KURTAR BAŞ
Mahir İz
Mübarek Ramazân-ı Şerîf, gaflet içinde yüzen birçok inanmış insanoğlunun yapmış olduğu kusur ve kabahatlerinden arınması için nedâmet ve tevbe ile Hakk’a yönelmesine dâvet eden Kitâb-ı Kerîm’inden ve ecrini ancak kendisinin vereceği bu Allah ayının feyz ve bereketinden Cenâb-ı Hak bütün günahkâr kullarını nasîbedâr buyursun.1
İki gün evvel bir sohbette bir dostumdan şöyle bir tekerleme işittim. Halk arasında pek şayi’ olduğunu söyledikleri bu sözü bu yaşıma kadar işitmemişim:
"Kıl beş kurtar baş."
İnsanoğlu için ne sorumsuz, ne kolay bir düsturdu, Kur’ân-ı Kerîm’de yalnız bu emir mi vardı; bunu kim söylemişti; bu hükme nasıl varılmıştı? Belki bu, büyük bir hüsnüniyetle söylenmiş bir sözdü. Bütün ef’al ve muamelâtını Allâh’ın ve Rasûlü’nün emirlerine uyarak yapan bir Müslümâna günde beş vakitte yapılması farz olan ve dînin direği mesabesinde bulunan ve şeair-i İslâmiyenîn birinci numarayı teşkil eden bu emrin ehemmiyetini belirtmek kasdıyla söylenmiş olabilir. Ancak avâm yâni halk tabakası dînin bundan İbaret olduğu kanâatine sâhîp olma tehlikesini dâimâ göz önünde bulundurmalıdır.
Acaba bu söz menşeini nereden almıştır? Kur’ân-ı Kerîm’den desek namaz kadar zekât da üzerinde ehemmiyetle durulmuş farzlardandır. Zekâtını vermeyen müslüman başını nasıl kurtarır? O zekât ki kul hakkıdır. Onu ve bütün kul haklarını bu dünyâda ödemeyenin ahirette mazhar-ı af olacağını kim temin etmiş, hangi yüzle kimden şefâat bekleyecek?
Namazı dosdoğru kılmak ne demektir? Nasıl kılınan bir namazın insanı kurtarabileceğini öğrenmek İçin yine Kur’ân-t Kerîm’e bakmak lâzım. Hakk’ın divânına vicdan huzuru ile çıkabilmek için iki vakit arasında günahtan korunması lâzım. Bu husûsu Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de, "Namazın insanı her türlü kötülükten muhafaza ettiğini..." beyan buyurmuştur2 ve her Cuma günü hutbe sonunda hatib efendi En-Nahl Sûre-i Celîlesi’nin 90. âyetiyle bize bunu hatırlatıyor.
Meâlen buyuruyor kİ: "Allah adaletle ve herkese iyilikle ve yakınlarınızı görüp gözetmekle emrettiği gibi her türlü fâhişten ve kötülükten ve Hakk’a isyandan men ediyor. Umulur ki bunları hiç hatırdan çıkarmazsınız" diye tavsiyede bulunuyor. Şimdi bütün bunlara sırt çevirip namazı kılıp Hakk’a ibâdet ettiğinizi zannetmek ne büyük gaflet olur. Hz. Mevlânâ işte bu zümreye şu beyti ile işâret eder:
(…)
(…)
Yâni, başını yere, sırtını yukarıya çeviren adam sanki Hakk’a ibâdet ettiğini zanneder. Demek ister ki, ubûdiyyetini yapamayan, ibâdete kalkarsa yalnız şekilden ibaret kalır.
Âcaba bu, beş’in kılınmasıyla başın kurtulacağı başka nerelere istinad eder. Birçok mev’ıza kitaplarımızda hadîs olarak zikredilen mevzuat vardır. Bunlar sözde hayra teşvik için söylenip halk arasında tutunması için Peygamber Efendimiz (sas)’e isnad edilmiştir. Tahkik ve tevsik edilmeden kitaplara alınmıştır. Bâzı zevat ise, "Hayra teşvik eden hayrı işlemiş gibidir" hadîs-i şerîfine dayanarak bu mevzuatı mübah ve hoş görmüşler. Şerîat Vâzı’ına (sas) velev hayra teşvik yollu olsun yapılan isnadlar, vebâli muciptir. Dîni teşviştir. Sû-i istimâle yol açması bid’at-ı seyyieyi mûciptir. Hariçten din aleyhine söz getirir. Hulâsa makbul ve meşrû bir amel değildir. Bunu hoş gören kimseler ilim ve din adına hatâya düşmüşlerdir. Bizim elbirliğiyle işimiz, dîni, sadr-ı İslâm’daki saffet-i asliyesine irca etmektir.
Şimdi yukarıdaki tekerlemenin bir vecize-i müstahsene haline gelebilmesi için iki cümlenin arasını Hakâik-i Kur’âniye ile doldurmak lâzımdır. Başı kurtarmak mümkün olsun.
Biz şu hale ifrağ eyledik. Beşi de aşağıya yazıyoruz:
"Kıl beşi, tut kardeşi, ye helâl aşı, doğru yap her işi, sorumludur her kişi, ol hayır eşi, kurtar başı".
Evet vazife ve sayısız nimetlere şükür olarak Rabb-ı Mennân’ı uyanık iken hatırdan çıkarmamak için beş vakitte kıbleye yönelmek, Vehhâb-ı Âtâyâ’yı teşbih ve zikretmek nasıl bir borç ise kul kardeşi zekât ile, sadaka ile, ihsan ile bakmak, gözetmek, kendisine duâ eylemesine, mutlaka helâlinden erzak teminine çalışmak, îmandan sonra kelimenin bütün şümûlü ile istikametle emrolunduğumuz için her işimizde doğruluğu evvel plâna almak, doğruluk dışındaki her şeye yüz çevirmek, her reşîd olan müslümânın sorumlu olduğunu, bu sorumluluğunun bulûğdan rıhlet ânına kadar her zaman mevcut olduğunu bilerek ona göre ef’âl-i mükellefini icra etmek, dâimâ hayrın yanında bulunup şerefen sakınmakla başı selamete kavuşturmak mümkün olduğunu hepimizin iyi bilmesi lâzımdır. Bâbü’s-selâm ancak îman ve âmâl-i sâliha erbabına açıktır.
(1) (… )
(2) Ankebut suresi, Ayet, 45.
HADİSLER
Abdullah Ibn-i Amr’dan rivâyet olunuyor:
Rasûl-i Ekrem Efendimiz buyurdu ki: “Kıyamet günü ORUÇ ve KUR’AN kula şefaatçi olurlar. Oruç: Yâ Rabbi, ben onu gündüzleri yemekten ve zevklerinden alıkoydum, şimdi beni ona şefâatçi kıl, der. Kur’ân: Ben onu geceleri uykusundan alıkoydum, der. Her ikisi de şefâatçi olurlar". (Bu hadîs-i şerifi, Beyhakî rivâyet etmiştir)