleri gene bağlı hastalığın (El­lis van Creveld) hastalığının çok büyük bir sıklıkta ortaya çıkması­na sebep olmuştur (50). İşte genlerle İlgili bu ve benzeri ilmi araştırma­lar ve sonuçları, yakın kan akraba evliliklerinin mahsulü yeni nesilde, ihtimâl dâhilinde de olsa bazı marazî durumların meydana çıkabileceğini ortaya koymuştur. Diğer din­lere ve hukuk sistemlerine oranla Müslümanlığın, evlenilmesi yasak kişilerin dairesini daha fazla geniş­letmesinin nedenleri üzerinde bu yönlerden de araştırmalar yapmak­ta yarar vardır.

Yine Müslümanlığın açıkça ya­sakladığı, süt akraba evliliğinin, acaba yasaklık nedenleri nelerdir? İşte tıbbi bakımdan da yeni hukuki izahlar bakımından da bu konu üzerinde hiç durulmamıştır. Bu müesse­se yalnızca Müslümanlıkta mevcut­tur. Ne var ki, az önce de belirtilen bir araştırma sonucunda, insan sper­mi dışında, bazı organizmaların an­nenin belirli özelliklerinin ovumdaki sitoplazması vasıtasıyla yavrusuna geçmektedir. Acaba rahimde geçe­bilen bu özellikler veya benzerleri anne sütüyle beslenmede geçmez mi? özellikle İlk iki yılda (kemik ve etin) tam oluşması döneminde, annenin bu özellikleri niçin geç­mesin? Çünkü rahimdeki cenini besleyen de süt kuzusunu besleyen ­de aynı bünyedir. Bu husustaki di­ni hükümler ve manaları daha önce de kaydedilmişti. Bunlar incelendi­ğinde dikkat çekici birçok yönlerin bulunduğu görülür.

Günümüzde tıbbî bakımdan yal­nızca anne sütünün süt kuzusuna faydaları, besleyiciliği üzerinde du­rulmuştur, Anne sütünün besleyiciliği ve çocuğun bünyesine faydaları bugün pek çok araştırmalarla ispatlanmıştır. En basiti süt tozları ve mamalarının ambalajlarına yazılması gerekli görülen şu ifadedir. WYETH firmasının “SMA (S-26)” ve “INFAS YON” süt tozlarının am­balajlarına yazdığı, “Yeni doğan be­bekler için anne sütü tercih edil­mesi gereken beslenmedir.” “Süt ço­cuğu formülleri anne sütüyle bes­lenme mümkün olmadığı, yetersiz olduğu ve anneler süt vermemeyi seçtikleri zaman anne sütü yerine veya ek besin amacıyla kullanılır.” denilmektedir. ALTER firması da “LAMED” süt tozu mamûlüne, "Bu mama anne sütünün yerini alamaz. Her türlü çabaya rağmen anne sü­tü yeterli miktarda sağlanamadığı takdirde bu mama verilmelidir.” ifa­desini yazmaktadır. ARI GIDA SA­NAYİİ de kendi mamûlü olan "ARI MAMA" üzerine, "Hiçbir mama an­ne sütünün yerini alamaz, anne sütü yeterli olmadığı takdirde bebeğe mama verilmelidir.” ifadesini yaz­mıştır. Şu duruma göre, bir bün­ye için anne sütü en iyi bir besle­yicidir.

Anne sütüyle beslenen çocuk­lar, sütte mevcut bir kısım faydalı veya zararlı besinleri, vitamin ve mineralleri de aynen almış olur. Vücudunun mukavemeti de ona göre gelişir. Aynı gıda ile beslenenlerin sağlığı, hastalıklara karşı dirençle­ri de bir benzerlik taşır. Sütle sa­rılık enfeksiyonu, alerji hastalıkla­rı vs. bazı ağır hastalıklar geçe­bilmektedir. Sütle meydana gelen haramlıkta şu andaki tespitlere gö­re genetiğin bir ilişkisi yoktur. An­cak emzirenle emen kişi arasında maddi ve manevi, dini ve ahlaki bir kısım haklar teşekkül ve teessüs et­miş olmalıdır ki, Müslümanlık böy­le bir yasaklık getirmiştir. Hâlen de Müslüman toplumlarda bu yasağa uyulmaktadır. Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnâmesi md. 26 ve 32’ den de anlaşılacağı üzere Yahudilerde ve Hristiyanlarda süt ilişkisi evlilik mânii sayılmamıştır. Oysa bugün o toplumlarda da anne sütünün çocuk açısından arz ettiği önem kavran­mış olduğundan meselâ İsveç’te, do­ğan çocukların % 25’ i ilk ayda anne sütüyle beslenmekte, sonra bu o­ran % 5’ e kadar düşmektedir (51).

