Makale

İSLÂM’DA İSMET İNANCI

İSLÂM’DA İSMET İNANCI II

Yazan: Dr. İrfan ABDÜLHAMİD

Tercüme Eden: Avni İLHAN

( … ): Lügat mânası ile men’ et­mek demektir. Bu mânâda ( … ) denilince, Allah’ın kulunu cezalandıracağı bir şeyden koruması anlaşılır. ( … ) onu men’ etti ve korudu. Bir kimse Allâh’a sığınınca ( … ) denilir. ( … ) onu korudum, o da ko­rundu denilir. Kötülüklerden Allâh’ın lûtfuna sığındım mânasına ( … ) deriz.12 Kelâmcıların ıstılâhında ise; kastedilen şey onların mezhep ve ekollerine paralel olarak birbirinden farklıdır.

EŞ’ARÎLERE GÖRE:

Başlangıçta eşyânın tamâmını fâil-i muhtâra (Allah) isnad etmek tarzındaki görüşlerine uygun olarak; ( … ) Allah’ın kulunda suç yaratmamasıdır. İsmet, insanda itâat etme kudretinin yara­tılmasıdır.13 Ma’sum: Bedeninde veya nef­sinde kötülüklere yönelmekten koruyacak bir hususiyet bulunan kimsedir, gibi gö­rüşleri de vardır. Bunların iddiasına göre ismetin sebepleri dörttür:

a) Nefsinde veya bedeninde sapkınlıklardan koruyacak bir melekeyi ge­rektiren husûsiyet olması,

b) Onda, kötülüklerin noksanlık; tâatın da çok iyi işlerden olduğuna dâir ilim husule gelmesi,

c) Bu bilgilerin Allah tarafından de­vamlı vahy ve açıklamalarla te’kîd edil­mesi,

d) Ondan her ne vakit evlâ olanı terk veya unutmak gibi herhangi bir iş sudur etse, o meselede kendi haline bırakılmayıp azarlanılması ve uyarılması. Bu sûretle ona bu işi yapmak çok zor gelir.

Kendisinde bu dört sebep bulunan kimse mutlaka kötülüklerden korunmuş olur; çünkü iffet melekesi nefsin özünde meydana gelir ve buna, tâatte saâdet, kö­tülüklerde de bedbahtlık bulunduğuna dâir tam bir bilgi katılırsa, artık bu bilgi onun nefsânî melekelerinin gerektirdiği hususlarda yardımcısı olur. Vahy de bu­nun tamamlayıcısıdır. Nihayet az bir şey­de bile sorguya çekilme korkusu günah­lardan kaçınmayı destekler. Bunların bir araya gelmesiyle de ismet gerçekleşir.14

Mu’tezile ve İmâmiyeye göre ise: İs­met, Allah’ın ma’sûma ilâhî bir lûtfudur. Bu lütuf sâyesinde fiillerinde kötülükten bir vahy sebebi ile değil de kendi ihtiyârı ile korunur. Günâha gitmez.15

İSMET; SINIRLARI, ŞÜMÛLÜ

VE ŞEKİLLERİ:

İslâm’da kelâmcılar ismetin şekli, şü­mulünün sınırları ve zamânı hakkında ih­tilâf etmişlerdir: İsmet, nübüvvetle birlik­te mi başlar; yoksa bi’setten önceki zamâna da şâmil midir? Sâdece büyük gü­nahları işlemekten korunmuş olmak mıdır; yoksa küçükler de buna dâhil midir? Pey­gamberlerin, bilerek ve isteyerek yaptık­larına mı; yoksa unutarak ve yanılarak yaptıklarına da şâmil midir? Çeşitli şekil­leri hakkında da ihtilâf ettiler: İsmet, sâdece "inanç"a mı münhasırdır; yoksa "fiiller’’de, "tebliğ"de ve "fetvâ"da cârî mi­dir?

