Makale

DİN - İLİM İLİŞKİSİ

DİN - İLİM İLİŞKİSİ

Dr. Habil ŞENTÜRK
D.E.Ü. İlahiyat Fak. Öğr. Gör.

Konuya M. Watt’ın şu tespitiyle girmek istiyoruz:

“İlim ve teknoloji maddi sevi­yede dünyayı bir birliğe kavuştur­muştur. Fakat dünya, diğer bakım­lardan, bir birliğe kavuşmaktan henüz uzak bulunuyor. Son zaman­larda dinlerin yeniden canlılık ka­panması da gösteriyor ki, büyük dini kültürler önemlerini bugün bile korumaktadırlar. Bunun yanında bütün dinler, ilmi görüşle diyalog kurma çabasındadırlar.” (1)

Sahası ve sınırları farklı olsa da ilim ve din, kişinin zihinsel ve duygusal ihtiyaçları tatmin etme bakımından büyük bir ilişki için­dedirler. İnsan beden ve ruh ola­rak bir bütün teşkil ettiği gibi, ilim ve din de bu bütün içinde yerini alır. Zihni melekelerin sağlıklı işle­yip işlemeyişine veya işleyiş derece­sine göre ilmi ve dinî hayat ken­dini gösterir. Zihni kabiliyetlerimizin dış dünyadan gelen intibaları değer­lendirmesi sonucunda vardığımız hükümler, tecrübî bilgilerimizi oluş­turmaktadır. İlim esas itibariyle duyu verilerini kullanır; yâni gö­rülen, işitilen vs. şeyler üzerinde çalışır” (2). Din hayatı da, zihni ha­yatın paralelinde ve kontrolünde gelişir. (3) Hatta zihnî gelişim normal seyrini tamamlamadığı veya yeterli olmadığı takdirde dini hayatın bir bütünlük İçinde tezahür edemediği görülecektir. Öyle ise, dini hayat, zihni melekelerin sağlıklı işlediği oranda vardır. Çünkü dinin birta­kım konularını anlayabilmek ve kabullenebilmek için gelişmiş bir zih­ne ihtiyaç vardır.

Aslında dinî hayatı, hayatın di­ğer unsurlarından tamamen ayrı o­larak ele almak da mümkün de­ğildir, Dini, insanın psikolojik haya­tının üç ayrı cephesinden ele almak; akıl, irade ve duygu yönüyle bir bütün hâlinde incelemek gerekmektedir (4). Ancak dinî yönden inancın bilgiden, Allah’a güvenin beşeri yardımlardan, aşk ve sevginin bütün aklî muhakemelerden daha önemli olduğu söylenebilir (5).

İşte insanın bu çeşitli yönleri arasındaki denge korunamadığı za­man, din-ilim ilişkisinin bozulması veya din-ilim çatışması söz konusu olabilir. Dengenin kurulup koruna­bilmesi için, çeşitli kabiliyetlerin ka­pasite, fonksiyon ye sınırlarının iyi tespit edilmesi; olaylar zincirindeki yerinin bilinmesi gerekir. Bir bilgi olayı, kendi başına ele alınamayacağı gibi, inanç ve din olayı da başlı başına değerlendirilemez. Bilgi­lerin oluşmasında uyarıcı-duyum-idrak-muhakeme-hafıza-bilgi zinciri, kopmaz halkalardan meydana gelmiş­tir İnanma ve din olayını da duy­gu, düşünce ve bilgiden ayıramayız.

İlmin gayesi ile dinin gayesi iyi kavranıldığı takdirde ilimle dinin hem ilişkileri, hem de hayat için­deki yerleri daha iyi belirlenecektir. İlmin asıl gayesi, tabiatı tam ve eksiksiz anlamak, eşyanın hakikatini kavramak, gerçeği bilmektir (6). Dinin gayesi de yüce varlığa inanma ve inandığını gereği gibi yaşama is­teğini tatmin etmektir (7). Öyleyse, kişi açlığını gidermek için gıdaya, susuzluğunu gidermek için de suya ihtiyaç duyduğu gibi; merakını tat­min etmek için ilme, inanma ihti­yacını karşılamak için de dine muh­taçtır. Su içmek açlığı gidermediği gibi dindar olmak da bilme arzusu­nu doyurmaz veya ilim sâhibi ol­mak din ihtiyacını ortadan kaldır­maz. Buna göre, ilimle dinin kav­şak noktası akıl veya zihnî hayat­tır.

