Makale

KADINLARIMIZDAN PORTRELER

KADINLARIMIZDAN PORTRELER

Hazırlayanlar
Havva BAŞ
Fatma Alparslan

Nurten Ceceli Alkan ile röportaj
T.E.D. mezunu biri olarak ilahiyatçı olmaktan memnun musunuz?
- Annem, lisede aldığımız İngilizceyi, diğer bilgileri Allah yolunda kullanmamızı nasip etmesi için kardeşimle bana çok dua etmişti. Demek ki o dualardan nasiplenmişiz diye düşünüyorum.
İlâhiyatta tarihten, felsefeye, psikolojiden mantığa, İslâmi ilimlere kadar çok geniş bir yelpazede temel bilgiler almışız. Bir düşünme silsilesine kavuşturulmuşuz. Eğitimcilik açısından ilâhiyatçı olmam da büyük avantaj oldu diyebilirim, j Eğitimciliğe kreşten başlamanızın özel bir sebebi var mıydı?
- İlâhiyatta Beyza Bilgin Hoca’dan eğitim psikolojisi dersleri alırken kreşi hedeflemeye başlamıştım. 0-3 yaş arası çocuğun duygusal gelişimi açısından,
3-6 yaş da zihinsel gelişimi açısından çok önemliydi ve bu yüzden eğitime başlama noktası kreş olmalı diye düşünmüştüm.
Bu konuda sizi yönlendiren başka etkenler oldu mu? Çok çocuklu olmanız gibi?
- Evet. Büyük kızım dört yaşındayken kreşimiz faaliyette değildi ve bir ana okuluna devam ediyordu. Aralık ayının son haftasında eve bir yazı gelmişti. Bizden hediye parasıyla birlikte çocuklarımızı en güzel şekilde giydirerek anaokuluna göndermemiz isteniyordu notta. Zira Noel baba gelip, çocuklara hediyeler verecekmiş. Okulla konuşarak çocuğumu o dönemde okula göndermedim ama bunun çözüm olmadığının da farkındaydım. Dışarıdaki dünyanın on- iara sunduğu, bizce çok kabul olunmayan bir takım değelere alternatif getirebilmeliydim. Ne yapmalıydık ki, çocuklar Müslüman bir Türk ailesinin üyesi olmanın ya da böyle bir kurumda bulunmanın avantajını görsünlerdi?
; Ne gibi alternatifler sundunuz çocuklara?
- Meselâ üç ayların başında okulu süsleyip, kandiller süresince hediyeleşmek, üç aylar bittiğinde
O süsleri indirmek şeklinde bir zaman dilimini onlara tanıttık. Ya da cuma günleri ufak tefek hediyeler verip, bugünün diğer günlerden farklı olduğunu onlara hissettirdik. Ramazan ayında sadece çocukların davetli olduğu onlara özel iftarlar verdik. Yaratıcı sanat etkinlikleri, yaratıcı drama gibi 8 yıl öncesinde Ankara’nın en üst anaokullarında uygulanan bir takım eğitim metodlarını kreş programımıza aldık.
İlköğretim okuluna nasıl geçtiniz?
- Başlangıçta okullar zinciri şeklinde değildi arzumuz. Ancak 6 yaşa giren çocuklarımız başka ilkokullara dağılmaya başlayınca, veliden eğitimin bütünlüğü ve devamı noktasında talep gelmeye başladı. Biz de bunu değerlendirdik. Programımızda şimdi lise açmak da var.
Okulunuzun eğitim felsefesi nedir?
