Makale

TARİHTEN GÖNÜMÜZE İSTANBUL, FETİH VE FATİH

TARİHTEN GÖNÜMÜZE İSTANBUL, FETİH VE FATİH

Ramazan ÖZALPDEMİR

İstanbul, muhteşem tarihî zenginlikleri, sahip olduğu tabiî güzellikleri ve Asya ile Avrupa’nın kesiştiği noktada bir dünya kentidir. Coğrafî konumu, Karadenizi Marmara Denizi’ne bağlayan Boğazın stratejik önemi dola- yasıyla da dünya üzerinde ayrı bir öneme haizdir. Fatih Sultan Mehmed Han tarafından 1453’te fethedilmesiyle o güne kadar devam eden tarihî kimliği yeni bir boyut ve anlam kazanmış; köklü medeniyetimizin benzerlerine az rastlanan görkemli eserleriyle şehir yepyeni bir görüntüye kavuşmuştur.
Kuruluş tarihi çok eskilere kadar uzanan (M.O. 658) İstanbul fethedilmesiyle beraber “Sultan Şehir”, “Beldet-üt-Tayyi- be”, “ Dergah-1 Selatin”, “Derseâdet”, “Âsitâne”, “Dâr-ül Hilafe”, “Dâr-üs- Seâde”, “Pay-ı Taht-ı Saltanat”, “Aziz İstanbul” gibi isimlerle anılmış, bunların biri ya da bir kaçının aynı dönemlerde kullanıldığı da olmuştur. (1)

