Makale

Kötü Alışkanlıkların Sosyo-Ekonomik Nedenleri

Kötü Alışkanlıkların
Sosyo-Ekonomik Nedenleri

Prof. Dr. Mehmet Aydın
Ş.Ü. İlahiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi

Tarih boyunca her toplum, kendini koruyabilmek için be-değerler sistemini, toplumunun yapısı açısından zorunlu kabul etmiştir. Bu değerler sistemi, bir anda değil, uzun bir süreç içinde benimsenmiş ve toplum onu korumak ve yaşatmak için de bu değerleri kurumsallaştırmıştır. Bu değerler bazan peygamberlerin getirdiği mesajlar etrafında oluşmuş, bazan da toplumun vicdanı tarafından genel kabul görmüş kurallardan meydana gelmiştir, fakat her iki halde de toplum için kurumsallaşmış bu değerler, hayatiyet ifâde eden kuralların işlediği müesseseler olmuştur.
İşte her toplumun sosyal yapısı dediğimiz olay, bu kurumlar arasındaki ahenkli işleyişin ve cemiyetteki sosyal grupların statü ve rollerini iyi yerine getirmiş olmalarının ortaya koyduğu ahenkli yaşama biçimidir. Her cemiyetin temel direkleri olan bu kurumları, belli başlı beş ana maddede toplayabiliriz. Bunlar, aile, din, eğitim, ekonomi ve siyaset kurumlarıdır. Toplum, bu temel kurumlarla ayakta kalır, ileriye gider veya dejenere olarak geriler. Her cemiyetin görevi, kendi kültürel bazında geliştirdiği bu temel kurumlara iyi sahip olması ve onlara işlerlik kazandırması gerekmektedir. Cemiyetlerin sağlam temellere oturması ve istikrarlı olması bu kurumların iyi işlemesine bağlıdır. Yine cemiyetin çökmesi ve dejenere olması da bu kurumların görevlerini yapamamasına yakından bağlıdır.
Ülkemiz açısından konuya baktığımız zaman, değişim rüzgarlarının hızla estiği ülkemizde bu sosyal kurumlara hızla sahip çıkmamız, onları kendi kültürel değerler sistemi içinde geliştirmemiz gerektirdiği ihtiyacı, acilen kendini göstermektedir.
Şimdi bu beş temel sosyal kurumun ülkemiz açısından, istikrarlı veya kötü alışkanlıklarla nasıl ilişkili olabileceğini tahlil etmeye çalışalım. Burada, her cemiyetin, bu beş temel dayanak üzerinde durabileceğini, bu dayanaklardan birinin veya hepsinin işlemez hale geldiği veya sakatlandığı zaman cemiyetin hasta olacağı tezimizi unutmamak gerekir. Özellikle bu beş kurumu cemiyetin üzerinde gittiği bir araba tekerleği şeklinde düşünürsek, tekerleğin merkez noktasında ailenin bulunduğunu söyleyebiliriz.
Aile, cemiyetin en küçük sosyal ünitesidir. Kadın ve erkeğin serbest iradesiyle bir ömür boyu birlikte olmak üzere kurdukları bir sosyal kurumdur. Nesillerin yetiştiği, ilk eğitimlerini aldığı önemli bir mekan olan aile, cemiyetin istikrarlı olmasında çok önemli bir rol üstlenmiştir. Bir toplumun aile kurumu ne kadar sağlıklı olursa, o cemiyet o nis-bette istikrarlı ve sağlam olur. Aile düzeni bozulan toplumlar, istikrarlı toplumlar olmaz. Sosyal çalkantılar aile düzeni bozulan toplumların yakasını bırakmaz. Aile, hem huzur yeridir, hem de nesillerin yetiştiği bir ortamdır, insanlığın üremesinin temel kaidesi olan aile, topyekün tabiatta olduğu gibi, bir erkekle, bir dişiden oluşmakta ve insanın psikolojik ve biyolojik rahatlaması için gerekli olan eş’le birlikte olma olayı, Allah tarafından şöyle izah edilmektedir. "Sizi bir tek nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden, Allah’tır"(1). Ayet-i kerimede "Gönlünün huzura kavuşacağı eş" tabiri kullanılmaktadır. Buradaki eş, sadece ailedeki eşdir. insan bu rahatı ve huzuru aile dışındaki başka beraberliklerde bulamaz, insan’ın yalnızlığı, sadece aile hayatı kurulunca gidebilmektedir. Ailede "gönül dostluğu" oluşmaktadır. Başka hiçbir dostluğun veremediği sıcaklığı aile verebilmektedir.
