Makale

GÖREV VE SORUMLULUK ANLAYIŞI ÜZERİNE

GÖREV VE SORUMLULUK ANLAYIŞI ÜZERİNE

Yrd. Doç. Dr. Osman CİLACI
S.Ü. İlahiyat Fakültesi
Dinler Tarihi Ana bilim Dalı

Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Kurulu’nun İT Aralık 1979’da yapılan 34. oturumunda, 1985 yılı Milletlerarası Gençlik yılı olarak kabul edilmiştir. Bu bir yıl boyunca resmî ve özel kuruluşlarca toplan­tılar düzenlenmekte, sempozyum ve kongrelerde gençliğin meseleleri di­le getirilerek çözüm yolları aran­maktadır.

Bizde gençlik meseleleriyle ciddî şekilde ilgilenmenin tarihi 1985’ten en aşağı beş yıl öncesine kadar git­mektedir. Ancak gençliğin problemleriyle ilgili çalışmalar 1985 yılının sona ermesiyle bitecek değildir; çün­kü nerede insan varsa orada prob­lem de var olmaya devam edecektir.

Bugün bir gençlik problemi var­ımdır? sorusuna, dünyanın hiçbir ülkesi “yoktur” cevabını veremez. Nitekim 1985 yılının bu maksatla bütün dünyaca kutlanmasının bir sebebi de bu olmalıdır.

İhtiyar dünyamız yaklaşık 5 milyar insanı barındırmaktadır. Fa­kiri ile zengini ile, inananı ile inan­mayanı ile bütün kitleler “Gençlik Problemi” karşısında hiç bir zaman kayıtsız kalamamıştır, kalamaya­caktır da; çünkü çağımızda beyin yıkama, gençliğin beden ve ruh sağ­lığını tahrip eden bir afet olarak karşımızda durmaktadır.

Son zamanlarda televizyon, si­nema ve çeşitli yayınları, konusu hep korku filmleri, cinayet, hırsız­lık, soygun, tedhiş, seks gibi olay­ları inceleyen eserler işgal etmiş­tir (1). Cemiyetin koruyucu müesseselerinin zayıflaması veya kaybı ev­vela gençlikte ifadesini bulmakta, genel bir çalkantıya sebep olmakta­dır.

Şu bir gerçektir ki, gençlik bü­tün dünyada bir çıkmazın içindedir. Dünya gençliği geleceğinden endişe­lidir. Bu endişe büyük ölçüde, hızla alkolizme duçar olması, beyaz ze­hir ve depresyonların ağına düşme­si önemli bir rol oynamaktadır. Gi­derek bir çılgınlık halini alan bu süratli gidiş, medeniyetin geleceği­ni de ciddi şekilde tehdit etmekte­dir. Bütün dünya ilim adamları bu teşhiste görüş birliği içerisinde­dir. Bunlardan ayrı olarak gençlik, hemen her ülkede inançlarını kay­betmekte, manevi değerlerden uzaklaşmaktadır.

Bu gün alkolizm ve uyuşturu­cudan ayrı dünya gençliğini tehdit eden faktörlerin bağında sapık fikir akımları, müstehcenlik, işsizlik, ailenin çözülmesi, manevi boşluk vb. temel konular gelmektedir. Mane­vi değerlerden, görev ve sorumluluk duygularından uzak çılgınca bir ya­şayış sergilenmektedir. Bu sorum­suz ve duygusuz gidişe zaman ve nasıl dur denilebilecektir?

Türk gençliği arasında her ge­çen gün artış kaydeden alkol ve uyuşturucu alışkanlığında on yılda %350 tırmanış tespit edilmiştir. Ül­kemizde takriben 250 bin genç uyuşturucu illetinin esiri durumunda­dır. Hâlbuki Anayasa’nın 58. madde­si devlete, "Gençleri alkol düşkün­lüğünden, uyuşturucu maddelerden ve benzeri kötü alışkanlıklardan” korumak için gerekli tedbirleri al­ma görevini yüklemiş bulunmaktadır. Geçtiğimiz yıl, televizyonda bira reklamlarının yasaklanması yolundaki masum bir isteğe karşı bazı çevrelerce gösterilen manasız tepki, bizim bu konuda ne kadar sathi davrandığımızı göstermesi bakımın­dan cidden üzücüdür. Gençliği alkol ve uyuşturucunun esiri haline ge­tirmek kimseye bir fayda sağlamaz. Bütün İlahi dinlerin temel yasakları arasında alkolün yer almasının bir hikmeti burada aranmalıdır.

