Makale

HIRİSTİYANLIĞA KARŞI YAZILMIŞ TÜRKÇE REDDİYELER

HIRİSTİYANLIĞA KARŞI YAZILMIŞ TÜRKÇE REDDİYELER

OSMANLI DEVLETİ’NİN BU EN NAZİK DEVRİNDE FIRSATI GANİMET BİLEN MİSYONER VE HAÇLI RUHUNUN ŞÖVALYELERİNE, YİNE EN BÜYÜK DERSİ MÜSLÜMAN-TÜRK ÂLİMLERİ VERMİŞLER, MÜSLÜMAN TÜRK’Ü VE İSLÂMİYETİ ONLARIN İĞVALARINDAN KURTARARAK: HEM DİNİ HEM DE MİLLÎ GÖREVLERİNİ YERİNE GETİRMİŞLERDİR.

Doç. Dr. Mehmet AYDIN
A.Ü. ilahiyat Fakültesi
Dinler Tarihi Öğretim Üyesi

İslâm-Hıristiyan polemik tarihi içinde “Hıristiyanlığa Karşı Yazılmış Türkçe Reddiyeler” de çok önemli bir yer işgal eder. Hıristiyanlığa Karşı Türkçe Reddiyeler’in de yazıl­masında Arapça reddiyelerin yazıl­masına sebep olan etkenlerin hâkim olduğunu görüyoruz. Osmanlı Devle­ti’nin, gayrimüslim unsurlara tanıdığı dinî müsamaha ortamında bir kısım Hıristiyanlar, dinî tartışma imkânı bulmuşlar ve bu nedenle dinlerini üstün görerek, İslâmiyet’i tenkit etmişlerdir.

Yine Osmanlı Devleti’nin gerile­me devirlerinde ve imparatorluğun parçalanmasına yüz tuttuğu IXIX. Yüzyılda, beynelmilel misyonerlik teşkilâtlarının desteğinde İslâmiyet’e karşı hücuma geçmişler, siyasi otori­te zaafına uğramış, imparatorluğun mekânı olan İstanbul ve Anadolu’da Müslüman halkı, inanç ve ibadet sa­hasında da yozlaştırmaya yönelmişler, hiç değilse bu dejenereye yeltenenleri desteklemişlerdir. Böylece, başta İmparatorluk merkezi İstanbul olmak üzere, bütün Türkiye gerek sözlü ve gerekse yazılı Hıristiyanlaş­tırma propagandasının en kesif mekânı olmaya başlamıştır.

Osmanlı Devleti’nin bu en nazik devrinde fırsatı ganimet bilen mis­yoner ve haçlı ruhunun şövalyelerine, yine en büyük dersi Müslüman-Türk âlimleri vermişler, Müslüman Türk’ü ve İslâmiyet’i onların iğvalarından kurtararak hem dinî hem de millî görevlerini yerine getirmişlerdir.

İşte misyoner ve Haçlı ruhuna karşı kaleme alınan bu eserler “Hı­ristiyanlığa karşı yazılmış Türkçe Reddiyeler”i meydana getirmiştir. Yine burada belirtmekte yarar var­dır ki, Anti Hıristiyan Türkçe po­lemiklerin bir kısmı da Hıristiyan mühtedileri tarafından kaleme alın­mıştır. Böylece, İslâmiyet’e giren Hıristiyan mühtediler, kendi dinlerinin gayri makul esaslarını, onun tutar­sız yönlerini dile getirmişler, İslâmi­yet’e giriş nedenlerini izah etmişler, yeni girdikleri İslâm’ın, üstünlüğünü göstermişlerdir.

Bu ortamda meydana gelen tüm yanlı edebiyat, Anti-Hıristiyan Türk­çe polemikleri oluşturmuştur. Ne var ki, böylece kaleme alınan birçok bro­şürlerin ve risalelerin araştırma ko­numuzu ilgilendirecek kadar ilmî ni­teliklere sahip olmadığını gördük. Bunun için, hissî ve avâmî bir üs­lûpla yazılan reddiyeleri tahlilimize dâhil etmedik.