İLK KUŞATMA HAREKETLERİ
Roma İmparatorluğu’nun M.S. 324’te, Batı Roma ve Doğu Roma (Bizans) olarak ikiye bölünmesinin ardından İstanbul Bizans’ın başkenti işlevini üstlendi. Şehir tarihi boyunca dünya coğrafyasındaki önemine binaen defalarca savaşlara ve kuşatmalara sahne oldu. Ünlü Türk hükümdarı Atilla, M.S. 447’de İstanbul’u kuşattı. Atilla, Bizans’la yaptığı antlaşmayla bu devleti yıllık vergiye bağladı. M.S. 616’da ise Avar Türkleri İstanbul önlerine kadar gelerek şehri kuşattılar. Aynı tarihte Sasanîler de Ka- dıköy-Üsküdar’da kuşatmaya katıldılar. Yapılan savaşın ardından Bizans, ağır şartlarda antlaşma imzalamak zorunda kaldı. (2)
Peygamber Efendimizin (s.a.s) İstanbul’un fethedileceğini müjdeleyen sözleri Müslümanların burayı fethetme yönündeki duygularını coşturmuş; ilây-ı kelimetullah için defalarca sefer düzenlemelerine vesile teşkil etmişti. Allah Rasülü İstanbul’un fethine dair hadislerinde şöyle buyurmuşlardı: “İstanbul elbette fetholunacaktır. O’nu fetheden emir ne iyi hükümdardır, onun ordusu ne mutlu ordudur.” (3)
Hz. Osman (r.a.)’ın halifeliği döneminde Suriye valisi olan Hz. Muaviye (r.a.), Bizans üzerine ilk deniz seferini düzenledi. Düşman donanmasını Finike’de 655’de yenerek, İstanbul önlerine kadar ilerledi. İslam ordusunun içinde Peygamberimizin seçkin sahabisi, evine misafir olmakla şereflendirdiği Halid bin Zeyd Ebû Eyyubî Ensârî (r.a.) de bulunmaktaydı. Bu büyük zat ilerlemiş yaşına aldırmaksızın sefere katılmış, fetih müjdesini kendi adına yaşamak istemişti. Vefatından az önce sefer arkadaşlarından şu ricada bulundu: “Şayet burada vefat edersem, cenazemi hemen kaldırmayın. Ordunun gidebileceği en son noktaya kadar götürün. Ve beni oraya defnedin.” (4) İslam askerleri onun cesedini götürebildikleri yere kadar götürdüler. Ve cenazeyi defnettiler. Daha sonra İstanbul’un fethiyle Eyyubî Ensârî’nin kabri, Fatih’in Hocası Akşemseddin tarafından tes- bit edildiği belirtilir ve bugün kabri, kendi adıyla bilinen Eyüp’te bulunmaktadır. 673-80 yıllarında Hz. Muaviye İstanbul’u ikinci kez kuşattıysa da kesin bir sonuç elde edemeden çekildi.
Emeviler devrinde halife Süleyman zamanında İslam ordusunun başında Mesleme olduğu halde şehir yine kuşatıldı. Ancak gene sonuç alınamadı. 781’de bu kez Harun Reşid Bizans üzerine sefer düzenledi. Yıllık vergiye bağlayarak çekildi.
İstanbul’un fethi konusu Selçuklular döneminde de önemini korudu. Ancak, Anadolu ve İslam dünyası üzerine kanlı haçlı seferlerinin başlaması fethi üç asır geciktirmiş oldu. Bu dönemde Türklük dünyası kendini savunmaya çekmiş oldu. Osmanlılar döneminde ilk ciddi kuşatma harekatı Yıldırım Ba- yezid döneminde oldu. Anadolu Hisarını yaptırarak İstanbul’u almayı hedefleyen Yıl 1402’de Timurla Ankara Savaşı’nı yapmak durumunda kalışı ve talihsiz yenilgisi Osmanlı devletine dağılma tehlikesi yaşattığı gibi, İstanbul’un fethini de yarım asır gerilere götürmüş oldu.
FATİH ve fetih
30 Mart 1431’de dünyaya gelen Fatih Sultan Mehmed, II. Murat j Han’ın oğludur. Eğitim ve öğretimine büyük önem verilen Fatih, devrin en seçkin alimlerinden olan Akşemseddin’den ilim öğrendi. Henüz on iki yaşında iken devlet idaresini iyi kavraması için Manisa Valiliğine gönderildi. Kısa zaman sonra babası tarafından devletin başına getirildi. Bunu fırsat bilen Hristiyanlık alemi yeni bir haçlı ordusu teşkil edip Osmanlı topraklarına girmesi üzerine Fatih, babasına yazdığı mektupla yeniden devletin başına geçmesini talep etti. Yeniden devletin başına geçen Murad Han, düşmanı Varna’da mağlup ederek Osmanlının gücünü bir kez daha göstermiş oldu. 1451’de babasının vefatı üzerine ikinci defa padişah olan Fatih, çağının teknolojik imkanlarım kullanarak yeni toplar döktürdü ve güçlü bir donanma hazırladı. Matematik-balistik ilminde bir deha olduğu söylenen Fatih, planlarını kendinin çizdiği havanlar döktürdü. Aııaüulu Hisarnıa kaışılık Rumeli Hisarı nı yaptırarak Boğaza giriş çıkışları kontrol altına aldı. Bizans donanması kendini Haliç’te tutarak güvende hissettiği sırada, Fatih karadan donanmasını Halic’e indirmeyi başardı. Böyle bir hadise aklın sınırlarını zorlayan bir gelişmeydi. Ve beklenmeyen bir durumdu. Alınması gereken her tedbiri alan Fatih, İstanbul için "Ya ben onu alacak, ya o beni" demişti. Takvimler 29 Mayıs 1453 Salı gününü gösterdiğinde Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul’a girerek asırlar süren Bizans egemenliğine son verdi. Böylece dalgalar halinde Müslümanları asırlarca buraya sevk eden Peygamber müjdesi bu büyük devlet adamına nasip oldu. Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’in hadisindeki müjdeye konu olmak ne büyük şereftir! Elbette bu, çok kimseye nasip olmayan bir lütfü ilahidir. Daha küçük yaştan itibaren devrinin alimleri önünde diz çöküp terbiyeden geçen, gönlü cihangirlik ve fetih aşkıyla tutuşan büyük komutan Fatih, üzerine düşeni en güzel şekilde yerine getirdi. Fethi mübinden sonra da çeşitli ülkelere seferler düzenleyen Fatih, 1481’de kırk dokuz yaşında ebedî âleme göç etti. Çağ açıp-kapayan bu büyük komutan-hakan için bir Hristiyan tarihçi “Sonunda o kahraman Türk, 74 imparator tarafından savunulan İstanbul’u aldı. Fatih şan ve şeref bakımından İskenderi ve Roma’yı geçmiş oldu” itirafında bulunur. Georgis isimli biri ise “İkinci Mehmed şüphesiz Kirostan, İskender’den ve Sezar’dan bü- yüktür.”derken, Bizans Tarihçisi Prens Dukas da “Böyle bir harikayı kim gördü, kim işitti. II. Mehmed, karayı denize tahvil etti ve gemileri dalgalar yerine dağların tepesinden geçirdi” diyerek Fatih hakkındaki düşüncelerini ifade eder. (5)