- Okulumuzun temel felsefesi, çoklu zekâ kuralı üzerine oturuyor. Allah, insanlarda şu an tesbit ettiğimiz yedi çeşit zekâ kategorisi yaratmış. Her insanın programına muhakkak bu yedi zekâ türünden birini biraz daha baskın olarak koymuş. İnsanlar o baskın oldukları zekâ türünü kullanarak diğerlerini daha aktif hale getirebiliyorlar. Çocukta kinetik, görsel ya da ritm zekâ baskınsa bunun ortaya çıkarılması gerekiyor. Bu yıl “çoklu zekâ” mimarının asistanından üç gün süreyle seminerler aldık. Ayrıca etkili öğretmenlik, iletişim, bilgisayar, internet, eğitimde drama, sanat etkinlikleri gibi pek çok konuda eğitim aldık. Bize gelen çocuklar üç yaşında bilgisayarla tanışıyorsa bizim de muhakkak onlara yetmemiz gerekiyor. Yani geneleksel öğretmenlik metodlarıyla 21. yüzyılın çocuğuna ulaşabilmemiz mümkün değil. Hâla da yapılması gereken çok şey var diye düşünüyorum.
Eğitiminizden geçen çocuklarınızda hedeflediğiniz kişi profilini yakalayabildiniz mi?
- Çocuklarımızdaki temel hedeflerimiz, beklentilerimiz Allah’tan başkasına kulluk etmeyen, irdeleyen, kendi ayaklarının üzerinde durabilen, kendilerine güvenen, teknik donanıma vâkıf olmalarıydı. Bakmasınlar, detayları farkedebilsinler, yaratılmışı görebilsinler istedik. Çocuğun kapasitesi de çok önemli ama genel olarak bu felsefenin çocuklarımızda oturduğunu gözlemliyebiliyorum. Meselâ kreşimizden bize gelen dördüncü sınıf çocuklarımız haksızlığa uğradıklarında çok net tepki verebiliyorlar. Odama gelip beni sorgulayabiliyorlar. Bir gezi sonrası aldığımız gezi bildirimlerde detaylar yakalabil- diklerini görüyorum. Tabii bütün bunlar çocuğun alım gücü ve ailenin alt kültür birikimi ile çok ilgili-
Ailenin bu noktadaki rolünü biraz açıklar mısınız?
- Görerek ve dokunarak yapılan eğitimin kalıcılığı % 80’e yakındır felsefesiyle çocuğu geziye götürüyoruz. Ama ailenin eğitim anlayışı içinde bu yoksa, “Yine mi müzeye gidiyorsunuz? Durmadan gezeceğinize okulda test çözün” derse o çocuğun gezide bir şey yakalayabilmesi mümkün değil. Böyle olunca aileye rağmen bir şey yapabilmemiz zor.
, O halde aileye yönelik eğitim programları dayapmanız gerekmiştir.
- Elbette. Ayda bir, eğitim felsefemizi anlatmak, çocukla aile arasındaki iletişim becerilerini geliştirmek ya da yeni eğitim yöntemleri noktasında aileleri bilgilendirmek için - çocuklarıyla birlikte gelebilecekleri- aile geceleri düzenliyoruz. Örneğin Koso- va’daki Sırp zulmünün arttığı günlerde bir yardım programı hazırlamıştık. Çocukları, kendi yaşıtlarının oralarda neler yaşadıklarına dair bilgilendirdik. Onlar da kendi yaptıkları el ürünlerini ailelerine sattılar. Kendi emeklerini mağdur çocuklar için değerlendirip, ailelerini de o eğitimin içine sokmuş oldular. O zaman velilerimizden biri bize bir not iletti. Şöyle diyordu: “Hem bizi, ailemizi hem de bizimle beraber çevremizi eğittiğiniz için çok teşekkür ediyoruz.”
Sonuçta özel bir okul işletiyorsunuz. Ticari kaygınız yok mu?
- Eğitim dünyasında temel hareket noktamız ticaretten öte nesilleri yetiştirmektir. Para orda bir araçtır sadece. Eğitim dünyası personeli, öğretmeni, laboratuarı, bilgisayarıyla devamlı kendine yatırım yapılması gereken bir dünya, eğitimcilik bir hastalık, bir sevda.... Para kazanmak için yapılacak bir iş, ticaret değil...
Bu yoğunluk içinde eşinizin mutlaka katkıları vardır değil mi?