Ancak aile sorumluluk yuvasıdır. Orada eşlerin birbirine karşı sorumlulukları vardır. Önce eşler kendilerine düşen sorumlulukları yerine getirmeleri gerekir. Yetiştirecekleri çocuklara karşı da sorumlulukları büyüktür. İşte toplumun bütün düzeni, bu so-rumllukların bilinçlenmesine bağlıdır, iyi bir anne veya baba herşeyden önce ailesine karşı sorumludur. Onların birinci görevi ailesini mutlu yapmaya çalışmalarıdır. Aile fertleri, bu mutluluk ortamında büyümeli-dir. Bu ortamda anne, evinin, çocuklarının ve eşinin kadınıdır. Aileyi korumak, onlarla ilgilenmek, onlara karşı annelik ve eşlik görevini yapmak bir annenin en önemli vazifesidir. Baba da ailesinin mutluluğu için hayatını geçirmelidir. Kazancını çoluk ve çocuğuna harcamalıdır. Eşine, çocuklarına sevgi, saygı ve güven duygusu aşılamalıdır. Onların problemleriyle meşgul olmalıdır. Anneler kızlarıyla, babalar da erkek çocuklarıyla samimi ilişkiler içine girebilmeli ve onların duygularını ve problemlerini anlamaya çalışmalıdır. Aradaki mesafeyi iyi kontrol etmeli, resmiyet boyutu içinde çocuklarını kendilerinden uzaklaştırmamalıdır.
İşte böyle sevgi ve saygının olduğu bir yerde yeterince sevgi ve ilgi ile yetiştirilen çocuklar iyişahsiyet sahibi, iyi bir vatandaş olarak yetişme imkanını bulmuş olur. Bu ortamdan uzak, aile ocakları hertürlü zararlı alışkanlıkların, intiharların ve cinayetlerin merkezi haline gelmektedir. Hergün eve sarhoş gelen baba veya anne, çocuklarına hangi ahlâki değerleri aşılayabilir? Sabahlara kadar kumar oynayan aileler, çocuklarına hangi sevgiyi verebilir? Allah korkusu tanımayan, hak ve hukuku bilmeyen, kul hakkı, devlet hakkı ve yetim hakkı bilmeyen ailelerde nasıl dürüst çocuk yetişebilir?
Kısaca burada belirtmek gerekirse, aile yeterince manevi değerler, ahlâk kuralları ile beslenmezse o, aileden iyi insan çıkmaz ve o aile, topluma fesat üreten bir aile olur. Bugün uyuşturucu, alkol, zina, hırsızlık, dolandırıcılık ve cinayet olaylarının gerisinde hep bu "iyi aile örneği" olmayan aileler bulunmaktadır. Cemiyetin başına bela ve musibet olan her türlü zararlı alışkanlıkların ilk önlenme yeri ailedir. Aile olmalıdır. Aile, ne kadar dindar ne kadar ahlâklı, ne kadar dürüst, ne kadar Allah’tan korkarsa, cemiyette, kötülüklerden o nisbette uzak kalmış olur. Geçimsiz, boşanmış, ayrı yaşayan ailelerde çocuklar, başıboş kaldığı için, zararlı madde kullanma ve suç işleme oranı, yapılan araştırmalarda daima yüksek çıkmaktadır.
Netice olarak, toplumun temel kurumu olan ailenin sağlam olması, görevini yerine getirmesi, toplumda saygınlığını koruması sonucu, toplum istikrarlı, düzenli insanların çoğaldığı bir yer haline gelmektedir. Aksi olduğu zaman cemiyet, bozulmakta, toplumsal dengeler değişmekte ve sosyal güven ortamı toplumdan kaybolmaktadır. Özellikle toplumu, zararlı maddelere karşı korumanın ana nedeni, aileye verilen önemle sıkıla bağlılık arzetmektedir. Sevgi, saygı, doğruluk, iyi niyet ve barışçı, toleranslı bir ortamda yetişen çocuklar, cemiyette daha rahat yaşamakta, topluma uyum sağılıyabilmektedir. Aksine, kin, hırs, öfke, açgözlü ve doyumsuz bir aile ortamında yetişen çocuklar, zararlı alışkanlıklara kolayca eğilim gösterebilmektedirler.
