GÖREV VE SORUMLULUK ANLAYIŞI ÜZERİNE
Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Kurulu’nun İT Aralık 1979’da yapılan 34. oturumunda, 1985 yılı Milletlerarası Gençlik yılı olarak kabul edilmiştir. Bu bir yıl boyunca resmî ve özel kuruluşlarca toplantılar düzenlenmekte, sempozyum ve kongrelerde gençliğin meseleleri dile getirilerek çözüm yolları aranmaktadır.
Bizde gençlik meseleleriyle ciddî şekilde ilgilenmenin tarihi 1985’ten en aşağı beş yıl öncesine kadar gitmektedir. Ancak gençliğin problemleriyle ilgili çalışmalar 1985 yılının sona ermesiyle bitecek değildir; çünkü nerede insan varsa orada problem de var olmaya devam edecektir.
Bugün bir gençlik problemi varımdır? sorusuna, dünyanın hiçbir ülkesi “yoktur” cevabını veremez. Nitekim 1985 yılının bu maksatla bütün dünyaca kutlanmasının bir sebebi de bu olmalıdır.
İhtiyar dünyamız yaklaşık 5 milyar insanı barındırmaktadır. Fakiri ile zengini ile, inananı ile inanmayanı ile bütün kitleler “Gençlik Problemi” karşısında hiç bir zaman kayıtsız kalamamıştır, kalamayacaktır da; çünkü çağımızda beyin yıkama, gençliğin beden ve ruh sağlığını tahrip eden bir afet olarak karşımızda durmaktadır.
Son zamanlarda televizyon, sinema ve çeşitli yayınları, konusu hep korku filmleri, cinayet, hırsızlık, soygun, tedhiş, seks gibi olayları inceleyen eserler işgal etmiştir (1). Cemiyetin koruyucu müesseselerinin zayıflaması veya kaybı evvela gençlikte ifadesini bulmakta, genel bir çalkantıya sebep olmaktadır.
Şu bir gerçektir ki, gençlik bütün dünyada bir çıkmazın içindedir. Dünya gençliği geleceğinden endişelidir. Bu endişe büyük ölçüde, hızla alkolizme duçar olması, beyaz zehir ve depresyonların ağına düşmesi önemli bir rol oynamaktadır. Giderek bir çılgınlık halini alan bu süratli gidiş, medeniyetin geleceğini de ciddi şekilde tehdit etmektedir. Bütün dünya ilim adamları bu teşhiste görüş birliği içerisindedir. Bunlardan ayrı olarak gençlik, hemen her ülkede inançlarını kaybetmekte, manevi değerlerden uzaklaşmaktadır.
Bu gün alkolizm ve uyuşturucudan ayrı dünya gençliğini tehdit eden faktörlerin bağında sapık fikir akımları, müstehcenlik, işsizlik, ailenin çözülmesi, manevi boşluk vb. temel konular gelmektedir. Manevi değerlerden, görev ve sorumluluk duygularından uzak çılgınca bir yaşayış sergilenmektedir. Bu sorumsuz ve duygusuz gidişe zaman ve nasıl dur denilebilecektir?
Türk gençliği arasında her geçen gün artış kaydeden alkol ve uyuşturucu alışkanlığında on yılda %350 tırmanış tespit edilmiştir. Ülkemizde takriben 250 bin genç uyuşturucu illetinin esiri durumundadır. Hâlbuki Anayasa’nın 58. maddesi devlete, "Gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden ve benzeri kötü alışkanlıklardan” korumak için gerekli tedbirleri alma görevini yüklemiş bulunmaktadır. Geçtiğimiz yıl, televizyonda bira reklamlarının yasaklanması yolundaki masum bir isteğe karşı bazı çevrelerce gösterilen manasız tepki, bizim bu konuda ne kadar sathi davrandığımızı göstermesi bakımından cidden üzücüdür. Gençliği alkol ve uyuşturucunun esiri haline getirmek kimseye bir fayda sağlamaz. Bütün İlahi dinlerin temel yasakları arasında alkolün yer almasının bir hikmeti burada aranmalıdır.