Genç veya delikanlı kimdir? Na­sıl bir evsaf taşır? Lügatler gen­ci, "Taze, yaşlı olmayan” diye ta­rif eder. Arapçadan "ş’eb”, Farsçada “civan” aynı anlam karşılığın­da kullanılır. Almancada "Der Ju­gend” genç demektir. Gençlik “ta­zelik, civanlık” tır. Tıpta gençlik dönemi, “ergenlik" veya “yetişkin­lik" olarak vasıflandırılır. Bu dönem bedeni ve ruhi bakımdan ço­cukluğun sonu, görev ve mesuliyet döneminin başlangıcıdır. Genellikle “delikanlılık” diye isimlendirilen gençlik dönemi, adı üstünde kanın deliliğinin hâkim olduğu bir dönemdir. Bu bakımdan devlete ve yetiş­kinlere düşen en büyük görev, ka­nın deliliğine rağmen bu büyük e­nerjinin mecrasında tabii halinde akmasını sağlamak, o bakir kaynağı müşahhas ve müspet şekilde mem­leket hizmetine kanalize etmek­tir.

Gençlik toplumun en hassas ve dinamik zümresidir. Bütün içtimaı hâdiseler, buhranlar ve hastalıklar en bariz tesirlerini gençlik üzerinde gösterir (3).

Günümüzde kitle haberleşmesi ve ekonomik faktörler önemli bir rol oynamaktadır. Bu bakımdan ne­siller arası düşünce ve duygu alış­verişi büyük bir hız kazanmıştır. Birbirinden çok uzakta yaşayan ay­rı ayrı ülkelerin gençleri, ister is­temez birtakım müşterek tesirlerin altında kalarak birbirlerinden etki­lenmektedir. Burada da devlete ve yetişkinlere düşen en büyük vazi­fe, her türlü yıkıcı cereyanlardan, dini ve millî değerlerimize ters dü­şen davranışlara kapılmaktan genç­liği korumaktır. Bunun için de gençliğe dini ve milli değerlerini benim­setmek, onları vatan coğrafyasına sahip kılmak lâzımdır. Taşı, topra­ğı, dağı, denizi, suyu ve havası ile İslami ve Millî kültürle yoğrulmuş olan bu ülkeyi onlara sevdirmektir. Yoksa mazisinden koparılmış, istik­bali aydınlatılmamış, yaşadığı za­man dilimi yeterince değerlendiril­memiş genç kendini daima boşluk­ta hissedecektir.

Gencin “fert”’ yapısından “şah­siyet" haline geçişi tarih şuuru ve değerler manzumesine sahip çıkma­sıyla mümkündür. Gençleri dinini, mukaddesatını, Türk kültürü ve har­sını seven insanlar olarak yetiştir­mek zorundayız. Son yıllarda gide­rek yaygınlaşan test alışkanlığının çocuklarımızda ve gençlerimizde, Türkçe düşünme kabiliyeti yanında Türkçe yazma melekesini de felce uğrattığını özellikle belirtmek iste­rim. Türkçeyi yıprattıktan sonra nesiller arasında bilgi anane ve gö­renek dediğimiz ve kısaca “kültür intikali" olarak isimlendireceğimiz zaruri vakıayı nasıl gerçekleştirece­ğiz? Kültür değiştirmek elbise de­ğiştirmeye hiç benzemez. Gençler milli benliğimizin bir parçasıdır, hepimizin müşterek mirasıdır. Terbiye, eğitim ve öğretimin cemiyet­ler için hayati bir önem taşıdığı bilinen bir gerçektir. O halde, bu dil keşmekeşi ve kavramlar kargaşası içinde bu nasıl sağlanacaktır?

Kültür erozyonu, toprak erozyo­nuna benzemez ve dolgularla haya­tiyet kazanamaz. Bu acı gerçeği merhum Peyami Safa 1930’larda Va­kit gazetesinin bir anketine verdiği cevapta şöyle dile getirmiştir: “Türk irfanının düşmesi, borsada Türk pa­rasının düşmesinden daha korkunç­tur. Zira para kültürle beraber yükselir ve kültür başta gelir”. Son yıllardâ giderek fazla okuma alışkan­lığımızın, neticede kültür ve irfanı­mızın çoraklaşmasına müncer olma­sını görmek ne hazindir. Dünyada en az okuyan milletler arasında yer almak, hüzün verici bir tablodur. Bu­nunla beraber sözlerimizden, her şeyi gençlerden beklediğimiz manası da çıkarılmamalıdır.

