Makale

Kur’an-ı Kerim İnsanlığın Hidayet Rehberidir

Kur’an-ı Kerim İnsanlığın Hidayet Rehberidir

Osman KESKİOĞLU
Din İşleri Yüksek Kurulundan Emekli

İsra Sûresi’nde Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz bu Kur’an en doğru olana götürür ve yararlı iş yapan mü’minlere büyük ecirler olduğunu müjdeler.” (İsra, 9)

Kur’an-ı Kerim, insanlara hidayet rehberi olarak indirildi. O, Allah kelâmıdır. Son Peygamber Hz. Muhammed (S.A.S.) e Cebrail vasıtası ile 23 yıl zarfında vahyolundu. O, insanları bir tek Allah’ı tanımaya, O’na bütün varlığı ile inanmaya, ancak O’na kulluk etmeye çağırdı. Onları dalaletten hidayete, karanlıktan aydınlığa çıkardı. Batıldan Hakk’a, şerden hayra, azabdan rahmete kavuşturdu, kötülükten iyiliğe, darlıktan varlığa, bedbahtlıktan bahtiyarlığa götürdü. O, ruhlara huzur, kalplere itminan, gönüllere şifâ verdi. O, insanlara şifadır. “Kur’an’dan insanlara ancak şifâ ve rah­met olan şeyler indiriyoruz.” (İsra, 82)

O, Cenâb-ı Hakk’ın mucizesidir. “O, Levh-i Mahfuzda bulunan şanlı bir kitaptır.” (Buruc, 21-22) Onun benzeri yoktur. O, dünya­ya nur saçtı; insanlara saadet yollarını açtı. Kur’an-ı Kerim’in in­sanlığa ne getirdiğini anlamak için o zamanki insanlık tarihine bakmak yeter.

Kur’an-ı Kerim inmezden önce beşerin hâli nasıldı bir düşünelim:

Tarihin Cahiliyyet Devri dediği o çağ, karanlık içinde yüzü­yor, havsala almaz rezaletler, envai zulümler hüküm sürüyordu. İnsanlık en korkunç günlerini yaşıyordu. Araplar çocuklarını diri diri toprağa gömüyordu. Aileler perişandı. Diğer ülkeler de bun­dan farksızdı. İslâm Şairi Merhum Akif’in dediği gibi o zaman­lar dünya:

Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi

Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;

Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!

Fevzâ bütün afakını sarmıştı zeminin

Salgındı, bugün Şark’ı yıkan, tefrika derdi.

Bir nefhada insanlığı kurtardı O Masum,

Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi!

377

Evet, insanlığın kurtarıcısı olan Hz. Muhammed bunu, Kur’an-ı Kerim sayesinde yaptı. Koca bir şirk ve zulüm âlemini devirdi, iman ve feyz içinde yaşayan bir toplum meydana getirdi. Dünya ve ahiret için saadet yollarını açtı. Yeryüzüne nur saçtı. Vicdanlara tahakkümü kaldırdı. İnsanları taş ve ağaç parçasına tapmak­tan kurtardı. İnsanlığın ruhunu kirleten, aklını körleten batıl hu­rafeleri silip attı. En iyiye en doğruya getirdi. En sağlam nizamı, en güzel ahvali va’zetti. Toplum için en adil esasları kurdu. Ge­rek ferdî ve gerekse toplumun refahı ve saadeti için gerekli en muhkem hükümleri koydu. O’nun ahkâmı yıpranmaz, kuralları sarsılmaz niteliktedir. Öğrettikleri güzel, anlattıkları doğrudur. O, Allah’ı tanıyan kullar için hidayettir. “Elif lâm mîm. Bu kitapta asla şüphe yoktur. O muttakîler, Allah’dan korkanlar için hida­yettir.” (Bakara, 1-2)

O, iyilik yapanlara müjde verir, fenalık işleyenleri uyarır. Kö­tü gidişatın sonunun korkunç olduğunu haber verir. Toplumun düzenini bozanları cezalandırır. Ahirette, ulu divanda hesap ve­rip sorumlu olacağını beyan eder. O, hayır kapılarını açar, insan­ların yararına olanları buyurur, zararına olanları yasaklar. Helâl kıldıklarının hikmeti, haram kıldıklarının da illeti vardır. Bu İlâhî kitap, insanlara hayat veren saadet güneşidir. Fazîlet kaynağıdır. İnsanları dünya ve ahiret mutluluğuna götürür. Kalplere iman, gö­nüllere itminan verir. Toplumun selâmet direğidir. Dinin mih­veridir. İnsanlar O’na sarılınca kardeş olup sevişir, barışa erişir. O’na kulak tıkayınca dalâlette kalıp tepişir, yolunu şaşırır.

Adalet, müsavat, hürriyet; Kur’an-ı Kerim insanlara bunları verdi. Bunlar insanlığın en muhtaç oldukları şeylerdir. İnsanlar, bunların uğrunda nice mücadeleler yaptılar. Kur’an-ı Kerim; renk, ırk, dil farkı gözetmeksizin bunları herkese bahşetti. Cuma günü hutbeden sonra minberde okunan âyet-i kerime, başta adaleti, her hafta Müslümanlara hatırlatır. (Nahl Sûresi, 90) Adalet mülkün temelidir.

Kur’an-ı Kerim’in getirdiği hükümlerin özeti: Mal ve can emniyetini temin etmek, dinin, aklın, iffetin muhafazasıyla insan neslinin devamını sağlamak için beş noktada toplanabilir. İbra­him Şatıbî’nin, El-Muvafakatında gayet güzel açıkladığı üzere, Makâsıd-ı Hamse denen bu beş gayeyi gerçekleştirmek için emir ve nehiyler hâlinde hükümler va’zetti. İbadetler dini yüceltir.

378

Hırsızlık yasağı, malı korumayı; insan öldürme yasağı, can emniyetini sağlar. İçki yasağı aklı korumak; zinanın haram olması da namus ve iffeti muhafaza içindir. Görülüyor ki, Kur’an-ı Kerim’in her buy­ruğunda bir hikmet, bir gaye vardır.

Evet, Kur’an-ı Kerim insanların mutluluk mihveridir. Bütün emirler ve nehiyler; bu mutluluk mihveri etrafında döner, dolaşır. O’na uyanlar, O’nun sesini duyanlar, dünya ve ahirette saadete, se­lâmete ulaşırlar. O, toplumun maddî ve manevî ihtiyaçlarını ahenkli bir şekilde düzenler, iyi olanları emreder, zararlı olanları yasaklar. Adalet, ihsan, şefkat, merhamet, cömertlik gibi güzel şeyleri emretmiştir. Cana kıymak, içki, kumar, zina, hırsızlık, yetim malı yemeyi, yalan, yalancı şahitliği, iftira, fitne, fesat, isyan, hıyânet, hile, eksik tartmak, ihtikâr, gasp, rüşvet, israf gibi kötü­lükleri haram kılmıştır. Bunların hepsi fert ve toplum için çok zararlı şeylerdir.

Kur’an-ı Kerim’in emir ve nehiy hâlinde bazı buyrukları, İsra Sûresi’nde ne güzel sıralanmıştır. O âyet-i kerimelerin mealini beraber okuyalım:

“Rabb’in yalnız kendisine ibadet etmenizi, anaya - babaya iyi­likte bulunmanızı emir buyurdu. Onlardan biri veya her ikisi kocayarak ihtiyarlıkta senin yanında kalırlarsa, sakın onlara ‘öf’ bile deme, onları asla azarlama, onlara dâima tatlı söz söyle. Onlara merhametinden tevazu kanatlarını indir ve: ‘Rabbim! Onlar beni küçükken nasıl şefkâtle büyüttülerse, Sen de onlara öyle merha­met et’ de.

Rabb’iniz içinizde olanı en iyi bilir. Eğer siz iyi kişilerseniz bilin ki, O, günahtan dönüp tevbe edenleri bağışlar. Akrabaya, yok­sula, yolda kalmış gariplere hakkını ver. Elindekileri israf ile sa­çıp savurma. Çünkü israf edenler şeytanın kardeşidirler. Şeytan ise Rabb’ına karşı pek nankördür. Rabb’inden umduğun bir rah­meti elde etmek isterken hak sahiplerinden yüz çevirecek olur­san, onlara hiç değilse tatlı söz söyle. Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açık tutumsuz olma; yoksa pişman olur, açıkta kalırsın. Senin Rabb’in dilediği kimsenin rızkını genişletir. Ve bir ölçüye göre verir.

O, kullarını gören ve haberdar olandır. Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin.

Biz, onlara da size de rızık veririz. Onları öldürmek, şüphesiz büyük bir günahtır. Sakın zinaya yaklaşmayın. Zira bu çirkindir. Kötü bir yoldur.

379

Yetimin malına - ergin çağına yetişinceye kadar en güzel şeklin dışında - yaklaşmayın, ahdi yerine getirin. Zira verilen ahid­den sorumlusunuz. Ölçtüğünüz vakit tam ölçün ve doğru terazi ile tartın, böyle yapmak daha hayırlıdır. Sonu daha iyidir. Bilme­diğin bir şeyin peşine düşüp ardından gitme. Çünkü kulak, göz, kalp; bunun hepsi ondan sorumludur. Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen asla yeri yaramazsın, boyca da uzanan yüksek dağlara eremezsin. Rabb’in nezdinde bunların hepsi istenmeyen kötü şeylerdir. İşte bunların hepsi Rabbi’nin sana vahyettiği hik­metlerdendir. Sakın Allah ile başka bir tanrı edinme, yoksa yeri­nerek kovulup itilerek cehenneme atılırsın.” (İsra Sûresi, 23-39).

İşte Allah’ın buyurdukları, işte Kur’an’ın istediği insan!

Kur’an-ı Kerim imana davet hususunda çok tesirli bir yol iz­ler. Bu varlığın eşsiz, Ulu Yaratıcısını en güzel sıfatlarla vasıf­landırır. İmanı kuvvetlendirmek için yerde ve göklerde olanlara bakarak ibret almalıdır. Varlıktaki incelikleri düşünmeyi, onları ya­ratan, örneksiz güzelliklerle bezeyen Allah’ı tazimle tanımayı is­ter.

O, eşsiz varlık, âyetlerinden ibret almayanları şu âyetle uyarır: “O göklerde ve yerde nice ibret alınacak bilgiler vardır ki, yanların­dan yüzlerini çevirerek geçerler.” (Yunus, 105)

Kur’an-ı Kerim imandan sonra hemen amel-i sâlihi zikreder ki, bunların başında ibadetler bulunur. Ana ibadetlerden olan namaz, oruç, zekât ve hac, kulun Cenâb-ı Hakk’a karşı olan va­zifelerinin başında gelir. Bunlarda nice hikmetler vardır. Bedenî ve malî ibadetlerin başı bunlardır.

Zekât sosyal adaleti sağlar. Sadakalar nâmî olan her türlü malca yardımların verileceği yerleri beyan eden âyetlere dikkat edilirse, İslâm’ın muhtaçlara yardıma ne kadar önem verdiği gö­rülür. Ana-baba, akraba, yakın ve uzak komşular, yol arkadaş­ları, yolda kalmış garipler, köleler, öksüzler. Bunlar gibi yardıma muhtaç kimselere yardım elini uzatmak, infâk etmek, te­şekkür bile beklemeden ve asla başa kakmadan vermek Kur’an’ın buyruğudur.

Kur’an, kullara ibadet esası ve usûllerini bildirdiği gibi ara­larındaki muamele yollarını da bildirir, işlerini, davranışlarını dü­zenler. Çalışmak, ticaret, ziraat, sanayi, bunların hepsine teşvik eder.

380

Ferdin ve toplumun ihtiyaçlarını temin için gerekli şeyle­rin yapılması yolunu çizer. Kur’an-ı Kerim toplumun temeli olan aile hayatını tanzim etmiş, kadınlara lâyık oldukları mevkii ver­miş, aile yuvasını sağlam esaslar üzerine kurmuştur. Nikâhı muh­kem bağ olarak nitelemiş, eşlerin birbirine karşı görevlerini tesbit etmiş, nizayı yasaklamıştır.

