ORUÇ İBÂDETİ VE ŞER’Î HİKMETLERİ
Lûtfi DOĞAN
İslâm Dîni, beş esas üzerine bina edilmiştir. Bu beş esastan dördüncüsü oruç ibâdetidir. Bu esaslardan birincisi şehâdet cümlesinde hulâsa edilmiş olan tevhid’dir; Allâh-u Teâlâ’nın bir olduğuna, Hz. Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmektir1.
Başta Peygamberler olmak üzere, bütün beşerin ilk vazifesi tevhide şehâdet etmeleridir. Tevhid ise; kalbin, Allâh-u Teâlâ’nın bir olduğuna, Zât-ı Kibriyâsının ezelî ve ebedî olup bütün yaratılmışlar, O’nun İrâdesi, kudreti ve yaratması ile vücut bulduğuna, O’nun gizli ve aşikâr her şeyi bildiğine ve bilgisinden hiçbir şeyin gizli kalamayacağına yakînen inanmış olması demektir. Zâten Hak Dîn’in telkin ettiği îman esaslarında bütün Peygamberler müttefiktirler. İman konusunda birinin inandığı ve tebliğ ettiği esaslar ne ise, diğer bütün Peygamberlerin kabûl edip telkin ettikleri aynıdır.
Bunun gibi bütün Peygamberler ve onlara uyan mü’minler, Cenâb-ı Hakk’a ibâdetle mükellef ve müşerref kılınmışlardır, önceki Peygamberler ile onlara uyan mü’minlerin ibâdetlerinin asılları Kur’ân ve Sünnet’in beyanları ile bilinmektedir. Fakat onların İbâdetlerinin keyfiyetlerini bütün tafsilâtı ile bilme imkânına sahip değiliz.
Oruç ibâdeti Hz. Muhammed (S.A.S.) den önceki Peygamberler ve onlara uyanlara da farz kılınmış olduğunu yine Kur’ân-ı Kerim bizlere bildirmiştir. Orucun farz olduğunu beyan eden âyet-i kerimelerde meal olarak şöyle buyurulmuştur:
“Ey îman edenler! Sizden evvelkilere farz edildiği gibi size de sayılı günlerde oruç farz kılındı. Umulur ki bu sayede fenâlıklardan korunursunuz.”2
Görülüyor ki oruç, Hz. Muhammed’e ve O’nun ümmetine farz kılındığı gibi önce gelip geçmiş olan Peygamberlere ve onlara tabi’ olan insanlara da farz kılınmıştır. Bundaki asıl hikmet, Cenâb-ı Hakk’a kulluk görevinin yanında oruç sebebi ile insanların fenalıklardan korunmaları ve takvâya sahip olmalarıdır.
Dinî tarifinde oruç: Fecr-i sadıktan güneşin gurubuna (batmasına) kadar mükellef olan insanın, ibâdet niyeti ile yeme, içme ve orucu bozacak diğer şeylerden uzak kalmasıdır. Bu ibâdetin tam ve kâmil olması; insanın takati ölçüsünde bütün kötülüklerden sakınması ve haram olan şeylerden uzak kalması ile olur. Bunun içindir ki; “Yalan sözü ve onunla amel etmeyi terketmeyen kimsenin sâdece yemesini ve içmesini terketmesine Cenabı Hakk’ın ihtiyâcı yoktur.”3 buyurulmuştur.
Ramazan orucu, hicretin ikinci yılında farz kılınmış ve Hz. Peygamber 9 Ramazân-ı Şerif tutmuştur. Onuncu Ramazan gelmezden önce de ahiret yurduna irtihâl buyurmuşlardır.
Oruç ibâdetinin mânevi ecrinin çok büyük olduğu Rasûl-i Ekrem tarafından bildirilmiş ve kudsî bir hadiste şöyle buyurulmuştur;
“Allah-u Teâlâ buyurur ki: İnsanoğlunun bütün amel ve ibâdetleri kendisine aittir. Ancak oruç müstesnadır. Zira o benim içindir ve onun mükâfatını da ancak ben veririm.”4
Aslında bütün ibâdetler Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı ve O’nun Zât-ı Kibriyâsı için yapılır. İbâdetler arasında oruç için Cenâb-ı Hak tarafından “O benim içindir.” buyurulmasnın husûsiyle iki hikmeti vardır.
Birincisi: Oruç, insan nefsinin, zevk aldığı ve ihtiyaç duyduğu mübah olan birçok şeyleri belirli bir süre için önlemektedir.
