Makale

TARİH BOYUNCA CAMİ VE GÖRDÜĞÜ HİZMETLER

TARİH BOYUNCA CAMİ
VE
GÖRDÜĞÜ HİZMETLER

Yrd. Doç. Dr. Ziya KAZICI
Mar. Üni. İlahiyat Fakültesi

İslam kültür ve medeniyetinin gelişmesinde önemli derecede rolü bulunan camilerin, tarih, boyunca yaptığı hizmetleri kısa bir makale metni içinde hakkıyla anlatmanın ne kadar zor olduğu bilinmektedir. Bu­nunla beraber biz, bu müesseselerimizin hizmet ve faaliyet sahalarına ana hatları ile temas etmek istiyoruz. Böylece tarihi seyri içinde ca­milerin hangi hizmet sahası ve fa­aliyetler içinde kullanıldığını kısa­ca öğrenmiş olacağız.

Bu küçük araştırmamızda cami­leri, mimarî yapı olarak ve gör­düğü hizmetler bakımından olmak üzere iki özelliği ile ele alacağız.

İslam toplumunun gelişmesinde önemli bir rolü bulunan camiler, mi­marî yapı olarak dini eserlerin ba­şında gelirler.

Medine’ (Yesrib) ye hicretten sonra Hz. Peygamber, bir mescidin yapılmasına karar verir. Bu sebep­le bir arazi satın alındı. Bu arazi üzerinde tuğla ve kerpiçten mamul bir bina inşa edildi. Bu inşaatta Hz. Peygamber sadece basit bir işçi o­larak değil, aynı zamanda bir mühendis-mimar olarak da kabiliyet iktidarını göstermişti. Ayrıca bura­da kıble istikametini tayin ve gös­teren de o olmuştu. Bu ilk mescit (Mescidü’n-Nebi) de namaz için bir yer, eğitim için bir Suffa ve niha­yet Hz. Peygamber’in ailesi için de ayrı bir bölümün yapıldığını biliyo­ruz.

Böylece, normal olarak camile­rin ilk şekli Araplarda ortaya çık­mış oldu. Daha sonraki Müslüman milletler, bu şekli memleketlerinde­ki yerli mimarinin tesiri ve iklimin icaplarına göre az çok değiştirdi­ler. Araplardaki ilk cami şekli, or­tada bir avlu ve etrafında sütunlar­la yapılmış üstü örtülü revaklardan teşekkül etmişti. Cami mimarisi Eyyûbilere kadar bu şekilde devam et­ti. Arap camileri ile İran camileri arasında oldukça fark vardır. Sel­çuklu camilerini daha ziyade İran camilerine benzer görmekteyiz. Osmanlı camileri ise tamamen fark­lıdır. Biraz sonra temas edileceği gibi Osmanlı camileri mimarî özel­lik olarak birkaç ayrı devreye ay­rılırlar.

Hz. Peygamberin Medine’ye hicreti ile başlayan cami inşaatı, Hz. Ömer devrinden itibaren önem­li merkezler başta olmak üzere İs­lâm dünyasının hemen her tarafın­da görülmeye başlandı. Nitekim Hz. Ömer’in, fethedilen memleketlerin valilerine, mesela Bursa valisi Ebu Musa el-Eş’ari’ye “Cuma namazı için bir mescit, kabileler için de ay­rı ayrı mescitler yaptırmasını ve cuma günü herkesin cuma mescidin­de toplanmasını” yazdığı; benzeri tâmimi, Kufe Valisi Sa’d b. Ebî Vakkas ile Mısır valisi Amr b. As’a da gönderdiği rivayet edilmektedir. Za­manın ilerlemesi ile cami ve mescitlerin sayısında büyük gelişmeler gö­rüldü. İnşa edilen cami binaları kuru bir yapı olarak bırakılmıyor, et­rafında başka hayır kurumlarına yapılmasına da vesile oluyordu. Bun­dan başka şahıslar tarafından ya­pılan camilerin masrafları, tamir ve onarım paraları ile görevlilerin ma­aşları, bütünüyle camiyi yapanların kurduğu vakıflarca karşılanırdı. Çünkü cami inşa eden bir kimse onun masraflarına tahsis edilmek üzere bir kısım mal ve mülkünü de vakıf ederdi. Camiler için böyle bir mülkün tayini ilk defa Emevi halifelerinden Velid b. Abdülmelik tarafından H. 88 (M. 700) tarihin­de Ümeyye Camii için köy ve me­zarların tahsisi ile başlamıştır. Bun­dan sonra inşa edilen her cami için, çeşitli emlakin vakfedildiğini gör­mekteyiz. Özellikle Osmanlılar dö­neminde bu şekilde geliri, cami ve görevlilerine tahsis edilen sayısız vakıf bulunmaktadır. Arşivlerimiz bu neviden vakfiyelerle doludur.

Yapı olarak dini mimari gru­bunun başında gelen cami, özellikle Osmanlılarda mahallenin idare merkezi ve imamların karargâhı idi. Osmanlılarda cami, mahallenin odak noktasını teşkil ederdi. Camilerin etrafında bazen geometrik bir dü­zen içinde, bazen de yerin özellik­lerine göre çok defa belirli bir es­tetik dikkate alınarak evler serpiştirilirdi.

