Makale

NORMAL İNSAN-PEYGAMBER FARKI: VAHİY

NORMAL İNSAN-PEYGAMBER FARKI: VAHİY

Dr. Habil ŞENTÜRK
D.E.Ü. İlahiyat Fak. Öğr. Gör.

İslam’a göre peygamber de bir insan olduğu için her insan gibi o da yer, içer, dünya işleri ile meş­gul olur, birtakım duygu, düşünce ve istekleri vardır. Şu ayet konunun özünü oluşturmaktadır: "De ki; ben de sizin gibi bir insanım, ancak ba­na vahyolunuyor.” (1)

Öyleyse önce normal insanın du­rumunu gözden geçirelim:

İnsanoğlu, doğuştan getirdiği (veraset) potansiyel güçle sonradan edindiği tecrübelerin (çevre) zaman­la gelişmesi sonucu bir şahsiyet oluşturur. Doğuştan getirdiği istidat­lar çevre tesirlerine açık durumda­dır. O acıkmayı, susamayı, işitme­yi, görmeyi, düşünmeyi, duygulanma­yı vs. öğrenmez. Ancak acıktığında gıda almayı, susadığında su içmeyi, işittiğinin ne olduğunu, nasıl düşün­düğünü ve niçin duygulandığını ha­yatın çeşitli dönemlerinde öğrenir, şahsiyetini tamamlar. (2)

Sosyal bir ortamda yaşayan in­san, kendisiyle olduğu kadar top­lumla da uyum içinde olmak duru­mundadır. Çünkü bu psikolojik ve sosyal yönden dengeli bir hayatın gereğidir. (3) Gene hayata intibak mekanizması (U-O-T) (4) içinde ki­şinin kendisinde ve çevresinde olup bitenden haberdar olmasını sağlayan duyu organları vardır. (5) Fakat bu organların alma gücü sınırlıdır. Bu sebeple insan tabiattaki her olaydan haberdar olamaz. Sözgelişi bir kula­ğın veya gözün duyum eşiği vardır; kulak belli frekanstaki sesi işitir, göz de belli dalga uzunluğundaki ışığı görebilir. (6) Aslında bu sınırlı imkânlara sahip olma konusunda da insanlar birbirinden farklıdırlar. Bi­ri diğerinden daha güçlü, daha zeki, daha hassas olabilir. Meselâ: “Bir kısım insanlar eşya ve olaylar karşısında hiçbir şey idrak etmedikle­ri halde, diğer bir kısmı ses ayrılık­larını, bir kısmı renklerin dalgalarını, bir kısmı da lezzet ve koku ayrılık­larını idrak etmektedir.” (7)

Normal insandan peygambere geçince bu farkların daha da art­tığı görülecektir. Gerçi İslam’a göre peygamberler de insandır, ancak Allah’ın, insanlar arasında onlara bazı imtiyazlar verdiği hatırlanma­lıdır. Peygamberleri diğer insanlar­dan ayıran en önemli fark, kendile­rine Allah tarafından vahyolunmasıdır. İslam’a göre Allah, peygam­berleri vahiy alabilecek psikolojik ve fizyolojik güçlerle donatmıştır. Günlük tecrübeler de göstermekte­dir ki, bir insanın yapamadığını baş­kaları yapabilir. Birinin göremediği uzaklıktaki bir cismi, diğeri göre­bilmektedir. Peygamberlerin vahiy alması, gözleri görmeyene göre, gö­renin durumuna benzetilebilir. Ayrıca bugün psikolojide “yaratıcı dü­ğünce” (8) denilen keşif ve icatlar ile rüyalar ve ilhamlar (9) da vahiy hâ­disesini anlamaya yardımcı olacak niteliktedir. Sezgi ise müstakil bir kabiliyettir. Sezgiciliği savunan fel­sefi sistemler bile vardır.

Yaratıcı düşünme olayında, me­seleye konsantre olma ve konuyla ilgili bilgi ve malzemelerin iyi de­ğerlendirilmesi önemlidir. Fakat bun­lar yeterli değildir. Meselenin çözü­me kavuşması için bir ilham gerek­mektedir. Meselâ, Newton’a kadar pek çok kimse, elmanın dalından düştüğünü görmüş ve hatta sebebi­ni de düşünmüş olabilir; fakat yer­çekiminden bahsetmemiştir. Öyle rüyalar da vardır ki, gerçek hayatta bütün ayrıntılarıyla yaşanır. Nite­kim Hz. Peygamber: “Salih bir kişi tarafından görülen güzel rüya, nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür,” (11) buyurmuştur.

