Makale

Bankalarda Biriken Mevduat Faizleri Ve Bunların Kullanılması Meselesi

Bankalarda Biriken Mevduat Faizleri
Ve
Bunların Kullanılması Meselesi

Yazan: Yusuf KARDAVİ

Tercüme: Kemal YAMAN (*)

— Ekonomik bağımlılıktan, an­cak karşı ekonomik müesseseler kurmakla kurtulabiliriz.

— Bağrımıza yöneltilen bir si­lâh olmaması için, bankalarda biri­ken faizleri almamak doğru değildir.

İslâm dünyası, sömürgeciliğin boyunduruğundan kurtulurken siyasi ve askerî sömürünün yanında e­konomik sömürünün de kökünü kazımalıydı. Bu da ancak, ekonomik sömürü kurumlarının karşısına ken­di kurumlarımızı inşa etmekle müm­kün olabilirdi.

Fakat o zaman ülkelerimizin ekonomik ve mali sorumluluğunu üzerlerinde taşıyan insanlarımız, Ba­tı kültür ve düşüncesinin tesiri al­tında idiler. Bunlar, bu tesirledir ki, faizsiz banka ve ekonomi ol­maz, inancını ve kanaatini taşıyor­lardı.

Bu inançlarına o kadar bağlı idi­ler ki, ayet ve hadisleri bile kendi İslâm dışı görüşlerini destekler bi­çimde yorumluyorlardı. Bazen, “Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde yasaklanan faiz, cahiliyet döneminin faizi idi” diyorlar; bazen de, "haram olan faiz, kat kat alınan faizdir” görüşünü ileri sürüyorlardı.

Fakat Allah’a şükür, bu dö­nem artık kapanmıştır. İslam dün­yası, kendi inanç ve kültürünün ese­ri olan, karşı müesseseler kurma dö­nemine girmiştir.

Bunlardan bir tanesi de “İslam Bankası’’ ile “İslam Sigorta ve Ya­tırım Şirketleridir.

Müslümanlar, böylesine İslâmî kurumları desteklemeli; bunların ge­lişmeleri ve kuvvetlenmeleri için gayret sarf etmelidir.

Bankalarda biriken faizlerin yöneltileceği alanlar:

Faiz esasına göre çalışan ban­kalarda mevduat karşılığında biri­ken faize gelince:

Fıkhî olsun, ekonomik olsun, ka­tıldığım bütün ilmi kongrelerde va­rılan sonuç şudur:

Faiz esasına göre çalışan ku­ramların verdikleri faizler, kesin­likle faizdir ve haramdır. Bunu böyle olduğu konusunda, geçmiş ba­zı dönemlerde olduğu gibi, artık ih­tilâf ve farklı görüşler de bahis ko­nusu değildir.

Burada önemli bir soru ile karşılaşmaktayız:

Bir kişi, parasını, faiz esasına göre çalışan bir bankaya yatırmak­tadır. Tabiatıyla, mevduatına karşılık, bankada bir miktar faiz birik­mektedir. Bazen, biriken bu faiz miktarının yüz milyonlara ulaştığı görülmektedir. Şimdi bu kişi, bu faizi ne yapacaktır?

Bana göre ki bu görüşümü “Fıkıh Konseyi” nin son dönem top­lantısında açıkladım ve Konsey de bu görüşüme katıldı. Bankanın ta­hakkuk ettirdiği bu faiz, miktarı ne olursa olsun, dinen haramdır. Mev­duat sahibi, bu faizi hiçbir şekilde ne kendisi ve ne de bakmakla yü­kümlü olduğu kişiler için kullana­maz.

“Hiç bir şekilde…” diyorum çünkü maalesef bazıları, bu faizin faizi alan kişinin kendi şahsi fayda­lanmasını sağlayacak tarzda, ara­ba benzini gibi yakılarak tüketilecek eşyada veya tuvalet yapımın­da kullanılabileceğini ve bunda bir sakıncanın olmadığını söylemekte­dir.

Mevduat sahibinin parasına karşılık tahakkuk ettirilen faizden, ne şekilde olursa olsun, kendisinin şahsen yararlanması, hiçbir şekil­de ve kesinlikle caiz değildir. Bu faiz, hastane, okul ve öğrenci yurdu gibi, toplum yararına kuru­lan müesseselerde ancak kullanıla­bilir. Her tarafta Müslümanların muhtaç olduğu o kadar çok sosyal ihtiyaç mahalli vardır ki, banka­larda biriken mevduat faizleri an­cak buralara sarf edilebilir.