Yapılan bir ilmi, tıbbi araştır­mada da anne sütünün mide asit­leri ve safra kesesi üzerindeki et­kileri ortaya konulmuştur. Buna gö­re, doğumdan sonraki ilk çocukluk devresinde safra kesesi normal­den daha fazla gelişmekte, bu da anne sütüyle beslenen çocuk için pek tabiî yararlı asidin daha çok salgılanmasına sebep olmaktadır. Bu gelişme ve artışa da en önemli etken anne sütünden gelmektedir. Bu düşünceye göre, safra kesesi­nin gelişmesinde ve salgısının düzenli artmasında diğer gıdalar, inek sütü ve soya formülü, anne sütü kadar etkili olamamaktadır (52). Dâhiliye mütehassıslarının sırf sindi­rim sistemi yönünden insan sütünün etkileri ve sonuçlarıyla ilgili bu araştırmaları gayet dikkat çeki­ci olduğu gibi D vitamini ile fos­for takviyeli anne sütüyle beslenen, erken doğmuş çocuklarda, anormal bünyelilerde vücut yapısının hızlı geliştiği de ispatlanmaya çalışılmış­tır. Anne sütüne ilâve olarak veri­len bu maddeler sonucu çocuğun vücudu daha çok kalsiyum emebilmekte, vücut gelişme göstermektedir. Aynı emiş ve kalsiyumu vücutta tu­tuş ortamını inek sütü veya soya formülü (soya fasulyesinden elde edilen bir tür gıda) nden sağlaya­mamaktadır (53).

Süt kuzusu çocukların yakalan­dıkları bazı sürekli hastalıkların sebepleri üzerinde de durulmuştur. Anne sütünün bu tür hastalıklara ne yönde etkili olduğu araştırılmıştır. Araştırmalardan birisi de alerjiyle ilgilidir. Şöyle ki, çocukların ilk de­virlerinde alerji inek sütüyle veya karışık beslenmeyle yakından ilgi­lidir. Bu konuda yapılmış 24 kadar araştırmadan yalnızca bir tanesi alerjinin anne sütüyle beslenmeden kaynaklandığını ileri sürmüştür. Bi­linen diğer bütün araştırmalar alerjinin inek sütüyle yakından ilgili ve irtibatlı olduğunu teyit etmek­tedir. Yirmi dört araştırmanın kali­te ve çapı farklı boyutlardadır ve hepsi de sonuçta aynı ağırlığı ver­memekte, taşımamaktadır. Anne­nin geçmişinin alerjik bir aileye, soya dayanması halinde, çocukta mevcut alerjik ortamı inek sütü hemen ortaya çıkarıvermektedir. Bazı gıdalar alerjiyi tahrik eder. O nedenle de annenin, ne türlü gıdala­rın alerjiye tesir ettiğini bilmesi beklenir. 6 haftalık, 3 aylık, 6 aylık, birkaç yıllık ve nihayet 20 yaşla­rındaki çocuklar ve kişiler üzerinde yapılan araştırmalar munzam gı­daların alerjiye tesiri hakkında farklı sonuçlar ortaya koymuştur. Ama hepsinin ötesinde şu husus gö­rülmüştür ki, inek sütü veya süt tozu alerjik hastalıkları artırma riskine sahiptir.” faraziyesi (varsa­yımı) lehinedir (54). Ancak birkaçı­nı özetleyebildiğimiz bu tür kıymet­li tıbbi araştırmalar literatürde çok­ça mevcuttur (55).

İnsan sütüyle ilgili tıbbi araş­tırmalar anne sütünün pek çok yön­den yararlarını, üstünlüklerini or­taya koyduğu gibi çocuk psikolojisi ve terbiyesiyle meşgul olanlar da ilk haftalar, aylar ve yıllarda anne şefkatinin çocuk üzerinde son dere­ce önem taşıdığına dikkatimizi çek­mektedirler. Kreşlerin, çocuk bakım yuvalarının bu bakımlardan arzula­nanı veremedikleri dile getirilmek­te, komedilere konu yapılmaktadır. Şimdi, aynı anne sütünden gıdalanan bünyelerin, aynı anne şefkatini görmüş kişilerin, süt kuzularının ileride birbiriyle evlenmelerinin a­caba tıbbi, psikolojik ve pedagojik ne gibi mahzurları söz konusudur? İşte üzerinde durulması beklenilen önemli konulardan birisi de budur.