Yukarıdaki hadisin salih rüyayı, nübüvvetin kırk altıda biri olarak belirtmesi şöyle açıklanmaktadır: Hz. Peygamber’e vahiy, sadık rüya ile başlamış ve altı ay devam et­miştir. Bütün peygamberlik hayatı yirmi üç yıl olduğuna göre altı ay­lık sadık rüya devresi, peygamberli­ğin kırk altıda bir bölümü olmak­tadır. Hz. Peygamber’in bu rüyala­rı, aynen veya mana olarak tahak­kuk ediyordu. Buna göre Müslümanların gördüğü salih rüya da Allah’ın o kişiye bir ilhamı durumundadır. (11)

Burada yaratıcı düşünce, rüya ve ilham ile vahiy arasındaki ilgi, daha çok bunların her birinin ilmî yönden izah edilmesinde çekilen güçlüktür. Demek ki normal insan, sadece tecrübelerinin üstündekini değil, kendi yaşadığı tecrübeleri de izah etmekte güçlük çekmektedir.

Vahiy olayının analizine girebil­mek için Hz. Peygamber’in (S.A.S.) vahiy esnasındaki durumu detaylı o­larak ele alınmalıdır.

İnancımıza göre, dini motifin tatmininde, sıradan insanların dav­ranışlarına şekil veren çevre faktö­rüne katkı, peygamberlerin dini dav­ranışlarında çevrenin yerini ilahî va­hiy almaktadır. Vahiy hakkındaki tecrübi bilgimizin sınırlılığı yanında Hz. Peygamber’in çeşitli şekillerde aldığı vahyin psikolojik belirtileri sıhhatli belgelerle tespit edilmiş bu­lunmaktadır. O’nun dini yaşayışını düzenleyen bu tecrübe, Allah karşı­sındaki ciddî tavrını, vazife şuurunu ve bu mesuliyetin ağırlığı sebe­biyle duyduğu endişeleri ortaya koy­maktadır. Nitekim deruni bir yaşayış olması sebebiyle mahiyetini tam olarak kavrayamadığımız bu olay için, iç gözlem niteliğindeki şu hadiste Hz. Peygamber, vahiy esnasında birtakım güçlükler çektiğini ve neticede vahyin kesin bir bilgi olarak hafızasında (12) kaldığını ifade etmektedir: "Vahiy, bazen bana çıngırak sesine benzer bir sesle ge­lir. Bana en şiddetli geleni de budur. Cebrail’in söylediğini belledik­ten sonra o, benden ayrılır. Bazen de melek bana bir adam suretinde gelir ve benimle konuşur. Ben de ne söylediğini iyice bellerim.” (13)

Yukarıdaki hadiste de belirtildi­ği gibi, vahyin geliş şekli her za­man aynı değildir. Vahyin geliş şe­killerini genel olarak üç kısımda be­lirleyen ayette: “Hiçbir insan yok­tur ki Allah’ın onunla (doğrudan doğruya) konuşması olsun, ancak vahiy ile yahut perde arkasından yahut bir elçi (melek) gönderip de kendi izniyle dilediğini vahyetmesi sureti ile olur. Çünkü O çok yü­cedir, hikmet sahibidir.” (14) buyrulmaktadır. Buradaki üç şekil:

1 — Doğrudan doğruya insanın kalbine (zihnine) ilkâ edilen vahiy,

2 — Allah’ın, perde arkasından (görünmeden) insana birtakım bil­gileri duyurması, bildirmesi,

3 — Allah’ın, melek vasıtasıyla peygambere dilediğini vahiy etme­sidir. (15)

Bunlar bütün peygamberlerin vahiy alış tarzlarını genel olarak ortaya koyan bir tasnifin ifadesidir. Hz. Muhammed’in (S.A.S.), bu umumi çerçeve içerisinde belirtilen çe­şitli şekillerdeki vahyi idrak eder­ken yaşamış olduğu psikolojik hâli sahabe müşahedelerine dayanarak ö­zetlemek gerekirse, şunları söylemek mümkündür:

Vahiy sırasında Hz. Peygam­ber’in vücudu titremekte, üzerine bir hüzün çökmekte, yüzünün ren­gi kül gibi olmakta ve gözleri ka­palı olduğu halde sesli sesli nefes aldığı görülmektedir. (16)

Hz. Peygamber (S.A.S.), bu esnada fizik üstü bir varlıkla (Cebrail’le) ilgi kurmanın sebep olduğu zorluğu yaşamış olmalıdır. Aşağıda­ki hadisler konuyu aydınlatıcı mahiyettedir: “Ben yürürken birdenbi­re gökyüzünden bir ses işittim. Ba­şımı kaldırdım, bir de baktım ki Hira’da bana gelen melek sema ile arz arasında bir kürsü üzerine otur­muş. Pek çok korktum, hemen evi­me döndüm ve “Beni örtün, beni örtün!” dedim. Bunun üzerine Allah şu ayetleri indirdi: “Ey bürünen (Muhammedi! Kalk artık inzâr et. Rabbini yücelt (yüceliğini ilân et)...” (17)

