RAMAZÂN BAYRAMI
Ramazanların ve bayramların dinimizde yeri çok büyüktür. Hiç şüphe yok ki Cenâb-ı Hakk’ın biz kullarına olan lütufları sayamayacağımız kadar çoktur. Ramazan ve bayramlar da Rabbimiz’in bize ikramlarıdır. Hattâ yerine getirmekle görevli bulunduğumuz ibâdetlerimiz, bu lûtufların en büyüklerindendir. Gerek Ramazan ve gerekse diğer ibâdetlerimiz, görünüşte bir külfet, bir zahmet gibi ise de, gerçekte onlar bizim için ilâhî bir rahmet ve ikramdan başka bir şey değildir. Çünkü biz ancak ibâdetlerimiz sâyesinde insanlık haysiyyet ve şerefine yakışmayan ve insanı küçültecek olan kötü davranışlardan uzaklaşır, umûma faydalı olacak güzel vasıflar kazanır, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına erişmek demek olan takvâ derecesine yükselebiliriz.
Dinimizin telkin ettiği esaslara bir göz atıldığı zaman yaradılışımızdaki asıl hikmetin bu olduğu kolaylıkla anlaşılır. Nitekim Zâriyât Sûresinin 54. âyetinde Cenâb-ı Hak meâlen;
"Ben insanları da cinleri de ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım” buyurmuştur. Bu sebeple bizler, Ramazanların ve bayramların biz mü’minler için ilâhî bir ikram olduğunu kabul ederiz ve bu mutlu günleri gönül uyanıklığı ile değerlendirmemiz lâzımdır. Bu mübârek vakitleri idrâk edip de onları kudsiyyete uygun bir şekilde değerlendiren insanlara ne mutlu! Böyleleri ne kadar sevinseler yeridir.
Ramazan Bayramı Peygamber Efendimiz’in hicretlerinin ikinci yılında emrolunmuştur. Kendileri Medine’ye hicret buyurdukları zaman, Medine halkının gelenek olarak kutladıkları, birtakım şenlikler tertip ettikleri iki günleri olduğunu görmüş, bunların mâhiyetini sormuştur. Onlar da bu iki günü bayram olarak kabul ettiklerini söylemeleri üzerine İslâm Dîninde iki bayram olduğunu bildirmiştir. Her iki bayramın da mü’minler için çok daha hayırlı olduğunu müjdelemiştir.
Aslında her milletin kendi inançlarına göre belirli bayram günleri vardır. Onlar kendi âdet ve geleneklerine göre bu bayramlarda sevinçlerini, neşelerini gösterirler. Birtakım şenlikler, eğlenceler tertip ederler. Geçmişte böyle olduğu gibi günümüzde de durum aynı şeklide devam etmektedir. Fakat dinimizin emrettiği bayramların diğerlerinden ayrı özellikleri vardır.
Zira dinimizdeki bayramların meydana getirdiği sürür insan rûhunun derinliklerine nüfuz eder. Ve yapıcı tesiri gelip geçici olmayıp ebediyyetlere kadar devam eder. Bunun böyle olabilmesi için de bu bayramların dîni emirlere uygun bir tarzda kutlanması gerektir. Bayramlarda yapılan ziyâret ve ikramlar İslâmî âdet ve hükümlere uygun olmalıdır. Bu ziyâretterde Allah’ın haram kıldığı şeyler ziyaretçilere ikram edilmemelidir. Çünkü bu bayramlarda biz Müslümanlar tarafından yerine getirilen görevler bir yönü ile ibâdet ve Cenâb-ı Hakk’a şükürdür. Diğer yönü ile de bir milletin fertleri arasında bulunması lâzım gelen kardeşlik duygularının, yardımlaşma ve dayanışmanın te’minatı ve canlı bir örneğidir.
Her emri en mâkûl esaslara uygun olan ve ilâhî vahye dayanan dinimizin Ramazan ve Bayram hakkındaki emir ve tavsiyeleri de çok güzeldir. Çünkü tabiî sevinç ile Allah’a ibâdeti en güzel âhenk içinde birleştirmiştir. Böylece Müslümanların bayramları da, ibâdetleri de Cenâb-ı Hakk’ın emrine uygun bir şekilde maddeten ve mânen hayırlı sonuçlar veriyor. Aynı zamanda akl-ı selîm ölçüleri içerisinde cereyan ediyor. Ve Cenâb-ı Hakk’ın yüce adını anmaktan ibaret oluyor.