İkincisi: Oruç, kul ile Rabbi arasında her ikisinin bileceği ve başkalarının muttali olamayacağı bir sırdır. Diğer ibâdetler ise böyle değildir. Görünürde onların birtakım edâ tarzları vardır ki, bâzı durumlarda tasannu ve gösteriş karışma ihtimâli olabilir. Fakat insan oruçlu iken birçok arzularını Rabbinin rızâsı için terketmiş olduğuna Cenâb-ı Hak’tan başka kimse muttali olamaz.
Oruç takva sahiplerini, nefs muhasebesinde ve mücâhedesinde bulunanları, kötülüklerden koruyan manevî bir kalkan, iyi insanların ve mukarribler (Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına mânevi yakınlık kazanmış olanlar) ın riyâzat düstûrudur. O, sâdece Âlemlerin Rabbi olan Allâh’ın emri ile ve O’nun nzâsı için yerine getirilir.
Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine uymak ve O’nun rızâsını kazanmak için İnsanın alıştığı ve sevdiği şeyleri terk etmesi büyük bir mazhariyettir. Bunun içindir ki, Hz. Peygamber (S.A.S.) şöyle buyurmuşlardır:
“Oruçlu için iki büyük sevinç vardır. Bunlardan birincisi orucunu tamamlayıp iftar yaptığı sırada, İkincisi ise Rabbi’nin huzuruna vanp orucunun mükâfatını gördüğünde.”4
Oruç ibâdetinde insanlar için sayılamayacak kadar çok maslahat ve faideler vardır. Akl-ı selim sahiplerinin bu faide ve hikmetleri her zaman müşahede etmesi mümkündür.
Orucun farz kılınmasındaki hikmetlerden birkaçını burada zikredeceğiz,
1 — İnsan, dış tesirlerden biraz uzak kalıp iyi düşündüğü zaman, ihtiras ve diğer behîmî arzuların kendisini kemâle götürecek yollardan uzaklaştırmakta olduğunu anlamakta güçlük çekmeyecektir. Bunları mutedil bir duruma getirmek için çâreler araştırmak zaruretini içinde duyar. Yine insan çok kere şu gerçeği iyi bilir ki, kendisinde mevcut duygu ve isteklerini akl-ı selimin ölçülerine tabi’ kılması, onun için büyük bir yükselme ve kemâl olacaktır. Fakat kendi tabiatının her zaman bu kaidelere uymayacağım da bilir. Bunun için de kendisini eğitici birtakım kaidelere uymak ve böylece hırçınlıklardan uzak kalmak ister.
Halbuki oruç, Ceııâb-ı Hakk’ın emri ve bir ibâdet olarak yerine getirilir. Bununla beraber insan rûhunu en güzel şekilde terbiye eder. Oruç, insanı yukarıda işaret edilen ve matlub olan neticeye en mâkul bir tarzda ulaştırır.
2 — Büyük bir ibâdet olan oruç. İnsanın meleklere benzemesini sağlar. İnsanda mevcut meleki vasıfları kuvvetlendirir. Onun rûhunu arındırır. Behîmî arzularım frenler, bu arzulan akl-ı selimin murakabesine tabi tutma imkânını verir. Böylece insanda güzel duygu ve düşünceler inkişaf etmeye başlar.
Oruçlu bulunan insan bir ibâdeti yerine getirmekte olduğunu dâimâ hatırda tutarak lisânına daha ziyâde hâkim olur. Kendisi ile lüzumsuz tartışmada bulunan kimselere sâdece, “Ben oruçluyum” demekle yetinir. Açlık ve susuzluk gibi külfetlere alışmış olup bir nevî perhiz yapmakla sıhhatini tanzim eder. Kendisini tâat ve ibâdete alıştırmış olur, irâdesini kuvvetlendirir, en ma’kûl ölçüde sabır ve tahammül faziletini elde eder.
Oruç insanda ahlâkî faziletlerin inkişâfını te’mîn eder. Kalblerin takvasına yardımcı olur. Zîrâ oruç, insana sözlerinde doğru, ahitlerinde vefalı, bütün işlerinde ihlâs ve samimiyet sahibi olma, emânetleri koruma, en şiddetli hâdiseler karşısında bile sebatlı, sabırlı olma ve akl-ı selime uygun ve teenni ile hareket etme alışkanlığı kazandırır. Cenâb-ı Hakk’a karşı ahitlerinde sâdık olan ve dâimâ O’nun murakabesinde bulunmak gibi yüksek bir düşünceye sahip bulunan kimsenin insanlar ile olan muamele ve münâsebetlerinde bunun aksine hareket edeceği düşünülemez.