FATİH SONRASI
İSTANBUL

Bizans’ın Fatih Sultan Mehmet Han tarafından tarih sahnesinden silinmesinin ardından
İstanbul en ihtişamlı günlerini yaşadı. Semalarında Yüce Yaratıcı’mn davetinin ilan edildiği yerler olan minareleriyle, mimarlık şaheseri kubbeleriyle benzeri ender görülen bir güzelliğe büründü. İstanbul, içi iman ve İslam aşkıyla dolu; sanat, estetik ve zerafet ruhlu insanlar sayesinde tam beş asır medeniyet ve kültürümüzün merkezi haline geldi. Uzun yıllar eğitimde, bilimde ve sanatta cazibe merkezi oldu. Burada öyle büyük eserler meydana getirildi ki, kimisi mimariye getirdiği yenilikle, kimisi sanatsal estetiğiyle görenleri büyüledi adeta. Mimarlık tarihine adı altın harflerle geçen Mimar Sinan sanatının zirve noktasına burada ulaştı. Her biri ayrı bir şaheser olan camiler, saraylar, medreseler, çeşmeler, kasırlar ve köşkler tarihî eserler olmaları yönüyle büyük öneme sahiptirler. Bugün ülkemize gelen milyonlarca yabancı, buradaki tarihi zenginliklerimizi görüp yakından incelediğinde bunları meydana getiren medeniyetimizin temsilcilerine hayranlıklarını ifade etmeden geçemiyorlar. Bunlardan en çok ziyaretçi çekenler arasında Sultan Ahmet Camii, Sü- leymaniye Camii, Fatih Camii ve Külliyesi, Eyüp Sultan Camii ve Külliyesi, Mihrimah Sultan Camii ve Külliyesi, Çinili Camii ve Külliyesi, Şehzâde Paşa Camii ve Külliyesi, Beyazıt Camii ve Külliyesini görmekteyiz. Ayrıca Ayasofya, Top- kayı Sarayı, Yıldız ve Beylerbeyi sarayları, Dolma- bahçe Sarayı ve daha burada ismini veremediğimiz pek çok saray ve köşkler insanların, ziyaret amacıyla akınına uğramaktadır. Bu kadar çok tarihi mirasın sahibi bizler acaba bunlara ne ölçüde sahip çıkabiliyoruz? Her bir yabancının gördüğünde hayranlığını gizleyemediği bu değerli eserlere gerekli alakayı gösterebiliyor muyuz? Tarihi İstanbul şehir dokusu acaba ne kadar muhafaza edilebiliyor? Bu eserleri bizlere emanet edenlerin torunları olan bizler yukarıdaki sorulara ikna edici karşılıklar bulmakla yükümlü olduğumuzun bilincinde olmak durumundayız. Ne yazık ki bugün, tarihteki o güzel İstanbul’umuz çeşitli sebeblerle etrafı uygunsuz yapılarla kuşatılmış olmanın bir sonucu olarak eski görüntüsüne uygun bir durum arzetmiyor. Tarihi mirasımıza gerektiği ölçüde sahip çıkmayı, onları bizlere emanet bırakanlara bir vefa borcu olarak görmeliyiz.

KAYNAKLAR:
1- Yeni Rehber Ans., 1st. 1993, C.10, İstanbul Maddesi.
2- Meydan Larousse Ans., C.6., İstanbul Maddesi ve Yeni Türk Ans., Ötiiken Yay., C.4., İstanbul’un Fethi Maddesi.
3- Hutbeler DİB Yay., 1975, s.287.
4- Yeni Rehber Ans., C.10, İstanbul’un Fethi Maddesi.
5- A.g. Ans., C.10, İstanbul Maddesi.