5. NETİCE VE TEKLİFLER

İslam’da evlenilmesi yasaklananlarla ilgili olarak verilen bu bilgiler ve kısa da olsa hukuki re tıb­bi açıklamalar karşısında nazari olarak yaptığımız bu araştırmanın sonuçlarını, tekliflerimizi şöylece belirtebiliriz:

I. Çeşitli nedenlerle aralarında evlenme yasağı bulunanlar, insanlık tarihi kadar eskidir. Yasaklık her din ve hukuk sisteminde, her mil­lette görülür. Bunların büyük bir çoğunluğu kan akrabalığından, bir kısmı da başka sebeplerden kaynak­lanmaktadır.

II. İslâm dininin temel kay­naklarından ilk ikisi, Kur’an ve sünnette işbu birbirleriyle evlenme­leri yasaklanan kişiler açık seçik bir şekilde belirtilmiş, bazen yasak­lık sebepleri bile gösterilmiş, izah e­dilmiştir. Gerek oralardaki hüküm­lerden ve gerekse onlara dayanarak hazırlanmış 1333/1917 tarihli Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnâmesinden vs. den anlaşıldığı üzere İslamiyet’te ve Müslümanlar arasında bu yasağın şümulü çok daha geniştir.

III. İslamiyet’te birbirine eşit güç ve derecede tutulan kan ve süt akrabaları ve bunların birbiriyle ev­lenmelerinin yasaklık sebepleri açık­lanırken işin hep dini ve hukuki yö­nü üzerinde durulmuştur. Pek az tefsirlerde ve hadis kitaplarında ko­nuya tıbbi yönden de bazı açıklamalar getirilmiştir ki, bunun en açık örneğini el-Merâgi tefsiri teşkil et­mektedir. Biz araştırmamızda kan ve bilhassa süt ilişkilerle akrabalıkları üzerinde daha çok durduk.

IV. Her ne kadar genetikçiler, akraba evliliklerinin mahzurları üze­rinde duruyorlar, tevarüsle çocuk­lara geçen hastalıklar, resesif gen­ler, anormallikler konusunda dik­katlerimizi çekiyorlarsa da ne onlar ve ne de diğer hekimler süt mesele­sine eğilmektedirler. Evlenmeleri kesin yasaklanmış olan yakın kan akrabaları dışında kalan kan akra­balarının (kardeş çocuklarının vs. nin) evlenmelerini, ihtimaller hasebiyle de olsa bazen mahzurlu gör­mekteler ve hatta ihtimâli durumu kanun hükmüyle de perçinleme temayülleri mevcuttur. Pek tabii gös­terdikleri hassasiyette de çoğu defa haklı çıktıkları olmaktadır. Acaba aynı hassasiyet süt ilişkileri üzerin­de de gösterilse, bu konu da yalnız hukukun (fıkhın) ve dinin inceleme sahasında kalmayıp tıbbın sahası­na da alınsa acaba nasıl bir sonuç elde edilir? Cidden merakı mucip bir husustur. Anne sütünün kıymeti konusunda varılan enteresan ve müspet sonuçlar acaba belirtilen saha­da da kendini gösterebilir mi? Tıp ilminin henüz eğilmediği, müspet hu­kukun konu edilmediği bu mesele üzerinde yetkililerce araştırmalar ya­pılması temenni edilir. Belki bu su­retle de yakın kan akrabaları ara­sındaki evliliklerden doğan sakat çocukların problemlerine bir başka yönden de yaklaşım sağlanmış, çö­züm getirilmiş olur.

DİPNOTLAR

(*) Profesör, Dr. Ali Şafak, Po­lis Akademisi, ANKARA.

(1) Fahrüddin er-Râzi, Mefâtîhu’l- Gayb, c. 3/ s 268 vd. İstanbul 1308.

İsmail el-Konevî. Hâşiyetü’l-Konevî, c. 3/ s. 198 vd. İstanbul 1285. Alusi, Ebu’l-Fazl Mahmûd el-ÂIûsî Ruhu’l-Meâni, c. 4-252-253, Beyrut.