Buraya kadar ilimle din ara­sındaki ilişkinin insan ihtiyaçlarına bakan yönünü belirlemeye çalıştık. Bu duruma göre insan, hem ilme hem de dine sahip olabilmeli, biri­ni diğerine tercih etmek zorunda kalmamalıdır. Bunun için de ilim ile din arasında bir uyum olmalı, çatışma olmamalıdır. Fakat tarihe bakıldığında ilimle din arasında bir­takım çatışmaların olduğu görül­mektedir. Ortaçağda Hristiyanlık felsefe ve ilme, dine düşman oldu­ğu ve nasları tenkit ettiği gerekçe­si ile karşı vaziyet almıştı (8). “İlim o vakit, adet Hristiyanlığın mücadeleye giriştiği putperestlikle bir tutuluyordu. Hatta. M.S. 390 yılın­da İskenderiye’de 400.000 cilt kitap, yani o devrin bütün ilim ve bilgi­sini içinde toplayan kütüphanenin Serapıum adındaki bir kısmı, pisko­pos Theophilos tarafından yaktırılmıştır (9). Bu tutumun daha sonra ki yüzyıllar boyunca da devam etti­ği görülür (10). 17. ve 18. yüzyıllar­da da ilim, düşünce ve vicdan hür­riyeti kilisenin engizisyonun elinde bulunmaktadır. Dünyanın döndüğünü söyleyen Galile, engizisyonda mah­kûm edilerek hapse atılır (11).

Hristiyan âlemindeki bu din- ilim çatışması ve sebepleri üzerin­de yazılmış pek çok eser vardır. An­cak gerek Hristiyanlığın ve gerek­se Yahudilik, Çin ve Hint dinleri gibi belli başlı dinlerin ilim karşısındaki tutumlarını (12) ayrı ayrı ele almak konumuzu aşacağından, burada İslam’ın ilimle ilişkisine geçmek uy­gun olacaktır.

İslâm tarihine bakıldığında, İslam’ın ilme karşı çıkmadığı, aksine ilme özel bir yer verdiği görülecek­tir. Kur’an’ın ilk inen ayetleri oku­mayı emretmiş, ilmin en önemli âle­ti olan kaleme de işaret etmiştir (13). Kur’an’da Allah (C.C.), insanlara birtakım bilgiler verirken, “İlim bundan ibarettir, başka yerde ilim aramayın” dememiş, bilakis onlara verdiği bedenî ve ruhi bütün kabili­yetlerini kullanarak her türlü im­kânı değerlendirmeye teşvik etmiş­tir. "Hakikaten insan için kendi çalıştığından başkası yoktur” (14). “… bilmiyorsanız bilenlere sorunuz” (15). "...de ki; Rabbim! Benim ilmimi artır” (16).

Sırası gelmişken hatırlatalım ki, Hz. Peygamber (S.A.), Medine’­ye yerleşip de müstakil bir hayat sürmeye başladığı zaman, ilk işi bir câmi yaptırmak olmuştu. Bu câminin bir kısmı mektep İhtiyaçlarına tahsis edilmişti. Meşhur Suffa, gündüzün konferans salonu, geceleyin —müdavimlerine— koğuş vazifesi görüyordu” (17).

