Makale

Yakın Çağdan Yeni Çağa Türkler TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMA VAKFI ORTAASYA SORUMLUSU Sayın Hüseyin Taşar ile ...

RÖPORTAJ:

Yakın Çağdan Yeni Çağa Türkler

TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMA VAKFI ORTAASYA SORUMLUSU
Sayın Hüseyin Taşar ile ...

Gaffar TETİK

“Tiirkiin gelip geçmediği, konup göçmediği yer var mı? Hergiin yeni bir yerden geçmek ne iyi,
Hergün yeni bir yere göçmek ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak ne âlâ,
Dün, dünle gitti cancağızını,
Neler söylemek gerekiyorsa düne ait,
Bugiin yeni şeyler söylemek lazım.”
Hz. Mevlânâ.

Büyük Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti ilimde, teknikte yeni şeyler söylemek için bir gönül seferberliği başlattı Avrasya ülkelerine ve bilhassa 70 sene ayrı kaldığı, ama daima kavuşma hasretiyle yandığı ortaasya Türk Cumhuriyetlerindeki can kardeşlerine, kan kardeşlerine. Bu gönül seferberliğine katılan müesseselerden biri de, “Türk Dünyası Araştırma Vakfı”dır. Vakfın Ortaasya Sorumlusu Sayın Hüseyin Taşar ile bir söyleşi yaptık bu konular üzerinde:

