Makale

RAMAZÂN BAYRAMI

RAMAZÂN BAYRAMI

Lütfi DOĞAN
Diyanet İşleri Başkan Vekil

Ramazanların ve bayramların dini­mizde yeri çok büyüktür. Hiç şüp­he yok ki Cenâb-ı Hakk’ın biz kulları­na olan lütufları sayamayacağımız ka­dar çoktur. Ramazan ve bayramlar da Rabbimiz’in bize ikramlarıdır. Hattâ yerine getirmekle görevli bulunduğumuz ibâdetlerimiz, bu lûtufların en büyük­lerindendir. Gerek Ramazan ve gerekse diğer ibâdetlerimiz, görünüşte bir külfet, bir zahmet gibi ise de, gerçekte onlar bizim için ilâhî bir rahmet ve ikram­dan başka bir şey değildir. Çünkü biz ancak ibâdetlerimiz sâyesinde insanlık haysiyyet ve şerefine yakışmayan ve insanı küçültecek olan kötü davranış­lardan uzaklaşır, umûma faydalı olacak güzel vasıflar kazanır, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına erişmek demek olan takvâ de­recesine yükselebiliriz.

Dinimizin telkin ettiği esaslara bir göz atıldığı zaman yaradılışımızdaki asıl hikmetin bu olduğu kolaylıkla anlaşılır. Nitekim Zâriyât Sûresinin 54. âye­tinde Cenâb-ı Hak meâlen;

"Ben insanları da cinleri de ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım” buyurmuştur. Bu sebeple bizler, Rama­zanların ve bayramların biz mü’minler için ilâhî bir ikram olduğunu kabul ede­riz ve bu mutlu günleri gönül uyanık­lığı ile değerlendirmemiz lâzımdır. Bu mübârek vakitleri idrâk edip de onları kudsiyyete uygun bir şekilde değerlen­diren insanlara ne mutlu! Böyleleri ne kadar sevinseler yeridir.

Ramazan Bayramı Peygamber Efendimiz’in hicretlerinin ikinci yılında emrolunmuştur. Kendileri Medine’ye hicret buyurdukları zaman, Medine hal­kının gelenek olarak kutladıkları, birtakım şenlikler tertip ettikleri iki gün­leri olduğunu görmüş, bunların mâhi­yetini sormuştur. Onlar da bu iki gü­nü bayram olarak kabul ettiklerini söy­lemeleri üzerine İslâm Dîninde iki bay­ram olduğunu bildirmiştir. Her iki bay­ramın da mü’minler için çok daha ha­yırlı olduğunu müjdelemiştir.

Aslında her milletin kendi inançlarına göre belirli bayram günleri var­dır. Onlar kendi âdet ve geleneklerine göre bu bayramlarda sevinçlerini, neşe­lerini gösterirler. Birtakım şenlikler, eğ­lenceler tertip ederler. Geçmişte böyle olduğu gibi günümüzde de durum aynı şeklide devam etmektedir. Fakat dini­mizin emrettiği bayramların diğerlerin­den ayrı özellikleri vardır.

Zira dinimizdeki bayramların mey­dana getirdiği sürür insan rûhunun de­rinliklerine nüfuz eder. Ve yapıcı tesiri gelip geçici olmayıp ebediyyetlere ka­dar devam eder. Bunun böyle olabilmesi için de bu bayramların dîni emirlere uygun bir tarzda kutlanması gerektir. Bayramlarda yapılan ziyâret ve ikram­lar İslâmî âdet ve hükümlere uygun ol­malıdır. Bu ziyâretterde Allah’ın haram kıldığı şeyler ziyaretçilere ikram edil­memelidir. Çünkü bu bayramlarda biz Müslümanlar tarafından yerine getirilen görevler bir yönü ile ibâdet ve Cenâb-ı Hakk’a şükürdür. Diğer yönü ile de bir milletin fertleri arasında bu­lunması lâzım gelen kardeşlik duygularının, yardımlaşma ve dayanışmanın te’minatı ve canlı bir örneğidir.

Her emri en mâkûl esaslara uygun olan ve ilâhî vahye dayanan dinimizin Ramazan ve Bayram hakkındaki emir ve tavsiyeleri de çok güzeldir. Çünkü tabiî sevinç ile Allah’a ibâdeti en gü­zel âhenk içinde birleştirmiştir. Böylece Müslümanların bayramları da, ibâ­detleri de Cenâb-ı Hakk’ın emrine uy­gun bir şekilde maddeten ve mânen hayırlı sonuçlar veriyor. Aynı zamanda akl-ı selîm ölçüleri içerisinde cereyan ediyor. Ve Cenâb-ı Hakk’ın yüce adını anmaktan ibaret oluyor.