Anti-Hıristiyan Türkçe polemik­ler arasında özellikle şu eserler zik­re değer:

1 — RİSALE-İ İSLAMİYYE : [Muhtedi İbrahim Efendi (Mü­teferrika) (1160/1747)]:

Muhtedi İbrahim Müteferrika tarafından kaleme alınan Risâle-i İslâmiyye(1) bir istinsahtan bize kadar yazma olarak intikal etmiştir. Esasında "Risâle-i İslâmiyye” tam bir reddiye sayılmaz, mühtedi olan İbrahim Müteferrika, Kur’an-ı Kerim ışığında, Hıristiyanlık hakkında ver­diği bilgileri, mevcut İncillerin bil­gileriyle de destekler. Eser bu haliy­le, kısa bir Hıristiyan ilâhiyat ta­rihini andırır. (2)

Risâle-i İslâmiyye’nin, araştırma konumuzla ilgili yönü, tahrif konu­suna eğilmiş olmasıdır. İbrahim Müteferrika’nın Risâle-i İslâmiyye ile gerçekleştirmek istediği hedef, Hz. Muhammed’in risâletinin geçmiş ilâhî kitaplarda haber verildiği konusunu ispatlamaktır. İbrahim Müteferrika bu ispatı yapabilmek için, İnciller­de tebşiratı haber veren yerlerin çıkarıldığını, dolayısıyla İncillerde tah­rifin vuku bulduğunu belirtir (3). Bu tahrife rağmen, yine de İncillerde tebşiratın izlerini gören İbrahim Mü­teferrika, tebşiratla ilgili yerleri ön­ce Arap harfleriyle Yunanca yazmış, sonra da Türkçe olarak tercümesi­ni vermiştir (4).

İbrahim Müteferrika, bu ana problemden sonra Hıristiyan fırka­larına da yer vererek, Kristolojik izahlara girmiştir(5).

Netice olarak diyebiliriz ki, İbra­him Müteferrika’nın “Risâle-i İslâmiyye” ile hedefi, tebşirat konusunu ispattır. Diğer konulara teması, bu ana problemin ispatına yardımcı ol­ması içindir,

2 - İZÂHU’L- MERAM F’İ- KEŞFİZ-ZALAM:

[Hacı Abdi Bey (Petrici) öl. 1304/1886)]

Hacı Abdi Bey de “İzâhu’l-Merâm Fi Keşfi’z-Zalâm” adlı(6) eseri­ni, Hıristiyanlık propagandalarına karşı Müslümanları uyarmak için yazmıştır. Bu eser, 1871’de İstanbul’­da tab’ edilmiştir. Bu eserinde hedefi, mevcut Hıristiyanlığın hakikatini ortaya koymak, Hıristiyanlık dininin dayandığı prensipleri eleştirmek­tir. (7)

Hacı Abdi Bey, bu hedef için­de, mevcut İncillerin, Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilen İncil olmadığı esa­sını ortaya koyar. Bunu ispatlamak için de İnciller hakkında tarihî bil­gilere başvurur. (8)

Türkçe polemikler içinde yer alan “İzâhu’l-Merâm” da Kur’ân-ı Kerîm’in Hıristiyanlara yönelttiği ithamları vuzuha kavuşturmak ve Hıristiyan inançlarının batıllığını ortaya koy­mak gayesi içinde polemik konularla girer. Hacı Abdi Bey, İslâm ilâhiyatının Hıristiyanlığa yönelttiği te­mel problem olan “Mesih’in Çarmıha Gerilmediği’’ konusunu ele alır ve meseleyi mevcut İncillerin Hz. İsâ’ya gelen İncil olmadığı, onların ancak tarih ve siyer nev’inden kitaplar ol­duğu teziyle, uydurma olduğunu be­lirtir. (9)

İslâm’ın vahiy anlayışının etkisi altında mevcut İncilleri eleştiren Abdi Bey, onların tevatür özelliği taşımadığını, dolayısıyla İlâhî Kitap olma vasfına sahip olmadıklarını ve böylece bu kitapların verdiği bilgi­lerin gerçeklikten uzak olduğunu açıklar. (10) Yine tahrif konusunun ispatında, geçmiş polemik yazarları gibi, Abdi Bey de, İnciller arasındaki tezat ve ihtilâflardan yararlanır. (11)

Polemik problemlerden “Hz. Pey­gamber’in Risaletinin Haberi” konu­sunu da ele alan Abdi Bey, İncillerde­ki PARAKLİTOS kelimesinin tartış­masına girer.(12) Aynı şekilde Hıristi­yan teolojisinin en önemli problemi olan “Teslis Doktrini”nin Hıristiyan­lığa sonradan girdiğini ve böylece asliyetteki Tevhit inancının bozuldu­ğunu belirtir.(13)

Türkçe bir reddiye olan “İzâhu’l-Merâm El Keşfi’z-Zalâm”, İslâm-Hıristiyan tartışmasının ana prob­lemlerini eleştirmekle, Hıristiyan Kredosun ve Teslis’in unsurlarını çeşitli yönlerden ele almakla dikkati çeker.(14) Böylece, polemiğin tüm problemlerini içinde toplayan “İzâ­hu’l-Merâm”, İslâm-Hıristiyan pole­mik tarihinin Türkçe ürünleri ara­sından kendine mahsus özel bir yer işgal eder.