İslâm’da zaruret olmadıkça talak hoş görülmemiştir. İslâm, öksüzlere himaye kanadını germiş, kölelere karşı iyi muameleyi emretmiştir. Çeşitli yollarla köle azad etmeyi, onları hürriyetle­rine kavuşturmaya teşvik etmiştir. Sınıf imtiyazlarını, ırk ayırı­mını kaldırmıştır. İnsanları sulh ve barışa çağırmıştır. İnsanların cinsiyet, kabile ve milletlere ayrılması, birbirleriyle tanışıp an­laşmaları içindir. Kur’an’da bu konuda şöyle buyurulur: “Ey insanlar! Biz, sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Sizi milletler ve kabile­ler hâline koyduk ki, birbirinizle kolayca tanışasınız. Allah katında en değerliniz, en muttaki olanlarınızdır.” (Hucurât, 13)

İşte Kur’an-ı Kerim baştan sona bir hikmet hazinesidir, O’nun delilleri açık ve kesindir. Düzgün nizamlar, uygun kaideler koy­muştur. Haberleri doğru, kıssaları ibret dolu olup, bunlarla in­sanları faziletli bir hayata kavuşturur. Böylece tarihin akışını, dünyanın çehresini değiştirdi. Dinî şuurları canlandırıp ruhları uyandırdı. Din duygusu en yüce duygu olup insan, onun sayesinde yaşar, değer kazanır. Kur’an-ı Kerim, iman ve amel yoluyla insanı olgunlaştırır, insan-ı kâmil meydana getirir. Bize, insan-ı kâmili üstün ve fazilet sahibi in­sanı Kur’an şöyle anlatıyor:

“Rahmân’ın kulları yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara lâf attıkları zaman onlara, ‘selâm’ deyip geçerler. Onlar, Rablerine secde ederek ve kıyamda durarak geceleyenlerdir. Onlar şöyle diyenlerdir: ‘Rabbimiz bizden cehen­nem azabını uzaklaştır, gerçekten onun azabı sürekli bir helâktir. Şüphesiz, ne kötü bir konak ve ne kötü bir duraktır.’ Onlar harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.

Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah’ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina et­meyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar. Kıyamet günü onun azabı kat kat artırılır ve horlanmış olarak orada ebedî kalır. Ancak tevbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başkadır. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

381

Kim de tevbe eder ve salih amel işlerse işte o, Allah’a tevbesi kabul edilmiş olarak döner. Onlar yalana şahitlik etmeyen, faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları za­man, vakarla geçip gidenlerdir. Onlar, kendilerine Rablerinin âyet­leri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı kör ve sağır davranmazlar.

Onlar, ‘Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi, Allah’a kar­şı gelmekten sakınanlara önder eyle’ diyenlerdir. İşte onlar sabretmelerine karşılık cennetin yüksek makamları ile mükâfatlandırılacaklar ve orada esenlik dileği ve selamla karşılanacaklardır. Orada ebedî kalırlar. Orası ne güzel bir durak ve ne güzel bir konaktır.” (Furkân Sûresi, 63 - 76)

İşte Kur an’ın istediği insan budur. Böyle olan insanların kadri yücedir. Cenâb-ı Allah İsra Sûresi’nin 70. Âyetinde, insanın değerini yücelttiğini ifade ediyor. Mer­hum Akif’in dediği gibi:

Nasıl olmak gerektir şimdi ef’âlin ki hem payen

Behâim olmasın, kadrin melâikten muazzezken?

(Safahat)

Lokman Aleyhisselâm’ın oğluna öğütleri de kâmil bir Müslümanın nasıl olması gerektiğini gösterir. Bunu anlatan âyet-i kerimelerin mealleri şöyledir:

“Lokman oğluna öğüt vererek dedi ki: ‘Ey oğulcuğum! Al­lah’a sakın ortak koşma! Doğrusu O’na ortak koşmak çok büyük zu­lümdür.’

Biz, insana; ana ve babasına karşı iyi davranmasını tav­siye etmişizdir. Anası onu zaaftan zaafa düşerek karnında ta­şıdı. Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bana ve ana- babana şükret. Dönüşün yine banadır.

Bununla beraber onlar körükörüne Bana ortak koşman için uğraşıp seni zorlarlarsa, onlara itaat etme! Kendileri ile dünyada iyi geçin, Bana yönelen kimsenin yolunu tut! Fakat so­nunda dönüşün banadır. O zaman yaptıklarınızı size birer birer haber veririm.”

382

Lokman öğütlerine şöyle devam etti: “Ey oğulcuğum! İşledigin şey bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, bir kayanın içinde veya göklerde yâhut yerin derinliklerinde bulunsa da Allah onu getirip meydana kor. Doğrusu Allah latiftir, haberdârdır. Ey oğulcuğum! Namazı dosdoğru kıl, uygun olanı buyurup fenalığı önle! Başına gelene sabret. Doğ­rusu bunlar, gerçeğe azmedilmekle başarılmaya değer işlerdir. İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek çalımlı yürüme. Çünkü Allah, kendini beğenip övünen kimseyi aslâ sevmez. Yürürken itidalle yürü, konuşurken sesini kıs; şüphesiz seslerin en çirkini merkebin sesidir.” (Lokman, 12 -19)

Ahlâk kitapları insanların davranışlarını; fedâil ve rezâil, gü­zel huylar, kötü huylar diye ikiye ayırırlar. Kur’an-ı Kerim fazi­letleri getirdi, rezaletleri ortadan kaldırdı. Kişinin davranışlarında güzel huylara uyup kötü huylardan sakınması gerektiğini an­lattı. Aksi halde insan insanlıktan çıkar. Aşağıların aşağısına yu­varlanır. Fert ve toplumu ayakta tutan; ahlâktır. Kur’an-ı Kerim, Peygamberimizin en güzel ahlâk üzere olduğunu beyân eder. (Kalem Sûresi, 4) Bize de O’nu örnek almamız gerektiğini şu âyetle öğütler: “Rasûlüllah sizin için en güzel örnektir.” (Ahzab Sûresi, 21)

Güzel ahlâkı süsleyen faziletlerden bazısını kayd edelim: Şükür, sabır, tevazu, kanaat, ihsan, şefkat, merhamet, sevgi, saygı, kardeşlik, düşkünlere, yoksullara yardım, yetimi gözetmek, cö­mertlik, emanete riayet, doğruluk, sözünde durmak, tatlı dilli olmak, affetmek, hoşgörü, alış-verişte dürüstlük vesâire. Bu ve benzeri faziletler Kur’an-ı Kerim’in övdüğü güzel sıfatlardır. Bir de insanın içini kemiren, toplumu yıkan, hayatı zehir eden kötü huylar vardır ki, bazılarını sıralayalım: Kin, nefret, ihtiras, yalan, iftira, fitne, fesad, haset, isyan, bozgunculuk, bölücülük, hıyanet, hile, zulüm, tecavüz, vahşet, sefahet, rüşvet, israf, zem ve gıy­bet, istihza, dedikodu, insan çekiştirmek, kibir, kavgacılık vs. Kur’an-ı Kerim, bu ve benzeri davranışlardan insanları şiddetle sakındırır.

Şunu da unutmayalım ki, Kur’an’ın beyanına göre insan için en üstün amel, takva sahibi olmaktır. (Hucurât Sûresi, 12)

Şüphesiz ki, Allah korkusu hikmetin başıdır. Bu da ilim ile olur.

“Allah’ın kulları arasında en çok korkan ancak âlimlerdir.” (Fâtır Sûresi, 28) buyuran Kur’an ilim yolunu açtı. Peygamber Efendimiz de “Rabbim! İlmimi artır.” (Tâhâ Sûresi, 114) diyerek dua ederdi.

­

383

Âlimler, âyet-i kerimelerden ilim ve fenne dair işaretler çıkararak yeni keşifler yaptılar, bu hususta katkıda bulundular. Böylece Kur’an ümmeti yüksek bir İslâm medeniyeti kurdu. Bağ­dat, Kahire, Şam, Buhara ve İstanbul’dan Endülüs’e kadar Müslümanların meydana getirdikleri eserler bu medeniyetin par­laklığının canlı şahitleridir. Doğulu-Batılı, dost-düşman her in­saf sahibi bunu itiraf etmektedir. Bunlar hep Kur’an sayesinde olmuştur.

Evet, Kur’an hikmet hazinesi, fazilet kaynağıdır. O, en çok okunan, en çok ezberlenen, en çok yazılıp yayınlanan bir kitaptır. Her Müslüman’ın evinde bir değil, bir kaç Kur’an-ı Kerim bulu­nur. Hâfızlar ezberler. Müfessirler âyetlerini açıklarlar. Müctehidler ondan hükümler, nizamlar çıkarırlar. Âlimler, ilim ve fenne dair işaretler bulurlar. Edebiyatçılar, O’nun belağatından faydalan­mışlardır. O’nda geçmiş milletlerin ibret verici kıssaları vardır. O’nun öğütleri insanların yolunu açar, ahlâkını güzelleştirir. O, in­sanları Hz. Nuh gibi iman gemisine alarak dalâletin azgın dalgalarından kurtardı. Onları, Hazreti İbrahim gibi putperestlik ate­şinde yanmaktan korudu. Görmeyen gözleri, Hz. İsa gibi açtı. Baş­ları dönüp yolunu şaşıranları, Hz. Musa gibi nura kavuşturdu.

Kur’an-ı Kerim insanları irşad etti. Hakkı arayan âlimler, arifler, velîler, âşıklar, sadıklar ve sâlih kullar; O’nun gösterdiği yolda gittiler. Ermişler zümresine katıldılar. Allah’a iman insanı mes’ud eder. İman sayesinde müşkiller çözülür, yollar açılır, ke­derler söner, elemler diner. Ruhlara huzur iner. Varlık güzelle­şir, tatlı emeller gerçekleşir. Kutsal duygular uçuşur, ruh hakla buluşur. Maddeci insan, tezatlar içinde şaşkın şaşkın bocalıyor. Batıl bataklığında tepinen, didinen, didikleşen, boğuşan, boğazlaşan insanlar var. Bunlar, Kur’an’ın sesini bir duysalar ve O’na uysalar, kurtulurlar! İçleri kin, nefret, hırs, intikam dolu kişiler, nereye gittiklerini bilmeyenler, bu bataklıktan çıkmak için Kur’an’ın sesine kulak verseler, selâmet bulurlar! Kur’an diyor ki: “İnsanı en güzel biçimde yarattık, sonra onu aşağılar aşa­ğısına attık... Ancak iman edenler ve salih amel işleyenler bunun dı­şındadır. Onlara kesilmeyen ecir ve sevap vardır.” (Tîn Sûresi, 4-6) İmansız toplum ölüdür. Dünyayı ekmek ve kemik kavgası hâline sokan maddeci cereyanlar, insanlığın kâtili olmuştur. Top­raktan hâsıl olan insana, Allah ruh nefhedince insan oldu.

384

Toprak ve sudan müteşekkil bir çamur yığını hâlinde kalmak­tan ruhuyla kurtuldu. Onun ruhunu Kur’an besler, ona hidayet yolunu Kur’an açar. Karanlık gecelerde kalın bulutlar içinde ça­kan şimşekler, karanlığı nasıl yırtıp parçalayarak etrafa ışıklar saçarsa, O da insanların üzerine çöken koyu karanlıkları böylece dağıtır, insanları refaha kavuşturur. Kalplerin içine kurşun dökülmüşçesine soğuk bir ağırlıkla çöküp çörekleşen batıl inançları, bozuk ve çürük kanaatları, kötü kuruntuları silip süpürür. Gönül­leri ferahlatır, kafaları aydınlatır.