Genç veya delikanlı kimdir? Nasıl bir evsaf taşır? Lügatler genci, "Taze, yaşlı olmayan” diye tarif eder. Arapçadan "ş’eb”, Farsçada “civan” aynı anlam karşılığında kullanılır. Almancada "Der Jugend” genç demektir. Gençlik “tazelik, civanlık” tır. Tıpta gençlik dönemi, “ergenlik" veya “yetişkinlik" olarak vasıflandırılır. Bu dönem bedeni ve ruhi bakımdan çocukluğun sonu, görev ve mesuliyet döneminin başlangıcıdır. Genellikle “delikanlılık” diye isimlendirilen gençlik dönemi, adı üstünde kanın deliliğinin hâkim olduğu bir dönemdir. Bu bakımdan devlete ve yetişkinlere düşen en büyük görev, kanın deliliğine rağmen bu büyük enerjinin mecrasında tabii halinde akmasını sağlamak, o bakir kaynağı müşahhas ve müspet şekilde memleket hizmetine kanalize etmektir.
Gençlik toplumun en hassas ve dinamik zümresidir. Bütün içtimaı hâdiseler, buhranlar ve hastalıklar en bariz tesirlerini gençlik üzerinde gösterir (3).
Günümüzde kitle haberleşmesi ve ekonomik faktörler önemli bir rol oynamaktadır. Bu bakımdan nesiller arası düşünce ve duygu alışverişi büyük bir hız kazanmıştır. Birbirinden çok uzakta yaşayan ayrı ayrı ülkelerin gençleri, ister istemez birtakım müşterek tesirlerin altında kalarak birbirlerinden etkilenmektedir. Burada da devlete ve yetişkinlere düşen en büyük vazife, her türlü yıkıcı cereyanlardan, dini ve millî değerlerimize ters düşen davranışlara kapılmaktan gençliği korumaktır. Bunun için de gençliğe dini ve milli değerlerini benimsetmek, onları vatan coğrafyasına sahip kılmak lâzımdır. Taşı, toprağı, dağı, denizi, suyu ve havası ile İslami ve Millî kültürle yoğrulmuş olan bu ülkeyi onlara sevdirmektir. Yoksa mazisinden koparılmış, istikbali aydınlatılmamış, yaşadığı zaman dilimi yeterince değerlendirilmemiş genç kendini daima boşlukta hissedecektir.
Gencin “fert”’ yapısından “şahsiyet" haline geçişi tarih şuuru ve değerler manzumesine sahip çıkmasıyla mümkündür. Gençleri dinini, mukaddesatını, Türk kültürü ve harsını seven insanlar olarak yetiştirmek zorundayız. Son yıllarda giderek yaygınlaşan test alışkanlığının çocuklarımızda ve gençlerimizde, Türkçe düşünme kabiliyeti yanında Türkçe yazma melekesini de felce uğrattığını özellikle belirtmek isterim. Türkçeyi yıprattıktan sonra nesiller arasında bilgi anane ve görenek dediğimiz ve kısaca “kültür intikali" olarak isimlendireceğimiz zaruri vakıayı nasıl gerçekleştireceğiz? Kültür değiştirmek elbise değiştirmeye hiç benzemez. Gençler milli benliğimizin bir parçasıdır, hepimizin müşterek mirasıdır. Terbiye, eğitim ve öğretimin cemiyetler için hayati bir önem taşıdığı bilinen bir gerçektir. O halde, bu dil keşmekeşi ve kavramlar kargaşası içinde bu nasıl sağlanacaktır?
Kültür erozyonu, toprak erozyonuna benzemez ve dolgularla hayatiyet kazanamaz. Bu acı gerçeği merhum Peyami Safa 1930’larda Vakit gazetesinin bir anketine verdiği cevapta şöyle dile getirmiştir: “Türk irfanının düşmesi, borsada Türk parasının düşmesinden daha korkunçtur. Zira para kültürle beraber yükselir ve kültür başta gelir”. Son yıllardâ giderek fazla okuma alışkanlığımızın, neticede kültür ve irfanımızın çoraklaşmasına müncer olmasını görmek ne hazindir. Dünyada en az okuyan milletler arasında yer almak, hüzün verici bir tablodur. Bununla beraber sözlerimizden, her şeyi gençlerden beklediğimiz manası da çıkarılmamalıdır.
Bizde genellikle hayal edip de yapamadıklarımızı gençlerden beklemek, onlara “İstikbalimizin ümidi ve teminatı" demek âdet haline gelmiştir. Vakıa biz istesek de istemesek de yarınlar, bugünün çocuk ve gençlerinin olacaktır. İstikbali gençler kuracaktır. Ancak bugünün yetişkinleri, gençliğe “Ne verip ne aldığının muhasebesini yapmak” mecburiyetindedirler.