İslâm dini akla, tecrübeye ve ilme büyük önem verdiği İslâm âle­minde büyük ilim ve fikir adamları yetişmiştir. "Farabi, İbn Sina, Nasir Tûsî, İbn Heysem, filozof oldukları kadar da ilim adamı idiler” (18). Bu­rada üzerinde durulması gereken bir husus da şudur: İslâm ilme teşvik ederken dinî ilim, dünyevi ilim diye ayrım yapmamıştır. Bu sebeple Müslüman âlimler tabii ilimler ala­nında, özellikle kimya ve fizyoloji alanında birtakım müşahede ve tec­rübeler ortaya koydular, Tıp konu­sundaki tartışmalar, fıkıh ve kalem konusundaki tartışmalardan farklı değildi. Trigonometri ve Logaritma, İslâm medeniyetinde doğan ve bura­dan Batıya aktarılan ilimlerden­dir (19).

İslâm inancına göre din, Allah’­ın gönderdiği emir ve yasaklan; ilim ise, tabiatın bilinmesi, açıklan­masıdır. Dini gönderen de, tabiatı yaratan da Allah olduğuna göre din ile ilim arasında bir uygunluk olması, çatışma olmaması gerekir. Başka bir deyişle, vahiy ile aklın ters düşmemesi icap eder. Buna rağmen bir çatışma görülürse, bu­nun sebebi ya dinin veya ilmin ge­reği gibi bilenememesi, anlaşılamamasıdır. Öyleyse söz konusu olan, anlayışlardaki çatışmadır, din-ilim çatışması değil.

DİPNOTLAR

(1) W. Montgomery Watt, Modern Dünyada İslâm Vahyi, s. 170.

(2) Erol Güngör, İslâm Tasavvufu­nun Meseleleri, s. 117.

(3) Arthur T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 610-611.

(4) A. Adnan Adıvar, Bilim ve Din, s.15.

(5) A.A. Adıvar, a.g.e., s. 17.

(6) A.A. Adıvar, Bilim ve Din, s. 21-23; B. Russell, Din ile Bilim, s. 11.

(7) Osman Pazarlı, Din Psikoloji­si, s. 29.

(8) Albert Bayet, Dine Karşı Dü­şüncenin Tarihi, s. 59 vd.

(9) A.A. Adıvar, a.g.e., s. 71.

(10) “M.S. 1432 senesinde, Batılı din adamları arasında atın ağzın­daki dişlerin sayısı hakkında bir tartışma başlamıştı. Hararetli münakaşalar on üç gün durmadan, şiddetle devam et­ti. Bütün eski kitaplar, kayıt­lar karıştırıldı ve o zamana kadar oralarda hiç duyulmadık, harikulade allamelikler göste­rildi. On dördüncü günün başında, genç ve zeki bir rahip, kendisi de bir cümlecik söyle­mek için izin istedi: “Tartış­malardaki derin irfan ve ilmi hakikatleri bir tarafa bıraka­lım da bir at bulup ağzını açarak sayalım, bakalım kaç di­şi varmış!" Bunun üzerine din âlimlerinin yüksek vakarları fena halde incinmiş oldu. Rahibe hücum ettiler, hatta onu dövdüler ve bu küstahın şey­tana uyarak yaptığı, mukad­des olmayan bir yoldan haki­katin bulunabileceğini teklifi­ni şiddetle reddedip genç rahibi aralarından kovdular. Günlerce süren münakaşalar­dan sonra hepsi ittifakla "tarihî ve teolojik deliller bulun­madığı için atın ağzında kaç diş olduğunun asla bilinemeyeceğine karar verdiler.” A. Songar, Çeşitleme, s.11.

(11) Albert Bayet, Dine Karşı Dü­şüncenin Tarihi, s. 80 vd.

(12) Geniş bilgi için bk. Necip Tay­lan, İlim-Din, s. 115-231.

(13) Bk, K: 96 (el-’Alak) 1-5.

(14) K: 59 (en-Necm), 39.

(15) K: 16 (en-Nahl), 43, 21 (el- Enbiyâ), 7.

(16) K: 20 (Tâ-Hâ), 114.

(17) Muhammed Hamidullah, İslam’a Giriş, s, 243.

(18) H. Ziya Ülken, İslâm Felse­fesi, s. 296 (Ankara ts.)

(19) Necip Taylan, İlim-Din, s. 269.