İNANÇDA İSMET:

İnançta ismet konusunda Mu’tezile; "Peygamberlerin, bi’setlerinden önce ve sonra da bilerek veya yanılarak küfür veya isyan etmekten münezzeh olduğu" hususunda görüş birliği içindedirler. De­lil olarak şu sözlerini ileri sürerler; "Da­ha önce halk arasında hafifmeşrebliği, utanmazlığı ve kötülüğü ile tanınan bir kimsenin ıslâh-ı nefs ettikten sonra, iyili­ği emredip, kötülükten men etmesinin in­sanlar üzerinde gerekli te’sîri icra edeme­diğini; ancak, bu te’sîri eskidenberi doğ­ruluğu ve iyiliği ile tanınan bir kimsenin yapabildiğini gorüyoruz"16.

Hâricîlerin bir kısmı; "Allâh’ın risâletten önce kâfir olan kimselerden de pey­gamber göndermesinin câiz olduğunu"17 söylerler. Bu goruş Eş’arîlerden İbn Fûrek’e de nisbet edilmiştir; fakat o, bu câiz oluş keyfiyetinin vuku’ bulmadığını da ifade eder. Haşeviye ise, Muhammed (A.S )’in bi’setten önce kâfir olduğunu iddia etmişler, "Seni şaşırmış bulup, yola eriştirmedi mi?"18 mealindeki âyeti de gö­rüşlerine delil göstermişlerdir. Kelâmcı Borgus der ki: Nebî (as), Allah kendi­sini peygamber olarak göndermezden ev­vel mü’min değildi; çünkü Allâhü Teâlâ Hazretleri meâlen; "Halbuki vahyden ev­vel kitap nedir, îman nedir, sen bilmezdin"19 buyurmaktadır.20 Eş’arîlerin hepsi, "Peygamberlerin vahyden önce de, sonra da küfürden korunmuş oldukları görüşün­dedirler"21. Bi’setinden önce kâfir olan herhangi bir peygamberi Allâhü Teâlâ’nın göndermesinin câiz olduğu yolundaki gö­rüşü İbn-i Ebi’l-Hadîd Eş’arîlere nisbet et­mektedir. Ona göre, Eş’arîler, bu câiz oluş keyfiyetinin fiilen vuku’ bulduğunu da söylemişlerdir22.

FİİLLERDE İSMET:

Mu’tezile, asıl olarak peygamberler­den büyük günahların vuku’ bulmasını câiz görmezler. Küçük günahlardan yüz kı­zartıcı ve küçük düşürücü olanlar da câiz değildir. Küçük düşürücü olmayanların vuku’unu câiz görürler. Şu meselelerde ise aralarında ihtilâf vardır: Bir kısmı kü­çük düşürücü olmayan kötülükleri Hz. Peygamber’in bilerek işlemesini câiz gö­rür. Bu, Ebû Hâşim’in görüşüdür. O der ki: Hz. Peygamber böyle bir şeyi ancak kor­karak işleyebilir. Allâhu Teâlâ’ya karşı cür’etli hareket etmez. Bir kısmı da bile­rek küçük günah işlemeyi peygamber için câiz görmez. Bu görüşte olanlar derler ki: Peygamberler günahları günah olduğunu bile bile işlemezler. Belki te’vil yoluyla veya işin içine şüphe karışması suretlerin­de olur. Bu da Ebû Alî el-Cübbâî’nin gö­rüşüdür. Nazzam ve Ca’fer b. Mübeşşir’den hikâye edildiğine göre: Peygamber­lerin günahtan ancak, yanılmak ve unut­mak süretiyle olur; ümmetleri hatâ ve unutma ile yaptıkları günahlardan sorgu­ya çekilmeyecekleri halde onlar muâhaze olunacaklardır; çünkü onların bilgileri da­ha kuvvetlidir, delilleri daha çoktur. On­ları korumak için hazırlanan imkânlar, başkalarına hazırlanmamıştır. O halde on­ların günahları daha büyük olur.23