İbâdet olarak dînimizin beş esasın­dan biri olan oruç ibâdeti, Ramazan ayında mü’minler tarafından yerine ge­tirilmiştir, Bundaki asıl gâye Cenâb-ı Hakk’ın emrine itâat etmek ve O’nun rızâsını kazanmaktır. O’nun bizlere verdiği bunca nimetlerini O’nun rızâsı uğrunda ve O’nun için kullanmaktır. Cenâb-ı Hakk’a şükretmenin gerçek mânâsı da işte budur. Kabûl etmek lâ­zımdır ki bir Müslüman, bu görevlerini yaparken birtakım zorluklara da kat­lanmış, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazan­mak için birçok güçlükleri yenmiş ve sonuç olarak da zafere ulaşmıştır. Oruç tutmasından başka Kur’ân-ı Kerîm oku­muş, terâvih namazları kılmış, yaratılı­şının hikmet ve gâyesi hakkında iyiden iyiye düşünmüş, Cenâb-ı Hakk’ı zikret­miştir. Bununla beraber Ramazan ve oruç sâyesinde iradesine hâkim olma ve sabretme gücünü artırmış, şefkat ve merhamet duygularını kuvvetlendirmiş, ihtiras ve cimrilik gibi fena duygular­dan sıyrılmış, fakirleri ve kimsesiz düş­künleri ve öksüzleri düşünerek, mâlî imkânları ölçüsünde onlara yardımda bulunmuş, zekât ve fıtra sadakalarını hak sâhiplerine vermiş, oruç ibâdetinin verdiği uyanıklık ile daha birçok güzel alışkanlıklar elde etmiştir.

Fakat bütün bunların üstünde Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını ve sevgi­sini kazanma saâdetine erişmiştir. Bir kul için bundan daha büyük bir mutlu­luk olabilir mi? İşte bayram, bu saâdete ermenin insan rûhunda meydana getirdiği mânevî sevincin bir tezâhürü, bu nîmetler karşısında Cenâb-ı Hakk’a şükretmenin açık bir ifadesidir. Bizleri bu mutluluğa eriştirdiği için Rabbimiz’e çok şükretmeliyiz. Bizler, bu bayramı da kudsiyyetine lâyık bir şekilde değer­lendirmeliyiz. Arefe gününden itibaren varsa zekât ve fıtra sadakalarımızı yok­sul, fakir kimselere vermiş olmalı, on­ları bir dereceye kadar ihtiyaçtan kur­tarmalı, bayram sevincine onlann da iştirâk etmelerini sağlamalıyız. Yine arefe gününde mümkün ise kabirler zi­yâret edilmelidir. Bu fâni âlemden ayrılmış olanlarımız için Cenâb-ı Hakk’a duâda bulunmalı, sevâbını onların rûhuna ithaf etmek üzere Kur’ân-ı Kerîm okumalı ve bunun bir vefâkârlık borcu olduğunu bilmeliyiz...

Bayram namazından sonra büyük­ler ziyaret edilmeli, varsa dargınlar barıştırılmalıdır, kin ve intikam gibi his­ler silinmelidir. Akraba ve dostlar bir­birlerini ziyaret etmeli, kendi imkânları çerçevesinde hediyeleşmelidirler. Hasta­lar ziyaret edilerek teselli edilmeli, ken­dileri için sağlık dileğinde bulunulmalı­dır. Uzak memlekette bulunan yakınla­rımızın da mektupla olsun bayramları­nı tebrik etmeliyiz.

Hâsılı birbirlerimizi Allah için sev­meyi ve birbirlerimize dâimâ kardeşçe davranmayı şiar edinmeliyiz. Şahsımıza karşı kabahatli olanları bağışlamalıyız. Çünkü Allah affedicidir, afvı sever ve O da bizi bağışlar.

Peygamber Efendimiz bir hadislerin­de meâlen şöyle buyuruyor: "Müs­lüman müslümânın kardeşidir, ona zul­metmez, onu tehlikeye düşürmez, Mü’min kardeşinin ihtiyâcını karşılayan kimsenin ihtiyaçlarını da Allah giderir. Bir mü’minin kabahatini örten (affeden) bir kimsenin kabahatlerini de kıyâmet gününde Cenab-ı Hak örter (affeder)".

Görülüyor ki, dînimizin bayram hakkındaki emir ve tavsiyeleri bizleri olgunluğa yükseltecek mahiyettedir. Hem dünyâ huzûrumuz ve hem de âhiret saâdetimiz ile yakından ilgilidir.

O halde bizler, Ramazan ve bay­ramlarda elde ettiğimiz bu güzel dav­ranışlarımızı gelecek Ramazâna hattâ hayâtımızın sonuna kadar devam ettir­meliyiz, bunları kendimize şiar edinme­liyiz. Böylece hem ahlâken çok yüksel­miş oluruz ve hem de Rabbımız’ın rızâ­sına ereriz.