Yine aynı yazarın Hıristiyanlık konusunda “Risâletü’s-Samsamiyye” ve “Burhanu’l-Hüdâ Fî Reddi Kavli’n-Nasârâ” isimli eserlerinin de olduğunu kaynaklar zikreder, fakat bu eser­leri inceleme imkânı bulamadık. Sa­dece “Burhânu’l-Hüdâ”nın Mısır Hidiv Kütüphanesinde bir nüshasının olduğu söylenir. (15)

3 — ŞEMSU’L-HAKİKA :

[Harputlu İshak Hoca (öl. 1310/1892)]

İshak Efendi de “Şemsu’l-Hakika”yı,(16) o yıllarda ülkemizde kol gezen Hıristiyan misyonerlerine karşı kaleme almıştır. Hıristiyan misyoner­lerinin çeşitli suallerine cevap mahi­yetinde kaleme alınan “Şemsu’l-Hakika” çeşitli polemik konulan ele alır. Şemsu’l-Hakika’ nın da üzerinde durduğu ilk polemik problem, şüphesiz, tahrif konusudur. Tahrif hâdisesini Ahd-i Atik ve Ahd-i Cedid kitapları üzerinde ispata yönelen İshak Efen­di de İslâm’ın vahiy anlayışının tesiri altında konuya eğilir. Fakat tarihî bilgiler için tahrifin vuku bulmasının imkânını da gösterir. (17) Bunu ya­parken o da, İncillerdeki tezatlardan hareket eder.(18)

Yine İshak Efendi, Dört İncil’de­ki Çarmıh kokusundaki rivayetleri inceleyerek İncillerin, İsa’nın Çarmı­hı hakkındaki bilgilerinin kat’î ol­madığını gösterir. Böylece İsâ’nın Çarmıhının kabul edilmeyeceğini be­lirtir.(19) Daha sonra İncillerdeki İsâ’nın ulûhiyetini ifade eden pasaj­ların eleştirisine giren İshak Efendi, on esas madde halinde İsâ’nın ulûhi­yetini reddeder. (20) Ayrıca Kristolojik cereyanlar üzerinde eleştirisini sürdüren İshak Efendi, Melkit, Yakubî, Nesturî doktrinlerinin, İsa’nın tabiatı konusundaki görüşlerinin ba­tıllığını ortaya kor.(21)

Tebşirat konusunu da ihmal et­meyen İshak Efendi, “Ahmed” keli­mesinin İbranice “Faraklit” olduğu tezinden hareketle, İncillerde Hz. Muhammed’in geleceğinin haber verildi­ğini ispat etmeye yönelir. (22)

Nihayet polemiğinin sonunda, Hıristiyanlara yönelik 72 suali sı­ralar. Bu suallerden hepsi olmasa da bilhassa 22’si çok önemlidir. İshak Efendi, bu suallerle Hıristiyan Kitab-ı Mukaddesi halikındaki derin bil­gisini göstermiştir. (23)

4 — ZİYA’U’L-KULÜB:

Harputlu İshak Efendi’nin ikinci eseri, “Ziya’u’l-Kulûb” (24) adını ta­şımaktadır. Bu eserini de özellikle Protestan misyonerlerine karşı ka­leme almıştır. Eserin yazılmasında İslâm devletinin himayesinde yaşayan vatandaşların inançlarını tahkir maksadının olmadığı özellikle belirtmiştir.(25)

Bu eserinde hedefi, Protestan misyonerlerinin davet ettiği Hıristi­yanlığın ilmî şekilde eleştirilmesidir. Bu amaçla, İshak Efendi, Şemsu’l- Hakîka’da olduğu gibi, Hıristiyan Kitab-ı Mukaddes’inin tarihi üzerinde durmuş, onların Hz. İsâ ile müna­sebetini araştırmış, bu konuda, Hıris­tiyan ilâhiyatçılarının görüşlerini naklederek mevcut İncillerin Hz. İsâ’ya inen İncil olmadığını göstermeye çalışmıştır, (26)

İshak Efendi, “Ziyau’l-Kulûb” adlı eserindeki tartışma konularını daha ziyade Hintli yazar Rahmetullah (öl. 1888) Efendi’nin “İzhâru’l- Hakk”(27) isimli eserinin tesirinde kalarak işlemiştir. Bilhassa tahrif ko­nusunda kullandığı deliller “İzhâru’l-Hakk” gibi çeşitli yönlerden ele al­mıştır. Bilhassa modern Batı reddi­yelerinin üzerinde dikkatle durdu­ğu; Hz. İsâ’nın nesebi konusundaki İnciller arası ihtilâfa eğilen İshak Efendi, konuyu objektif olarak ortaya koymasını bilmiştir.(28)