Ehl-i Sünnet’in görüşü, anahatlarıyla yukardakine yakındır. Kurtubî onlar hak­kında şöyle der: "Mâlik, Ebû Hanîfe ve Şâfiî’nin taraftarlarına göre, peygamber­ler büyük günahların tamâmından korun­muş oldukları gibi küçük günahların da hepsinden korunmuşlardır; çünkü biz on­ların fiil ve eserlerine bir karîne bile ara­madan mutlak bir şekilde tabi’ olmakla emrolunduk. Eğer peygamberlerin küçük günahları işlemesini câiz görürsek, onla­ra uymak mümkün olmaz.24

Eş’arîlerin çoğunluğu ise: Nebîler ve resûller, kasten yapacakları büyük günah­ları işlemekten korunmuşlardır, derler. Ya­nılarak veya yanıltılarak veya unutarak işlemeleri hususu peygamberlikleri zamânında caizdir. Daha önce ise, onların bü­yük günah işlemesi câizdir; çünkü onlar­dan böyle bir şeyin sâdır olmayacağına dâir delîl yoktur. Fakat, kasten veya ya­nılarak, onlardan küçük günahların sâdır olması peygamberlikleri zamanlarında da, daha önce de câizdir.25

Haşevîler, peygamberlikleri zamânında da kasten büyük günah işleyebilmele­rini câîz görürler. Bu sebeple peygamber­lere, zinâ, livâta ve daha başka birçok büyük günah nisbet ederler. Yalnız bunu âlenî değil de gizli olmak şartıyla câiz görürler. Bir kısmı da, nasıl olursa olsun câizdir, der.26

TEBLİĞDE İSMET:

Kelâmcıfarın ilk önem verdikleri, mü­nakaşa edip aklen zarûrî olduğunu isbat ettikleri, ismet inancının bu yönüdür. Pey­gamberliği inkâr eden ve onun imkânsız olduğunu, gâyesinin kalmadığını söyle­yenlerle yaptıkları münakaşalar boyunca, bunu inanılması vâcip i’tikâdî bir rükün hâlinde ortaya koymuşlardır. Açık bir ger­çektir ki, nübüvvet ve risâletin zarûretîni söylemek, peygamberin kendisine vahyedileni ve şer’î bir hususu tebliğde hatâ­dan, tebdil ve tahrifden korunmuş olma­sının gerektiğini de ifâde eder. Yoksa tenâkuza düşeriz. Bir taraftan peygamberli­ğin zarureti görüşünü isbat ediyor, diğer taraftan da buna peygamberin Rabbinden tebliğ edeceği hususlarda yalan söyleye­bilmesinin câiz olduğunu ilâve ediyoruz. Bunun için "peygamberliğin zaruretini söyleyenler" edâ ve tebliğe taallûk eden bütün hatâlardan peygamberlerin korun­muş olmalarını vâcip görürler. Onlar için yalan söylemeyi, tebdil ve tağyiri gizle­meyi; açıklamayı ihtiyaç vaktinden sonra­ya bırakmayı, Cenâb-ı Hak’dan alacakları hususta hatâ etmeyi, yanılmayı, tebliğ et­tiklerinin bir bilmece hâlinde olmasını câiz görmezler; çünkü bütün bunlar peygam­berlerin doğrulukları husûsundaki mu’cizeleri ile tenâkuz hâlindedir27.

Haşeviye ile Kerrâmiyeden bir grup peygamberlerin fiillerinde hatâ yapmala­rını câiz gördükleri gibi sözlerinde de ha­tâyı câiz görürler; Rasûlullah (S.A.S.), teb­liği sırasında söylediği, "Şu putlar ulu put­lardır, şüphesiz onların şefâafları umulabilir" sözünde hatâ etmiştir, derler.28

FETVA VERME VE KAZÂÎ

DURUMLARDA İSMET:

İsmetin bu yönünün açıklanması ve anlaşılması müsteşriklerden bir kısmının düştüğü şüphenin çoğunu ortadan kaldı­racak, meseleyi açıklığa kavuşturacaktır; çünkü bu müsteşrikler, Hz. Peygamber’in ismet sıfatının, O’nun kendisi hakkındaki; bâzan hatâ eden, bâzan isâbet eden bir insan olduğu yolundaki ifadeleri ile te­nâkuz hâlinde bulunduğu kanâatindedirler.