Bizde genellikle hayal edip de yapamadıklarımızı gençlerden bekle­mek, onlara “İstikbalimizin ümidi ve teminatı" demek âdet haline gelmiş­tir. Vakıa biz istesek de istemesek de yarınlar, bugünün çocuk ve genç­lerinin olacaktır. İstikbali gençler kuracaktır. Ancak bugünün yetişkinleri, gençliğe “Ne verip ne aldığının muhasebesini yapmak” mecburiye­tindedirler.

İslam hukukunda, insanın geçir­diği safhaların en önemlilerinden bi­rini teşkil eden ergenlik çağı, prensip olarak biyolojik gelişmelere bağlan­mış, erkeklerde de kızlar da 12 yaşın doldurulması ergenlik çağı olarak kabul edilmiştir (4). Bu bakımdan delikanlı henüz ne tam büyümüştür, ne de küçüktür. Delikanlılık yahut gençlik devresinde insan, bundan ev­velki devirlerde edindiği tecrübelerin neticesini alır, onları sağlamlaştırır. Sevmek ve çalışmak asıl bu devrede öğrenilir. Delikanlılık döneminde or­taya çıkan ufak davranış bozuklukları daha çok mizaç dalgalanmaları şeklinde kendini gösterir. Gençlik çağı yeni davranış örneklerinin ve kişiliğin teşekkül çağı olması sebe­biyle her çeşit propagandaya karşı açık bir dönemdir (5).

Genciyle ihtiyarıyla %99’ u Müslüman olan bir ülkede yaşıyoruz. Bizim toplumumuzda gençlik denilince, genellikle 12-24 yaş grubundaki kit­le anlaşılır. Ülkemizdeki gençlik grupları:

1. Öğrenci gençlik (orta, lise, yüksekokul gençliği),

2. Okul dışı gençlik (çalışan gençlik, işsiz gençlik, gecekondu gençliği, köylerde yaşayan gençlik),

3. Özel durumlu gençlik (fiziki ve zihni özürlü gençlik, hükümlü ve tutuklu gençlik),

4. Yurtdışındaki Türk gençliği.

Böylece Türkiye’nin yapı özel­likleri içerisinde biz gençliği dört ana grupta ele alıp değerlendirebiliriz.

Toplam nüfus içerisinde genç nüfusun %79,9’u okul dışı gençliktir. Bu önemli bir noktadır; çünkü Tür­kiye’de gençlik denildiği zaman akla hep yükseköğretim gençliği gelmek­te ve gündeme bu konu getirilmekte­dir. Bu yanlıştır. Ülkemizde öğrenim gören gençlik ise sadece %20,1 civa­rındadır. 12-14 yaş grubunda okuma, yazma bilmeyenlerin oranı %14’tür. Grubun %75’i bekâr, %23,9’u evlidir, öğrenci gençlerin %18’i ortaöğre­timde, %1,9 ise yükseköğretimde­dir (6).

Bu istatistik bilgiler ışığında gençlik meselesine dar bir açıdan bakmanın hatalı olduğu hemen an­laşılır. Gençlik denince mutlaka o­kuyan gençlik, özellikle yüksek tah­sil gençliği anlaşılmamalıdır. Gençli­ğe bütünü ile sahip çıkmalıyız, bu hepimizin asli görevlerindendir.

Gençliğin ecdadına yaraşır asil davranışı, yıkıcı ve yabancı mihrak­larca sevk ve idare edildiğinde ülke­miz için ciddi bir felâket olmuştur. Nitekim 12 Eylül öncesi müşahede ettiğimiz korkunç tablolar henüz hafızalardan silinmemiştir. Tarih bo­yunca Türk genci daima dinine, mu­kaddesatına, kültürüne, milletine, vatanına, bayrağına, örf ve âdetleri­ne bağlı kalmayı, bunları canından aziz bilerek uğrunda canını vermeyi namus borcu bilmiştir. Gençliği bu ulvi değerlerden yoksun bırakırsanız, onları et ve kemik yığınından ibaret bir sürü haline getirmiş olursunuz. Gençliğimize şanlı tarihimiz aktarılarak tarih şuuru verilmeli ki, ecda­dım hem sevebilsin, hem de saygı duyabilsin. Bu aktarmada ilk intikal merkezi aile ocaklarıdır (7).

Yukarıda da temas ettiğimiz gi­bi çağımızın baş döndürücü teknik imkânları, nesiller arası farklı anla­yış ve telâkkilerin de giderek büyü­mesine sebep olmuştur. Bu durumda “Her eski iyi, her yeni kötü” diyen yaşlılar ne kadar haksızsa, "Her es­ki kötü, her yeni iyi” diyen gençler de o derece haksızdırlar. Burada gerçek yolu bulmak, Japon milletin­de olduğu gibi, maziden kuvvet ala­rak istikbale yönelmek yani “Kökü mazide olan atiyim” diyebilmektir.