“Ziyâ’u’l-Kulûb” adlı eserinde “Teslis doktrini”ni İncil metinleriyle eleştiren İshak Efendi, bu konuda 10’dan fazla nakil sunmuştur.(29) Ayrı­ca Hıristiyan Teslisinin tarihi ve kay­nağı üzerinde durarak, İncil’deki Eb-İbn kelimelerinin mecazî anlamda kullanılmaları gerektiğini kitabî delillerle ortaya koymuştur. (30)

5 — NÜRU’L-HÜDA Lİ MEN İHTEDÂ:

[Sırrı Paşa (öl. I313/1895)|

Sırrı Paşa da “Nâru’l-Hüdâ”(31) adlı eserini Hıristiyan misyonerleri­ne karşı kaleme almıştır. Eserinde, misyonerlerin yıkıcı faaliyetlerinin karşısında, Müslümanların da Hıris­tiyanlığı öğrenip, Hıristiyanların batıl görüşlerini iptal etmelerinin lü­zumu üzerinde bilhassa durmuştur.

Hıristiyanlığı muhtelif yönlerden eleştirebilmek için, önce, Hıristiyan­lık tarihi üzerinde duran Sırrı Paşa, Havariler ve İnciller hakkında ge­niş bilgi vermiş ve mevcut İncillerin Hz. İsâ’ya nâzil olan İncil olmadığı konusunu özellikle belirtmiştir. (32)

Sırrı Paşa, Hıristiyanlık tarihi hakkında verdiği bilgileri, genellik­le “Kilise Tarihleri”ne dayandırmış ve böylece görüşlerini Hıristiyan bil­ginlerinin görüşleri ile teyit etmiştir.(33)

‘‘Nûru’l-Hüdâ Li Men Îstehdâ” isimli polemiğinde Sırrı Paşa, Hıris­tiyan ilahiyatının temel problemi olan Tesli üzerinde fikir yürütmüş, İsâ-Allâh ilişkisinin muhtelif yönlerden bâtıl olduğunu çeşitli muhakeme şe­killeriyle ispatlamaya yönelmiş­tir.(34) Kristolojik izahlara da giren Sırrı Paşa bu konuda Hıristiyan teolojisinin ortaya koyduğu izah tarz­larının da geçersizliğini belirtmiş­tir.(35) Polemiğinin esas temelini bu nokta üzerine atmaya çalışan Sır­rı Paşa, Hıristiyanların İsa-Allah ittihadı hakkındaki Sıfatullah’la yap­tığı izahları da geçersiz görür.(36) Yine aynı ana tez etrafında, Hz. İsa’nın kulluğu üzerinde duran Sırrı Paşa, Hz. İsâ’nın sadece bir kul oldu­ğunu, onun geçirdiği insânî merhale­lerin, onun kulluğunu ortaya koydu­ğunu ve İsa’nın sadece sonradan ol­ma bir varlık bulunduğunu beyan eder.(37)

Netice olarak “Nûru’l-Hüdâ” adlı polemiğinde Sırrı Paşa, daha çok Teslis’in, İsâ-Allah uknumu üzerinde durmuş ve bu konularda teolo­jik açıdan izahlara girmiştir. Böy­lece Sırrı Paşa’nın polemiğinde İncil rivayetlerine ve diğer polemik konu­larına fazla yer verilmediği görülür.

6 — BEYANU’L-HAKK:

[Ahmed Kemal]

Ahmed Kemal tarafından küçük bir risale şeklinde kaleme alman “Beyânu’l-Hakk” (38) da yazar Hıris­tiyan teolojisinin ana problemi olan Teslis konusunu ve “İbnullah” lâfzını, Tebşirât-ı Muhammediyye meselesini ele almıştır. Risalede, Teslis konusu önce mantıki izahlarla tenkit edil­miş, daha sonra kitabi nakillerle ya­pılan mantıkî açıklamalar teyit edil­miştir. (39)

Hıristiyan Kitab-ı Mukaddesi’nin kullandığı “İbnullah” lâfzının aslî de­ğil, mecâzî olduğuna dikkati çeken Ahmed Kemal, bu konuda birçok İncil nakillerini delil olarak göster­miştir. (40)

Netice, İslâm-Hıristiyan tartış­masının ana polemik konusu olan Tebşirât meselesine eğilen yazar, daha önceki reddiyelerin kullandığı malzemeleri kullanarak polemiğini belirtir. (41)

7 — MÜDAFAA (42)

[Ahmed Mithat Efendi (öl. 1329/ 1911]