Uyanık ruhlar, yanık gönüller, Kur’an-ı Kerim’in nûrdan çağ­layanında süzülerek arınırlar, Hakk’a varırlar, felâh bulurlar. O’ndan feyz alan sadık kullar, temiz yüreklerden kopan mübarek di­leklerini, O’nun irşadı üzere ihlasla Allah’a arz ederler; yüce mer­tebeye ererler. Hayatı zehirleyen kirli hırsları, hâin emelleri, men­fur arzuları, çirkin amaçları, Kur’an-ı Kerim’in kudsî sesi dindirir; insanlığı kasıp kavuran, azgın fitne ve fesat afetini, O’nun tatlı ne­fesi söndürür. İlk olarak Hıra Dağı’ndan yükselen bu ses, ebedi­yete kadar kesilmez, insanlığın kurtuluşu için başımızın üstünde nurdan halkalar hâlinde dalgalanır durur. Issız kuru çöllerde ya­nıp kavrulan insanoğluna kevserler sunarak onları tatlı nefhalarla sular. İnsanları gürültülü hayatın azgın çarkları arasında ezil­mekten O kurtarır. Ruhları rahmet ve mağfiret çağlayanında te­mizleyip ebediyet âlemine O kavuşturur. Hakk’ın huzuruna gön­derir. Dünyada itaat ve şükran içinde olanlar, ahirette rahmet ve ğufrana bürünürler. O’nun kullara hitabı şöyledir:

“Ey huzur içinde olan kişi, O senden, sen de O’ndan hoşnut olduğun halde Rabbine dön. Kullarımın arasına katıl ve Cenneti­me gir.” (Fecr Sûresi, 27 - 30)

385

ZENGİNLİK

Ölüyorum şu anda ama sana olan aşkım dipdiridir dipdiri

Gideremez hiç bir kaynak sana olan susayış isteğimi

Ölümü bir yardımcı gibi çağırıyorum kavuşmak için sana

Çünkü benim için sensin, yalnız sensin hazineler hazinesi

Zenginlik sensin, zenginliğin ta kendisisin

Her zenginlik sensin, yoksulluk da anlatan en iyi kelime bizi

Sensin gözyaşlarımın, yalvarışlarımın gidip ulaştığı son sınır

Arzularımın uzandığı son hedef sensin, son uç, son çizgi

Yakınışlarım yalnız senin aşkından, yalnız senden dolayı

Sensin bakışlardan saklamaya çalıştığım sır, sır sesi

Bunalışım artıp artıp derdim yüce dağları aşsa da yine

Açmam kimselere kalbimin bu ezim ezim ezilişini

Akrabaya konu komşu ve dosta açıklamama izin vermediğin acımı

Kuvvet vermeseydin bir deri, bir kemik göğsüm nasıl taşıyabilirdi?

Gönlümün ışığı bu acıki seninle kuşattı sardı bütün benlik duvarımı

Yıkıldı o bütün sütunlarıyla devrilen bir konak gibi

Yolunu kaybetmiş atlılara yol gösteren, gerçek yolu gösteren

Sen değil misin kurtaran dik kayalık yarlardan ayağı kayanları deniz kıyısındaki

Sen gösterdin kurtuluş yolunu rahmetinle seçtiklerine

Ki benim bulduğum ışığın onda birinin onda biri kadar parlamıyordu meşaleleri

Esirge beni, al kendine hayat bulayım sana yaklaşarak

Bu fakir ve yoksul varlığımın üstüne at bütün zenginliğinin örtüsünü, selsebilini.

ZÜNNUN-İ MISRİ

ÇEVİREN: SEZAİ KARAKOÇ

HİCRET

Mekke’yle Medine arası yollar;

Çizik çizik, hasret yarası yollar.

Vardığı her nokta yine başlangıç;

Gitgide Allah’a varası yollar.

Mekke’yle Medine arası yollar.

Bu çıplak yollarda ne in, ne de cin

Yalnız iki çift nurdan güvercin.

Bunlar iki dostun ayakları ki,

Yolları göklere bağlayan perçin.

Bu çıplak yollarda ne in ne de cin;

Hicret, yurt dışında aranan destek;

Dâva sahibine öz yurdu köstek.

Merkezi dışardan sarmaktır murad,

Merkezin çevreden fethidir istek.

Hicret, yurt dışında aranan destek

İnsan koşar, ufuk kaçar beraber;

Ufukta, varılmaz gayeden haber.

O ki, eteğinde, ufuk ve gaye;

O ki, Gaye-İnsan, Ufuk-Peygamber

İnsan koşar, ufuk kaçar beraber;

Ayakta, Medine Müslümanları,

İslâm’ın “Yardımcı” kahramanları..

Resuller Resulü uğrunda feda,

Malları, canları, hânümanları..

Ayakta, Medine Müslümanları.

Necip Fazıl KISAKÜREK

NAT-I ŞERİF

Sâyesi düşmez yere bir böyle nakl - i Tursun

Mihr-i âlemgîrsin baştan ayağa nûrsun

Târik-i gülzâr-ı âlem mâlik-i mülk-i adem

Münkirine mahz-ı mâtem mü’minine sûrsun

Sensin ol şeh kim Süleymanlar kapında mûrdur

On sekiz bin âleme hükmetmeğe memûrsun

El benim dâmen senin ey rahmetenlilâlemin

Şöhretim isyân benim sen afv ile meşhûrsun

Pâdişâhı evvelin u kıblegâh-ı âhirîn

Evvel u âhir imâmül enbiyâ mezkûrsun

Yâ Resûlallah umarım diyesin rûz-i cezâ

Gerçi cürmün çoktur amma Itriyâ mağfursun

ITRÎ

(Buhûrizâde Mustafa) Ölm. 1711

NA’T

ZÂT-I PÂK-İ MUSTAFA’YA ÂŞIKIM

CÂN İLE FAHR-ÜL-VERÂ’YA ÂŞIKIM

MUKSİM-İ FEYZ - İ NEVÂDIR OL ŞERİF

MENBA-I CÛD Ü ATÂYE ÂŞIKIM

ENBİYÂNIN UMDESİ SER DEFTERİ

ASFİYÂNIN KUDVESİ HEM REHBERİ

KÂİNATIN ZÜBDESİ VÜ MEFHARİ

AŞK İLE BEDR-ÜD-DÜCA’YE ÂŞIKIM

EŞİĞİNDE ABD İ MEMLÛK OL MÜDÂM

ANDAN ÖZGE YOKTUR A’LÂ-Yİ MERÂM

SALTANAT BUDUR NECİBÂ BİL TAMÂM

ŞİMDİ ZAT I MÜCTEBÂ’YE ÂŞIKIM

ÜÇÜNCÜ SULTAN AHMET HAN (NECÎB)

SU KASİDESİ

FUZULİ (1494 -1555)

SAÇMA EY GÖZ EŞKTEN GÖNLÜMDEKİ ODLÂRE SU

KİM BU DENLU TUTUŞAN ODLÂRE KILMAZ ÇARE SU

ÂB-GÛNDUR GÜNBED-İ DEVVÂR RENGİ BİLMEZEM

YA MUHİT OLMUŞ GÖZÜMDEN GÜNBEB-İ DEVVÂRE SU

ZEVK-İ TİGİNDEN ACEP YOK OLSA GÖNLÜM ÇÂK ÇÂK

KİM MÜRÛR İLE BIRAKIR RAHNELER DİVÂRE SU

VEHM İLEN SÖYLER DİL-İ MECRÛH PEYKÂNIN SÖZÜN

İHTİYAT İLE İÇER HER KİMDE OLSA YÂRE SU

SUYA VERSİN BÂĞIBAN GÜLZÂRI, ZAHMET ÇEKMESİN

BİR GÜL AÇILMAZ YÜZÜN-TEK VERSE BİN GÜLZÂRE SU

OKŞATABİLMEZ GUBARINI MUHARRİR HATTINA

HÂME-TEK BAKMAKTAN İNSE GÖZLERİNE KAARA SU

ARIZIN YÂDİYLE NEMNÂK OLSA MÜJGÂNIN NOLA

ZÂYİ OLMAZ GÜL TEMENNASİYLE VERMEK HÂRE SU

GAM GÜNÜ ETME DİL-İ BİNÂRDAN TİĞİN DİRİĞ

HAYIRDIR VERMEK KARANLIK GECEDE BİMÂRE SU

İŞTE PEYKÂNIN GÖNÜL HİCRİNDE ŞEVKİM SÂKİN ET

SUSUZUM BİR KEZ BU SAHRADA BENİMÇİN ÂRE SU

BEN LEBİN MÜŞTAKIYIM ZÜHHAD KEVSER TÂLİBİ

NİTEKİM MESTE MEY İÇMEK HOŞ GELİR HÜŞYÂRE SU

RAVZA-İ KÛYUNA HER DEM DURMAYIP EYLER GÜZÂR

ÂŞIK OLMUŞ GALİBA OL SERV-Î HOŞ REFTÂRE SU

SU YOLUN OL KÛYDAN TOPRAK OLUP TUTSAM GEREK

ÇÜN RAKİBİMDİR DAHİ OL KÛYA KOYMAM VÂRE SU

DEST-BUS-İ ARZÛSİYLE ÖLÜRSEM DOSTLAR

DESTİ EYLEN TOPRAĞIM SUNUN ONUNLA YÂRE SU

SERV SERKEŞLİK KILIR KUMRİ NİYAZINDAN MEĞER

DÂMENİN TUTA AYAĞINA DÜŞE YALVÂRE SU

İÇMEK İSTER BÜLBÜLÜN KANIN MEĞER BİR RENG İLE

GÜL BUDAĞININ MİZACINA GİRE KURTÂRE SU

TIYNET-İ PÂKİNİ RÜŞEN KILMIŞ EHL-İ ÂLEME

İKTİDÂ KILMIŞ TARİK-İ AHMED-İ MUHTARE SU

SEYYİD-İ NEV’-İ BEŞER DERYÂYI DÜRR-İ ISTİFA

KİM SEPİPTİR MÛCİZÂTI ÂTEŞ-İ EŞRÂRE SU

KILMÂĞ İÇİN TÂZE GÜL-ZÂRI NÜBÜVVET REVNAKIN

MÛCİZİNDEN EYLEMİŞ İZHÂR SENG-İ HÂRE SU

MUCİZİ BİR BAHR-İ BİPÂYAN İMİŞ ÂLEMDE KİM

YETMİŞ ONDAN BİN BİN ÂTEŞ-HÂNE-İ KÜFFÂRE SU

HAYRET İLEN PARMAĞIN DİŞLER KİM ETSE İSTİMÂ’

PARMAĞINDAN VERDİĞİ ŞİDDET GÜNÜ ENSÂRE SU

DOSTU GER ZEHR-İ MÂR İÇSE OLUR ÂB-1 HAYÂT

HASMI SU İÇSE DÖNER ELBETTE ZEHR-İ MÂRE SU

EYLEMİŞ HER KATREDEN BİN BAHR-İ RAHMET MEVCHİZ

EL SUNUP UR GEÇ VÜZÜ’ İÇİN GÜL-İ RUHSÂRE SU

HÂKİ PÂYİNE YETEM DER ÖMRLERDİR MUTTASIL

BAŞINI TAŞTAN TAŞA URUP GEZER ÂVÂRE SU

ZERRE ZERRE HÂK-İ DERGÂHINA İSTER SALINUR

DÖNMEZ OL DERGÂHDAN GER OLSA PÂRE PÂRE SU

ZİKR-İ NA’TIN VİRDİNİ DERMAN BİLİR EHL-İ HATÂ

ÖYLE KİM DEF-İ HUMÂR İÇİN İÇER MEYHÂRE SU

YÂ HABÎBALLAH YÂ HAYRALBEŞER MÜŞTAKINIM

ÖYLE KİM LEBTEŞNELER YANIP DİLER HEMVÂRE SU

SENSİN OL BAHR-İ KERÂMET KİM ŞEB-İ Mİ’RAÇDA

ŞEBNEM-İ FEYZİN YİTİRMİŞ SÂBİT-Ü SEYYÂRE SU

ÇEŞME-İ HURSİDDEN HER DEM ZÜLÂL-İ FEYZ İNER

HÂCET OLSA MERKADİN TECDİD İÇİN Mİ’MÂRE SU

BİM-İ DÜZAH NÂR-I GAM SALMIŞ DİL-İ SÛZÂNIMA

VAR ÜMİDİM EBR-İ İHSANIN SEPE OL NÂRE SU

YÜMN-İ NA’TINDEN CÜHER OLMUŞ FUZÛLİ SÖZLERİ

EBR-İ NİSANDAN DÖNEN TEK LÜ’LÜ-İ ŞEHVÂRE SU

UMDUĞUM OLDUR Kİ RÛZ-İ HAŞR MAHRUM OLMAYAN

ÇEŞME-İ VASLIN VERE BEN TEŞNE-İ DİDÂRE SU

Nâ’t

Seccâden kumlardı...