Hz. Âişe (R.A.) diyor ki: “ResuluIlah’ı, soğuğu çok şiddetli bir günde kendisine vahiy nazil olurken gördüğüm olmuştur. Kendisinden o hal geçtiği vakitte şakaklarından şapır şapır ter akardı,” (18) Zeyd b. Sâbit (R.A.) de: “Resulullah’a ge­len vahyi yazardım. Vahiy nazil ol­duğu zaman O’nu bir sıkıntı basar, inci taneleri gibi ter dökerler, daha sonra açılırlardı. Kendileri bana im­la ettirir, ben yazardım. İşimi bitirinceye kadar vahyin ağırlığından o kadar zahmet çekerdim ki, ayağım kınlıyor zanneder ve artık bir da­ha yürüyemem derdim." (19) demiş­tir. Ebû Hüreyre (R.A.) diyor ki: “Vahiy nazil olduğunda vahyin son bulmasına kadar hiçbirimiz başımı­zı kaldırıp O’nun mübarek yüzüne bakamazdık. Vahiy nazil olurken en önce mübarek vücutlarına bir titre­me gelirdi. (20)

Bütün bu tezahürler, vahiy ola­yının Hz. Peygamberin (S.A.) dini yaşayışındaki önemli yerini ortaya koymaktadır. Gerek dini bilgiyi elde etmesi, gerekse dinî hayatın gerek­lerini yerine getirebilmesi için ruhi olgunluk kazanmasına vesile olan vahiy, O’nun bütün peygamberlik hayatı boyunca, çeşitli yer ve za­manlarda, çeşitli şekil ve şiddetler­de gelmeye devam etmiştir. (21) Ni­tekim din ihtiyacının bir tezahürü ve inancın gereği olan ibadetler, vah­yin belirlediği şekil ve normlara uy­gun olarak namaz, oruç, hac ve zekât gibi belli şekilleriyle Kur’an-ı Kerim’in nüzulünün tamamlandığı yirmi üç sene içerisinde, tedricen or­taya konmuştur. (*) Meselâ:

و ما ينطق عن عن الهوى

"O kendi nefsinden bir şey söyle­mez. O’nun söylemesi ancak kendisine yapılan vahiy iledir.” (22) ayeti ile,

صلوا كما رايتموني اصل

“Benim namaz kılışımı nasıl görüyorsa­nız, siz de öylece kılınız,” (23) hadisi arasındaki mana bağlantısı kurula­rak aşağıdaki ayetler gözden geçirilmelidir:

و اقيموا الصلوة واتو ازكوة واركعوا مع الراكعين

“Namazı kılın, zekâtı verin ve rü­kû edenlerle beraber rükû edin." (24)

فمن فرض فهَن الحج فلا رفث و لا فسوق ولا جدال في الحج اشهر معلومات الحج

“Hac (ayları) bilinen aylardır. Kim o aylarda haccı kendine farz kılar­sa, artık hacda kadına yaklaşmak, günah işlemek, kavga etmek yok­tur. Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir.” (25)

يا ايها الذين امنوا اكتب عليكم السيام كما كتب على الذين من قبلكم لعلكم تتقون

"Ey iman edenler! Sizden öncekile­re farz kılındığı gibi, oruç size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” (26)

Peki, bu vahiy olayının fenomenolojisini, “İlâhî mesaj” ın peygam­bere nasıl ulaştığını ilmi yönden a­çıklamak mümkün müdür? Yukarı­daki bilgiler ışığında bu soruya na­sıl bir cevap verilebilir? Vahiy esnasında peygamber çoğu zaman arkadaşlarıyla beraber bulunduğuna göre, vahiy bir ses veya görüntü halinde arkadaşları tarafından idrak edilmediği halde peygamber onu na­sıl alıyor?