Mal, aslında pis değildir.

Müslümanlar, bugün, Hıristiyanlaştırma, Yahudileştirme ve Ko­münistleştirme teşkilâtlarının yap­tıkları gibi ve bunlara karşılık, ken­di bünyelerini koruyacak ve kuvvet­lendirecek bir takım sosyal mües­seseler inşasında maalesef çok geri­lerde bulunmaktadırlar.

Şüphesiz ki, Müslümanlara ve İslam toplumuna yönelik düşman müesseselere karşı, benzer çatışma­lar ve müesseseler yapmalı ve geliştirmeliyiz.

Bankada mevduat karşılığı bi­riken faizin, sahibi tarafından, ken­di şahsi işlerinde yararlanılması haramsa da, sahibinin dışında, muh­taç olan hak sahihlerine ve Müslümanların genel yararlarına sarf edilmesi helâldir. Bunda bir sakınca yoktur. Çünkü mal, aslında pis de­ğildir, Mal ancak belli bir şahsa nispet edilmekle pis olur.

Bazıları, “haramın sadaka olarak verilmesi caiz değildir. Çünkü Allah (c.c.) temizdir ve ancak te­miz olanı kabul eder” demektedir­ler.

Hâlbuki mevduat faizinin muh­taçlara ve İslâmî sosyal müessese­lere sarfı, "tasadduk’’, yani sadaka verme manasına değildir. Haram olan, bu haliyle pis olan bir maldan kişinin kurtulması ve paklanması demektir.

Mesele, “tasadduk” meselesi de­ğil pis maldan paklanma mesele­sidir (**).

Haramdan paklanmanın kar­şılığı,

Bunun için bana “bankalar­daki mevduat sahiplerinin, parala­rına karşılık aldıkları faizi Müslü­manların genel yararlarına olan yer­lere sarf etmelerinde kendileri için bir sevap var mıdır?” diye soran­lara şu cevabı veriyorum:

"Böyleleri için sadaka sevabı yoktur. Ancak, haram maldan pak­lanma ve haramdan uzak kalma gayretlerinin sevabı vardır. Bu ni­yete göre me’cur olunacaktır.”

Bunun içindir ki, faizle işleyen bir bankada mevduatı olan bir kişi­nin, mevduatına karşılık biriken fai­zi almayıp orada bırakması doğru değildir. Çünkü bu davranışıyla o kişi, faiz esasına göre işleyen bir müesseseyi kuvvetlendirmiş olmakta­dır. Bir de bu banka eğer yabancı ülkelerde bulunuyorsa, tehlike da­ha da artmaktadır Bu faizler ban­kaya bırakılırsa; bundan bazen kor­kunç derecede milyarlara varan birikimler ve sermaye oluşmaktadır. Bu sermaye, çoğu kere, Yahudi ve Hıristiyan olsun, kilise teşkilâtlarına gitmektedir. Ve neticede, bizi mah­vedecek birer silâh haline gelmektedir. Böylece sanki biz, kendi ma­lımız ve imkânımızla yine kendimi­ze karşı, Hristiyanlaştırma ve Yahudileştirme teşkilâtlarına yardımda bulunmuş olmaktayız. Bunun içindir ki, faizlerin alınmayıp bankalara terk edilmesi, hiçbir tarzda doğru değildir, câiz değildir.

Bazı kardeşlerimiz, "bu pis malı nasıl alalım” diyorlar.

Bunlara cevabım şudur: Bankada tahakkuk ettirilen fa­izlerle ilgili, karşımızda ancak dört ihtimal vardır. Bunlar da şunlar­dır:

1 — Mevduat sahipleri, bu faizleri alır ve şahsî bütün işlerinde bunlardan yararlanırlar.

Hiç kimse, böyle bir şey düşü­nemez. Çünkü bu faiz kesinlikle haramdır.

2— Bu faizler alınıp çöpe atı­lır veya yakılır. İmha edilir.

Böyle bir şey yapmak da doğ­ru değildir. Çünkü böyle yapmakla Müslümanlara ait bir mal kaybettirilmektedir. Ve çünkü mal, şah­sa ait bir mülk olmayıp onun ve­kâletine verilen bir nesnedir.

3 — Bu faizler alınmayarak faiz esasına göre çalışan bankaya veya gayri İslâmî bankalara terkedilir.

Aklı başında hiçbir Müslüman, bunu da tasvip edemez.