İşte bütün bunlardan dolayı İslâmiyet aileye çok önem vermiştir. İslâm’da aile geçici bir ortaklık veya beraberlik değil, bir ömür boyu, birlikte olmak için yapılan bir sözleşmedir. İslâm’da aile, erkek-kadın işbirliğine dayanmaktadır. İslâm, aile gibi toplumun en temel kurumlarından birini, en sağlam manevi temellere oturtarak toplumun geleceğini teminat altına almıştır.
Toplumdaki düzenin sağlanması bakımından önemli olan ikinci temel kurum dindir. Din, insanların önce ruhi yönlerini belirli kalıplara göre şekillendirir. Sonrada bu şekiller, aksiyon ve şahsiyet halinde dışa yansır. Dinlerdeki temel mesajlar aslında, insan şahsiyetini yoğuran esaslardır. Allah korkusu, dini pratikler, yardımlaşma, ahirette-ki hesap gibi dini kavramlar, önce ferdin iç dünyasını, sonra da dış dünyasını düzene koyan esaslardır. Özellikle bizim toplumumuza şekil veren İslâm dini, mesajlarını ferdî plandan çok cemiyet planına doğru yöneltmiş bir dindir. Bunun da hedefi, sosyal dengeyi sağlamaktır. Sanayi toplumlarının meydana getirdiği sosyal tabakalaşmada hedef, orta tabakanın genişletilmesidir. Batı toplumlarında hedeflenen bu olmuştur. İslâm dini de koyduğu sosyal yardımlaşma kuralları ile ve hatta ibadet şekli ile orta tabakanın genişlemesini hedef almıştır. Orta tabaka, geçimini temin eden, orta halli bir yaşama düzeyine ulaşmış insan topluluklarıdır. Böyle toplumlarda sosyal denge bozulmaz. Sosyal yapıda çatlaklıklar görülmez. Fakat, fakirlerden oluşan alt tabakanın çoğalması, dengeleri bozar. Sınıf çatışmasını körükler, ahlakî sefaletin artmasını sağlar, islâm dini "Fakirliğin az kalsın kafirlik"(2) olacağını bildirmiştir. Bu, karnı aç olan insanın dini vecibelerini de yerine getiremeyeceği ve isyan edeceği anlamına gelmektedir.
İşte din kurumunun cemiyette fonksiyonel olmaması halinde bu denge bozulacaktır. İnsanlar aç kurtlar haline gelecek, kuvvetli zayıfı ezecek ve hak daima kuvvetlinin olacaktır. Böyle bir toplumda sadece kötülükler çoğalacak, insanlar, yarınlarından emin olmayacak, bedbaht insanların çoğaldığı, kötülüklerin yaygınlaştığı bir toplum ortaya çıkacaktır. Böyle bir toplumda, yalan, cinayet, haksızlık, hırsızlık, dolandırıcılık artacak, insanlar içki, kumar ve uyuşturucu alışkanlıklarının kucağına düşecektir.
Bugün dünyanın her yerinde, zararlı maddelere müptelâ olanların, dinle hiçbir ilgileri olmadığı görülmektedir. Manevi değerler sistemi ile vicdanları eğitilmemiş insanların daima kötülüklerle iç içe yaşadıkları görülmektedir. Özellikle bütün ilâhi dinler, yani, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet, zinayı, kumarı, içkiyi yasak etmektedir. Bugün AİDS’le rekor kıran Batı ülkeleri, aslında bu belaya dinlerinden uzaklaştıkları, aile kurumuna sırt çevirdikleri için düşmüşlerdir. Bir zamanlar, Amerika Devlet Başkanı Reagen, seçim kampanyasında, okullara Kitap-ı Mukaddes dersleri koyalım, AİDS ve uyuşturucu ile mücadelede harcadığımız milyarları, tasarruf edeceğiz diyordu.(3)
Bizde ailede, okulda çocuklarımıza ciddi şekilde Kur’an-ı Kerimin kötülüklerle ilgili mesajlarını şuurlu olarak öğretirsek, kötü ve zararlı maddelerle mücadelede çok önemli yollar katederiz. Zararlı madde alışkanlığına kendini kaptıran aile çocuklarının yeterince din terbiyesi almamış, aile terbiyesinden uzak kalmış ya sahipsiz veya şımarık zengin çocukları olduğu görülmektedir. Kur’an-ı Kerim, zararlı alışkanlıklar konusunda şöyle buyurmaktadır. "Ey inananlar, içki, kumar, dikilen putlar ve fal okları hepsi şeytanın işi olan birer pisliktir onun için, bunlardan sakının. Böylece kurtulmuş olursunuz Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah’ı anmaktan alıkoymak ve namaz kılmaktan vazgeçirmek ister. Artık siz bunlardan sakınmazmısınız!"(4)
Dikkat edilirse Kur’an-ı Ke-rim’in bahsettiği bütün bu kötü sonuçlar, içki, kumar ve zina ile meşgul olanlarda, aynen görülmektedir.
