NORMAL İNSAN-PEYGAMBER FARKI: VAHİY
İslam’a göre peygamber de bir insan olduğu için her insan gibi o da yer, içer, dünya işleri ile meşgul olur, birtakım duygu, düşünce ve istekleri vardır. Şu ayet konunun özünü oluşturmaktadır: "De ki; ben de sizin gibi bir insanım, ancak bana vahyolunuyor.” (1)
Öyleyse önce normal insanın durumunu gözden geçirelim:
İnsanoğlu, doğuştan getirdiği (veraset) potansiyel güçle sonradan edindiği tecrübelerin (çevre) zamanla gelişmesi sonucu bir şahsiyet oluşturur. Doğuştan getirdiği istidatlar çevre tesirlerine açık durumdadır. O acıkmayı, susamayı, işitmeyi, görmeyi, düşünmeyi, duygulanmayı vs. öğrenmez. Ancak acıktığında gıda almayı, susadığında su içmeyi, işittiğinin ne olduğunu, nasıl düşündüğünü ve niçin duygulandığını hayatın çeşitli dönemlerinde öğrenir, şahsiyetini tamamlar. (2)
Sosyal bir ortamda yaşayan insan, kendisiyle olduğu kadar toplumla da uyum içinde olmak durumundadır. Çünkü bu psikolojik ve sosyal yönden dengeli bir hayatın gereğidir. (3) Gene hayata intibak mekanizması (U-O-T) (4) içinde kişinin kendisinde ve çevresinde olup bitenden haberdar olmasını sağlayan duyu organları vardır. (5) Fakat bu organların alma gücü sınırlıdır. Bu sebeple insan tabiattaki her olaydan haberdar olamaz. Sözgelişi bir kulağın veya gözün duyum eşiği vardır; kulak belli frekanstaki sesi işitir, göz de belli dalga uzunluğundaki ışığı görebilir. (6) Aslında bu sınırlı imkânlara sahip olma konusunda da insanlar birbirinden farklıdırlar. Biri diğerinden daha güçlü, daha zeki, daha hassas olabilir. Meselâ: “Bir kısım insanlar eşya ve olaylar karşısında hiçbir şey idrak etmedikleri halde, diğer bir kısmı ses ayrılıklarını, bir kısmı renklerin dalgalarını, bir kısmı da lezzet ve koku ayrılıklarını idrak etmektedir.” (7)
Normal insandan peygambere geçince bu farkların daha da arttığı görülecektir. Gerçi İslam’a göre peygamberler de insandır, ancak Allah’ın, insanlar arasında onlara bazı imtiyazlar verdiği hatırlanmalıdır. Peygamberleri diğer insanlardan ayıran en önemli fark, kendilerine Allah tarafından vahyolunmasıdır. İslam’a göre Allah, peygamberleri vahiy alabilecek psikolojik ve fizyolojik güçlerle donatmıştır. Günlük tecrübeler de göstermektedir ki, bir insanın yapamadığını başkaları yapabilir. Birinin göremediği uzaklıktaki bir cismi, diğeri görebilmektedir. Peygamberlerin vahiy alması, gözleri görmeyene göre, görenin durumuna benzetilebilir. Ayrıca bugün psikolojide “yaratıcı düğünce” (8) denilen keşif ve icatlar ile rüyalar ve ilhamlar (9) da vahiy hâdisesini anlamaya yardımcı olacak niteliktedir. Sezgi ise müstakil bir kabiliyettir. Sezgiciliği savunan felsefi sistemler bile vardır.
Yaratıcı düşünme olayında, meseleye konsantre olma ve konuyla ilgili bilgi ve malzemelerin iyi değerlendirilmesi önemlidir. Fakat bunlar yeterli değildir. Meselenin çözüme kavuşması için bir ilham gerekmektedir. Meselâ, Newton’a kadar pek çok kimse, elmanın dalından düştüğünü görmüş ve hatta sebebini de düşünmüş olabilir; fakat yerçekiminden bahsetmemiştir. Öyle rüyalar da vardır ki, gerçek hayatta bütün ayrıntılarıyla yaşanır. Nitekim Hz. Peygamber: “Salih bir kişi tarafından görülen güzel rüya, nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür,” (11) buyurmuştur.