(2) Bkz. 1333/1917 tarihli Osmanlı-Hukuk-ı Aile Kararnamesi md. 20-26 (Yahudiler hakkındadır) ve md. 27-32 (Hristiyanlar hak­kındadır.)

(3) Mootham, O.H. Burmese Budhist Law, Oxford 1939.

(4) Bak Medeni Kanun md. 92 vd.

(5) Kur’an-ı Kerim, en-Nisâ sure­si, ayet 22-24.

(6) Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnâmesi md. 13-19. Ahmed Mustafa el-Merâği, Tefsirü’l-Merâğî, c. 4/220 vd. Ka­hire 1389. Tantâvî, Cevheri, el- Cevâhir fi tefsir’il-Kur’ân, c. 3/­32-33, Kâhire 1350. Muhammed Hüseyin et-Tabatabâî, el-Mîzân fi Tefsîri’l-Kur’ân, c. 4/264, Beyrut.

(7) el-Cevâhir, 3/33.

(8) el-Cevâhir, 3/33-34.

(9) el-Cevâhir, 3/34-35.

(10) Bkz. Medeni Kanun md. 92.

(11) Bkz. O.H. Aile Kararnâmesi md. 16, 26, 32. Medeni Kanun md. 02, Muhammed Surûri, Ahkâmu’n-Nikâh, 2. bab md. 50­-105, İstanbul 1329 Mahmud Esad Seydişehrî, Nikâh ve Ta­lâk Kitabı İle Müteallikâtı, 6. bab Paragraf 249-281, İstanbul 1326.

(12) Buhari. Nikâh 20, 27, 117. Müs­lim, radâ 1, 2. Ebu Davud, ni­kâh 6. İbnu Mâce, nikâh 34. ve diğer eserler.

(13) Buhari, nikâh 20, 21. Müslim, radâ 1. Muvatta, radâ 1.

(14) Muvatta, radâ 12.

(15) Tirmizi, radâ 1, Müsnedü Ah­med, c. 2/182.

(16) Buhari Tefsiru Suretil-Ahzâb, nikâh 27. edeb 92. Müslim, radâ 5. Müsnedü Ahmed c. 6/72.

(17) Arapçada Lohme veya luhme kelimesi hısımlık, akrabalık, bir şeyin dokusu, nesci manalarına gelmektedir. Hadiste geçen bu terim akrabalık, hı­sımlık manasınadır. Hadis için dipnot 12’deki kaynaklara bkz.

(18) Konevi, c. 3/198-89.

Cemalüddin el-Kâsımî (ö 1332/ 1914), Tefsîru’l-Kâsımî, c. 5/ 1174, Kahire 1377.

el-Mizân 4/264.

(19) Ebu Davud, nikâh 9,10, Muvatta, rada 13. Müsnedü Ahmet 6/201, 255. vs. eserler. Muhammed Reşid Rıza, Tefsirü’l-Kur’âni’l-Hakîm (el-Menâr), c. 4/471, Kahire 1330.

Emin Mahmud Hattâm, el-Minhel 3/205, Hindistan 1394/1974.

(20) el-Minhel, 3/202 Ebu Davud, nikâh 9, 10. Muvatta, radâ 13.

(21) Muvatta, radâ 12.

(22) Bu iki fikir için Ruhu’l-Meânî, 4/254-55. el-Cevâhir, 1/213, 3/ 30. el-Minhel, 3/203.

(23) Miras. Kâmil, Tecrid’i Sarih Tercemesi, c. 11/274, Ankara 1972.

el-Menâr, 2/411, 4/472-474, el- Minhel, 3/191, 192, 202-205.

(24) Ebu Davud. Nikâh 8. İbnu Ma­ce, nikâh 37.

(25) Kur’an-ı Kerîm, el-Bakara su­resi, ayet 233.

(26) Muvatta, radâ. 10-15. Tirmizi, radâ 5.

(27) el-Minhel, 3/190-91, Buhari, ni­kâh 21.

(28) el-Minhel, 3/193-94. Tecrîd Tercemesi, 11/273, Buhari, nikâh 21. Müslim rada 32. Nesei, ni­kâh 51. Dârimî, nikâh 52.

(29) ez-Zemahşeri, Ebul-Rasım Mahmûd b. Ömer, Tefsîrü’l- Keşşâf, c. 1/358, Beyrut. Tefsiru’l-Kâsımi, 5/1174 Ruhu’l- Meânî, 4/255-55. Tecrîd Tercü­mesi, 11/273-74.