4 — Bu faizler bankaya bıra­kılmaz, alınır; hayır kuramlarına, fakirlere ve umum Müslümanların hayrına ve faydasına olan kuruluş­lara sevap beklemeksizin sarf edilir.

Ben, bu dördüncü yolun doğru­luğuna inanıyorum. Ve bu konuda değişik inançta olacak birisinin var­lığını da düşünemiyorum. (***)

Zekât malından hayır işlerinde yararlanma

Bu mesele hakkında bilinen ve öne sürülen iki görüş vardır. “Fıkhu’z-Zekât” isimli kitabımda bunlar üzerinde uzun uzun durdum.

İhtilâf, “Tevbe” Suresinin 60. ayetinde geçen “Fi Sebilillâh-Allah yolunda” ifadesinin anlamının yo­rumundan kaynaklanmaktadır.

(Ayette şöyle buyurulmuştur: Zekâtlar Allah’tan bir farz ola­rak yoksullara düşkünlere, onu toplayan memurlara, kalpleri Müslümanlığa ısındırılacaklar verilir. Kölele­rin, borçluların, Allah yolunda olan­ların veya yolda kalanların uğrun­da sarf edilir. Allah bilendir, hâkimdir.”

Cumhur’a göre; “El Sebilillâh- Allah yolunda” ifadesi, mutlak ola­rak söylendiğinde, bundan "cihad” kast olunur. O halde, bu görüşe gö­re zekât, diğer sarf yerlerinin yanında "cihad" ve cihatla ilgili işle­re sarf olunur.

Bazıları, “Fi Sebilillâh” ifade­sinden savaşçıların; bazıları da sa­vaşın bizzat kendisinin kast olunduğunu söylerler. Mücahitlerin ihtiyaç duyduğu silâh ve diğer savaş âlet ve malzemeleri de bu anlayışın i­çinde mütalâa olunur.

Bu, bir görüştür.

Selef âlimlerinin bazılarından naklolunan bir diğer görüş daha vardır. O da şudur: “Allah yolun­da” sözü, İslam’ın ve Müslüman­ların hayrına ve faydasına olan her şeye şamildir.

Bu görüşlerden her ikisinin de, kendilerine göre delilleri ve izah tarzları vardır.

Bunlardan benim tercih ettiğim görüş, cumhurun görüşüdür. Ancak, “cihad” kelimesinin manasında bir düzeltme yapılması ve bu kelimenin ifade ettiği mananın daha geniş bir tarzda anlaşılması şartıyla.

Çünkü “cihad”, sadece kılıçla olmaz. İslâm’a yapılan çağrı ve teb­liğ de, “cihad” kelimesinin ifade et­tiği mananın şümulüne girer. Bu anlayışa, bizzat Kur’an-ı Kerim ve sünnet delâlet etmektedir.

“Furkan” suresinin 52. ayetinde şöyle buyurulmaktadır:

"Sen inkârcılara boyun eğme! Onlara karşı Kur’an ile ve olanca gücünle savaş!"

Kâfirlere karşı Kur’an-ı Kerîm’ le savaşmak...

Burada, düşmana karşı “Kur’an-ı Kerim ile savaşmak” tan bahsedili­yor ve hitap da Allah’ın Resulüne yapılıyor. "Kur’an-ı Kerîm ile ci­had etmek”, yani Kur’an-ı Kerim’i tebliğ ve ona, onun hükümlerine in­sanları çağırmak... Hem de olanca güçle...

Ahmed Bin Hanbel, Ebû Dâvud, Nesâî, İbnü Hibban ve Hâkim’in rivayet ettikleri ve daha son­raki bilginlerin de “sahih” olduğunu belirttikleri bir hadisinde Peygamberimiz Aleyhisselâm, şöyle buyur­muşlardır:

“Müşriklerle elleriniz, dilleriniz ve mallarınızla savaşın!"

Görüldüğü gibi “dil ile cihad”, ve İslam’a, Kur’an’a yapılan çağrı da, “cihad”ın çeşitleri arasında sa­yılmaktadır.

Eğer bu konuda, faraza bir nas olmamış olsaydı bile, kıyas yoluyla bu anlayışa ulaşmamız yine de mümkün olurdu.

Biz bugün, içinde yaşadığımız asırda, "cihad” kelimesinin ifade ettiği anlamı en geniş boyutlarına ulaştırmaya ne kadar muhtacız! Çünkü düşmanlarımızın, aleyhimize giriştikleri ve sürdürdükleri savaş, bugün artık sadece askeri bir savaş değildir Aksine, fikri, sosyal, siyasî ve ekonomik bir savaşla yüz yüze ve iç içe bulunmaktayız.