İslam hukukunda, insanın geçirdiği safhaların en önemlilerinden birini teşkil eden ergenlik çağı, prensip olarak biyolojik gelişmelere bağlanmış, erkeklerde de kızlar da 12 yaşın doldurulması ergenlik çağı olarak kabul edilmiştir (4). Bu bakımdan delikanlı henüz ne tam büyümüştür, ne de küçüktür. Delikanlılık yahut gençlik devresinde insan, bundan evvelki devirlerde edindiği tecrübelerin neticesini alır, onları sağlamlaştırır. Sevmek ve çalışmak asıl bu devrede öğrenilir. Delikanlılık döneminde ortaya çıkan ufak davranış bozuklukları daha çok mizaç dalgalanmaları şeklinde kendini gösterir. Gençlik çağı yeni davranış örneklerinin ve kişiliğin teşekkül çağı olması sebebiyle her çeşit propagandaya karşı açık bir dönemdir (5).
Genciyle ihtiyarıyla %99’ u Müslüman olan bir ülkede yaşıyoruz. Bizim toplumumuzda gençlik denilince, genellikle 12-24 yaş grubundaki kitle anlaşılır. Ülkemizdeki gençlik grupları:
1. Öğrenci gençlik (orta, lise, yüksekokul gençliği),
2. Okul dışı gençlik (çalışan gençlik, işsiz gençlik, gecekondu gençliği, köylerde yaşayan gençlik),
3. Özel durumlu gençlik (fiziki ve zihni özürlü gençlik, hükümlü ve tutuklu gençlik),
4. Yurtdışındaki Türk gençliği.
Böylece Türkiye’nin yapı özellikleri içerisinde biz gençliği dört ana grupta ele alıp değerlendirebiliriz.
Toplam nüfus içerisinde genç nüfusun %79,9’u okul dışı gençliktir. Bu önemli bir noktadır; çünkü Türkiye’de gençlik denildiği zaman akla hep yükseköğretim gençliği gelmekte ve gündeme bu konu getirilmektedir. Bu yanlıştır. Ülkemizde öğrenim gören gençlik ise sadece %20,1 civarındadır. 12-14 yaş grubunda okuma, yazma bilmeyenlerin oranı %14’tür. Grubun %75’i bekâr, %23,9’u evlidir, öğrenci gençlerin %18’i ortaöğretimde, %1,9 ise yükseköğretimdedir (6).
Bu istatistik bilgiler ışığında gençlik meselesine dar bir açıdan bakmanın hatalı olduğu hemen anlaşılır. Gençlik denince mutlaka okuyan gençlik, özellikle yüksek tahsil gençliği anlaşılmamalıdır. Gençliğe bütünü ile sahip çıkmalıyız, bu hepimizin asli görevlerindendir.
Gençliğin ecdadına yaraşır asil davranışı, yıkıcı ve yabancı mihraklarca sevk ve idare edildiğinde ülkemiz için ciddi bir felâket olmuştur. Nitekim 12 Eylül öncesi müşahede ettiğimiz korkunç tablolar henüz hafızalardan silinmemiştir. Tarih boyunca Türk genci daima dinine, mukaddesatına, kültürüne, milletine, vatanına, bayrağına, örf ve âdetlerine bağlı kalmayı, bunları canından aziz bilerek uğrunda canını vermeyi namus borcu bilmiştir. Gençliği bu ulvi değerlerden yoksun bırakırsanız, onları et ve kemik yığınından ibaret bir sürü haline getirmiş olursunuz. Gençliğimize şanlı tarihimiz aktarılarak tarih şuuru verilmeli ki, ecdadım hem sevebilsin, hem de saygı duyabilsin. Bu aktarmada ilk intikal merkezi aile ocaklarıdır (7).
Yukarıda da temas ettiğimiz gibi çağımızın baş döndürücü teknik imkânları, nesiller arası farklı anlayış ve telâkkilerin de giderek büyümesine sebep olmuştur. Bu durumda “Her eski iyi, her yeni kötü” diyen yaşlılar ne kadar haksızsa, "Her eski kötü, her yeni iyi” diyen gençler de o derece haksızdırlar. Burada gerçek yolu bulmak, Japon milletinde olduğu gibi, maziden kuvvet alarak istikbale yönelmek yani “Kökü mazide olan atiyim” diyebilmektir.