Yukarıdaki hadisin salih rüyayı, nübüvvetin kırk altıda biri olarak belirtmesi şöyle açıklanmaktadır: Hz. Peygamber’e vahiy, sadık rüya ile başlamış ve altı ay devam etmiştir. Bütün peygamberlik hayatı yirmi üç yıl olduğuna göre altı aylık sadık rüya devresi, peygamberliğin kırk altıda bir bölümü olmaktadır. Hz. Peygamber’in bu rüyaları, aynen veya mana olarak tahakkuk ediyordu. Buna göre Müslümanların gördüğü salih rüya da Allah’ın o kişiye bir ilhamı durumundadır. (11)
Burada yaratıcı düşünce, rüya ve ilham ile vahiy arasındaki ilgi, daha çok bunların her birinin ilmî yönden izah edilmesinde çekilen güçlüktür. Demek ki normal insan, sadece tecrübelerinin üstündekini değil, kendi yaşadığı tecrübeleri de izah etmekte güçlük çekmektedir.
Vahiy olayının analizine girebilmek için Hz. Peygamber’in (S.A.S.) vahiy esnasındaki durumu detaylı olarak ele alınmalıdır.
İnancımıza göre, dini motifin tatmininde, sıradan insanların davranışlarına şekil veren çevre faktörüne katkı, peygamberlerin dini davranışlarında çevrenin yerini ilahî vahiy almaktadır. Vahiy hakkındaki tecrübi bilgimizin sınırlılığı yanında Hz. Peygamber’in çeşitli şekillerde aldığı vahyin psikolojik belirtileri sıhhatli belgelerle tespit edilmiş bulunmaktadır. O’nun dini yaşayışını düzenleyen bu tecrübe, Allah karşısındaki ciddî tavrını, vazife şuurunu ve bu mesuliyetin ağırlığı sebebiyle duyduğu endişeleri ortaya koymaktadır. Nitekim deruni bir yaşayış olması sebebiyle mahiyetini tam olarak kavrayamadığımız bu olay için, iç gözlem niteliğindeki şu hadiste Hz. Peygamber, vahiy esnasında birtakım güçlükler çektiğini ve neticede vahyin kesin bir bilgi olarak hafızasında (12) kaldığını ifade etmektedir: "Vahiy, bazen bana çıngırak sesine benzer bir sesle gelir. Bana en şiddetli geleni de budur. Cebrail’in söylediğini belledikten sonra o, benden ayrılır. Bazen de melek bana bir adam suretinde gelir ve benimle konuşur. Ben de ne söylediğini iyice bellerim.” (13)
Yukarıdaki hadiste de belirtildiği gibi, vahyin geliş şekli her zaman aynı değildir. Vahyin geliş şekillerini genel olarak üç kısımda belirleyen ayette: “Hiçbir insan yoktur ki Allah’ın onunla (doğrudan doğruya) konuşması olsun, ancak vahiy ile yahut perde arkasından yahut bir elçi (melek) gönderip de kendi izniyle dilediğini vahyetmesi sureti ile olur. Çünkü O çok yücedir, hikmet sahibidir.” (14) buyrulmaktadır. Buradaki üç şekil:
1 — Doğrudan doğruya insanın kalbine (zihnine) ilkâ edilen vahiy,
2 — Allah’ın, perde arkasından (görünmeden) insana birtakım bilgileri duyurması, bildirmesi,
3 — Allah’ın, melek vasıtasıyla peygambere dilediğini vahiy etmesidir. (15)
Bunlar bütün peygamberlerin vahiy alış tarzlarını genel olarak ortaya koyan bir tasnifin ifadesidir. Hz. Muhammed’in (S.A.S.), bu umumi çerçeve içerisinde belirtilen çeşitli şekillerdeki vahyi idrak ederken yaşamış olduğu psikolojik hâli sahabe müşahedelerine dayanarak özetlemek gerekirse, şunları söylemek mümkündür:
Vahiy sırasında Hz. Peygamber’in vücudu titremekte, üzerine bir hüzün çökmekte, yüzünün rengi kül gibi olmakta ve gözleri kapalı olduğu halde sesli sesli nefes aldığı görülmektedir. (16)
