DİN - İLİM İLİŞKİSİ
Konuya M. Watt’ın şu tespitiyle girmek istiyoruz:
“İlim ve teknoloji maddi seviyede dünyayı bir birliğe kavuşturmuştur. Fakat dünya, diğer bakımlardan, bir birliğe kavuşmaktan henüz uzak bulunuyor. Son zamanlarda dinlerin yeniden canlılık kapanması da gösteriyor ki, büyük dini kültürler önemlerini bugün bile korumaktadırlar. Bunun yanında bütün dinler, ilmi görüşle diyalog kurma çabasındadırlar.” (1)
Sahası ve sınırları farklı olsa da ilim ve din, kişinin zihinsel ve duygusal ihtiyaçları tatmin etme bakımından büyük bir ilişki içindedirler. İnsan beden ve ruh olarak bir bütün teşkil ettiği gibi, ilim ve din de bu bütün içinde yerini alır. Zihni melekelerin sağlıklı işleyip işlemeyişine veya işleyiş derecesine göre ilmi ve dinî hayat kendini gösterir. Zihni kabiliyetlerimizin dış dünyadan gelen intibaları değerlendirmesi sonucunda vardığımız hükümler, tecrübî bilgilerimizi oluşturmaktadır. İlim esas itibariyle duyu verilerini kullanır; yâni görülen, işitilen vs. şeyler üzerinde çalışır” (2). Din hayatı da, zihni hayatın paralelinde ve kontrolünde gelişir. (3) Hatta zihnî gelişim normal seyrini tamamlamadığı veya yeterli olmadığı takdirde dini hayatın bir bütünlük İçinde tezahür edemediği görülecektir. Öyle ise, dini hayat, zihni melekelerin sağlıklı işlediği oranda vardır. Çünkü dinin birtakım konularını anlayabilmek ve kabullenebilmek için gelişmiş bir zihne ihtiyaç vardır.
Aslında dinî hayatı, hayatın diğer unsurlarından tamamen ayrı olarak ele almak da mümkün değildir, Dini, insanın psikolojik hayatının üç ayrı cephesinden ele almak; akıl, irade ve duygu yönüyle bir bütün hâlinde incelemek gerekmektedir (4). Ancak dinî yönden inancın bilgiden, Allah’a güvenin beşeri yardımlardan, aşk ve sevginin bütün aklî muhakemelerden daha önemli olduğu söylenebilir (5).
İşte insanın bu çeşitli yönleri arasındaki denge korunamadığı zaman, din-ilim ilişkisinin bozulması veya din-ilim çatışması söz konusu olabilir. Dengenin kurulup korunabilmesi için, çeşitli kabiliyetlerin kapasite, fonksiyon ye sınırlarının iyi tespit edilmesi; olaylar zincirindeki yerinin bilinmesi gerekir. Bir bilgi olayı, kendi başına ele alınamayacağı gibi, inanç ve din olayı da başlı başına değerlendirilemez. Bilgilerin oluşmasında uyarıcı-duyum-idrak-muhakeme-hafıza-bilgi zinciri, kopmaz halkalardan meydana gelmiştir İnanma ve din olayını da duygu, düşünce ve bilgiden ayıramayız.
İlmin gayesi ile dinin gayesi iyi kavranıldığı takdirde ilimle dinin hem ilişkileri, hem de hayat içindeki yerleri daha iyi belirlenecektir. İlmin asıl gayesi, tabiatı tam ve eksiksiz anlamak, eşyanın hakikatini kavramak, gerçeği bilmektir (6). Dinin gayesi de yüce varlığa inanma ve inandığını gereği gibi yaşama isteğini tatmin etmektir (7). Öyleyse, kişi açlığını gidermek için gıdaya, susuzluğunu gidermek için de suya ihtiyaç duyduğu gibi; merakını tatmin etmek için ilme, inanma ihtiyacını karşılamak için de dine muhtaçtır. Su içmek açlığı gidermediği gibi dindar olmak da bilme arzusunu doyurmaz veya ilim sâhibi olmak din ihtiyacını ortadan kaldırmaz. Buna göre, ilimle dinin kavşak noktası akıl veya zihnî hayattır.
Buraya kadar ilimle din arasındaki ilişkinin insan ihtiyaçlarına bakan yönünü belirlemeye çalıştık. Bu duruma göre insan, hem ilme hem de dine sahip olabilmeli, birini diğerine tercih etmek zorunda kalmamalıdır. Bunun için de ilim ile din arasında bir uyum olmalı, çatışma olmamalıdır. Fakat tarihe bakıldığında ilimle din arasında birtakım çatışmaların olduğu görülmektedir. Ortaçağda Hristiyanlık felsefe ve ilme, dine düşman olduğu ve nasları tenkit ettiği gerekçesi ile karşı vaziyet almıştı (8). “İlim o vakit, adet Hristiyanlığın mücadeleye giriştiği putperestlikle bir tutuluyordu. Hatta. M.S. 390 yılında İskenderiye’de 400.000 cilt kitap, yani o devrin bütün ilim ve bilgisini içinde toplayan kütüphanenin Serapıum adındaki bir kısmı, piskopos Theophilos tarafından yaktırılmıştır (9). Bu tutumun daha sonra ki yüzyıllar boyunca da devam ettiği görülür (10). 17. ve 18. yüzyıllarda da ilim, düşünce ve vicdan hürriyeti kilisenin engizisyonun elinde bulunmaktadır. Dünyanın döndüğünü söyleyen Galile, engizisyonda mahkûm edilerek hapse atılır (11).