- Eşim Mehmet Bey benim gibi ilâhiyatçı eğitimci. IQ’sü çok yüksek ve müzik konusunda çok yetenekli. Pek çok enstrüman çalıyor, söylüyor. En büyük desteği iş hayatına akıldıktan sonra aldım kendisinden. Yıllarca anaokulunun müzik çalışmalarını yürüttü. Şu an okulumuzun müdürlüğünü yapıyor. Dışarda başardıklarımız hep ikimizin ortak eseri oldu. Evdeki yemek düzenimiz -iş hayatından sonra- hemen hemen yok gibi. Bunlara sabretmek, yemek olmadığında yemek yapmak bunların hepsi üstün meziyetler gerektiriyor. Dinini bilen bir eş olarak her şeyi bana yüklememesi ve yardımcı olması en büyük şansım. O olmasaydı Nurten Ceceli Alkan olmazdı.
Ev hanımlığı ve iş dünyasına girişinizden sonraki dönemi, ev ve çocuklarla ilişkileriniz açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Ev hanımıyken dört çocuğum vardı. Sonra beş oldu. Dört çocukluyken onlarla özel paylaşımlar daha fazlaydı. Ama bizim işimiz çocuklarla yaşanan bir işti. Tüm mesaiyi birlikte geçirebiliyorduk. Benim yapım biraz rahat ve çocuktan yana programlanmış demekki. Mesele makinada çamaşır varken çocuklarımın canı bahçeye çıkmak isterse ben işimi bırakıp onlarla bahçeye inebilirdim. Çamaşır yıkamak bir araç ama çocuklarım benim temel amacım mantığıyla düşünüyordum.
İş hayatına başladıktan sonra uzun süre yemek düzenini toparlayamadım. Sonunda evcek “Mühim olan akşam sofrasında beraber olmak, ne yediğimiz değil” dedik. Bu noktada ilişkilerimiz hep sağlıklı oldu. Eşim yardımcı oldu. Şimdi kızlarım büyüdü yardım ediyorlar. Bir günün içinde bir çok işi programlamayı gören kızlarıma da bu konuda iyi örnek oldum sanıyorum. Eğitimci ve ilâhiyatçı olmam dolayısıyla Ankara’daki panel, konferans, sergi... ilânlarım görme ve buralara gitme alışkanlığını onlara kazandırdım. Kendi ayakları üzerinde durabilen ve çok yönlü olarak yetiştiklerine inanıyorum.
Beş çocuklu ve mesaisi belli olmayan bir iş kadını olmanıza rağmen mutlu bir anneliği nasıl bahardınız?
Leylâ Navaro’nun çok güzel bir sözü var “Mükemmel anneler, mükemmel çocuk yetiştiremezler ama mutlu anneler mutlu çocuk yetiştirirler.” Demek ki diyorum benim programımda mükemmellik yok ama, daha çok mutlu olan, işin pozitif yanım gören bir yapım var. Bir de kabul çok önemli. Biz çocuklarımızın hiçbir zaman küçük Nurten ya da küçük Mehmet olmaları gerektiğini düşünmedik. Her birinin farklı bir dünya olduğunu kabul ettik.
Çocuklar büyüdükçe çok çocuklu olmak daha zevkli bir hale geldi. Çünkü ikisiyle oturup dünyanın meselelerini tartışıyoruz, öbür ikisiyle şu an hizmet verdiğimiz yaş grubunun özelliklerini gözleyebiliyoruz. Küçük ise bambaşka bir şey. Sevimli oyuncağımız...
Çocuklarınızın din eğitiminde nasıl bir yol izlediniz?
- Daha önce de bahsettim. Kandiller ve bayramlar bizim için çok özeldi. Üç ayların başında odalarını süslerdim. Her kandilde salonda özel bir sofra hazırlardım. Onlara hediyeler alırdım ki daha önce bahsettiğim o çok süslü noel ağaçlarına, Noel babanın hediyelerine kendi dünyalarında yer tutmasın.
Elif ve Hilâl nisan doğumluydu. Ramazan ayma rastlayan bu ayda onlara arkadaşlarıyla birlikte doğum günü kutlaması için iftar vermiştim. Tüm bunlar çocuklarım için çok özel anlardı.