Hz. Peygamber (S.A.S.), bu esnada fizik üstü bir varlıkla (Cebrail’le) ilgi kurmanın sebep olduğu zorluğu yaşamış olmalıdır. Aşağıdaki hadisler konuyu aydınlatıcı mahiyettedir: “Ben yürürken birdenbire gökyüzünden bir ses işittim. Başımı kaldırdım, bir de baktım ki Hira’da bana gelen melek sema ile arz arasında bir kürsü üzerine oturmuş. Pek çok korktum, hemen evime döndüm ve “Beni örtün, beni örtün!” dedim. Bunun üzerine Allah şu ayetleri indirdi: “Ey bürünen (Muhammedi! Kalk artık inzâr et. Rabbini yücelt (yüceliğini ilân et)...” (17)
Hz. Âişe (R.A.) diyor ki: “ResuluIlah’ı, soğuğu çok şiddetli bir günde kendisine vahiy nazil olurken gördüğüm olmuştur. Kendisinden o hal geçtiği vakitte şakaklarından şapır şapır ter akardı,” (18) Zeyd b. Sâbit (R.A.) de: “Resulullah’a gelen vahyi yazardım. Vahiy nazil olduğu zaman O’nu bir sıkıntı basar, inci taneleri gibi ter dökerler, daha sonra açılırlardı. Kendileri bana imla ettirir, ben yazardım. İşimi bitirinceye kadar vahyin ağırlığından o kadar zahmet çekerdim ki, ayağım kınlıyor zanneder ve artık bir daha yürüyemem derdim." (19) demiştir. Ebû Hüreyre (R.A.) diyor ki: “Vahiy nazil olduğunda vahyin son bulmasına kadar hiçbirimiz başımızı kaldırıp O’nun mübarek yüzüne bakamazdık. Vahiy nazil olurken en önce mübarek vücutlarına bir titreme gelirdi. (20)
Bütün bu tezahürler, vahiy olayının Hz. Peygamberin (S.A.) dini yaşayışındaki önemli yerini ortaya koymaktadır. Gerek dini bilgiyi elde etmesi, gerekse dinî hayatın gereklerini yerine getirebilmesi için ruhi olgunluk kazanmasına vesile olan vahiy, O’nun bütün peygamberlik hayatı boyunca, çeşitli yer ve zamanlarda, çeşitli şekil ve şiddetlerde gelmeye devam etmiştir. (21) Nitekim din ihtiyacının bir tezahürü ve inancın gereği olan ibadetler, vahyin belirlediği şekil ve normlara uygun olarak namaz, oruç, hac ve zekât gibi belli şekilleriyle Kur’an-ı Kerim’in nüzulünün tamamlandığı yirmi üç sene içerisinde, tedricen ortaya konmuştur. (*) Meselâ:
و ما ينطق عن عن الهوى
"O kendi nefsinden bir şey söylemez. O’nun söylemesi ancak kendisine yapılan vahiy iledir.” (22) ayeti ile,
صلوا كما رايتموني اصل
“Benim namaz kılışımı nasıl görüyorsanız, siz de öylece kılınız,” (23) hadisi arasındaki mana bağlantısı kurularak aşağıdaki ayetler gözden geçirilmelidir:
و اقيموا الصلوة واتو ازكوة واركعوا مع الراكعين
“Namazı kılın, zekâtı verin ve rükû edenlerle beraber rükû edin." (24)
فمن فرض فهَن الحج فلا رفث و لا فسوق ولا جدال في الحج اشهر معلومات الحج
“Hac (ayları) bilinen aylardır. Kim o aylarda haccı kendine farz kılarsa, artık hacda kadına yaklaşmak, günah işlemek, kavga etmek yoktur. Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir.” (25)
يا ايها الذين امنوا اكتب عليكم السيام كما كتب على الذين من قبلكم لعلكم تتقون
"Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, oruç size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” (26)
Peki, bu vahiy olayının fenomenolojisini, “İlâhî mesaj” ın peygambere nasıl ulaştığını ilmi yönden açıklamak mümkün müdür? Yukarıdaki bilgiler ışığında bu soruya nasıl bir cevap verilebilir? Vahiy esnasında peygamber çoğu zaman arkadaşlarıyla beraber bulunduğuna göre, vahiy bir ses veya görüntü halinde arkadaşları tarafından idrak edilmediği halde peygamber onu nasıl alıyor?