Bugün karşı karşıya bulundu­ğumuz savaşın İsmi, "kültürel ve fikri savaş” tır. Onun içindir ki düşmanla, onların başvurdukları cinsten silâhlarla savaşmalı, saldırılarını aynı cinsten saldırılarla ber­taraf etmeliyiz. Çünkü demiri ancak yine demir parçalar.

Zekât malıyla okul ve hastane yapımı

İslâm’a ve Kur’an hükümlerine çağrının, bir nevi "Allah yolunda cihad" etmek demek olduğunu ifa­de ettim. Bu arada, zekâtın sarf ma­halli zımnında, okul ve hastane inşasıyla ilgili olarak da bazı me­seleler bahis konusu edilmektedir.

Bu konuda Fıkıh Konseyi şöy­le bir karara ulaşmıştır:

Okullar ve hastaneler, içinde bulunduğumuz asırda ve özellikle Müslüman olmayan ülkelerde “ci­had" ın gereklerinden ve bir inanca çağrının vasıtalarından sayılmakta­dır. Çünkü bir inanca davet bugün artık sadece konuşulan bir söz; yalnızca kaleme alınan bir kitap veya dağıtılan bir bildiri demek değildir. Yetişen gençlerin zihinlerini yoğu­ran; zevkleri, eğilimleri ve fikri ya­pıları işleyip yönlendiren; zihinlere istediği değer mefhumlarını ve yar­gılarını yerleştiren okullar, bugün tesir bakımından en güçlü bir unsur; bu yönüyle de en büyük birer teh­like oluşturmaktadırlar.

Hastaneler ve buralarda has­taların karşılanış biçimi, hastalığı sırasında onun gönlüne girme gay­retleri de, insan zihnini çelme yö­nünden okullar kadar önemli birer unsur durumundadır.

Bütün bunlar özellikle Müslü­man olmayan ülkelerle, Hristiyanlaştırılma ve Komünistleştirilme tehdidi altında bulunan ülkelerde görülen gerçeklerdir.

Bu durumlar, karşı İslâmî müesseselerin kurulup geliştirilmesini zaruri kılmaktadır.

Ben öyle inanıyorum ki, bu sa­hada kurulacak müesseseler, “Allah yolunda cihad etmenin” gereklerin­den sayılabilecek müesseselerdir. Bu haliyle, buralara da zekât malın­dan sarf edilebilir. Bunda herhangi bir sakınca ve mahzur yoktur. (****)

DİPNOTLAR

(*) Ahbarü’l-Alemi’l-İslâmî, sayı: 684, sayfa: 5.

(**) Haram mal ve kazancı elden çı­karma yolu hakkında Diyanet Gazetesi’nin 283. sayısında (s. 4) neşredilen makaleye ba­kılabilir. (Diyanet)

(***) Bu hususta Din İşleri Yüksek Kurulunun iki fetvası şöyledir:

1— “Dinen haram olan işle­ri yapmak suretiyle elde edi­len kazancın yol, köprü, çeşme vb. yerlere sarf edilerek elden çıkarılması câiz ise de bu tür kazançların cami, mescit gibi mukaddesatla ilgili yerlere sar­fı, İslâm bilginlerince mekruh görülmüştür.” (St. F. 28)

2— Bankaların verdiği fâiz paralarının karşılığında sevap beklenmeyerek okul, yol, köprü, çeşme gibi yerlere sarf edilmesinde veya —usul ve füruu dışındaki— fakirlere ve hayır kuramlarına verilmesin­de dinen bir sakınca olmadı­ğı gibi bankada bırakmak ye­rine bu yola başvurmak daha uygun olur.” (St.F. 31) (Diyanet).

(****) Müellifin görüşünde olan âlim­ler de bulunagelmiş ise de —özellikle— Hanefî mezhebine göre zekât içtimai adaletle il­gili bir mali ibadettir ve fa­kirin hakkıdır. Zekâtın sahih olması için temlik (=sâhip kılma) şarttır. Bu ise zekât almaya hak sâhibi olan fakir şahsa söz konusu malı ver­mekle gerçekleşir. İslâm’a ve âmmenin hayrına harcama ve infak yapmakta zekât sahih olmaz. Bu gibi mahallere ve hizmet sahalarına da ayrıca yardım edilmelidir. (Diyanet)