XIX. asırda Türkiye’de misyo­nerlerin yoğun faaliyetlerine karşı en ciddi çalışmayı Ahmet Mithat Efendi göstermiştir. Bizzat kendisi bu meseleyi şöyle dile getirir: “İslâ­mî faziletleri hakkıyla takdir eylemiş olan iman ehlinin herhalde misyoner­ler tarafından yapılan neşriyata nefretle bakacakları âşikâr ise de, misyonerlerin İslâm üzerine üstünlüğünü iddia eyledikleri Hıristiyanlığın mahi­yetinin neden ibaret olduğunu gö­recek olsalar, bu erbâb-ı imânın ken­di kendilerine olan muhabbetleri bir kat daha artacağına şüphe yoktur. Şayet dinî faziletlerini hakkıyla öğre­nememiş olanlar bulunup da misyo­nerlerin neşriyatlarına kapılmak tehlikelerine yaklaşırlarsa, bunların da Hıristiyanlığın Mahiyetini bilmeden kendi fezâil-i diniyelerini de öğren­meğe vesile olacağından herhalde on­ları da ifşâ da lüzum vardır. (42)

Hıristiyan misyonerlerinin aman­sız ve insafsız mücadeleleri karşı­sında Hıristiyanlığa yönelik çalışma­sının bir taarruz değil, bilakis taar­ruz edenler onlar olduğu için bir mü­dafaa olacağını belirten(44) Mithat Efendi, Hıristiyanlığa karşı taarruz etmek niyetinde olmadığını belir­tir. (45) Bu eserde amacının en mute­ber Hıristiyan kaynaklarına göre Hı­ristiyanlığı incelemek ve onun ma­hiyetini hak ölçüleri içinde ortaya koymak olduğunu belirten Mithat Efendi, bu konuda terbiye ve hak­perestliğe halel getiremeyeceğini ifa­de eder.(46)

Mithat Efendi bu eserinde önce Hıristiyanlığın tarihi üzerinde dur­muş, Hıristiyanlığın zuhuru ânında Yahudilerin durumu ve Yahudilere hâkim olan mezheplerin genel fikriyatını dile getirmiştir. Hz. İsa’dan sonra, Hıristiyanlığın neşriyle görevli Havâriler hakkında da çok geniş tarihî bilgi sunan Mithat Efendi, Havârîler hakkında İncillerde verilen bilgilerde tezatların olduğuna dikkati çekmiştir. (47)

Hıristiyanlığın yayılmasında rol oynayan Pavlus hakkında da tarihî bilgiler sunan Mithat Efendi, Pavlus’un Hıristiyanlığa sonradan birçok şeyler ilâve ettiğini belirtmiştir.(48) Yine Müdafaa adlı eserinde, İncillerin yazılma tarihleri üzerinde durmuş, İncillerin I. asrın sonu ile II. asrın içinde yazıldıklarını gös­termiştir. (49)

Netice olarak, Mithat Efendi, Müdafaa’da Hıristiyanlığın genel ta­rihini sunmuş, bu genel tarih içinde Hıristiyanlığın aldığı şekli dile ge­tirmiştir. (50)

8 — MÜDAFAAYA MUKABE­LE VE MÜDAFAA :(51)

(Ahmet Mithat Efendi):

Mithat Efendi bu ikinci eserin­de de “Mösyö David" in Mudafaa’ya karşı yönelttiği bazı ithamları cevap­landırmış ve "Müdafaa” da ele aldı­ğı konuları daha da genişletmiştir.

9 — BEŞÂÎR-İ SIDK-I NÜ­BÜVVET-İ MUHAMMEDİYYE :(52)

[Ahmet Mithat Efendi]

Mithat Efendi’nin Hıristiyanlık konusunda kaleme aldığı üçüncü ese­ri, “Beşâir-i Sıdk-ı Nübüvvet-i Muhammediyye” adlı eseridir. Mithat Efendi, bu eseriyle İslâm-Hıristiyan polemik tarihinin en hararetlisi olan Tebşirat konusuna girmiştir. O da kendinden önceki polemik yazarları gibi, Hz. Muhammed’in risaletinin ispatına, önce, Tevrat’taki metinlerin tetkikiyle işe girişmiştir. Daha sonra da İncil’in, konuyla ilgili malzemeleri­ni nakletmiştir.(53)

“Beşâir-i Sıdk-ı Nübüvvet-i Muhammediyye”nin aynı paralelde ya­zılan eserlerden ayrıldığı önemli nokta, Hz. Peygamber’in risâletini sade­ce Tevrat ve İncil’de değil, putperestler nezdinde de ispata koyulması­dır. (54)

Netice olarak Ahmet Mithat Efendi, yazdığı 3 polemikte de çok tutarlı bilgiler sunmuştur. Verdiği bilgilerle, Hıristiyan tarihi hakkındaki çok geniş vukufiyetini ispat etmiş, Hıristiyan teolojisinin ana problemle­rine girmeden, Hıristiyan Kitab-ı Mukaddesinin vahiy özelliği taşıyamayacağını ifade etmeye çalışmış­tır.(55)

10 —İNCİL VE SÂLİB :(56)

[Abdu’l-Ahad Davud (?-?)](57)

Bir mühtedi olan Abdu’l-Ahad Davud, İslâm-Hıristiyan tartışması­nın ana problemlerine eğilmekle dik­kati çekmiştir. Bu ana problemleri bilhassa “Mukaddime” bölümünde sergileyen yazar, İslâm-Hıristiyan münakaşasının dayandığı temellerin tarihî olaylar olmayıp bilâkis dinî olaylar olduğunu vurgulamıştır.