Ancak bunun yanında, Hilâl’de ilk çocuk olmanın getirdiği acemilik ve teleşla çok acele etmezsek bir şeyleri öğrenemeyecek diye düşündük. Şu an beş yaşında bir çocuğun kaldıramıyacağını düşündüğümüz İslâmî bilgileri yüklemeye çalıştık. Sanıyorum
4-5 yaşlarındaydı. Hilâl’e Hz. İbrahim kıssasını okumuştum. Daha sonra bir akşam yemek hazırlarken mutfakta yanımda dolanan kızım ağlamaya başladı. “Niye beni sevmiyor?” diye ağlıyordu. O kitabı okurken “Allah Hz. İbrahim’i niçin yakmadı?” sorusunu “Onu çok sevdiği için” şeklinde cevapladığımı hatırladım. O da Allah’ın kendisini ne kadar sevdiğini denemek için parmağını tencerenin altındaki ateşe sokmuştu. Şimdi olsa ona anlayamayacağı kavramlarla ilgili hikayeler okumazdım. İlk iki kızımda vakit namazlarını onlarla birlikte kılmaya dikkat ederdik. Sonraki çocuklarımla, herhalde nasılsa önlerinde iki güzel örnek var diye buna o kadar dikkat etmiyorum. Aklıma ilk gelen örnekler bunlar. Ama genel olarak onlara, Müslüman-Türk ailesinde yaşamanın ayrıcalığını hissettirdik diye düşünüyorum. Bu konuyla ilgili şöyle bir olay yaşamıştık zira; Büyük kızım Hilâl ’in okulunda sınıf arkadaşları, İlhan Arsel’in Şeriat ve Kadın kitabını tartışıyorlarmış. Hilâl de onlara katılmadan uzakta duruyormuş. Arkadaşları “Ne o? İş zora gelince dilin mi tutuldu? Niye cevap veremiyorsun?” deyince o da; “Ben iki ilâhiyatçının bulunduğu bir evde yaşıyorum. Ne dövülen bir anne ne de ezen bir baba gördüm. Gerçekler gözümün önündeyken o kitabın nesini ciddiye alayım da cevap vereyim” demiş. Tabii bu cevap bizi çok mutlu etti ve iyi örnek olduk diye düşündük.

Nurten Ceceli Alkan kimdir?

1958 Ankara doğumlu Nurten Ceceli Alkan, T.E.D. Kolejinden mezun oldu. Babasının, mühendisliğe yönelmesini istemesine karşıtı, annesinin çalışmasa bile insanlara faydalı olabileceği için ilahiyatı tavsiyesi arasında tercih yapmak durumunda kalınca “Allah’ın liitfu, annesinin duaları" ile Ankara İ’niversitesi İlahiyat Fakültesi’ne girdi.
Mezuniyetten sonra iki sene özel bir okulda derslere girdi. Kur’an kursunda çalıştı, vaazlar verdi. Dördüncü çocuğu olduğunda - daha önceden plânlanladığı üzere- iş hayatına kreş ve anaokulunu açarak başladı. Daha sonra ilköğretim okulunu açtı. Özel bir okul işlettiği için kendisine ticaret yapıyor gözüyle bakılsa da o buıııı para kazanına vasıtası olarak görmüyor. “Oniki saat nerde çalışsam karnımı doyurmaktan öte pek çok şeyin sahibi olurdum" diyor. Eğitimci ve ilahiyatçı olmanın gereği hâlâ pek çok eğitimden geçiyor. 21. yüzyılın çocuğunu yakalama gayretini sürdürüyor.
Şu an Ankara’da, en büyüğü üniversitede, en küçüğü beş yaşında, beş çoçuklu bir anne ve okul kurucusu olarak hayatını sürdürüyor.
Rizler onu, hem bir müteşebbis hem bir ilâhiyatçı ve eğitimci hem de mutlu bir anne, eş sıfatıyla sîzlere tanıtmak istedik. Eminiz ki her okuyucumuz kendi adına faydalanacağı bir taraf bulacaktır röportajımızda....