Hristiyan âlemindeki bu din- ilim çatışması ve sebepleri üzerinde yazılmış pek çok eser vardır. Ancak gerek Hristiyanlığın ve gerekse Yahudilik, Çin ve Hint dinleri gibi belli başlı dinlerin ilim karşısındaki tutumlarını (12) ayrı ayrı ele almak konumuzu aşacağından, burada İslam’ın ilimle ilişkisine geçmek uygun olacaktır.
İslâm tarihine bakıldığında, İslam’ın ilme karşı çıkmadığı, aksine ilme özel bir yer verdiği görülecektir. Kur’an’ın ilk inen ayetleri okumayı emretmiş, ilmin en önemli âleti olan kaleme de işaret etmiştir (13). Kur’an’da Allah (C.C.), insanlara birtakım bilgiler verirken, “İlim bundan ibarettir, başka yerde ilim aramayın” dememiş, bilakis onlara verdiği bedenî ve ruhi bütün kabiliyetlerini kullanarak her türlü imkânı değerlendirmeye teşvik etmiştir. "Hakikaten insan için kendi çalıştığından başkası yoktur” (14). “… bilmiyorsanız bilenlere sorunuz” (15). "...de ki; Rabbim! Benim ilmimi artır” (16).
Sırası gelmişken hatırlatalım ki, Hz. Peygamber (S.A.), Medine’ye yerleşip de müstakil bir hayat sürmeye başladığı zaman, ilk işi bir câmi yaptırmak olmuştu. Bu câminin bir kısmı mektep İhtiyaçlarına tahsis edilmişti. Meşhur Suffa, gündüzün konferans salonu, geceleyin —müdavimlerine— koğuş vazifesi görüyordu” (17).
İslâm dini akla, tecrübeye ve ilme büyük önem verdiği İslâm âleminde büyük ilim ve fikir adamları yetişmiştir. "Farabi, İbn Sina, Nasir Tûsî, İbn Heysem, filozof oldukları kadar da ilim adamı idiler” (18). Burada üzerinde durulması gereken bir husus da şudur: İslâm ilme teşvik ederken dinî ilim, dünyevi ilim diye ayrım yapmamıştır. Bu sebeple Müslüman âlimler tabii ilimler alanında, özellikle kimya ve fizyoloji alanında birtakım müşahede ve tecrübeler ortaya koydular, Tıp konusundaki tartışmalar, fıkıh ve kalem konusundaki tartışmalardan farklı değildi. Trigonometri ve Logaritma, İslâm medeniyetinde doğan ve buradan Batıya aktarılan ilimlerdendir (19).
İslâm inancına göre din, Allah’ın gönderdiği emir ve yasaklan; ilim ise, tabiatın bilinmesi, açıklanmasıdır. Dini gönderen de, tabiatı yaratan da Allah olduğuna göre din ile ilim arasında bir uygunluk olması, çatışma olmaması gerekir. Başka bir deyişle, vahiy ile aklın ters düşmemesi icap eder. Buna rağmen bir çatışma görülürse, bunun sebebi ya dinin veya ilmin gereği gibi bilenememesi, anlaşılamamasıdır. Öyleyse söz konusu olan, anlayışlardaki çatışmadır, din-ilim çatışması değil.
DİPNOTLAR
(1) W. Montgomery Watt, Modern Dünyada İslâm Vahyi, s. 170.
(2) Erol Güngör, İslâm Tasavvufunun Meseleleri, s. 117.
(3) Arthur T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 610-611.
(4) A. Adnan Adıvar, Bilim ve Din, s.15.
(5) A.A. Adıvar, a.g.e., s. 17.
(6) A.A. Adıvar, Bilim ve Din, s. 21-23; B. Russell, Din ile Bilim, s. 11.
(7) Osman Pazarlı, Din Psikolojisi, s. 29.
(8) Albert Bayet, Dine Karşı Düşüncenin Tarihi, s. 59 vd.
(9) A.A. Adıvar, a.g.e., s. 71.
(10) “M.S. 1432 senesinde, Batılı din adamları arasında atın ağzındaki dişlerin sayısı hakkında bir tartışma başlamıştı. Hararetli münakaşalar on üç gün durmadan, şiddetle devam etti. Bütün eski kitaplar, kayıtlar karıştırıldı ve o zamana kadar oralarda hiç duyulmadık, harikulade allamelikler gösterildi. On dördüncü günün başında, genç ve zeki bir rahip, kendisi de bir cümlecik söylemek için izin istedi: “Tartışmalardaki derin irfan ve ilmi hakikatleri bir tarafa bırakalım da bir at bulup ağzını açarak sayalım, bakalım kaç dişi varmış!" Bunun üzerine din âlimlerinin yüksek vakarları fena halde incinmiş oldu. Rahibe hücum ettiler, hatta onu dövdüler ve bu küstahın şeytana uyarak yaptığı, mukaddes olmayan bir yoldan hakikatin bulunabileceğini teklifini şiddetle reddedip genç rahibi aralarından kovdular. Günlerce süren münakaşalardan sonra hepsi ittifakla "tarihî ve teolojik deliller bulunmadığı için atın ağzında kaç diş olduğunun asla bilinemeyeceğine karar verdiler.” A. Songar, Çeşitleme, s.11.
(11) Albert Bayet, Dine Karşı Düşüncenin Tarihi, s. 80 vd.
(12) Geniş bilgi için bk. Necip Taylan, İlim-Din, s. 115-231.
(13) Bk, K: 96 (el-’Alak) 1-5.
(14) K: 59 (en-Necm), 39.
(15) K: 16 (en-Nahl), 43, 21 (el- Enbiyâ), 7.
(16) K: 20 (Tâ-Hâ), 114.
(17) Muhammed Hamidullah, İslam’a Giriş, s, 243.
(18) H. Ziya Ülken, İslâm Felsefesi, s. 296 (Ankara ts.)
(19) Necip Taylan, İlim-Din, s. 269.