Devirlerden, diyarlardan

Gelip göklerde buluşan

Ezanların vardı!

Mescit mü’min, minber mü’min.

Taşardı kubbelerden Tekbîr,

Dolardı kubbelere "âmîn"!

Ve mübârek geceler, duâlarımız,

Geri gelmeyen duâlardı..

Geceler ki pırıl pırıl,

Kandillerin yanardı!

Kapına gelenler, yâ Muhammed,

-Uzaktan, yakından -

Mü’min döndüler kapından!

Besmele, ekmeğimizin bereketiydi;

İki dünyâda azîz ümmet.

Muhammed ümmetiydi.

Konsun –yine- pervazlara

Güvercinler;

"Hû hû"lara karışsın

Âminler..

Mübârek akşamdır;

Gelin ey Fâtiha’lar, Yâsîn’ler!

Şimdi seni ananlar,

Anıyor ağlar gibi.

Ey yetimler yetimi,

Ey garipler garibi;

Düşkünlerin kanadıydın.

Yoksulların sâhibi...

Nerde kaldın ey Rasûl,

Nerde kaldın ey Nebî?

Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,

Çağlar ne çağlardı:

Daha dünyâya gelmeden

Mü’minlerin vardı.

Ve bir gün ki gaflet

Çöller kadardı.

Halîme’nin kucağında

Abdullâh’ın yetimi,

Âmine’nin emâneti ağlardı!

Hadîce’nin goncası,

Âişe’nin gülüydün.

Ümmetinin gözbebeği,

Göklerin Rasûlüydün.

Elçi geldin, elçiler gönderdin...

Ruhunu Allâh’a,

Elini ümmetine verdin.

Beşiğin, yurdun, yuvan

Mekke’de bunalırsan

Medine’ye göçerdin.

Biz bu dünyâdan nereye

Göçelim, yâ Muhammed?

Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyânet

Altın devrini yaşıyor..

Diller, sayfalar, satırlar

"Ebû Leheb öldü" diyorlar:

Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed

Ebû Cehil, kıt’alar dolaşıyor!

Neler duydu şu dünyâda

Mevlîd’ine hayran kulaklarımız:

Ne adlar ezberlerdi, ey Nebî,

Adına alışkın dudaklarımız!

Artık, yolunu bilmiyor;

Artık, yolunu unuttu

Ayaklarımız!

Kâ’be’nin siyahlar

Yakışmamıştır, yâ Muhammed,

Bugünkü kadar!

Haset, gururla savaşta;

Gurur, Kafdağı’nda derebeyi..

Onu da yaralarlar kanadından,

Gelse bir şefkat meleği..

İyiliğin türbesine

Türbedâr oldu iyi!

Vicdan sakat

Çıkmadan yarına

İyilikler getir, güzellikler getir

Âdemoğullarına!

Şu gördüğün duvarlar ki

Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir..

Fethedemedik, yâ Muhammed,

Senelerdir!

Ne doğruluk, ne doğru;

Ne iyilik, ne iyi..

Bahçende en güzel dal,

Unuttu yemiş vermeyi..

Günâhın kursağında

Haramların peteği!

Bayram yaptı yabanlar:

Semâve’yi boşaltıp

Sâve’yi dolduranlar..

Atını hendeklerden -bir atlayışta-

Aşırdı aşıranlar...

Ağlaşın Yesrib,

Ağlaşın Selman’lar!

Gözleri perdeleyen toprak,

Yüzlere serptiğin topraktı...

Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,

Yabanların gözünde kalacaktı!

Konsun, yine, pervazlara

Güvercinler;

"Hû hû"lara karışsın

Âminler..

Mübârek akşamdır;

Gelin ey Fâtiha’lar, Yâsîn’ler!

Ne oldu, ey bulut,

Gölgelediğin başlar?

Hatırında mı, ey yol,

Bir azîz yolcuyla

Aşarak dağlar taşlar.

Kafile kafile, kervan kervan

Şimâle giden yoldaşlar?

Uçsuz bucaksız çöllerde,

Yine, izler gelenlerin,

Yollar gideceklerindir.

Şu Tekbîr getiren mağara,

Örümceklerin değil;

Peygamberlerindir, meleklerindir..

Örümcek ne havada,

Ne suda, ne yerdeydi..

Hakkı göremeyen

Gözlerdeydi!

Şu kuytu, cinlerin mi;

Perilerin yurdu mu?

Şu yuva -ki bilinmez,

Kuşları hüdhüd müdür, güvercin mi, kumru mu?-

Kuşlarını, bir sabah,

Medîne’ye uçurdu mu?

Ey Abva’da yatan ölü

Bahçende açtı dünyânın

En güzel gülü;

Hâtıran, uyusun çöllerin

Ilık kumlarıyla örtülü!

Dinleyene, hâlâ,

Çöller ses verir:

"Yâyeyl!" susar,

Uğultular gelir.

Mersiye okur Uhûd,

Kasîde söyler Bedir.

Sen de, bir hac günü

Başta Muhammed, yanında Ebû Bekir:

Gidenlerin yüz bir olup dönüşünü

Destan yap, ey şehir!

Ebû Bekir’de nur, Osman’da nurlar..

Kureyş uluları, karşılarında

Meydan okuyan bir Ömer bulurlar;

Alî’nin önünde kapılar açılır,

Alî’nin önünde eğilir surlar.

Bedir’de, Uhûd’da, Hayber’de

Hakk’ın yiğitleri, şehid olurlar..

Bir mutlu günde, ki ölüm tatlıydı;

Yerde kalmazdı ruh, kanadlıydı.

Konsun, yine, pervazlara

Güvercinler;

"Hû hû"lara karışsın

Âminler..

Mübârek akşamdır;

Gelin ey Fâfiha’lar, Yâsîn’ler!

Vicdanlar, sakat çıkmadan,

Yâ Muhammed, yarına;

İyiliklerle gel, güzelliklerle gel

Âdemoğullarına!

Yüreklerden taşsın

Yine, îmanlar!

Itrî, bestelesin Tekbîr’ini;

Evliyâ, okusun Kur’ân’lar!

Ve Kur’ân’ı göznûruyla çoğaltsın

Kayışzâde Osman’lar!

Naatini Gaalip yazsın, Mevlîd’ini Süleyman’lar!

Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle

Geri gelsin Sinan’lar!

Çarpılsın, Hakîkat niyetine

Cenâze namazı kıldıranlar!

Gel, ey Muhammed, bahardır..

Dudaklar ardında saklı

Âminlerimiz vardır!..

Hacdan döner gibi gel;

Mi’râc’dan iner gibi gel;

Bekliyoruz yıllardır!

Bulutlar kanad, rüzgâr kanad;

Hızır kanad, Cibrîl kanad;

Nisan kanad, bahar kanad;

Âyetlerini ezber bilen

Yapraklar kanad..

Açılsın göklerin kapıları,

Açılsın perdeler, kat kat!

Çöllere dökülsün yıldızlar;

Dizilsin yollarına

Yetimler, günahsızlar!

Çöl gecelerinden, yanık

Türküler yapan kızlar

Sancağını saçlarıyla dokusun;

Bilâl-i Habeşî sustuysa

Ezanlarını Dâvûd okusun!

Konsun, yine, pervazlara

Güvercinler;

"Hû hû"lara karışsın

Âminler..

Mübârek akşamdır;

Gelin ey Fâtiha’lar, Yâsin’ler!

ARİF NİHAT ASYA

NA’T

GÜLŞENE GÜL-İ RÂNÂ, BAĞIBÂNA CANDIR O

MİSİLSİZ BİR ZİYÂDIR, UFUKSUZ UMMANDIR O

CENÂB-I KİBRİYÂ’NIN KATINDA SULTANDIR O

O EBED SEVGİLİSİZ MANÂ BULUR MU CİHAN?

O NA BENZER CAN KATAN CANÂ, BULUR MU CİHAN?

GÜL YÜZÜ BİN YUSUF’UN HÜSNÜNÜ HAYRÂN EDER

BİR SÖZÜ BİN YÂRENİN DERDİNE DERMÂN EDER

YÜCE RABBİM "HABÎBİM" DİYEREK FERMÂN EDER

O EBED SEVGİLİSİZ MANÂ BULUR MU CİHAN?

O’NA BENZER CAN KATAN CANÂ, BULUR MU CİHAN?

ÂLEMİN YOKTU ŞEVKİ O SAFÂ OLMASAYDI

BİR VEFÂ BULUNMAZDI O VEFÂ OLMASAYDI

ZEHİRDİ PANZEHİRLER MUSTAFÂ OLMASAYDI

O EBED SEVGİLİSİZ MANÂ BULUR MU CİHAN?

O’NA BENZER CAN KATAN CANÂ, BULUR MU CİHAN?

RAVZASIYLA MEDİNE BİR NÂDİDE ÇİÇEKTİR

MEKKE MAHZUN, HAŞRE DEK ONU BEKLEYECEKTİR

O YETİMDİR, HABİBDİR, O KEREMDİR, O TEKTİR

O EBED SEVGİLİSİZ MANÂ BULUR MU CİHAN?

O’NA BENZER CAN KATAN CANÂ, BULUR MU CİHAN?

TOPRAĞI MİSK Ü ANBER, KABRİ ATLASTAN OTAĞ

AŞKI EFLÂKE SIĞMAZ, KÜÇÜCÜK KALBİMDE DAĞ

SENELER VAR HASRETİ BAĞRIMDA YANAN ÇERAĞ

O EBED SEVGİLİSİZ MANÂ BULUR MU CİHAN?

O’NA BENZER CAN KATAN CANÂ, BULUR MU CİHAN?

O SUDUR, SUSUZ BAĞDA ÇİÇEKLER BİTER Mİ HİÇ?

DÎL EHLİ SEVDASINA AĞYÂRI KATAR MI HİÇ?

AHMED’İN ANLATMAYA TAKATİ YETER Mİ HİÇ?

O EBED SEVGİLİSİZ MANÂ BULUR MU CİHAN?

O’NA BENZER CAN KATAN CANÂ, BULUR MU CİHAN?

AHMET EFE

NA’T-I NEBEVÎ

Şeyh GAALİB

Sultân-ı Rüsul Şâh-ı mümeccedsin efendim .

Bîçârelere devlet-i sermedsin efendim

Dîvân-ı İlâhîde ser-âmedsin efendim

Menşûr-i “ Leamrük” le müeyyedsin efendim

Sen Ahmed u Mahmûd u Muhammedsin efendim

Hak’dan bize Sultân-ı müeyyedsin efendim

Tâbişgeh-i ervâh-ı mücerred güherindir

Mâlişgeh-i ruhsâr’ı melek hâk-i derindir

Ayine-i didar-ı tecelli nazarındır

Bû Bekr u Ömer Osman Ali yârlerindir

Sen Ahmed u Mahmûd u Muhammedsin efendim

Hak’dan bize Sultân-ı müeyyedsin efendim

Hutben okunur minber-i iklim-i bekaada

Hükmün tutulur mahkeme-i rûz-i cezâda

Gülbang-i kudûmun çekilir arş-i Hudâ’da

Esma-i Şerifin anılır arz u semâda

Sen Ahmed u Mahmûd u Muhammedsin efendim

Hak’dan bize Sultân-ı müeyyedsin efendim

Ol dem ki nebîlerle velîler kala hayrân

“Nefsî!’’ deyü dehşette kopa cümleden efgan

Yes ile üsâtın ola ahvâli perişan,

Düstur-i şefâatla şenindir yine meydân

Sen Ahmed u Mahmûd u Muhammedsin efendim

Hak’dan bize Sultân-ı müeyyedsin efendim

Bir gün ki dalıp bahr-i gam-ı fikrete gittim

İlden petirip kendimi bihbutluğa yettim

İsyânım anıp âkıbetimden hazer ettim

Bu matla-ı yâd eyledi bir seyyid işittim

Sen Ahmed u Mahmûd u Muhammedsin efendim

Hak’dan bize Sultân-t müeyyedsin efendim

Ümmiddeyiz, ye’s ile âh eylemeyiz biz

Sermaye-i iymanı tebâh eylemeyiz biz

Bâbın koyup ağyârı penâh eylemeyiz biz

Biz kimseye sâyende nigâh eylemeyiz biz

Sen Ahmed u Mahmûd u Muhammedsin efendim

Hak’dan bize Sultân-ı müeyyedsin efendim

Bîçâredir ümmetlerin isyanına bakma

Dest-ı red urup hasret ile dûzaha yakma

Rahm eyle aman âteş-i hicrânına yakma

Ezcümle kulun Gaalib’i pür-cürm bırakma

Sen Ahmed u Mahmûd u Muhammedsin efendim

Hak’dan bize Sultân-ı müeyyedsin efendim.