(30) Tefsîrü’l-Kâsımî, 5/1175.

(31) Mefâtîhü’l-Gayb, 2/389, 90.

Ali Ahmed el-Cürcâvî Hikmetü’t-Teşrii ve Felsefetuhû, cüz- 2/110-11. Kahire 1381.

(32) el-Menar, 2/409-10.

(33) Hally M.R. ve arkadaşları, "Factor Influencing the Fee­ding of first-born Infants”, Ac­ta Paediatrica Scandinavia, v. 73 s. 33-39, Ocak 1984 Stock­holm.

(34) el-Menar, 2/410, 11. el-Meraği, 4/220.

(35) el.Bakara suresi ayet 233, tef­siri için bakınız el-Meraği, 2/185.

(36) el-Merâği, 2/186, Hikmetü’t- Teşrî, 2/112.

(37) Hikmetü’t-Teşri, 2/110-11.

(38) el-Minhel, 3/192, 93. Hikmetü’t- Teşri, 2/111.

(39) el-Minhel, 3/193. Hikmetü’t- Teşrî, 2/112.

(40) Nikâhlanmaları yasaklanan bu kişiler, sınıflar hemen her fıkıh kitabında etraflıca belirtilir. Meselâ bakınız İbnu Kudâme, Ebu Muhammed Abdullah b. Ahmed, el-Muğnî, 6/571 vd. Kahire 1333. İbnu Abidîn, Mu­hammed Emin b. Ömer, Hâşiyetü Reddi’l-Muhtâr, 2/299 vd., 436-449, Mısır 1307. el-Minhel, 3/184, 89.

(41) el-Merâğî, 4/219, 20.

(42) Bak H, Aile Kararnârnesi md. 13 vd.

(43) Bu konuda dikkat çeken bazı makaleler için bkz. Journal Perinat Medicine, c. 11, s. 114-120.

New England Journal of Me­dicine, sayı 309, s. 659-61 ve 664-65.

Annual Review of Rehabilitati­on, c. 1, s. 1-12.

(44) Tezok. Ö.F., Genetikte Temel Prensipler ve İnsan Genetiğin­deki Değerlendirilmeler, s.94, Bursa 1977.

(45) Genetikte Temel Prensipler, s. 105.

(46) Genetikte Temel Prensipler, s. 107.

(47) Tayşi, Kutay - Say, Burhan, Tıbbi Genetik, s. 333, 399. Ankara 1975.

(48) Tıbbi Genetik, s. 334.

(49) Tıbbî Genetik, s. 342.

(50) Tıbbi Genetik, s. 398-99.

(51) Hofvander Y. - Sjolin S., "Bre­ast Feeding Trends and Re­cent Information Activities in Sweden.” Acta Paediatrica Scandinavia, 1979, c. 68, s. 122-125, Stockholm.

Picciano M.F., “Milk and Mi­neral” Acta Paediatrica and 1981, c. 70, s. 189-194.

Köhler L- Mecuvisse G - Martenson W, "Food Intake and Growth of Infants Between Six and Twenty Six Weeks of Age on Breast Milk, Cow’s Milk Formula and Soy Formu­la” Acta Paediatr Scand. c. 73, s. 40-48.

(52) Watkins J.B. ve arkadaşları, “Feeding the Low Birth Wei­ght Infant... and Human Milk on Bile Acid Kinatics" Gast­roenterology, c. 85, s 799, New York, 1983.

(53) Senterre J ve arkadaşları, "Ef­fects of Vitamin and Phosp­hors Supplementation on Calcium Retention in Preterm In­fants Fed Bankod Human Milk” The Journal of Pediatrics, c. 103, s. 305-307, Missouri 1983.

(54) Burr, M.L. "Does İnfant Fee­ding Affect the Risk of Aller­gy?" Archives of Disease in

Childhood, c. 58. s. 561-65, Lon­don 1983.

(55) Ayrıca şu makalelere de bakı­labilir;

Köhler L. ve arkadaşları; adı geçen makale. Acta Paedlatr Scand, c. 73, s. 40-48.

Hofvander Y. ve arkadaşları, adı geçen makale. Acta Paediatr Scand, c. 78, s. 122-25.

Journal Paediatr Gastroenteral Nutr, c. 1, s. 201-205, 311-15.

Picciano M.F. ve arkadaşları, adı geçen makale. Acta Paedi­atr Scand, c. 70, s. 189-194.