"İncil ve Salib" adlı polemiğin en dikkat çekici yönü, polemik mevzuların önce ortaya konup, sonra eleştirilerinin yapılmış olmasıdır.(58) Abdu’l-Ahad’ın üzerinde durdu­ğu en önemli konu, İncillerin yazılış hâdisesidir. İslâm’a gelişinin de, İncil­ler üzerinde yaptığı tahkikat neti­cesinde olduğunu özellikle belir­tir.(59) Bu nedenle, İncil üzerinde yaptığı çok geniş bir araştırma ile Kilisenin, ’İncil” adını verdiği ki­tapların hiçbirinin “İncil-i Şerîf” ol­madığını ve mevcut İncillerin kimler tarafından yazıldığının meçhul oldu­ğunu ifade eder. (60) Yine Hıristi­yanlık âleminin 325 sene resmen ki­tapsız kaldığını ve mevcut İncillerin ancak İznik Konsili’nden (M.325) sonra resmi İncil haline geldiklerini belirtir.(61) Daha sonra yazar, dört İncilin dışında Hıristiyanlarca kut­sal telâkki edilen risalelere de yöne­lerek, risâlet yazarlarının İncillerin varlığından habersiz olduklarını gös­terir. (62)

İnciller üzerindeki tetkikini, M.325’de İznik’te yapılan Konsüle derin­leştiren Abdu’l-Ahad Davud, İznik Konsülünün hakkaniyet ölçüleri içinde toplanmadığını, siyasi bir takım ko­nuların döndüğünü belirtmiş, (63) neticede birçok Hıristiyan fırkasının zuhur ettiğine dikkatleri çekmiş­tir. (64)

Netice olarak, mevcut 4 İncilin, gerçekten İncil olma özelliği olma­dığı, onların ancak “Mev’iza” olduklarını belirtmiştir. Ona göre, Hz. İsâ’nın tebliğ ettiği İncil, İbranice değil, Süryanicedir. Yazara göre, İsâ’nın yegâne görevi "Melekût” müjdesini vermektir.(65) Yine, Abdu’l-Ahad Da­vud, İsâ’nın haber verdiği “Melekût” un hedefinin sadece İslâm ve AHMED kelimeleri olduğunu belirtir. Böylece Tebşirat hâdisesine giren yazar, “Melekût” kelimesinin muh­telif İncillerden izahını sunarak, he­defin İslâm olduğunu göstermeye ça­lışır. (66)

11 — İKAZU’L-MÜ’MİNÎN Fİ’- R-REDDÎ’S-SALİBÎN:

[Haşan Sabri]

“İkâzu’l-Mü’minin Fi’r-Redd’s-Salibin”(67) adlı eserde, İstanbul’da “Hutbe” ismi altında yayınlanan bir­çok Hıristiyan broşürlerine karşı kaleme alınmıştır.(68) İsâ’nın Allah’ın oğlu veya Allah’ın kendisi olduğu te­zinden hareket eden Hıristiyan bro­şürlerine karşı Türk münevverleri boş durmamış onlara layık oldukları ce­vabı vermişlerdir. İşte Hasan Sabri Bey bunlardan sadece birisidir.

Hasan Sabri Bey reddiyesine, gerçek din olarak takdim edilen Hı­ristiyanlığın kutsal kitabının tetki­kiyle başlar. İncillerdeki tenakuzları dile getiren yazar, Dört İncil ya­zarının İncillere birçok şeyler soktuklarını dile getirir. (69)

‘Îkâzu’l-Mü’minin” adlı polemi­ğinde hedefi, mevcut İncillerin Hz. İsa’ya nazil olan İncil olmadığı ko­nusunun ispatıdır. Bu ana problemin yanında, İsa’nın ulûhiyetinin reddi de işlenmiştir. İnciller hakkında ayrı ayrı verilen bilgilerden sonra her İncil de Hz. İsa’nın ulûhiyetini reddeden metinleri gösteren Hasan Sabri Bey, bu çalışmayla çok düzenli bir reddiye meydana getirmiştir.