M. Watt, bu konunun şuur-altı teorisiyle izah edilebileceğini söyle­mekte ve bu görüşü, gelenekleşmiş İslami görüşle şu şekilde birleştir­mektedir: "Melek bu sözleri önce Hz. Muhammed’in şuuruna yerleştir­di; daha sonra onlar buradan şuur-üstüne çıktı. (27) Ancak Watt’in ken­disinin de itiraf ettiği gibi şuur-altı konusundaki bilgiler henüz birtakım psikologların görüşleri olmaktan ö­te tam olarak aydınlatıcı seviyeye ulaşamamıştır. (28) Alt-şuur aslında zihnimizin çalışma tarzını anlaya­bilmek için icat ettiğimiz bir hipo­tezden ibarettir. Bunun özelliği, duy­gularımızın çalıştığı hallerde şuura aksetmeyen unsurları ihtiva etmesi­dir. Böylece rüya, ateşli hastalık, ilâçla uyuşma vs. hallerinde zihni­mizi işgal eden alışılmadık şeyleri bu alt-şuurun ortaya çıkması ola­rak kabul ediyoruz. Fakat alt-şuurun hakiki muhtevasının ne olduğu­nu bilmiyoruz.” (29)

H.Z. Ülken’e göre de gelişerek değer şuuru hâline gelmiş bir şuur, Allah’la irtibat kurabilir. Nitekim değer şuuru, sübjektif şuurun aşkın varlığına yönelmesi sonucu yaptığı hamle ile gerçekleşir. (30) Psikoloji bilimi, pozitivizm taassubundan kur­tulup, olaylara gerçekçi ve hakikati teslim edici bir anlayışla yaklaştığı takdirde metafizik ve normalüstü konuların izahında yeni ufuklara ve boyutlara ulaşılabilecektir. Bu işte din psikolojisi, para psikoloji, ta­savvuf ve ilm-i kelâmla iştigal eden ilim adamlarına önemli görevler düşmektedir.

DİPNOTLAR

(1) K: 18 (el-Kehf), 110; 41 (Fussilet), 6.

(2) Erdoğan Fırat, Şahsiyet Geli­şiminde Tevbenin Fonksiyonu, s. 54.

(3) Tuncel Altınköprü, Şahsiyet A­nalizi, s. 8.

(4) (U-O-T); Uyarıcı- Organizma- Tepki.

(5) Norman L. Munn, Psikoloji, II, 157.

(6) Duyum eşiği, kulak için 20­-20.000 frekans arasındaki ses­lerin işitilmesi; göz içinse 400-­700 milimikron dalga uzunlu­ğundaki ışığın görülmesi şek­lindedir. Fazla bilgi için bkz. N.L. Munn, a.g.e., II. 204 vd., 241 vd.

(7) G. Kerschensteiner, Karakter Kavramı ve Terbiyesi, s. 68.

(8) Bkz. N.L., Munn, Psikoloji, I, 316 vd.

(9) Bkz. Erol Güngör, İslâm Ta­savvufunun Meseleleri, s. 133, 135.

(10) Buhârî. es-Sahih, K. et-Ta’bîr, B. 2 (VlII, 68).

(11) Zebidî. Tecrîd, XII, 273.

(19) Zebidi, Tecrid, I, 5.

(20) Zebidî, a.g.e., a.y.

(21) Hz. Peygamber’e vahiy geldiği zaman, bunun Allah’tan gelen bir vahiy olduğuna dair O’nun kalbinde Allah zaruri bir ilim yaratırdı. Vahyin çeşitli şekil ve mertebeleri hakkında daha geniş bilgi için bkz. Zebidî, a.g.e., I, 2-9 (dipnotlar).

(*) Vahiy ve Kur’an-ı Kerim ko­nusunda, lisanımıza da çevril­miş bulunan; “Kur’an-ı Kerim Mucizesi” (Mâlik b. Nebi) ve “En mühim mesaj Kur’an” (Muhammed A. Draz) gibi eserlere müracaat edilebilir. (Diy. İşl. Bşk. notu)

(22) K: 53 (en-Necm), 3-4.

(23) Buhârî, es-Sahih, K. el-Ezân,

B.18; Dârimî, es-Sünen, K. es- Salât, B. 42.

(24) K: 2 (el-Bakara), 43.

(25) K: 2 (el-Bakara), 197.

(26) K: 2 (el-Bakara), 183.

(27) W.M. Watt, Modern Dünyada İslâm Vahyi, s, 149; şu olay da bu açıklamayı destekler gö­rünmektedir. "Meselâ, televiz­yon veya sinemada herhangi bir program sırasında, görünür bir idrak olmadan, çok kısa bir süre için gösterilen birtakım sahneler veya verilen bazı me­sajlar farkına varılmadan gay­ri şuurumuzda yerleşebilmek­tedir.” A. Songar, Psikiyatri, s. 75-76.

(28) W.M. Watt, Modern Dünyada İslâm Vahyi, s. 149; Ayrıca bkz. Erol Güngör, İslâm Tasavvufu­nun Meseleleri, s. 160 vd.

(29) E. Güngör, a.g.e., s. 164.

(30) H. Ziya Ülken, Varlık ve Oluş, s. 332 vd.