Kur’an-ı Kerim İnsanlığın Hidayet Rehberidir

Osman KESKİOĞLU

Din İşleri Yüksek Kurulundan Emekli

İsra Sûresi’nde Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz bu Kur’an en doğru olana götürür ve yararlı iş yapan mü’minlere büyük ecirler olduğunu müjdeler.” (İsra, 9)

Kur’an-ı Kerim, insanlara hidayet rehberi olarak indirildi. O, Allah kelâmıdır. Son Peygamber Hz. Muhammed (S.A.S.) e Cebrail vasıtası ile 23 yıl zarfında vahyolundu. O, insanları bir tek Allah’ı tanımaya, O’na bütün varlığı ile inanmaya, ancak O’na kulluk etmeye çağırdı. Onları dalaletten hidayete, karanlıktan aydınlığa çıkardı. Batıldan Hakk’a, şerden hayra, azabdan rahmete kavuşturdu, kötülükten iyiliğe, darlıktan varlığa, bedbahtlıktan bahtiyarlığa götürdü. O, ruhlara huzur, kalplere itminan, gönüllere şifâ verdi. O, insanlara şifadır. “Kur’an’dan insanlara ancak şifâ ve rah­met olan şeyler indiriyoruz.” (İsra, 82)

O, Cenâb-ı Hakk’ın mucizesidir. “O, Levh-i Mahfuzda bulunan şanlı bir kitaptır.” (Buruc, 21-22) Onun benzeri yoktur. O, dünya­ya nur saçtı; insanlara saadet yollarını açtı. Kur’an-ı Kerim’in in­sanlığa ne getirdiğini anlamak için o zamanki insanlık tarihine bakmak yeter.

Kur’an-ı Kerim inmezden önce beşerin hâli nasıldı bir düşünelim:

Tarihin Cahiliyyet Devri dediği o çağ, karanlık içinde yüzü­yor, havsala almaz rezaletler, envai zulümler hüküm sürüyordu. İnsanlık en korkunç günlerini yaşıyordu. Araplar çocuklarını diri diri toprağa gömüyordu. Aileler perişandı. Diğer ülkeler de bun­dan farksızdı. İslâm Şairi Merhum Akif’in dediği gibi o zaman­lar dünya:

Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi

Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;

Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!

Fevzâ bütün afakını sarmıştı zeminin

Salgındı, bugün Şark’ı yıkan, tefrika derdi.

Bir nefhada insanlığı kurtardı O Masum,

Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi!

377

Evet, insanlığın kurtarıcısı olan Hz. Muhammed bunu, Kur’an-ı Kerim sayesinde yaptı. Koca bir şirk ve zulüm âlemini devirdi, iman ve feyz içinde yaşayan bir toplum meydana getirdi. Dünya ve ahiret için saadet yollarını açtı. Yeryüzüne nur saçtı. Vicdanlara tahakkümü kaldırdı. İnsanları taş ve ağaç parçasına tapmak­tan kurtardı. İnsanlığın ruhunu kirleten, aklını körleten batıl hu­rafeleri silip attı. En iyiye en doğruya getirdi. En sağlam nizamı, en güzel ahvali va’zetti. Toplum için en adil esasları kurdu. Ge­rek ferdî ve gerekse toplumun refahı ve saadeti için gerekli en muhkem hükümleri koydu. O’nun ahkâmı yıpranmaz, kuralları sarsılmaz niteliktedir. Öğrettikleri güzel, anlattıkları doğrudur. O, Allah’ı tanıyan kullar için hidayettir. “Elif lâm mîm. Bu kitapta asla şüphe yoktur. O muttakîler, Allah’dan korkanlar için hida­yettir.” (Bakara, 1-2)

O, iyilik yapanlara müjde verir, fenalık işleyenleri uyarır. Kö­tü gidişatın sonunun korkunç olduğunu haber verir. Toplumun düzenini bozanları cezalandırır. Ahirette, ulu divanda hesap ve­rip sorumlu olacağını beyan eder. O, hayır kapılarını açar, insan­ların yararına olanları buyurur, zararına olanları yasaklar. Helâl kıldıklarının hikmeti, haram kıldıklarının da illeti vardır. Bu İlâhî kitap, insanlara hayat veren saadet güneşidir. Fazîlet kaynağıdır. İnsanları dünya ve ahiret mutluluğuna götürür. Kalplere iman, gö­nüllere itminan verir. Toplumun selâmet direğidir. Dinin mih­veridir. İnsanlar O’na sarılınca kardeş olup sevişir, barışa erişir. O’na kulak tıkayınca dalâlette kalıp tepişir, yolunu şaşırır.

Adalet, müsavat, hürriyet; Kur’an-ı Kerim insanlara bunları verdi. Bunlar insanlığın en muhtaç oldukları şeylerdir. İnsanlar, bunların uğrunda nice mücadeleler yaptılar. Kur’an-ı Kerim; renk, ırk, dil farkı gözetmeksizin bunları herkese bahşetti. Cuma günü hutbeden sonra minberde okunan âyet-i kerime, başta adaleti, her hafta Müslümanlara hatırlatır. (Nahl Sûresi, 90) Adalet mülkün temelidir.

Kur’an-ı Kerim’in getirdiği hükümlerin özeti: Mal ve can emniyetini temin etmek, dinin, aklın, iffetin muhafazasıyla insan neslinin devamını sağlamak için beş noktada toplanabilir. İbra­him Şatıbî’nin, El-Muvafakatında gayet güzel açıkladığı üzere, Makâsıd-ı Hamse denen bu beş gayeyi gerçekleştirmek için emir ve nehiyler hâlinde hükümler va’zetti. İbadetler dini yüceltir.

378

Hırsızlık yasağı, malı korumayı; insan öldürme yasağı, can emniyetini sağlar. İçki yasağı aklı korumak; zinanın haram olması da namus ve iffeti muhafaza içindir. Görülüyor ki, Kur’an-ı Kerim’in her buy­ruğunda bir hikmet, bir gaye vardır.

Evet, Kur’an-ı Kerim insanların mutluluk mihveridir. Bütün emirler ve nehiyler; bu mutluluk mihveri etrafında döner, dolaşır. O’na uyanlar, O’nun sesini duyanlar, dünya ve ahirette saadete, se­lâmete ulaşırlar. O, toplumun maddî ve manevî ihtiyaçlarını ahenkli bir şekilde düzenler, iyi olanları emreder, zararlı olanları yasaklar. Adalet, ihsan, şefkat, merhamet, cömertlik gibi güzel şeyleri emretmiştir. Cana kıymak, içki, kumar, zina, hırsızlık, yetim malı yemeyi, yalan, yalancı şahitliği, iftira, fitne, fesat, isyan, hıyânet, hile, eksik tartmak, ihtikâr, gasp, rüşvet, israf gibi kötü­lükleri haram kılmıştır. Bunların hepsi fert ve toplum için çok zararlı şeylerdir.

Kur’an-ı Kerim’in emir ve nehiy hâlinde bazı buyrukları, İsra Sûresi’nde ne güzel sıralanmıştır. O âyet-i kerimelerin mealini beraber okuyalım:

“Rabb’in yalnız kendisine ibadet etmenizi, anaya - babaya iyi­likte bulunmanızı emir buyurdu. Onlardan biri veya her ikisi kocayarak ihtiyarlıkta senin yanında kalırlarsa, sakın onlara ‘öf’ bile deme, onları asla azarlama, onlara dâima tatlı söz söyle. Onlara merhametinden tevazu kanatlarını indir ve: ‘Rabbim! Onlar beni küçükken nasıl şefkâtle büyüttülerse, Sen de onlara öyle merha­met et’ de.

Rabb’iniz içinizde olanı en iyi bilir. Eğer siz iyi kişilerseniz bilin ki, O, günahtan dönüp tevbe edenleri bağışlar. Akrabaya, yok­sula, yolda kalmış gariplere hakkını ver. Elindekileri israf ile sa­çıp savurma. Çünkü israf edenler şeytanın kardeşidirler. Şeytan ise Rabb’ına karşı pek nankördür. Rabb’inden umduğun bir rah­meti elde etmek isterken hak sahiplerinden yüz çevirecek olur­san, onlara hiç değilse tatlı söz söyle. Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açık tutumsuz olma; yoksa pişman olur, açıkta kalırsın. Senin Rabb’in dilediği kimsenin rızkını genişletir. Ve bir ölçüye göre verir.

O, kullarını gören ve haberdar olandır. Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin.

Biz, onlara da size de rızık veririz. Onları öldürmek, şüphesiz büyük bir günahtır. Sakın zinaya yaklaşmayın. Zira bu çirkindir. Kötü bir yoldur.

379

Yetimin malına - ergin çağına yetişinceye kadar en güzel şeklin dışında - yaklaşmayın, ahdi yerine getirin. Zira verilen ahid­den sorumlusunuz. Ölçtüğünüz vakit tam ölçün ve doğru terazi ile tartın, böyle yapmak daha hayırlıdır. Sonu daha iyidir. Bilme­diğin bir şeyin peşine düşüp ardından gitme. Çünkü kulak, göz, kalp; bunun hepsi ondan sorumludur. Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen asla yeri yaramazsın, boyca da uzanan yüksek dağlara eremezsin. Rabb’in nezdinde bunların hepsi istenmeyen kötü şeylerdir. İşte bunların hepsi Rabbi’nin sana vahyettiği hik­metlerdendir. Sakın Allah ile başka bir tanrı edinme, yoksa yeri­nerek kovulup itilerek cehenneme atılırsın.” (İsra Sûresi, 23-39).

İşte Allah’ın buyurdukları, işte Kur’an’ın istediği insan!

Kur’an-ı Kerim imana davet hususunda çok tesirli bir yol iz­ler. Bu varlığın eşsiz, Ulu Yaratıcısını en güzel sıfatlarla vasıf­landırır. İmanı kuvvetlendirmek için yerde ve göklerde olanlara bakarak ibret almalıdır. Varlıktaki incelikleri düşünmeyi, onları ya­ratan, örneksiz güzelliklerle bezeyen Allah’ı tazimle tanımayı is­ter.

O, eşsiz varlık, âyetlerinden ibret almayanları şu âyetle uyarır: “O göklerde ve yerde nice ibret alınacak bilgiler vardır ki, yanların­dan yüzlerini çevirerek geçerler.” (Yunus, 105)

Kur’an-ı Kerim imandan sonra hemen amel-i sâlihi zikreder ki, bunların başında ibadetler bulunur. Ana ibadetlerden olan namaz, oruç, zekât ve hac, kulun Cenâb-ı Hakk’a karşı olan va­zifelerinin başında gelir. Bunlarda nice hikmetler vardır. Bedenî ve malî ibadetlerin başı bunlardır.

Zekât sosyal adaleti sağlar. Sadakalar nâmî olan her türlü malca yardımların verileceği yerleri beyan eden âyetlere dikkat edilirse, İslâm’ın muhtaçlara yardıma ne kadar önem verdiği gö­rülür. Ana-baba, akraba, yakın ve uzak komşular, yol arkadaş­ları, yolda kalmış garipler, köleler, öksüzler. Bunlar gibi yardıma muhtaç kimselere yardım elini uzatmak, infâk etmek, te­şekkür bile beklemeden ve asla başa kakmadan vermek Kur’an’ın buyruğudur.