Gençlerimizin öğretiminde topyekûn fen ilimleriyle sosyal ve fikrî ilimler dengesinin kurulması, madde-mana ahengini sağlayacaktır. Bu dengenin sağlanması iyi bir gençliğin yetişmesine de zemin hazırlayacaktır. İyi bir gençlik, dar görüşlülükten uzak, geniş felsefî düşünceleri yorumlamaya hazır, toleranslı, gönlü hakikat sevgisiyle dolu, Allah ve din fikrine sıkı bir şekilde bağlı, manevi irfanla mücehhez, maziyi ve istikbali kavramış olarak bütün iyi hasletlerin sahibi olmalıdır.
Özlenen ve gıpta edilen böyle bir gençlik, vazife ile mesuliyet kavramları arasındaki köprüyü de iyi bir şekilde kurabilir. Gerçekte vazife ile mesuliyet, birbirinden ayrılması mümkün olmayan iki kavramdır. Yarınların kendilerine emanet edileceği gençlik, her şeyden önce görev ile sorumluluk arasındaki ilgiyi iyi kavramalıdır.
Mesuliyet yani sorumluluk, dünya yaratılalıdan beri peygamberlerin dahi yükümlü tutulduğu mühim bir kavramdır. Kur’an-ı Kerim birçok ayetinde (8) her kesimden insanın birtakım vazifeleri yanında sorumluluklarının da bulunduğunu açıklamıştır. Bu bakımdan cemiyetin hangi kesiminde bulunursak bulunalım, hangi işle meşgul olursak olalım, bir görevimiz, bir sorumluluğumuz var demektir. İnsan, vazifesini yaptığı ölçüde sorumluluk sahibidir. Gençliğin de birtakım vazife ve sorumluluklarının bulunması kadar tabii bir şey olamaz. Ancak hemen belirtmeliyiz ki, çoğu zaman gençlere bazı haklarının bulunduğunu hatırlatanlar, her ne hikmetse, yine aynı gençlere birtakım vazife ve sorumluluklarının bulunduğunu söylemek cesaretini göstermezler (9). Böylece gençlerde, çalışmadan iyi bir sonuç almak, ders yerine eğlence ile vakit geçirmek, büyüklerce çözülmesi gereken bazı problemlerde söz sahibi olmak, kendi görevleri ortada iken başkalarının vazifelerine karışmak vb. kusurların teşekkül etmesine zemin hazırlamış olurlar.
Böyle yapılacağına, gençliğe akılcı bir davranışla yaklaşılsa, onların birtakım problemlerinin bulunduğu, bu problemlerin başında, arzu ettikleri öğrenimi yapamadıkları, iş bulmakta zorluk çektikleri, içki, kumar, uyuşturucu vb. felâketlerin ağına düştükleri söylense daha dürüst davranılmış, ilgililere ışık tutulmuş olurdu.
Vazife ve sorumluluk duygusundan mahrum olan gençler, sadece “Hoşlarına gittiği için’’, "Oldukları gibi yaşamak için” öyle davrandıklarını iddia ederler. Voltaire, "Gençleri bırakınız, dünyayı hayal ettikleri gibi görsünler, büyüyünce nasıl olsa olduğu gibi göreceklerdir.” derken yetişkinlere, realite davranarak, tecrübe ve birikimlerini genç nesle olduğu gibi aktarmaları gerektiğini hatırlatmak istemiştir.
Bilindiği gibi insanların davranışları emosyonel (hissi) ve rasyonel (mantıki) olmak üzere ikiye ayrılarak incelenir (10). Bu bakımdan cemiyet içinde yaşayan insan, davranışlarını hissilikten kurtararak rasyonel ölçülere kavuşturmak zorundadır. Genç adamda delikanlılığın verdiği atak davranışlar sebebiyle rasyonel olmayan hareketlerin görülmesi tabiidir. Ancak bu davranışların belli ölçülerde dinî, âdet ve geleneklerin yardımı ile iyi bir şekilde kanalize edilmesi imkân haricinde değildir.
Gerçekten gençlik hayatın bir geçici çağı, bir yetişme çağıdır. Gençlik diye ayrı bir sosyal müessese yoktur. Gençlik meselesine yaklaşırken, en büyük hareket noktamız, daima bu tespit olmaktadır.