Gençlerimizin öğretiminde topyekûn fen ilimleriyle sosyal ve fikrî ilimler dengesinin kurulması, mad­de-mana ahengini sağlayacaktır. Bu dengenin sağlanması iyi bir gençliğin yetişmesine de zemin hazırlayacaktır. İyi bir gençlik, dar görüşlülükten u­zak, geniş felsefî düşünceleri yorum­lamaya hazır, toleranslı, gönlü haki­kat sevgisiyle dolu, Allah ve din fik­rine sıkı bir şekilde bağlı, manevi ir­fanla mücehhez, maziyi ve istikbali kavramış olarak bütün iyi hasletlerin sahibi olmalıdır.

Özlenen ve gıpta edilen böyle bir gençlik, vazife ile mesuliyet kavram­ları arasındaki köprüyü de iyi bir şe­kilde kurabilir. Gerçekte vazife ile mesuliyet, birbirinden ayrılması mümkün olmayan iki kavramdır. Yarınların kendilerine emanet edile­ceği gençlik, her şeyden önce görev ile sorumluluk arasındaki ilgiyi iyi kavramalıdır.

Mesuliyet yani sorumluluk, dün­ya yaratılalıdan beri peygamberlerin dahi yükümlü tutulduğu mühim bir kavramdır. Kur’an-ı Kerim birçok ayetinde (8) her kesimden insanın birtakım vazifeleri yanında sorumluluklarının da bulunduğunu açıkla­mıştır. Bu bakımdan cemiyetin han­gi kesiminde bulunursak bulunalım, hangi işle meşgul olursak olalım, bir görevimiz, bir sorumluluğumuz var demektir. İnsan, vazifesini yaptığı ölçüde sorumluluk sahibidir. Gençli­ğin de birtakım vazife ve sorumlu­luklarının bulunması kadar tabii bir şey olamaz. Ancak hemen belirtmeli­yiz ki, çoğu zaman gençlere bazı haklarının bulunduğunu hatırlatan­lar, her ne hikmetse, yine aynı gençlere birtakım vazife ve sorumluluk­larının bulunduğunu söylemek cesare­tini göstermezler (9). Böylece genç­lerde, çalışmadan iyi bir sonuç al­mak, ders yerine eğlence ile vakit ge­çirmek, büyüklerce çözülmesi gere­ken bazı problemlerde söz sahibi ol­mak, kendi görevleri ortada iken başkalarının vazifelerine karışmak vb. kusurların teşekkül etmesine ze­min hazırlamış olurlar.

Böyle yapılacağına, gençliğe a­kılcı bir davranışla yaklaşılsa, onla­rın birtakım problemlerinin bulundu­ğu, bu problemlerin başında, arzu ettikleri öğrenimi yapamadıkları, iş bulmakta zorluk çektikleri, içki, ku­mar, uyuşturucu vb. felâketlerin ağı­na düştükleri söylense daha dürüst davranılmış, ilgililere ışık tutulmuş olurdu.

Vazife ve sorumluluk duygusun­dan mahrum olan gençler, sadece “Hoşlarına gittiği için’’, "Oldukları gibi yaşamak için” öyle davrandıkla­rını iddia ederler. Voltaire, "Gençleri bırakınız, dünyayı hayal ettikleri gi­bi görsünler, büyüyünce nasıl olsa olduğu gibi göreceklerdir.” derken ye­tişkinlere, realite davranarak, tecrü­be ve birikimlerini genç nesle olduğu gibi aktarmaları gerektiğini hatırlat­mak istemiştir.

Bilindiği gibi insanların davra­nışları emosyonel (hissi) ve rasyo­nel (mantıki) olmak üzere ikiye ay­rılarak incelenir (10). Bu bakımdan cemiyet içinde yaşayan insan, davra­nışlarını hissilikten kurtararak ras­yonel ölçülere kavuşturmak zorun­dadır. Genç adamda delikanlılığın verdiği atak davranışlar sebebiyle rasyonel olmayan hareketlerin görül­mesi tabiidir. Ancak bu davranışla­rın belli ölçülerde dinî, âdet ve gele­neklerin yardımı ile iyi bir şekilde kanalize edilmesi imkân haricinde değildir.

Gerçekten gençlik hayatın bir geçici çağı, bir yetişme çağıdır. Gençlik diye ayrı bir sosyal müessese yoktur. Gençlik meselesine yaklaşır­ken, en büyük hareket noktamız, daima bu tespit olmaktadır.