Cemiyeti ayakta tutan, sosyal dengeyi bilinçli şekilde sağlayan, toplum fertlerini özellikle gençliği her türlü zararlı akımlara veya zararlı maddelere karşı koruyan üçüncü sosyal kurum eğitimdir. Eğitim bir yönü ile aileyi diğer yönü ile de dini içine almaktadır. Eğitim sayesinde gençlere toplumun kültürel kodları verilmektedir. Tarih, millet, din, kültür, vatan, dil birliğinin oluşturduğu kültürel tarih, ancak eğitimle gençlere aktarılmakta, gençler geleceğe hazırlanmakta ve kendi milletinin özüne uygun şahsiyet yapıları ile yetişmektedirler.
Toplumun geçmişten aldığı kültürel birikimle, geleceğe doğru emin adımlarla gidebilmesinde eğitimin çok önemli rolü vardır. Bir milletin gençlerine eğitim sayesinde maddi ve manevi değerler öğretilir ve milletin milli hedeflen aşılanabilir. Eğitim ilkokuldan, üniversite sonuna kadar okulda verilmektedir. Bunun için okul, bir yandan öğretim kurumu, diğer yandan da eğitim kurumu olmak görevini yerine getirmektedir. Bir toplumda eğitim, sağlam temellere oturtulmuş, eğitimciler iyi yetişmiş, öğrenciler geçmişle-gelecek arasındaki bağlantıyı okulda İyi elde etmişlerse, o toplum istikrarlı, dengeli ve ileriye dönük bir toplumdur. Böyle toplumlarda gençler kolay kolay sapma göstermezler, korktuğumuz sosyal âfetlere kendilerini kaptırmazlar.
Ancak eğitim müesseseleri hedeflerinden saptırılır, Devletin resmi ideolojisi gençlere yeterince öğretilemez, okul kültürel emperyalizm propagandalarının yapıldığı bir mekan haline gelirse, o ülkede tehlike çanları çalıyor demektir. Böyle bir ülkede gençlik değerler sisteminden kopar, Durkheim’in tabiriyle anomi ortamına girer ve sonuçta da intiharlar, sapmalar kendini gösterir.
Toplum açısından önem taşıyan diğer bir sosyal kurum da ekonomidir. Ekonominin iyi işlememesi, paranın alım gücünün düşmesi, işsizliğin sürekli artması, toplumdaki ekonomik dengelerin bozulması, toplumun istikrarını bozar ve toplumdaki dengeleri alt üst eder. Ekonomi, toplumdaki üretim, değişim, alım ve satım gücü ile ilişkili tüm faaliyetleri içine almaktadır. Toplumdaki sosyal tesanütün sağlanmasında ekonomininde çok büyük payı vardır. Özellikle çağımızda ekonomi her alanda kendini iyice hissettirmektedir. Bir toplumda ekonomik istikrarsızlık kendini gösterdiği zaman, toplumun diğer kurumları da bundan feci şekilde etkilenmekte, toplumsal ahlâk bozulmakta ve kurumlar arasındaki denge felce uğramaktadır.
Ekonomik bozulmanın hakim olduğu bir ülkede ilk dikkat çeken şey ahlâki dejenerasyondur. Böyle bir ülkede aile çözülmeleri başlar, dini yozlaşmalar kendini gösterir, eğitim hedefinden sapar, toplum tam bir kargaşa içine girer. Hırsızlık, zina, uyuşturucu, içki, gasp ve darp gibi hadiseler günlük hayatın normal olayları haline gelebilir. Böyle bir ülkede istikrarı korumak kurumlar arasındaki görevselliği devam ettirmek kolay olmaz.