Oruçlu bulunan bir kimse kendi alın teri ile kazandığı helâl malını Rabbi’nin emrini yerine getirmek ve O’nun rızâsını kazanmak için yemekten uzak kalmaktadır. Kendi helâl malını ihtiyâcı olmasına rağmen yemekten sakınan ve ahlâken bu kadar yükselen bir kimsenin başkalarının malını veya haram olan bir şeyi irtikâb etmesine imkân yoktur.
3 — Oruç insana nimetlerin kadrini bilme imkânını da verir. İnsan nimetlerin içinde olduğu için çok kere onların değerini düşünmez olur. Fakat oruç sebebi ile o nimetlerden mevcut olmalarına rağmen faydalanamadığı zaman kıymetlerini daha iyi takdir eder. Bu defa onları yerli yerince sarfetmede, israftan kaçınmada ve bu nimetlerin şükrünü edâ etmede ihmâl göstermez.
İnsanm azim ve irâdesini kuvvetlendiren ve onu fenâlıklardan koruyan oruç ibâdetinin cemiyet hayâtı için de çok büyük fâideleri vardır.
1 — Oruç İnsanda merhamet duygularını kuvvetlendirir. Zîrâ insan oruç sebebi ile açlık elemini bizzat tattığı zaman günleri açlıkla geçen fakirleri düşünür. Kendi imkânları ölçüsünde onların ihtiyaçlarını gidermeye çalışır. Halbuki diğer zamanlarda böyle düşünmesi o kadar kolay değildir. Yûsuf Peygamber, Mısır’da çoğu zaman aç durur ve pek az yemek yermiş. Kendisine; “Ey Allah’ın Rasûlü, işte bu kadar hazineler emrinizde niçin bol ve rahatça yemiyorsunuz, aç kalıyorsunuz?” diyenlere cevap olarak; “Korkuyorum ki tok olur isem aç kalan insanları unuturum.” buyurmuştur. Oruç sebebi ile zengin ile fakir arasında Cenâb-ı Hakk’ın emrine uyularak bir müsâvat meydana gelmiş olur. Hepsinin Cenâb-ı Hakk’a karşı kulluk görevinde müsavi oldukları bâriz olarak görülür.
2 — Oruçlu bulunan kimse bir ibâdeti yerine getirmekte olduğunu düşünerek bütün âzâlarını da yakışıksız davranışlardan alıkoyar. Kendisine sataşmak isteyenlere sâdece, “Ben oruçluyum” demekle yetinir. Böylece içtimâi hayatta fertlerin birbirine olan güveni artmış olur.
Yukarıda da işaret edildiği üzere, yardımlaşmanın yanıbaşında içtimâi tesânüd de en güzel şekilde tezahür eder. Cemiyeti huzursuz eden lüzumsuz mücâdele ve tartışmalar yerine nezâket ve akl-ı selim kaidelerine riâyet hâsıl olur. Bu güzel davranışlar itiyat hâline getirilip kuvvet bulduğunda âilede ve cemiyette huzur ve sükûn hükümrân olur. Çünkü oruçlu bir kimse yalan söz, gıybet, söz taşımak, yalan yere yemin, harama bakmak gibi davranışların orucu manen tamâmiyle ifsat edeceğini bilir. Mübah olan yeme, içme ve diğer arzularından uzak kaldığı gibi bu fenâ hareketlerden de sakınacaktır. Böylece oruç, oruçluyu fenalıklardan koruyan bir kalkan, insanların yardımına koşmasını sağlayan en güzel ve en müessir bir âmil olduğu çok açık olarak görülüyor.
Mükellef olan ferdin Cenâb-ı Hakk’a karşı yerine getirmeğe çalıştığı bir ibâdet, aynı zamanda ahlâkî nezâketin, içtimâi yardımlaşmanın, tesânüd, huzur ve sükûnun mihrakı oluyor. Böylece, “Allah size kolaylık murad eder. Sizin İçin güçlük dilemez.”5 mealindeki âyet-i kerîme çok daha açık olarak anlaşılmış olur.
Gıptalar olsun, bu ibâdeti Iâyıkıyla ve şer’î hikmetlerine uygun olarak yerine getirmeye muvaffak olan mü’minlere!..
(1) Buharî, Müslim.
(2) Bakara Suresi, Ayet: 183.
(3) Riyâzü’s-Salihîn, c: 2, s. 485.
(4) Riyâzü’s-Salihîn, c: 2, s. 485.
(5) Bakara Suresi, Ayet: 185.