Dünyadaki tatbikat da budur. Gençlerin idaresinde bir devlet ve cemiyet yoktur ve olamaz. Bu itibar­la Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini, "Atatürk memleketi gençlere bırak­mıştır” gibi bir tefsire tabi tutmak hataların en büyüğüdür. Atatürk, gençliğin gençlik anında idareyi ele atamama değil, yarın olgun çağa ge­lince vazifeyi devralmasına işaret etmiştir. Meşhur hitabede gençliğe iki defa hitap edilir. Birincisi “Ey Türk Gençliği", İkincisi "Ey Türk İstikbalinin evlâdı" şeklindedir. Yani ikincisi birincisini tasrih etmektedir. Atatürk bugünün gençliğini, Türk İs­tikbalinin evlâdı olarak vazifeye davet etmekte, onun olgunluk çağını göz önünde bulundurmaktadır. O, istikbalde olgunlaşınca vazifeyi devra­lacaktır.

Demek ki her memleket meselesinde ortaya çıkıp, Atatürk Cum­huriyet’i size emanet etti diye bazı kimselerin gençlik istismarına ve fuzuli gayretlere girişmeleri tamamıyla yersizdir. (11)

Bütün bu tespit, tenkit ve değer­lendirmelerin ışığında netice olarak diyebiliriz ki, 1985 Dünya Gençlik Yılı, ülkemiz gençliğinin meseleleriy­le daha yakından ilgilenmek imkânını bize vermiştir. Daha 23 yaşında Fa­tihler yetiştiren bir neslin torunları olmakla iftihar edeceğimiz kadar, onlara lâyık birer evlat olmaya ça­lışmak da vazifemizdir.

Türk gençliğinin daha mükem­mel yetiştirilmesi konusunda, din adamlarıyla ilim adamları, sosyal ilimcilerle fen bilimcileri, eğitimciler­le aileler el ele vererek ahenk içinde çalışırlarsa, gençliğin halledilemeyecek bir problemi kalmaz. Problemle­rin arzu edildiği gibi çözülemeyişinin en büyük sebebi, çoğu zaman satıhta kalınmasıdır. Günübirlik çözümlere itibar edilmesidir. Satıhta ele alman meseleler çözülmüş gibi görünse bile, zamanla daha da büyüyerek yine bu cemiyeti, bizi rahatsız edecektir.

Bu duygularla, 1985 Dünya Genç­lik Yılı’nın, ülkemiz gençliğini yetiştirenlere ışık tutması dileğiyle saygılarımı, vatan hizmetinde görev alacak aziz gençliğe başarı dilekle­rimle sevgilerimi sunarım.

DİPNOTLAR

(*) Bu makale, 6-8 Kasım 1986 tarihleri arasında Selçuk Üni­versitesince Konya’da düzen­lenen I. Milli Gençlik Kongresi’ne tebliğ olarak sunulmuş­tur.

(1) A. Songar, Çeşitleme, İst. 1981, s. 133.

(2) S. K. Tural, Gençlik Üzerine (Diy. Gaz. s. 316, Haziran, 1985).

(3) Çeşitleme, s. 132.

(4) H. Karaman, İst. Huk. Genç. Diy. Gaz. S. 316, Haziran 1985.

(5) Çeşitleme, s. 106.

(6) M. Erkal, Batı Gençliğindeki Bunalım, (Diy. Gaz. s. 316, Haziran 1985).

(7) A. F. Başgil, Gençlerle Baş başa, İst. 1961, s. 32.

(8) Bkz. el-Bakara, 124, 287; Al-i İmran, 182; en-Nisa, 100, 110, 121; el-Enam, 161; el-İsra, 16, 84; el-Kehf, 29, 57; el-Hac, 10, 76; el-Kasas, 47; er-Rum, 41, 44; Lokman, 33; ez-Zümer, 7; es-Secde, 46; eş-Şurâ, 14, 29; el-Câsiye, 15, 22; el-Ahkâf, 19; et-Tûr, 16, 21; en-Necm, 31; el-Cum’a, 7; et-Tahrim, 7: el- Müddesir, 38; el-Mutaffifin, 14; ez-Zilzal, 7, 8.

(9) H. Cin, Atatürk ve Gençlik, (Milli Kültür, s. 48, Mayıs, 1985).

(10) Çeşitleme, 133.

(11) M. Ergin, Gençlik Çağının Mahlyeti, (Türk Gençliği ve Me­seleleri, İst. 1985, s. 5)