Kur’an, kullara ibadet esası ve usûllerini bildirdiği gibi ara­larındaki muamele yollarını da bildirir, işlerini, davranışlarını dü­zenler. Çalışmak, ticaret, ziraat, sanayi, bunların hepsine teşvik eder.

380

Ferdin ve toplumun ihtiyaçlarını temin için gerekli şeyle­rin yapılması yolunu çizer. Kur’an-ı Kerim toplumun temeli olan aile hayatını tanzim etmiş, kadınlara lâyık oldukları mevkii ver­miş, aile yuvasını sağlam esaslar üzerine kurmuştur. Nikâhı muh­kem bağ olarak nitelemiş, eşlerin birbirine karşı görevlerini tesbit etmiş, nizayı yasaklamıştır.

İslâm’da zaruret olmadıkça talak hoş görülmemiştir. İslâm, öksüzlere himaye kanadını germiş, kölelere karşı iyi muameleyi emretmiştir. Çeşitli yollarla köle azad etmeyi, onları hürriyetle­rine kavuşturmaya teşvik etmiştir. Sınıf imtiyazlarını, ırk ayırı­mını kaldırmıştır. İnsanları sulh ve barışa çağırmıştır. İnsanların cinsiyet, kabile ve milletlere ayrılması, birbirleriyle tanışıp an­laşmaları içindir. Kur’an’da bu konuda şöyle buyurulur: “Ey insanlar! Biz, sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Sizi milletler ve kabile­ler hâline koyduk ki, birbirinizle kolayca tanışasınız. Allah katında en değerliniz, en muttaki olanlarınızdır.” (Hucurât, 13)

İşte Kur’an-ı Kerim baştan sona bir hikmet hazinesidir, O’nun delilleri açık ve kesindir. Düzgün nizamlar, uygun kaideler koy­muştur. Haberleri doğru, kıssaları ibret dolu olup, bunlarla in­sanları faziletli bir hayata kavuşturur. Böylece tarihin akışını, dünyanın çehresini değiştirdi. Dinî şuurları canlandırıp ruhları uyandırdı. Din duygusu en yüce duygu olup insan, onun sayesinde yaşar, değer kazanır. Kur’an-ı Kerim, iman ve amel yoluyla insanı olgunlaştırır, insan-ı kâmil meydana getirir. Bize, insan-ı kâmili üstün ve fazilet sahibi in­sanı Kur’an şöyle anlatıyor:

“Rahmân’ın kulları yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara lâf attıkları zaman onlara, ‘selâm’ deyip geçerler. Onlar, Rablerine secde ederek ve kıyamda durarak geceleyenlerdir. Onlar şöyle diyenlerdir: ‘Rabbimiz bizden cehen­nem azabını uzaklaştır, gerçekten onun azabı sürekli bir helâktir. Şüphesiz, ne kötü bir konak ve ne kötü bir duraktır.’ Onlar harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.

Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah’ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina et­meyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar. Kıyamet günü onun azabı kat kat artırılır ve horlanmış olarak orada ebedî kalır. Ancak tevbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başkadır. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

381

Kim de tevbe eder ve salih amel işlerse işte o, Allah’a tevbesi kabul edilmiş olarak döner. Onlar yalana şahitlik etmeyen, faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları za­man, vakarla geçip gidenlerdir. Onlar, kendilerine Rablerinin âyet­leri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı kör ve sağır davranmazlar.

Onlar, ‘Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi, Allah’a kar­şı gelmekten sakınanlara önder eyle’ diyenlerdir. İşte onlar sabretmelerine karşılık cennetin yüksek makamları ile mükâfatlandırılacaklar ve orada esenlik dileği ve selamla karşılanacaklardır. Orada ebedî kalırlar. Orası ne güzel bir durak ve ne güzel bir konaktır.” (Furkân Sûresi, 63 - 76)

İşte Kur an’ın istediği insan budur. Böyle olan insanların kadri yücedir. Cenâb-ı Allah İsra Sûresi’nin 70. Âyetinde, insanın değerini yücelttiğini ifade ediyor. Mer­hum Akif’in dediği gibi:

Nasıl olmak gerektir şimdi ef’âlin ki hem payen

Behâim olmasın, kadrin melâikten muazzezken?

(Safahat)

Lokman Aleyhisselâm’ın oğluna öğütleri de kâmil bir Müslümanın nasıl olması gerektiğini gösterir. Bunu anlatan âyet-i kerimelerin mealleri şöyledir:

“Lokman oğluna öğüt vererek dedi ki: ‘Ey oğulcuğum! Al­lah’a sakın ortak koşma! Doğrusu O’na ortak koşmak çok büyük zu­lümdür.’

Biz, insana; ana ve babasına karşı iyi davranmasını tav­siye etmişizdir. Anası onu zaaftan zaafa düşerek karnında ta­şıdı. Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bana ve ana- babana şükret. Dönüşün yine banadır.

Bununla beraber onlar körükörüne Bana ortak koşman için uğraşıp seni zorlarlarsa, onlara itaat etme! Kendileri ile dünyada iyi geçin, Bana yönelen kimsenin yolunu tut! Fakat so­nunda dönüşün banadır. O zaman yaptıklarınızı size birer birer haber veririm.”

382

Lokman öğütlerine şöyle devam etti: “Ey oğulcuğum! İşledigin şey bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, bir kayanın içinde veya göklerde yâhut yerin derinliklerinde bulunsa da Allah onu getirip meydana kor. Doğrusu Allah latiftir, haberdârdır. Ey oğulcuğum! Namazı dosdoğru kıl, uygun olanı buyurup fenalığı önle! Başına gelene sabret. Doğ­rusu bunlar, gerçeğe azmedilmekle başarılmaya değer işlerdir. İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek çalımlı yürüme. Çünkü Allah, kendini beğenip övünen kimseyi aslâ sevmez. Yürürken itidalle yürü, konuşurken sesini kıs; şüphesiz seslerin en çirkini merkebin sesidir.” (Lokman, 12 -19)

Ahlâk kitapları insanların davranışlarını; fedâil ve rezâil, gü­zel huylar, kötü huylar diye ikiye ayırırlar. Kur’an-ı Kerim fazi­letleri getirdi, rezaletleri ortadan kaldırdı. Kişinin davranışlarında güzel huylara uyup kötü huylardan sakınması gerektiğini an­lattı. Aksi halde insan insanlıktan çıkar. Aşağıların aşağısına yu­varlanır. Fert ve toplumu ayakta tutan; ahlâktır. Kur’an-ı Kerim, Peygamberimizin en güzel ahlâk üzere olduğunu beyân eder. (Kalem Sûresi, 4) Bize de O’nu örnek almamız gerektiğini şu âyetle öğütler: “Rasûlüllah sizin için en güzel örnektir.” (Ahzab Sûresi, 21)

Güzel ahlâkı süsleyen faziletlerden bazısını kayd edelim: Şükür, sabır, tevazu, kanaat, ihsan, şefkat, merhamet, sevgi, saygı, kardeşlik, düşkünlere, yoksullara yardım, yetimi gözetmek, cö­mertlik, emanete riayet, doğruluk, sözünde durmak, tatlı dilli olmak, affetmek, hoşgörü, alış-verişte dürüstlük vesâire. Bu ve benzeri faziletler Kur’an-ı Kerim’in övdüğü güzel sıfatlardır. Bir de insanın içini kemiren, toplumu yıkan, hayatı zehir eden kötü huylar vardır ki, bazılarını sıralayalım: Kin, nefret, ihtiras, yalan, iftira, fitne, fesad, haset, isyan, bozgunculuk, bölücülük, hıyanet, hile, zulüm, tecavüz, vahşet, sefahet, rüşvet, israf, zem ve gıy­bet, istihza, dedikodu, insan çekiştirmek, kibir, kavgacılık vs. Kur’an-ı Kerim, bu ve benzeri davranışlardan insanları şiddetle sakındırır.

Şunu da unutmayalım ki, Kur’an’ın beyanına göre insan için en üstün amel, takva sahibi olmaktır. (Hucurât Sûresi, 12)

Şüphesiz ki, Allah korkusu hikmetin başıdır. Bu da ilim ile olur.

“Allah’ın kulları arasında en çok korkan ancak âlimlerdir.” (Fâtır Sûresi, 28) buyuran Kur’an ilim yolunu açtı. Peygamber Efendimiz de “Rabbim! İlmimi artır.” (Tâhâ Sûresi, 114) diyerek dua ederdi.

­

383

Âlimler, âyet-i kerimelerden ilim ve fenne dair işaretler çıkararak yeni keşifler yaptılar, bu hususta katkıda bulundular. Böylece Kur’an ümmeti yüksek bir İslâm medeniyeti kurdu. Bağ­dat, Kahire, Şam, Buhara ve İstanbul’dan Endülüs’e kadar Müslümanların meydana getirdikleri eserler bu medeniyetin par­laklığının canlı şahitleridir. Doğulu-Batılı, dost-düşman her in­saf sahibi bunu itiraf etmektedir. Bunlar hep Kur’an sayesinde olmuştur.

Evet, Kur’an hikmet hazinesi, fazilet kaynağıdır. O, en çok okunan, en çok ezberlenen, en çok yazılıp yayınlanan bir kitaptır. Her Müslüman’ın evinde bir değil, bir kaç Kur’an-ı Kerim bulu­nur. Hâfızlar ezberler. Müfessirler âyetlerini açıklarlar. Müctehidler ondan hükümler, nizamlar çıkarırlar. Âlimler, ilim ve fenne dair işaretler bulurlar. Edebiyatçılar, O’nun belağatından faydalan­mışlardır. O’nda geçmiş milletlerin ibret verici kıssaları vardır. O’nun öğütleri insanların yolunu açar, ahlâkını güzelleştirir. O, in­sanları Hz. Nuh gibi iman gemisine alarak dalâletin azgın dalgalarından kurtardı. Onları, Hazreti İbrahim gibi putperestlik ate­şinde yanmaktan korudu. Görmeyen gözleri, Hz. İsa gibi açtı. Baş­ları dönüp yolunu şaşıranları, Hz. Musa gibi nura kavuşturdu.

Kur’an-ı Kerim insanları irşad etti. Hakkı arayan âlimler, arifler, velîler, âşıklar, sadıklar ve sâlih kullar; O’nun gösterdiği yolda gittiler. Ermişler zümresine katıldılar. Allah’a iman insanı mes’ud eder. İman sayesinde müşkiller çözülür, yollar açılır, ke­derler söner, elemler diner. Ruhlara huzur iner. Varlık güzelle­şir, tatlı emeller gerçekleşir. Kutsal duygular uçuşur, ruh hakla buluşur. Maddeci insan, tezatlar içinde şaşkın şaşkın bocalıyor. Batıl bataklığında tepinen, didinen, didikleşen, boğuşan, boğazlaşan insanlar var. Bunlar, Kur’an’ın sesini bir duysalar ve O’na uysalar, kurtulurlar! İçleri kin, nefret, hırs, intikam dolu kişiler, nereye gittiklerini bilmeyenler, bu bataklıktan çıkmak için Kur’an’ın sesine kulak verseler, selâmet bulurlar! Kur’an diyor ki: “İnsanı en güzel biçimde yarattık, sonra onu aşağılar aşa­ğısına attık... Ancak iman edenler ve salih amel işleyenler bunun dı­şındadır. Onlara kesilmeyen ecir ve sevap vardır.” (Tîn Sûresi, 4-6) İmansız toplum ölüdür. Dünyayı ekmek ve kemik kavgası hâline sokan maddeci cereyanlar, insanlığın kâtili olmuştur. Top­raktan hâsıl olan insana, Allah ruh nefhedince insan oldu.