M. Watt, bu konunun şuur-altı teorisiyle izah edilebileceğini söylemekte ve bu görüşü, gelenekleşmiş İslami görüşle şu şekilde birleştirmektedir: "Melek bu sözleri önce Hz. Muhammed’in şuuruna yerleştirdi; daha sonra onlar buradan şuur-üstüne çıktı. (27) Ancak Watt’in kendisinin de itiraf ettiği gibi şuur-altı konusundaki bilgiler henüz birtakım psikologların görüşleri olmaktan öte tam olarak aydınlatıcı seviyeye ulaşamamıştır. (28) Alt-şuur aslında zihnimizin çalışma tarzını anlayabilmek için icat ettiğimiz bir hipotezden ibarettir. Bunun özelliği, duygularımızın çalıştığı hallerde şuura aksetmeyen unsurları ihtiva etmesidir. Böylece rüya, ateşli hastalık, ilâçla uyuşma vs. hallerinde zihnimizi işgal eden alışılmadık şeyleri bu alt-şuurun ortaya çıkması olarak kabul ediyoruz. Fakat alt-şuurun hakiki muhtevasının ne olduğunu bilmiyoruz.” (29)
H.Z. Ülken’e göre de gelişerek değer şuuru hâline gelmiş bir şuur, Allah’la irtibat kurabilir. Nitekim değer şuuru, sübjektif şuurun aşkın varlığına yönelmesi sonucu yaptığı hamle ile gerçekleşir. (30) Psikoloji bilimi, pozitivizm taassubundan kurtulup, olaylara gerçekçi ve hakikati teslim edici bir anlayışla yaklaştığı takdirde metafizik ve normalüstü konuların izahında yeni ufuklara ve boyutlara ulaşılabilecektir. Bu işte din psikolojisi, para psikoloji, tasavvuf ve ilm-i kelâmla iştigal eden ilim adamlarına önemli görevler düşmektedir.
DİPNOTLAR
(1) K: 18 (el-Kehf), 110; 41 (Fussilet), 6.
(2) Erdoğan Fırat, Şahsiyet Gelişiminde Tevbenin Fonksiyonu, s. 54.
(3) Tuncel Altınköprü, Şahsiyet Analizi, s. 8.
(4) (U-O-T); Uyarıcı- Organizma- Tepki.
(5) Norman L. Munn, Psikoloji, II, 157.
(6) Duyum eşiği, kulak için 20-20.000 frekans arasındaki seslerin işitilmesi; göz içinse 400-700 milimikron dalga uzunluğundaki ışığın görülmesi şeklindedir. Fazla bilgi için bkz. N.L. Munn, a.g.e., II. 204 vd., 241 vd.
(7) G. Kerschensteiner, Karakter Kavramı ve Terbiyesi, s. 68.
(8) Bkz. N.L., Munn, Psikoloji, I, 316 vd.
(9) Bkz. Erol Güngör, İslâm Tasavvufunun Meseleleri, s. 133, 135.
(10) Buhârî. es-Sahih, K. et-Ta’bîr, B. 2 (VlII, 68).
(11) Zebidî. Tecrîd, XII, 273.
(19) Zebidi, Tecrid, I, 5.
(20) Zebidî, a.g.e., a.y.
(21) Hz. Peygamber’e vahiy geldiği zaman, bunun Allah’tan gelen bir vahiy olduğuna dair O’nun kalbinde Allah zaruri bir ilim yaratırdı. Vahyin çeşitli şekil ve mertebeleri hakkında daha geniş bilgi için bkz. Zebidî, a.g.e., I, 2-9 (dipnotlar).
(*) Vahiy ve Kur’an-ı Kerim konusunda, lisanımıza da çevrilmiş bulunan; “Kur’an-ı Kerim Mucizesi” (Mâlik b. Nebi) ve “En mühim mesaj Kur’an” (Muhammed A. Draz) gibi eserlere müracaat edilebilir. (Diy. İşl. Bşk. notu)
(22) K: 53 (en-Necm), 3-4.
(23) Buhârî, es-Sahih, K. el-Ezân,
B.18; Dârimî, es-Sünen, K. es- Salât, B. 42.
(24) K: 2 (el-Bakara), 43.
(25) K: 2 (el-Bakara), 197.
(26) K: 2 (el-Bakara), 183.
(27) W.M. Watt, Modern Dünyada İslâm Vahyi, s, 149; şu olay da bu açıklamayı destekler görünmektedir. "Meselâ, televizyon veya sinemada herhangi bir program sırasında, görünür bir idrak olmadan, çok kısa bir süre için gösterilen birtakım sahneler veya verilen bazı mesajlar farkına varılmadan gayri şuurumuzda yerleşebilmektedir.” A. Songar, Psikiyatri, s. 75-76.
(28) W.M. Watt, Modern Dünyada İslâm Vahyi, s. 149; Ayrıca bkz. Erol Güngör, İslâm Tasavvufunun Meseleleri, s. 160 vd.
(29) E. Güngör, a.g.e., s. 164.
(30) H. Ziya Ülken, Varlık ve Oluş, s. 332 vd.