Bu hususta Hz. Peygamber’den sâdır olan hükümleri iki nev’iye ayırmak zarûrîdir:

1) O’ndan bütün insanlar gibi bir insan olmak bakımından sâdır olanlar. Çe­şitli işler hakkında hüküm verisi gibi ki, bu hususta ictihad eder, bu ictihâdında bâzan isâbet eder, bâzan da yanılır. Bu meselede fakîhlerin, usülcülerin ve kelamcıların çoğu Peygamber’in hatâ etmesini câiz görmüşlerdir. Yalnız Hz. Peygamber bu gibi meselelerde, kendisinden sâdır olanın şer’an hükmünün vâcip olmadığını, bunun ancak şahsî bir görüşü olup böylece hükmettiğini açıklar. Pek çok haller vardır ki, Hz. Peygamber o meselelerde şahsi görüşünü açıkladı; fakat doğruya isâbet edemedi. Bedir esirleri ve hurma­ların aşılanması hakkındaki sözleri gibi.

2) Resûl olma sıfatıyla Allah’dan tebliğ ciheti ile, O’ndan sâdır olan hü­küm veya takrir. Kitabın mücmelini açık­lamak veya umûmî olanı tahsis etmek veyâhut da mutlak bir lâfzı kayıtlamak, ibâdetlerden veya helâl ve haramdan, inanç ve ahlâktan herhangi bir işi açıklamak. Bu nevî, umûmî teşri’ olup bu hususta Resûl’ün her ne suretle olursa ol­sun hatâ etmesi câiz değildir.29

_______________________________________

(12) İbn-i Manzur: Lisânu’l-Arab, Asame mad.; Râgıb el-lsfahânî: el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, s. 340.
(13) Et-Tahânevî: Keşfü Istilâhati’l-Fünûn, c. 2, s. 1047.
(14) Er-Râzî: Muhassalu Arau’l-Mütekaddimîn ve’l-Müteahhirîn, s. 157; aynı müellif Mefâtihü’l-Ğayb, c. 3, s. 308.
(15) El-Kadî, Abdü’l-Cebbar: el-Muğnî fi Ebvâbi’l-Adl ve’t-Tevhîd, s. 13-15; el-Müfid; en-Nüketü’l-İ’tikâdiyye, s. 28.
(16) İbn-i Ebi’l-Hadid: Şerh-u Nehcü’l-Belâğa, c. 7, s. 9; el-Meclisî: Bihâru’l- Envâr, c. 11, s. 89.
(17) Er-Râzî: Muhassal, s. 160; İbn Ebi’l- Hadîd: Aynı eser.
(18) Ed-Duhâ: 7.
(19) Eş-Şuarâ: 52.
(20) İbn Ebi’l-Hadîd: Aynı eser; et-Teftazanî, Şerhu’l-Akâidi’n-Nesefiyye, s. 270.
(21) Et-Teftazanî: Aynı eser.
(22) İbn-i Ebi’l-Hadîd: Aynı eser.
(23) İbn-i Ebi’l-Hadîd: Aynı eser; el-Meclisî: Bihâru’l-Envâr, c. 11, s. 19.
(24) El-Kurtubî: el-Câmi’ lî Ahkâmi’l- Kur’ân, c. 1, s, 293.
(25) El-Pezdevî: Usûlü’d-Dîn, s. 167; et-Teftazânî: Aynı eser, s. 171; Ebû Azbe: er-Ravzatü’l-Behiyye fima beyne’l-Eşaireti ve’l-Mâtüridiye, s. 58.
(26) İbn-i Hazm: el-Fisal, c. 4, s. 202; er-Râzî: Muhassal, s. 160.
(27) El-Hullî: Keşfü’l-Murâd, s. 217; Ibn Ebi’l-Hadîd: Aynı eser, c. 11, s. 12.
(28) İbn-i Hazm; el-Fisâl, c. 4, s. 202; İbn-i Ebi’l-Hadîd: Aynı eser.
(29) El-Amilî: el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm, c.4, s. 223; Şeltût: et-İslâm Akîdetün ve Şerîatün, s. 512.