Sayın Taşar! Diyanet İşleri Başkanımız
Sayın Mehmet Nuri Yılmaz’la birlikte gittiğimiz Kazakistan’da tanışmıştık sizinle ve Ortaasya’da Türk Dili Edebiyatı ve Türk Tarihi konularında etkili hizmetlerde bulunduğunuzu görmüştük. Hizmetlerinizin genel bir analizini yapabilir misiniz?
Sayın Tetik! Türkiye’nin en çok okunan ve en çok satan “Diyanet Aylık Dergisi”nde bana yer verdiğiniz için size önce teşekkür ediyorum.
Genel Başkanlığını Prof. Dr. Turan Yaz- gan’ın yaptığı Türk Dünyası Araştırma Vakfı, bağımsızlıklarına kavuşmazdan önce ve sonra; Avrasya dediğimiz coğrafyadaki Türk topluluklarıyla yakın ilişkilerde bulunuyordu ve bul hizmetler bugün de bütün hızıyla devam etmektedir. Bu hizmetler, özellikle Tarih, Türk Ede-, biyatı ve İşletme sahalarında yapılmaktadır.
Dün olduğu gibi bugün de maddi - manevi işbirliği içinde üniversitelerde Türk Tarihi, Türk Edebiyatı ve İşletme Fakülteleri açtık. Bunun yanında tamamen kompütüri- ze olmuş Liseler kurduk. Bu faaliyetlerimiz bütün güzelliğiyle devam etmektedir.
Bunlara ilave olarak Kazakistan Avrasya Taldı Kurgan Üniversitesi’nde, Âlem Dilleri Üniversitesi’nde Ve Abay Devlet Üniversite si’nde Türk Dili Edebiyat Fakülteleri açtık; Öğretim elemanları, eğitim araç ve gereçleri gönderdik ve gönderiyoruz.
Ayrıca, ırkî mülahazaları göz önüne almadan oralardan öğrencileri Türkiye’ye davet ediyor, genel merkezimizde bir araya getirip bilhassa Türk kültürünü, kardeş devlet ve topluluk kültürlerini tanımalarını sağlıyoruz. Anadolu gezilerine çıkarıp, ülkemizin güzelliklerini tanımalarına yardımcı oluyoruz. Yani kardeşlerimiz arasında gönül köprüsü kuruyoruz.
Bu gönül köprüsü sadece öğrenciler arasında değil, öğretmenler ve üniversite öğretim görevlileri ile de kuruluyor. Onları da aynı şekilde ülkemize davet ediyor, ülkemizin güzelliklerini tanıtıyor, kültür ve eğitim alışverişinde bulunuyoruz.
Ortaasya Türk Cumhuriyetleri biliniyor da, Avrasya bölgesinde hangi Türk topluluklarının hangi bölgelerde yaşadığı net olarak pek bilinmiyor. Yani bir bilgi eksikliği var. Bu konuda bilgi verebilir inisiniz? Bunları şöyle açıklayabiliriz:
Sibirya’da: Saha, Tuva, Altay, Teleut (Oğuz)lar,
İdil - Ural’da: Tatar, Başkurt, Çuvaş’lar, Türkistan’da: Kazak, Kırgız, Türkmen, Azeri, Özbek, Karakalpak, Uygur’lar,
Kafkasya’da: Kabartay, Kumuk, Nagay, Ka- raçay, Malkar’lar,
Karadeniz’in Kuzeyinde: Kırım, Tatar, Gagavuz, Karaim, Kırımçak’lar, Anadolu ve Ortadoğu’da: Irak, Suriye, Türkiye, Kıbrıs Türkleri,
Balkanlar’da: Bulgaristan, Yunanistan, Sancak, Makedonya, Yugoslavya’da...
Bütün bunların yanında Amerika’da daha çok Tatar, Kırım ve Karaçay Türkleri. Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde hatta Afrika’nın çeşitli ülkelerinde, çin’de yaşayan milyonlarca insanımız var. Hepsi aynı Ata’nın, aynı kanın insanlarıdır.
İşte bütün bunlara hizmet götürmeye, köklerine sahip çıkıp kardeşleriyle tanışmaya çaba sarf ediyoruz.
Konu buraya gelmişken, “Yakın Çağdan * " Yeni Çağa Türkler ve Türk Gençliği” başlığı üzerinde de durabilir miyiz biraz?
2000 yılına yaklaştığımız bu günlerde içinde bulunduğumuz çağdan yeni bir çağa geçiyoruz. Bu çağın adı bilgi ve bilim çağı olacaktır. Milletler bu çağda yine eskiden olduğu gibi ekonomi, sanayi, tarım, ticaret, vb. alanlarda birbirleriyle yarışacaklar. Ancak kesin olan şey şudur ki, bu yeni çağda bilgi ve bilim ön planda olacaktır.
Türkler her devirde alimlere inanmış, liderine, kendini yönetenine saygı gösteren, hatta saygının ötesinde liderine teslim olan bir millettir. Bunun için Türk insanı, Devlet adamlarıyla, hakanlarıyla, beyleriyle hep ilmin ışığında yürümüşlerdir. Türk Milleti’nin yıldızının parladığı yükselme devirlerinde adaletle hükmeden devlet adamlarının yanında her zaman alimler yer almıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk de, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyerek, ilmin ışığında yürümemiz gerektiğini işaret etmiştir.
Söz buraya gelmişken şunu da belirtmek gerekir ki. Türkler’in Ergenekon’dan Çıkış Destanı’nda bir yeniden doğuş, bir şahlanış, yeni bir bahtın açılışı vardır. Buradan dünyaya dağılmış ve sonra yeni bir buluşma hasreti yaşanmıştır.
Ortaasya’dan başlayıp Anadolu’ya ve buradan dünyanın dört bir yanına uzanan uzunca bir yolun ortasında Hazar’a varıldığında, Oğuz’un büyük Atası Ertuğrul Gazi’nin bir rüyası bütün Türk toplulukları arasında çok meşhurdur. Rüya şudur:
“Ertuğrul Bey göç kervanı yolunda ilerlerken büyük bir kartal göç kervanına refakat ediyor, kervanın tam üzerinde uçuyor. Kervana koyu bir gölge ve serinlik yaparak, kervanın bir ucundan diğer ucuna uzanarak bütün Hazar’ı kaplıyor.”
Ertuğrul Gazi rüyasından ürpererek uyanıyor ve bu rüyasını bir bilgine tabir ettiriyor. Kervanda bulunan bilgin rüyasını şöyle tabir ediyor:
“Ey Ertuğrul Gazi Bey! Senin neslinden biri dünyaya gelecek ve öyle bir devlet kuracak ki, bu devletin bir ucu Asya, Diğer ucu Avrupa’da olacak.”
Bu rüya tabirini dinleyen Ertuğrul Gazi’nin sanki gözlerinin içi gülüyor, ancak yüz hatlarından bir mesuliyetin omuzlarına yüklendiği de hissediliyor. Bu devlet de, bilindiği gibi Osmanlı Devleti’dir.