Dünyadaki tatbikat da budur. Gençlerin idaresinde bir devlet ve cemiyet yoktur ve olamaz. Bu itibarla Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini, "Atatürk memleketi gençlere bırakmıştır” gibi bir tefsire tabi tutmak hataların en büyüğüdür. Atatürk, gençliğin gençlik anında idareyi ele atamama değil, yarın olgun çağa gelince vazifeyi devralmasına işaret etmiştir. Meşhur hitabede gençliğe iki defa hitap edilir. Birincisi “Ey Türk Gençliği", İkincisi "Ey Türk İstikbalinin evlâdı" şeklindedir. Yani ikincisi birincisini tasrih etmektedir. Atatürk bugünün gençliğini, Türk İstikbalinin evlâdı olarak vazifeye davet etmekte, onun olgunluk çağını göz önünde bulundurmaktadır. O, istikbalde olgunlaşınca vazifeyi devralacaktır.
Demek ki her memleket meselesinde ortaya çıkıp, Atatürk Cumhuriyet’i size emanet etti diye bazı kimselerin gençlik istismarına ve fuzuli gayretlere girişmeleri tamamıyla yersizdir. (11)
Bütün bu tespit, tenkit ve değerlendirmelerin ışığında netice olarak diyebiliriz ki, 1985 Dünya Gençlik Yılı, ülkemiz gençliğinin meseleleriyle daha yakından ilgilenmek imkânını bize vermiştir. Daha 23 yaşında Fatihler yetiştiren bir neslin torunları olmakla iftihar edeceğimiz kadar, onlara lâyık birer evlat olmaya çalışmak da vazifemizdir.
Türk gençliğinin daha mükemmel yetiştirilmesi konusunda, din adamlarıyla ilim adamları, sosyal ilimcilerle fen bilimcileri, eğitimcilerle aileler el ele vererek ahenk içinde çalışırlarsa, gençliğin halledilemeyecek bir problemi kalmaz. Problemlerin arzu edildiği gibi çözülemeyişinin en büyük sebebi, çoğu zaman satıhta kalınmasıdır. Günübirlik çözümlere itibar edilmesidir. Satıhta ele alman meseleler çözülmüş gibi görünse bile, zamanla daha da büyüyerek yine bu cemiyeti, bizi rahatsız edecektir.
Bu duygularla, 1985 Dünya Gençlik Yılı’nın, ülkemiz gençliğini yetiştirenlere ışık tutması dileğiyle saygılarımı, vatan hizmetinde görev alacak aziz gençliğe başarı dileklerimle sevgilerimi sunarım.
DİPNOTLAR
(*) Bu makale, 6-8 Kasım 1986 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesince Konya’da düzenlenen I. Milli Gençlik Kongresi’ne tebliğ olarak sunulmuştur.
(1) A. Songar, Çeşitleme, İst. 1981, s. 133.
(2) S. K. Tural, Gençlik Üzerine (Diy. Gaz. s. 316, Haziran, 1985).
(3) Çeşitleme, s. 132.
(4) H. Karaman, İst. Huk. Genç. Diy. Gaz. S. 316, Haziran 1985.
(5) Çeşitleme, s. 106.
(6) M. Erkal, Batı Gençliğindeki Bunalım, (Diy. Gaz. s. 316, Haziran 1985).
(7) A. F. Başgil, Gençlerle Baş başa, İst. 1961, s. 32.
(8) Bkz. el-Bakara, 124, 287; Al-i İmran, 182; en-Nisa, 100, 110, 121; el-Enam, 161; el-İsra, 16, 84; el-Kehf, 29, 57; el-Hac, 10, 76; el-Kasas, 47; er-Rum, 41, 44; Lokman, 33; ez-Zümer, 7; es-Secde, 46; eş-Şurâ, 14, 29; el-Câsiye, 15, 22; el-Ahkâf, 19; et-Tûr, 16, 21; en-Necm, 31; el-Cum’a, 7; et-Tahrim, 7: el- Müddesir, 38; el-Mutaffifin, 14; ez-Zilzal, 7, 8.
(9) H. Cin, Atatürk ve Gençlik, (Milli Kültür, s. 48, Mayıs, 1985).
(10) Çeşitleme, 133.
(11) M. Ergin, Gençlik Çağının Mahlyeti, (Türk Gençliği ve Meseleleri, İst. 1985, s. 5)