384

Toprak ve sudan müteşekkil bir çamur yığını hâlinde kalmak­tan ruhuyla kurtuldu. Onun ruhunu Kur’an besler, ona hidayet yolunu Kur’an açar. Karanlık gecelerde kalın bulutlar içinde ça­kan şimşekler, karanlığı nasıl yırtıp parçalayarak etrafa ışıklar saçarsa, O da insanların üzerine çöken koyu karanlıkları böylece dağıtır, insanları refaha kavuşturur. Kalplerin içine kurşun dökülmüşçesine soğuk bir ağırlıkla çöküp çörekleşen batıl inançları, bozuk ve çürük kanaatları, kötü kuruntuları silip süpürür. Gönül­leri ferahlatır, kafaları aydınlatır.

Uyanık ruhlar, yanık gönüller, Kur’an-ı Kerim’in nûrdan çağ­layanında süzülerek arınırlar, Hakk’a varırlar, felâh bulurlar. O’ndan feyz alan sadık kullar, temiz yüreklerden kopan mübarek di­leklerini, O’nun irşadı üzere ihlasla Allah’a arz ederler; yüce mer­tebeye ererler. Hayatı zehirleyen kirli hırsları, hâin emelleri, men­fur arzuları, çirkin amaçları, Kur’an-ı Kerim’in kudsî sesi dindirir; insanlığı kasıp kavuran, azgın fitne ve fesat afetini, O’nun tatlı ne­fesi söndürür. İlk olarak Hıra Dağı’ndan yükselen bu ses, ebedi­yete kadar kesilmez, insanlığın kurtuluşu için başımızın üstünde nurdan halkalar hâlinde dalgalanır durur. Issız kuru çöllerde ya­nıp kavrulan insanoğluna kevserler sunarak onları tatlı nefhalarla sular. İnsanları gürültülü hayatın azgın çarkları arasında ezil­mekten O kurtarır. Ruhları rahmet ve mağfiret çağlayanında te­mizleyip ebediyet âlemine O kavuşturur. Hakk’ın huzuruna gön­derir. Dünyada itaat ve şükran içinde olanlar, ahirette rahmet ve ğufrana bürünürler. O’nun kullara hitabı şöyledir:

“Ey huzur içinde olan kişi, O senden, sen de O’ndan hoşnut olduğun halde Rabbine dön. Kullarımın arasına katıl ve Cenneti­me gir.” (Fecr Sûresi, 27 - 30)

385

ZENGİNLİK

Ölüyorum şu anda ama sana olan aşkım dipdiridir dipdiri

Gideremez hiç bir kaynak sana olan susayış isteğimi

Ölümü bir yardımcı gibi çağırıyorum kavuşmak için sana

Çünkü benim için sensin, yalnız sensin hazineler hazinesi

Zenginlik sensin, zenginliğin ta kendisisin

Her zenginlik sensin, yoksulluk da anlatan en iyi kelime bizi

Sensin gözyaşlarımın, yalvarışlarımın gidip ulaştığı son sınır

Arzularımın uzandığı son hedef sensin, son uç, son çizgi

Yakınışlarım yalnız senin aşkından, yalnız senden dolayı

Sensin bakışlardan saklamaya çalıştığım sır, sır sesi

Bunalışım artıp artıp derdim yüce dağları aşsa da yine

Açmam kimselere kalbimin bu ezim ezim ezilişini

Akrabaya konu komşu ve dosta açıklamama izin vermediğin acımı

Kuvvet vermeseydin bir deri, bir kemik göğsüm nasıl taşıyabilirdi?

Gönlümün ışığı bu acıki seninle kuşattı sardı bütün benlik duvarımı

Yıkıldı o bütün sütunlarıyla devrilen bir konak gibi

Yolunu kaybetmiş atlılara yol gösteren, gerçek yolu gösteren

Sen değil misin kurtaran dik kayalık yarlardan ayağı kayanları deniz kıyısındaki

Sen gösterdin kurtuluş yolunu rahmetinle seçtiklerine

Ki benim bulduğum ışığın onda birinin onda biri kadar parlamıyordu meşaleleri

Esirge beni, al kendine hayat bulayım sana yaklaşarak

Bu fakir ve yoksul varlığımın üstüne at bütün zenginliğinin örtüsünü, selsebilini.

ZÜNNUN-İ MISRİ

ÇEVİREN: SEZAİ KARAKOÇ

HİCRET

Mekke’yle Medine arası yollar;

Çizik çizik, hasret yarası yollar.

Vardığı her nokta yine başlangıç;

Gitgide Allah’a varası yollar.

Mekke’yle Medine arası yollar.

Bu çıplak yollarda ne in, ne de cin

Yalnız iki çift nurdan güvercin.

Bunlar iki dostun ayakları ki,

Yolları göklere bağlayan perçin.

Bu çıplak yollarda ne in ne de cin;

Hicret, yurt dışında aranan destek;

Dâva sahibine öz yurdu köstek.

Merkezi dışardan sarmaktır murad,

Merkezin çevreden fethidir istek.

Hicret, yurt dışında aranan destek

İnsan koşar, ufuk kaçar beraber;

Ufukta, varılmaz gayeden haber.

O ki, eteğinde, ufuk ve gaye;

O ki, Gaye-İnsan, Ufuk-Peygamber

İnsan koşar, ufuk kaçar beraber;

Ayakta, Medine Müslümanları,

İslâm’ın “Yardımcı” kahramanları..

Resuller Resulü uğrunda feda,

Malları, canları, hânümanları..

Ayakta, Medine Müslümanları.

Necip Fazıl KISAKÜREK

NAT-I ŞERİF

Sâyesi düşmez yere bir böyle nakl - i Tursun

Mihr-i âlemgîrsin baştan ayağa nûrsun

Târik-i gülzâr-ı âlem mâlik-i mülk-i adem

Münkirine mahz-ı mâtem mü’minine sûrsun

Sensin ol şeh kim Süleymanlar kapında mûrdur

On sekiz bin âleme hükmetmeğe memûrsun

El benim dâmen senin ey rahmetenlilâlemin

Şöhretim isyân benim sen afv ile meşhûrsun

Pâdişâhı evvelin u kıblegâh-ı âhirîn

Evvel u âhir imâmül enbiyâ mezkûrsun

Yâ Resûlallah umarım diyesin rûz-i cezâ

Gerçi cürmün çoktur amma Itriyâ mağfursun

ITRÎ

(Buhûrizâde Mustafa) Ölm. 1711

NA’T

ZÂT-I PÂK-İ MUSTAFA’YA ÂŞIKIM

CÂN İLE FAHR-ÜL-VERÂ’YA ÂŞIKIM

MUKSİM-İ FEYZ - İ NEVÂDIR OL ŞERİF

MENBA-I CÛD Ü ATÂYE ÂŞIKIM

ENBİYÂNIN UMDESİ SER DEFTERİ

ASFİYÂNIN KUDVESİ HEM REHBERİ

KÂİNATIN ZÜBDESİ VÜ MEFHARİ

AŞK İLE BEDR-ÜD-DÜCA’YE ÂŞIKIM

EŞİĞİNDE ABD İ MEMLÛK OL MÜDÂM

ANDAN ÖZGE YOKTUR A’LÂ-Yİ MERÂM

SALTANAT BUDUR NECİBÂ BİL TAMÂM

ŞİMDİ ZAT I MÜCTEBÂ’YE ÂŞIKIM

ÜÇÜNCÜ SULTAN AHMET HAN (NECÎB)

SU KASİDESİ

FUZULİ (1494 -1555)

SAÇMA EY GÖZ EŞKTEN GÖNLÜMDEKİ ODLÂRE SU

KİM BU DENLU TUTUŞAN ODLÂRE KILMAZ ÇARE SU

ÂB-GÛNDUR GÜNBED-İ DEVVÂR RENGİ BİLMEZEM

YA MUHİT OLMUŞ GÖZÜMDEN GÜNBEB-İ DEVVÂRE SU

ZEVK-İ TİGİNDEN ACEP YOK OLSA GÖNLÜM ÇÂK ÇÂK

KİM MÜRÛR İLE BIRAKIR RAHNELER DİVÂRE SU

VEHM İLEN SÖYLER DİL-İ MECRÛH PEYKÂNIN SÖZÜN

İHTİYAT İLE İÇER HER KİMDE OLSA YÂRE SU

SUYA VERSİN BÂĞIBAN GÜLZÂRI, ZAHMET ÇEKMESİN

BİR GÜL AÇILMAZ YÜZÜN-TEK VERSE BİN GÜLZÂRE SU

OKŞATABİLMEZ GUBARINI MUHARRİR HATTINA

HÂME-TEK BAKMAKTAN İNSE GÖZLERİNE KAARA SU

ARIZIN YÂDİYLE NEMNÂK OLSA MÜJGÂNIN NOLA

ZÂYİ OLMAZ GÜL TEMENNASİYLE VERMEK HÂRE SU

GAM GÜNÜ ETME DİL-İ BİNÂRDAN TİĞİN DİRİĞ

HAYIRDIR VERMEK KARANLIK GECEDE BİMÂRE SU

İŞTE PEYKÂNIN GÖNÜL HİCRİNDE ŞEVKİM SÂKİN ET

SUSUZUM BİR KEZ BU SAHRADA BENİMÇİN ÂRE SU

BEN LEBİN MÜŞTAKIYIM ZÜHHAD KEVSER TÂLİBİ

NİTEKİM MESTE MEY İÇMEK HOŞ GELİR HÜŞYÂRE SU

RAVZA-İ KÛYUNA HER DEM DURMAYIP EYLER GÜZÂR

ÂŞIK OLMUŞ GALİBA OL SERV-Î HOŞ REFTÂRE SU

SU YOLUN OL KÛYDAN TOPRAK OLUP TUTSAM GEREK

ÇÜN RAKİBİMDİR DAHİ OL KÛYA KOYMAM VÂRE SU

DEST-BUS-İ ARZÛSİYLE ÖLÜRSEM DOSTLAR

DESTİ EYLEN TOPRAĞIM SUNUN ONUNLA YÂRE SU

SERV SERKEŞLİK KILIR KUMRİ NİYAZINDAN MEĞER

DÂMENİN TUTA AYAĞINA DÜŞE YALVÂRE SU

İÇMEK İSTER BÜLBÜLÜN KANIN MEĞER BİR RENG İLE

GÜL BUDAĞININ MİZACINA GİRE KURTÂRE SU

TIYNET-İ PÂKİNİ RÜŞEN KILMIŞ EHL-İ ÂLEME

İKTİDÂ KILMIŞ TARİK-İ AHMED-İ MUHTARE SU

SEYYİD-İ NEV’-İ BEŞER DERYÂYI DÜRR-İ ISTİFA

KİM SEPİPTİR MÛCİZÂTI ÂTEŞ-İ EŞRÂRE SU

KILMÂĞ İÇİN TÂZE GÜL-ZÂRI NÜBÜVVET REVNAKIN

MÛCİZİNDEN EYLEMİŞ İZHÂR SENG-İ HÂRE SU

MUCİZİ BİR BAHR-İ BİPÂYAN İMİŞ ÂLEMDE KİM

YETMİŞ ONDAN BİN BİN ÂTEŞ-HÂNE-İ KÜFFÂRE SU

HAYRET İLEN PARMAĞIN DİŞLER KİM ETSE İSTİMÂ’

PARMAĞINDAN VERDİĞİ ŞİDDET GÜNÜ ENSÂRE SU

DOSTU GER ZEHR-İ MÂR İÇSE OLUR ÂB-1 HAYÂT

HASMI SU İÇSE DÖNER ELBETTE ZEHR-İ MÂRE SU

EYLEMİŞ HER KATREDEN BİN BAHR-İ RAHMET MEVCHİZ

EL SUNUP UR GEÇ VÜZÜ’ İÇİN GÜL-İ RUHSÂRE SU

HÂKİ PÂYİNE YETEM DER ÖMRLERDİR MUTTASIL

BAŞINI TAŞTAN TAŞA URUP GEZER ÂVÂRE SU

ZERRE ZERRE HÂK-İ DERGÂHINA İSTER SALINUR

DÖNMEZ OL DERGÂHDAN GER OLSA PÂRE PÂRE SU

ZİKR-İ NA’TIN VİRDİNİ DERMAN BİLİR EHL-İ HATÂ

ÖYLE KİM DEF-İ HUMÂR İÇİN İÇER MEYHÂRE SU

YÂ HABÎBALLAH YÂ HAYRALBEŞER MÜŞTAKINIM

ÖYLE KİM LEBTEŞNELER YANIP DİLER HEMVÂRE SU

SENSİN OL BAHR-İ KERÂMET KİM ŞEB-İ Mİ’RAÇDA

ŞEBNEM-İ FEYZİN YİTİRMİŞ SÂBİT-Ü SEYYÂRE SU

ÇEŞME-İ HURSİDDEN HER DEM ZÜLÂL-İ FEYZ İNER

HÂCET OLSA MERKADİN TECDİD İÇİN Mİ’MÂRE SU

BİM-İ DÜZAH NÂR-I GAM SALMIŞ DİL-İ SÛZÂNIMA

VAR ÜMİDİM EBR-İ İHSANIN SEPE OL NÂRE SU

YÜMN-İ NA’TINDEN CÜHER OLMUŞ FUZÛLİ SÖZLERİ

EBR-İ NİSANDAN DÖNEN TEK LÜ’LÜ-İ ŞEHVÂRE SU

UMDUĞUM OLDUR Kİ RÛZ-İ HAŞR MAHRUM OLMAYAN

ÇEŞME-İ VASLIN VERE BEN TEŞNE-İ DİDÂRE SU

Nâ’t

Seccâden kumlardı...