Bu konuya ülkemiz açısından yaklaşmak, bizi ciddi problemlerle karşı karşıya getirecektir. Önce, bizim toplumumuz bir islâm toplumudur. Her nekadar siyasi yelpazede lâik bir düzen
içinde yaşıyorsak da, ferdi vicdanda dini kültürün, milli değerler sisteminin tesiri altında bulunmaktayız. Bizim kültürel atmosferimizdeki sosyal ortam, Batıda hakim olan bencil ve acımasız ekonomik toplumlar olamaz. Bizim toplumsal yapımız "Dayanışmalı Toplum Yapısıdır. Böyle bir ekonomik yapının hakim olduğu toplum da fakir oldukça az seviyeye iner. Zalim, acımasız insan kabalıkları yerine, merhametli, yoksula el uzatan, yeri geldiği zaman kendisi aç kalıp, diğer muhtaçları doyuran insanların toplumu olması lazım, bizim toplumumuz. Bizim kültürümüzün bize özgü ortaya koyduğu toplum işte böyle bir toplumdur.
Böyle bir toplumda hiçbir sapık düşünce barınmaz. Dayanışmalı toplumda sosyal kontrol fazla olur. Bu da aşırılıklara, sapıklıklara ve topluma zarar verecek maddelerin yayılmasına imkan vermez. Böyle bir toplumda zararlı maddelere alışma ortamı oluşmaz. Bir yandan devlet, öbür yandan devletten çok vatandaş sosyal yaraları tedavi edeceğinden, umutsuzluklara, intiharlara, fu-huşa, alkole giden yollar kapanır.
Ülkemiz açısından sosyal felaketlere götüren yolları kapamak istiyorsak, ferdi vicdandan başlayarak toplumu, vicdanen merhametli, hassas fedakâr insanlardan oluşan insan kalabalığı haline getirmemiz gerekecektir. Şüphesiz bunun da yolu aileden, dinden, eğitimden ve ekonomik dayanışmadan geçecektir. O zaman zararlı maddelere karşı da ayrı bir mücadele sahnesi açmamız ihtiyacı kalmayacaktır.
Sosyal dengelerin bozulmasında siyaset kurumunun da payı büyük olmaktadır. Siyaset, bir milletin kendi kendini yönetmek üzere oluşturduğu, benimsediği ve kurumsallaştırdığı kaideler bütününden meydana gelmektedir. Ülkelerin, düzenli, istikrarlı, saygın olmalarında, takip ettikleri siyasetin çok önemli rolü olmaktadır. Politik hayattaki istikrar, ülkenin sahip olduğu diğer kurumlara derhal yansır. Önce ekonomide istikrar ve ahenkli işleyiş kendini gösterir, sonra bu sıra ile ailede, eğitimde, dinde görülmeye başlar.
Bir ülkede uygulanan siyaset, o milletin sahip olduğu değerler sistemi ile çatışırsa, halkın o siyasete ve siyasetçilere güveni kalmaz. Halk, verdiği vergilerin, yaptığı fedekârlıkların, tepede çarçur edildiğini rüşvet ve suistimallerle heder edildiğini görürse; "Temiz Toplum" feryadı ile siyasetçilerin kredisini düşürür. Şüphesiz bu durumun, sosyal yankıları da küçümsenemez. Önce halk, hükümete ve hatta devletine küser, kırılır. Bu kırılma güvensizliği, işsizliği ve sosyal bunalımları meydana getirir, yatırımlar durur. Gelecek korkusunu kamçılar ve halk, felaketleri unutmak için kendini içkiye, fu-huşa ve uyuşturucuya verir. Ahlâki çöküş her geçen gün artar, kısaca toplum felakete doğru gider.
Buraya kadar yaptığımız açıklamalardan çıkan sonuca göre, bir ülkede sosyal kurumlar ne kadar görevsel olurlarsa, o ülkede o nisbetle istikrar ve huzur artar. Zararlı cereyanlar ve zararlı madde alışkanlıkları artış göstermez. Özellikle toplumu ayakta tutan bu beş kurumun sağlam şekilde işlemesi toplumdaki sapmaların önlenmesinde çok önemli rol oynamaktadır.
Zararlı ve uyuşturucu maddeler alanın da ülkemizde görülen artışı suni yollarla teşhis etmeye çalışmak yanlıştır. Bu maddelerin artışını önce ailedeki çöküşe, sonra da sırasıyla din, eğitim, ekonomi ve siyasetteki çökmelere bağlamak, bilimsel bir teşhis olacaktır. Bu kurumlar bilinçli şekilde görevlerini yapabildiği ölçüde, ülkemizde bu zararlı maddeleri, alışkanlıkları frenleyebiliriz. Aksi takdirde hangi tedbiri alırsak alalım bunların önüne geçemeyiz.
----------------------

(1) el-A’raf :189
(2) Keşfu’l-Hafa, 11/109
(3) Le Monde, 1 février, 1984, p,3
(4) el-Maide, 90-91