Yazarın polemiğinde hâkim olan hava İslâm’ın Tevhid inancıdır. Fa­kat yazar, ulûhiyet doktrinini işler­ken sadece İslâm düşüncesinin tesiri altında kalmaz. Görüşünü, İncil metinleriyle de teyide yönelir. (70) Ayrıca, diğer reddiyelerde pek üzerinde durulmayan Hz. Meryem konusu da “İkâzu’l-Mü’minîn ...” de ele alın­mış, Hz. Meryem’in İslâm nokta-i na­zarında işgal ettiği mevki gösteril­miştir. (71)

Netice olarak diyebiliriz ki, “İkâ­zu’l-Mü’minîn…” in ileri sürdüğü fikirler tutarlıdır. Fakat kendinden önceki reddiyelerden bilhassa Abdul­lah Tercüman’ın “Tuhfetu’l-Erîb” in­den istifade etmiş olduğundan Hasan Sabri Bey’in sunduğu malzemelerin, çok fazla orijinal yönü yoktur.

Hıristiyanlığa karşı kaleme alı­nan Türkçe polemiklerin içinde şüp­hesiz daha başka eserler de vardır. Konunun başında işaret ettiğimiz gibi bunların bir kısmı ciddiyetten uzak olduğu için, diğer bir kısmı da mev­cut reddiyelerin bir tekrarı olduğun­dan, onları tahlilden vazgeçtik. Red­diyeden çok Apolojetik bir hüviyet taşıyan, Namık Kemal’in “Rönan Müdafaanâmesi”ni(72), İsmail Fenni Ertuğrul’un “Kitâb-ı İzâle Şükûku”nu(73); Antepli Abdullah Edib’in “Din Yolunda” adlı eserini (74; Halil Halid’in, “Hilâl ve Salîb Münazaası”nı(75; Abdülaziz Çaviş’in, “Anglikan Kilisesine Cevab”ını(76) ise Reddiye­lerin muhtevasında bulmadığımız için incelemedik.

Hıristiyanlığa karşı yazılmış reddiyeler olarak sunduğumuz bu Türkçe eserlerde, Arapça olarak ka­leme alınan reddiyelerin tesiri görü­lür. Ancak yine de bu Türkçe pole­mik eserler, ilmî seviye ve ciddiyet yönüyle takdire şayân eserlerdir. XIX. yüzyılda ve XX. yüzyılın başın­da Haçlı ruhuna sahip ateşli mis­yonerlerin Türk toprakları üzerindeki sinsi ve son derece tehlikeli faali­yetlerine karşı koyan bu bir avuç Türk düşünürünü burada rahmetle anmak isterim. Ruhları şâd olsun.

(1) Bu eser için bk. Süleymaniye - Es’ad Ef., No. 1187.

(2) Risâle-i İslâmiyye, s. 4b - 6a.

(3) A.g.e., 7b.

(4) A.g.e., s. 7b, 42a - 48a, b.

(5) A.g.e., s. 25 b.

(6) Hacı Abdi Bey, (Abdullah b. Destan Mustafa), Izâhu’l-Merâm Fî Kesfi’z-Zalâm, İstanbul, 1288/1871.

(7) İzâhu’l-Merâm Fi Kesfi’z-Zalam, a. 2–4.

(8) A.g.e., s. 2-4.

(9) A.g.e., 8. 6.

(10) İzâhu’l-Meram, s; 8–11.

(11) A.g.e., s. 11-27

(12) A.g.e., s. 28-29, 99.

(13) A.g.e., s. 72-76.

(14) A.g.e., s. 76.

(15) Bk. Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, İst. 1333/1915, I. s. 286.

(16) Harputlu İshak Efendi, Şemsu’l-Hakîka, İstanbul, 1278/1861.

(17) A.g.e., s. 22-45.

(18) A.g.e., s. 48-56.

(19) A.g.e„ s. 93–96

(20) A.g.e., s. 96-121.

(21) A.g.e., s. 133.

(22) Şemsu’l-Hakka, s. 163–231.

(23) A.g.e., s. 262-275.

(24) Harputlu İshak Efendi, Ziya’u’l-Ku­lûb, İstanbul, trz,

(25) A.g.e., s 13-14.

(26) A.g.e., s. 43-52.

(27) Hind Müslümanlarından olan Halilu’r-Rahman b. Rahmetullah XIX. a­sırda Hindistan’da İslâm-Hıristiyan polemik tarihi açısından oldukça ö­nemli bir simadır. Hindistan’da kol gezen İngiliz misyonerleriyle çok et­kin dinî münakaşalarla dikkat çeken Rahmetullah Efendi, bu sahada çok önemli eserler vermiştir:

1 — Beyânu’l-Hak: (1270/1873) Ekberâbâd’da yapılan dinî bir tartışmayı yansıtır.