İbâdet olarak dînimizin beş esasından biri olan oruç ibâdeti, Ramazan ayında mü’minler tarafından yerine getirilmiştir, Bundaki asıl gâye Cenâb-ı Hakk’ın emrine itâat etmek ve O’nun rızâsını kazanmaktır. O’nun bizlere verdiği bunca nimetlerini O’nun rızâsı uğrunda ve O’nun için kullanmaktır. Cenâb-ı Hakk’a şükretmenin gerçek mânâsı da işte budur. Kabûl etmek lâzımdır ki bir Müslüman, bu görevlerini yaparken birtakım zorluklara da katlanmış, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanmak için birçok güçlükleri yenmiş ve sonuç olarak da zafere ulaşmıştır. Oruç tutmasından başka Kur’ân-ı Kerîm okumuş, terâvih namazları kılmış, yaratılışının hikmet ve gâyesi hakkında iyiden iyiye düşünmüş, Cenâb-ı Hakk’ı zikretmiştir. Bununla beraber Ramazan ve oruç sâyesinde iradesine hâkim olma ve sabretme gücünü artırmış, şefkat ve merhamet duygularını kuvvetlendirmiş, ihtiras ve cimrilik gibi fena duygulardan sıyrılmış, fakirleri ve kimsesiz düşkünleri ve öksüzleri düşünerek, mâlî imkânları ölçüsünde onlara yardımda bulunmuş, zekât ve fıtra sadakalarını hak sâhiplerine vermiş, oruç ibâdetinin verdiği uyanıklık ile daha birçok güzel alışkanlıklar elde etmiştir.
Fakat bütün bunların üstünde Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını ve sevgisini kazanma saâdetine erişmiştir. Bir kul için bundan daha büyük bir mutluluk olabilir mi? İşte bayram, bu saâdete ermenin insan rûhunda meydana getirdiği mânevî sevincin bir tezâhürü, bu nîmetler karşısında Cenâb-ı Hakk’a şükretmenin açık bir ifadesidir. Bizleri bu mutluluğa eriştirdiği için Rabbimiz’e çok şükretmeliyiz. Bizler, bu bayramı da kudsiyyetine lâyık bir şekilde değerlendirmeliyiz. Arefe gününden itibaren varsa zekât ve fıtra sadakalarımızı yoksul, fakir kimselere vermiş olmalı, onları bir dereceye kadar ihtiyaçtan kurtarmalı, bayram sevincine onlann da iştirâk etmelerini sağlamalıyız. Yine arefe gününde mümkün ise kabirler ziyâret edilmelidir. Bu fâni âlemden ayrılmış olanlarımız için Cenâb-ı Hakk’a duâda bulunmalı, sevâbını onların rûhuna ithaf etmek üzere Kur’ân-ı Kerîm okumalı ve bunun bir vefâkârlık borcu olduğunu bilmeliyiz...
Bayram namazından sonra büyükler ziyaret edilmeli, varsa dargınlar barıştırılmalıdır, kin ve intikam gibi hisler silinmelidir. Akraba ve dostlar birbirlerini ziyaret etmeli, kendi imkânları çerçevesinde hediyeleşmelidirler. Hastalar ziyaret edilerek teselli edilmeli, kendileri için sağlık dileğinde bulunulmalıdır. Uzak memlekette bulunan yakınlarımızın da mektupla olsun bayramlarını tebrik etmeliyiz.
Hâsılı birbirlerimizi Allah için sevmeyi ve birbirlerimize dâimâ kardeşçe davranmayı şiar edinmeliyiz. Şahsımıza karşı kabahatli olanları bağışlamalıyız. Çünkü Allah affedicidir, afvı sever ve O da bizi bağışlar.
Peygamber Efendimiz bir hadislerinde meâlen şöyle buyuruyor: "Müslüman müslümânın kardeşidir, ona zulmetmez, onu tehlikeye düşürmez, Mü’min kardeşinin ihtiyâcını karşılayan kimsenin ihtiyaçlarını da Allah giderir. Bir mü’minin kabahatini örten (affeden) bir kimsenin kabahatlerini de kıyâmet gününde Cenab-ı Hak örter (affeder)".
Görülüyor ki, dînimizin bayram hakkındaki emir ve tavsiyeleri bizleri olgunluğa yükseltecek mahiyettedir. Hem dünyâ huzûrumuz ve hem de âhiret saâdetimiz ile yakından ilgilidir.
O halde bizler, Ramazan ve bayramlarda elde ettiğimiz bu güzel davranışlarımızı gelecek Ramazâna hattâ hayâtımızın sonuna kadar devam ettirmeliyiz, bunları kendimize şiar edinmeliyiz. Böylece hem ahlâken çok yükselmiş oluruz ve hem de Rabbımız’ın rızâsına ereriz.