Klâsik Türk camileri başlıca şu kısımlardan meydana gelirler: Dış avlu, iç avlu, son cemaat mahalli, sahn, yan sofalar, mihrap, mihra­bın sağında minber, müezzin mah­fili. Camilerin binalarına bitişik bir veya daha fazla minare bulunur. (Birden fazla minareyi ancak Osmanlı ailesine mensup olanlar yap­tırır. )Başkaları tarafından yapılan­lar daima tek minarelidir.)

Osmanlı camileri yeni bazı üs­lup ve ekollerin doğmasına da se­bep olmuşlardır. Bunlar:

a) Bursa Üslubu: Bursa’nın alınmasından İstanbul’da Bayezid Camii’nin yapılmasına kadar olan devre, Bursa’daki Ulu ve Yeşil ca­miler bu mimarinin ilk örnekleri­dir.

b) Klâsik Üslup: Bayezid Ca­miinden Sultan Ahmed Caminin ya­pılışına kadar olan devre. Bu üslu­bun ilk örneği Bayezid Camidir.

c) Yenileştirilen Klâsik Üslup: Bu tarz mimarinin ilk örneği Sul­tan Ahmed Camiidir.

d) Lâle Devri Üslubu: Sul­tan III. Ahmed devri. III. Ahmed Çeşmesi…

e) Barok Üslûbu: I. Mahmud ve III. Selim Devirleri Nuru Osma­niye ve Selimiye Camileri…

f) Ampir Üslûbu: II. Mahmud ve Abdülmecid ile bağlayıp Abdülaziz’in saltanatına kadar sürmüştür. Ortaköy Câmii bu üslûbun örnekle­rindendir.

g) Yeni klâsik üslup: Konya Aziziye Camii, bu örnektendir.

Müslümanlar, daha İslam’ın ilk asırlarından itibaren "Mescidin Va­zifesi" anlayışını çok geniş tutmuş­lardır, Binaenaleyh cami, ibadet ye­ri, ilim müessesesi, kaza dairesi (mahkeme, adliye), (ordu karargâhı, yabancı elçilerin kabul yeri, istişa­re meclisi, bölge ve mahallenin du­rumunun konuşulduğu yer ve niha­yet (çok az tesadüf edilse bile) hapishane olarak (günümüzle muka­yese edilmesin) İslam müesseseleri arasında önemli bir yer işgal eder.

Bugün, Mescidü’n-Nebi adıyla anılan camide birbirinden ayrı üç kısım bulunuyordu. Bunlar, nama­zın kılınması için büyük bir salon, mektep vazifesi görmek üzere bir suffa ve Hz. Peygamberin aile ef­radı için birkaç ayrı küçük oda.

Medine’deki Hz. Peygamber ca­miinde bulunan Suffa, gerçek manada İslam’ın ilk üniversitesi olmuş­tur. Burada bizzat Hz. Peygamber dersler veriyordu. Demek oluyor ki, İslam eğitim ve öğretim tarihinde camilerin büyük bir rolü bulun­maktadır. Çünkü buralarda daha medreseler kurulmadan önce devrin bütün ilimleri tedris edilirdi. Kur’an, Hadis, Fıkıh, Kelâm gibi dinî ilim­lerin yanında felsefe, tıp, astronomi, matematik, aruz gibi ilimler de öğ­retilirdi.

Camilerin, yukarıda bahsedilen vazifelerinden bir kısmı, hemen he­men bütün Müslüman devletlerde görülmektedir. Hatta çok daha geç gelmiş olmalarına rağmen, Osmanlıların ilk dönemlerindeki camilerinde bile durum aynı idi. Nitekim Bursa’daki Yeşil Câmi İle Yıldırım camileri içinde dava görülebilecek bir şekilde yaptırılmıştı. Planlarına bakıldığı zaman görülecektir ki, Ye­şil Cami’de biraz yüksek olan min­berle mihrap arası namaza, fıskiye­nin bulunduğu ve nispeten alçak o­lan yer davacılara, iki tarafındaki odalar da dâvaları görecek olan kadı ve kadıaskerlere tahsis edilmiş­ti.

H. 360 (M. 970) senesinde Cev­her es-Sicilli (Sicilyalı Cevher) ta­rafından yaptırılan Kahire’deki el- Ezher Camii, H. 378’den itibaren il­mi tetkik ve araştırmalar merkezi hâline getirilmişti. Böylece, İslam dünyasındaki ilk üniversitelerden biri daha kurulmuş oldu.

Görüldüğü gibi İslam tarihinde camilerin ifa ettiği ve yerine getir­diği pek çok hizmetler bulunmak­tadır. Biz bunlardan birkaçına kısa­ca temas etmekle yetindik. (1)

DİPNOTLAR

  1. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Hüseyin Emin “el-Mescid ve eseruhu fi tatviri’t-talim” Şam Üniversitesi Dırasat Tarihiyye Mec., 1981.
Ziya Kazıcı, İslâmî ve Sosyal Açıdan Vakıflar, İs­tanbul 1985.
Ana Hatları ile İslam Eğitim Tarihi. 1983; Ahmet Önkal.
“Asr-ı Saadette Mescidin Önemi ve Yaptığı Görevler” Di­yanet Dergisi (1983).
Nebi Bozkurt. Asr-ı Saadette Mescit ve Fonksiyonları, Basılmamış Mas­ter Tezi.