2 — İzhâru’1-Hakk: Bu eseri, Rah­metullah Efendi önce Urduca ile yazmış, sonra Farsçaya çevirmiştir. Hac görevini ifa için gittiği Mekke’de, Müftü Ahmed Zeyni Dahlan (1816-1886)’ın tavsiyele­riyle eseri Arapçaya çevirmiştir. Böylece “İzhâru’l-Hakk” bir Mukaddime ve Altı Bölüm ha­linde meydana gelmiştir. Bu Arapça nüsha, 1304/1886’da İstan­bul’da tab’ edilmiştir. Daha son­ra, Îzhâru’l-Hakk, Ömer Fehmi Efendi (öl. 1316/1898) ve Nüzhet Efendi (öl. 1304/1886) tarafından Osmanlıcaya tercüme edilmiştir. Îzhâru’l-Hakk’ın son yıllarda birkaç Arapça baskısı yapılmıştır. Ayrıca, îzhâru’l-Hakk’ın “Manifestation de la Vérité” adıyla 1880’de Paris’te iki ciltlik Fransızca tercümesi de basılmıştır.

(28) Ziyâ’u’l-Kulûb, s. 67–73

(29) Ziyâ’u’l-Kuiûb, s. 173–175.

(30) A.g.e„ s. 177–180; 183–192.

(81) Bk. Sırrı Pasa, Nûru’l-Hüdâ Li Men İstehdâ, Diyarbakır, 1310/1892.

(32) A.g.e., s. 59-60.

(33) A.g.e., s. 17.

(34) A.g.e., s. 169-170.

(35) A.g.e., s. 170.

(36) A.g.e., s. 175.

(37) A.g.e., s. 185-186.

(38) Ahmed Kemal, Beyânu’l-Hakk, İz­mir, 1824/1906.

(39) A.g.e., s. 5-10.

(40) A.g.e., s. 12.

(41) A.g.e., s. 14-15.

(42) Bu kitap önce "Tercüman-ı Hakikat­ta” tefrika edilmiş, daha sonra da 1300/1882’de kitap olarak basılmıştır. Bk. Ahmet Mithat Efendi, Müdafaa, İstanbul, 1300/1882.

(43) Müdafaa, s. 8.

(44) Müdafaa, s. 9.

(45) A.g.e., s. 9.

(46) A.g.e., s. 10.

(47) A.g.e., s. 142-159.

(48) A.g.e„ s. 188–200.

(49) A.g.e., s 211.

(50) A.g.e., s. 272-616.

(51) Ahmet Mithat Efendi Müdafaaya Mukabele ve Mukabeleye Müdafaa, İstanbul 1300/1882.

(52) Ahmet Mithat Efendi, Begâlı-i Sıdk-ı Nübüvvet-i. Muhammediyye, İstanbul, 1899.

(53) Beşâir-i Sıdk-ı Nübüvvet-i Muham­mediyye, s. 38–129.

(54) A.g.e., s: 134.

(55) A.g.e., s. 44.

(56) Abdu’l-Ahad Davud, İncil ve Sallb, İstanbul, 1913.

(57) Abdu’l-Ahad Davud, yüksek dereceli bir Katolik rahibidir. İslâm’ı kabul­den sonra, Hıristiyanlığı tenkit ve red kabilinden "İncil ve Salîb” adlı eserini kaleme almıştır.

(58) İncil ve Salib, s. 6–11.

(59) A.g.e„ s. 13.

(60) A.g.e., s. 14.

(61) A.g.e., s. 16.

(62) A.g.e.. s. 17

(63) İncil ye Salîb, s. 20–23.

(64) A.g.e„ s. 23.

(65) A.g.e„ s, 32.

(66) A.g.e., s. 41-48; 85-95; 97-98; 103-104, 114.

(67) Hasan Sabri, İkâzu’l-Müminin Fi’r- Reddi’d-Sâlibîn, İstanbul, 1321/1915.

(68) A.g.e., s. 2.

(69) A.g.e., s. 4.

(70) İkâzu’l-Mü’minin,. s. 13.

(71) A.g.e., s. 22-26.

(72) Namık Kemal, Rönan Müdafaanâmesı, İstanbul, 1908.

(73) İsmail Fenni Ertugrul, Kitab-ı îzâle-i Şükûk, İstanbul, 1927.

(74) Antepli Abdullah Edip, Din Yolunda, İstanbul, 1909,

(75) Halil Halid, Hilâl ve Salîb Münazaa­sı, İstanbul, 1325/1909.

(76) Abdulazlz Çaviş, Anglikan Kilisesine Cevap, Türkçeye Çev. Mehmet Akif Ersoy, İstanbul, 1923).