Türkler insanlığa büyük ilim adamları yetiştirmiş bir millettir. Bunların büyük bir kısmı dünyaca bilinen alimlerdir. Başlıcaları; Orta Asya’da yetişmiş tıp adamımız İbn-i Sinâ, Ebu’l İz. Fârâbî, El-Câbir; manevi dünyamızda Hoca Ahmet Yesevî. Aslan Baba ve oraların erenleri... Astrolojide Uluğbey ve daha niceleri... Anadolu’da Hukukçu Filozof Nasrettin Hoca, Gönüller sultanı, Anadolu beyliklerinin iç barışını tesis eden sevgi adamı Yunus Emre ve diğer alimlerimiz... Bu alimlerimiz ve Türk büyükleri, bugünkü Türk gençliğinin geleceğe güvenle bakmalarına, alınlarının dik durmasına yetecek ve göğüslerini kabartacak, geçmişleriyle övünmelerini sağlayacak sayıda ve niteliktedirler.
Bugünkü gençliğimiz gönül rahatlığı içinde, “İnsanlığa hizmet ettik ve bu hizmetimizi atalarımızın bize emanet, ettiği yerden alıp geleceğe güvenle teslim edeceğiz” diyebilecekler.
Türkler, her gittiği yere iç dünyasındaki adaletini, inancını, töresini, atasına saygısını, çalışkanlığını ve özellikle düzenli yaşamının temeli olan devlet olma istidadını, kültürünü, bilgisini, bilimini götürmüştür. Kendine layık gördüğünü başkasından da esirgememiştir.
Ve Türkler her gittiği yerde umudun kaynağı, huzurun sebebi; yiğitliğin, mertliğin ve dürüstlüğün örneği olmuşlardır.
Zaman devlet kurmaya gelince ve hepimizin kulağında nidalaşan, yükselen o ses, Şeyh Ede- bali’nin, “Devlet kurulsun, Peygamberin övüncüne mazhar olunsun’’ denildiğinde, Osman Bey, “Tez haber salınıp bir çadırda toplanılsın, soralım bakalım ağalar, beyler ne der” diyerek Osman Bey’in ruhunda yücelen adalet duygusu ve meşveret etme ahlakı ve düs-’ turu ile Türk’lerde demokrasinin ilk temeli atılmıştır.
Yani Osman Bey, kuracağı Devletinin işlerini halkıyla paylaşmak istemiştir. Demokrasi, Türkün ruhunda, yaşam tarzında vardır. Biz Türkler elimizdekini bölüşmeyi biliriz ve severiz.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda bir diğer önemli nokta da şudur: ,
O tarihlerde Bizanslılar hemen yanıbaşımızda. Doğu Roma İmparatorluğu’nda da büyük bir şehir, Bizans’ın Başşehri Kostantinopolis (İstanbul) var.
Hesaplar, başkalarının büyüklüğüne ve şiddetine göre yapılmamış, Türk Milleti’nin yüksek iradesi ve hedeflerine uyularak yapılmıştır.
Şu konuya kısaca değinmekte de fayda görüyorum: “Osmanlı İmparatorluğu” tabiri, Türk örf ve âdetine, Türk töresine uymayan bir sözcüktür. Son yılların bu terminolojisi dilimize yanlışlıkla girmiştir. Doğrusu, “Osmanlı Devletedir.
Çünkü Türkler, kurdukları her devletini devlet olarak adlandırmış, İmparatorluk olarak ifade etmemiştir.
Türkiye Cumhuriyeti de kurulurken Türk Devleti olarak kurulmuştur. Türkler, tarihinin her döneminde hep köklerine sahip çıkmış, ataları ile hep gurur duymuşlardır. Onun içindir ki Osmanlı’dan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın borcuna sahip çıkmıştır. Bu çok önemlidir ve Türk’ün şeref nişanıdır. Onun için Türkler, kökleri çok derinde bir millettir.
Komşularına dostluğu; yönetimde adaleti, kendi toplumuna ve bütün insanlığa merhameti şiar edinmiş mümtaz bir milletin çocukları olarak bizler yeni çağa geçerken, bilgi ve bilim çağına geçerken, köklerimizi bilmek zorundayız. Bu, büyük hedeflere yürümemizde, gelişen dünyada Türk’ün hakettiği saygının temeli olacaktır.
Artık Türklüğün denizi Hazar taşmış, Türk’ün bahtı açılmıştır.
İşte bu yeni asır Türk’ün asrı olacak ve tarihe böyle geçecektir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, ülkemiz ve bütün dünya insanlığına “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” parolasını hedef göstermiştir. Bu veciz hitap, kuruluşunun 75. yılını kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin ve 700. yılını kutladığımız Osmanlı Devleti’nin önemini bu yönde artırmıştır. Bu devlet ve bu millet 75. ve 700. yılları katlayarak ve edebiyete kadar bu kutlamalara devam edecektir.
Yeterki sen köklerine, törelerine, ailene, devletine sahip çık; adaletli ol; Bilimi öğren, bilgine saygılı ol, atana saygılı ol, küçüklerini sev, geleceğine kendin karar ver, tarihini kendin yaz.
İşte o zaman büyük ataların seninle gurur duyacaktır.

Hüseyin Taşar

1954 yılında Eskişehir - Sivrihisar Günyüzü Nahiyesi Gümüşkonak Köyünde doğdu. İlkokulu aynı köyde, Ortaokulu Sivrihisar’da, Liseyi Antalya’da bitirdikten sonra Sakarya Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi Makine Mühendisliği bölümünden 1976’da mezun oldu.
Özel Sektörde Mühendis olarak iş hayatına başlayıp Tarım Bakanlığı’nın çeşitli kademelerinde bürokrat olarak çalıştı. İş hayatı sebebiyle Avrupa’nın bütün devletlerinde, Suudi Arabistan’da, Rusya’da, Balkan devletlerinde bulundu. Son olarak Güriş Holdingin Ortaasya Bölge Müdürü olarak görev yaptı. Bu esnada Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Temsilciliği görevini de yürüttü. Vakıftaki başarılı çalışmalarından dolayı Kazakistan Abay Devlet Üniversitesi tarafından Fahr’ Profösörlük ünvanı verildi. Daha sonra yurda dönerek Tarım Bakanlığı’na Müşavir olarak atandı. Bunun yanında aynı Vakfın Ortaasya sorumluluğu görevini de yürütmektedir.