Devirlerden, diyarlardan

Gelip göklerde buluşan

Ezanların vardı!

Mescit mü’min, minber mü’min.

Taşardı kubbelerden Tekbîr,

Dolardı kubbelere "âmîn"!

Ve mübârek geceler, duâlarımız,

Geri gelmeyen duâlardı..

Geceler ki pırıl pırıl,

Kandillerin yanardı!

Kapına gelenler, yâ Muhammed,

-Uzaktan, yakından -

Mü’min döndüler kapından!

Besmele, ekmeğimizin bereketiydi;

İki dünyâda azîz ümmet.

Muhammed ümmetiydi.

Konsun –yine- pervazlara

Güvercinler;

"Hû hû"lara karışsın

Âminler..

Mübârek akşamdır;

Gelin ey Fâtiha’lar, Yâsîn’ler!

Şimdi seni ananlar,

Anıyor ağlar gibi.

Ey yetimler yetimi,

Ey garipler garibi;

Düşkünlerin kanadıydın.

Yoksulların sâhibi...

Nerde kaldın ey Rasûl,

Nerde kaldın ey Nebî?

Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,

Çağlar ne çağlardı:

Daha dünyâya gelmeden

Mü’minlerin vardı.

Ve bir gün ki gaflet

Çöller kadardı.

Halîme’nin kucağında

Abdullâh’ın yetimi,

Âmine’nin emâneti ağlardı!

Hadîce’nin goncası,

Âişe’nin gülüydün.

Ümmetinin gözbebeği,

Göklerin Rasûlüydün.

Elçi geldin, elçiler gönderdin...

Ruhunu Allâh’a,

Elini ümmetine verdin.

Beşiğin, yurdun, yuvan

Mekke’de bunalırsan

Medine’ye göçerdin.

Biz bu dünyâdan nereye

Göçelim, yâ Muhammed?

Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyânet

Altın devrini yaşıyor..

Diller, sayfalar, satırlar

"Ebû Leheb öldü" diyorlar:

Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed

Ebû Cehil, kıt’alar dolaşıyor!

Neler duydu şu dünyâda

Mevlîd’ine hayran kulaklarımız:

Ne adlar ezberlerdi, ey Nebî,

Adına alışkın dudaklarımız!

Artık, yolunu bilmiyor;

Artık, yolunu unuttu

Ayaklarımız!

Kâ’be’nin siyahlar

Yakışmamıştır, yâ Muhammed,

Bugünkü kadar!

Haset, gururla savaşta;

Gurur, Kafdağı’nda derebeyi..

Onu da yaralarlar kanadından,

Gelse bir şefkat meleği..

İyiliğin türbesine

Türbedâr oldu iyi!

Vicdan sakat

Çıkmadan yarına

İyilikler getir, güzellikler getir

Âdemoğullarına!

Şu gördüğün duvarlar ki

Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir..

Fethedemedik, yâ Muhammed,

Senelerdir!

Ne doğruluk, ne doğru;

Ne iyilik, ne iyi..

Bahçende en güzel dal,

Unuttu yemiş vermeyi..

Günâhın kursağında

Haramların peteği!

Bayram yaptı yabanlar:

Semâve’yi boşaltıp

Sâve’yi dolduranlar..

Atını hendeklerden -bir atlayışta-

Aşırdı aşıranlar...

Ağlaşın Yesrib,

Ağlaşın Selman’lar!

Gözleri perdeleyen toprak,

Yüzlere serptiğin topraktı...

Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,

Yabanların gözünde kalacaktı!

Konsun, yine, pervazlara

Güvercinler;

"Hû hû"lara karışsın

Âminler..

Mübârek akşamdır;

Gelin ey Fâtiha’lar, Yâsîn’ler!

Ne oldu, ey bulut,

Gölgelediğin başlar?

Hatırında mı, ey yol,

Bir azîz yolcuyla

Aşarak dağlar taşlar.

Kafile kafile, kervan kervan

Şimâle giden yoldaşlar?

Uçsuz bucaksız çöllerde,

Yine, izler gelenlerin,

Yollar gideceklerindir.

Şu Tekbîr getiren mağara,

Örümceklerin değil;

Peygamberlerindir, meleklerindir..

Örümcek ne havada,

Ne suda, ne yerdeydi..

Hakkı göremeyen

Gözlerdeydi!

Şu kuytu, cinlerin mi;

Perilerin yurdu mu?

Şu yuva -ki bilinmez,

Kuşları hüdhüd müdür, güvercin mi, kumru mu?-

Kuşlarını, bir sabah,

Medîne’ye uçurdu mu?

Ey Abva’da yatan ölü

Bahçende açtı dünyânın

En güzel gülü;

Hâtıran, uyusun çöllerin

Ilık kumlarıyla örtülü!

Dinleyene, hâlâ,

Çöller ses verir:

"Yâyeyl!" susar,

Uğultular gelir.

Mersiye okur Uhûd,

Kasîde söyler Bedir.

Sen de, bir hac günü

Başta Muhammed, yanında Ebû Bekir:

Gidenlerin yüz bir olup dönüşünü

Destan yap, ey şehir!

Ebû Bekir’de nur, Osman’da nurlar..

Kureyş uluları, karşılarında

Meydan okuyan bir Ömer bulurlar;

Alî’nin önünde kapılar açılır,

Alî’nin önünde eğilir surlar.

Bedir’de, Uhûd’da, Hayber’de

Hakk’ın yiğitleri, şehid olurlar..

Bir mutlu günde, ki ölüm tatlıydı;

Yerde kalmazdı ruh, kanadlıydı.

Konsun, yine, pervazlara

Güvercinler;

"Hû hû"lara karışsın

Âminler..

Mübârek akşamdır;

Gelin ey Fâfiha’lar, Yâsîn’ler!

Vicdanlar, sakat çıkmadan,

Yâ Muhammed, yarına;

İyiliklerle gel, güzelliklerle gel

Âdemoğullarına!

Yüreklerden taşsın

Yine, îmanlar!

Itrî, bestelesin Tekbîr’ini;

Evliyâ, okusun Kur’ân’lar!

Ve Kur’ân’ı göznûruyla çoğaltsın

Kayışzâde Osman’lar!

Naatini Gaalip yazsın, Mevlîd’ini Süleyman’lar!

Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle

Geri gelsin Sinan’lar!

Çarpılsın, Hakîkat niyetine

Cenâze namazı kıldıranlar!

Gel, ey Muhammed, bahardır..

Dudaklar ardında saklı

Âminlerimiz vardır!..

Hacdan döner gibi gel;

Mi’râc’dan iner gibi gel;

Bekliyoruz yıllardır!

Bulutlar kanad, rüzgâr kanad;

Hızır kanad, Cibrîl kanad;

Nisan kanad, bahar kanad;

Âyetlerini ezber bilen

Yapraklar kanad..

Açılsın göklerin kapıları,

Açılsın perdeler, kat kat!

Çöllere dökülsün yıldızlar;

Dizilsin yollarına

Yetimler, günahsızlar!

Çöl gecelerinden, yanık

Türküler yapan kızlar

Sancağını saçlarıyla dokusun;

Bilâl-i Habeşî sustuysa

Ezanlarını Dâvûd okusun!

Konsun, yine, pervazlara

Güvercinler;

"Hû hû"lara karışsın

Âminler..

Mübârek akşamdır;

Gelin ey Fâtiha’lar, Yâsin’ler!

ARİF NİHAT ASYA

NA’T

GÜLŞENE GÜL-İ RÂNÂ, BAĞIBÂNA CANDIR O

MİSİLSİZ BİR ZİYÂDIR, UFUKSUZ UMMANDIR O

CENÂB-I KİBRİYÂ’NIN KATINDA SULTANDIR O

O EBED SEVGİLİSİZ MANÂ BULUR MU CİHAN?

O NA BENZER CAN KATAN CANÂ, BULUR MU CİHAN?

GÜL YÜZÜ BİN YUSUF’UN HÜSNÜNÜ HAYRÂN EDER

BİR SÖZÜ BİN YÂRENİN DERDİNE DERMÂN EDER

YÜCE RABBİM "HABÎBİM" DİYEREK FERMÂN EDER

O EBED SEVGİLİSİZ MANÂ BULUR MU CİHAN?

O’NA BENZER CAN KATAN CANÂ, BULUR MU CİHAN?

ÂLEMİN YOKTU ŞEVKİ O SAFÂ OLMASAYDI

BİR VEFÂ BULUNMAZDI O VEFÂ OLMASAYDI

ZEHİRDİ PANZEHİRLER MUSTAFÂ OLMASAYDI

O EBED SEVGİLİSİZ MANÂ BULUR MU CİHAN?

O’NA BENZER CAN KATAN CANÂ, BULUR MU CİHAN?

RAVZASIYLA MEDİNE BİR NÂDİDE ÇİÇEKTİR

MEKKE MAHZUN, HAŞRE DEK ONU BEKLEYECEKTİR

O YETİMDİR, HABİBDİR, O KEREMDİR, O TEKTİR

O EBED SEVGİLİSİZ MANÂ BULUR MU CİHAN?

O’NA BENZER CAN KATAN CANÂ, BULUR MU CİHAN?

TOPRAĞI MİSK Ü ANBER, KABRİ ATLASTAN OTAĞ

AŞKI EFLÂKE SIĞMAZ, KÜÇÜCÜK KALBİMDE DAĞ

SENELER VAR HASRETİ BAĞRIMDA YANAN ÇERAĞ

O EBED SEVGİLİSİZ MANÂ BULUR MU CİHAN?

O’NA BENZER CAN KATAN CANÂ, BULUR MU CİHAN?

O SUDUR, SUSUZ BAĞDA ÇİÇEKLER BİTER Mİ HİÇ?

DÎL EHLİ SEVDASINA AĞYÂRI KATAR MI HİÇ?

AHMED’İN ANLATMAYA TAKATİ YETER Mİ HİÇ?

O EBED SEVGİLİSİZ MANÂ BULUR MU CİHAN?

O’NA BENZER CAN KATAN CANÂ, BULUR MU CİHAN?

AHMET EFE

NA’T-I NEBEVÎ

Şeyh GAALİB

Sultân-ı Rüsul Şâh-ı mümeccedsin efendim .

Bîçârelere devlet-i sermedsin efendim

Dîvân-ı İlâhîde ser-âmedsin efendim

Menşûr-i “ Leamrük” le müeyyedsin efendim

Sen Ahmed u Mahmûd u Muhammedsin efendim

Hak’dan bize Sultân-ı müeyyedsin efendim

Tâbişgeh-i ervâh-ı mücerred güherindir

Mâlişgeh-i ruhsâr’ı melek hâk-i derindir

Ayine-i didar-ı tecelli nazarındır

Bû Bekr u Ömer Osman Ali yârlerindir

Sen Ahmed u Mahmûd u Muhammedsin efendim

Hak’dan bize Sultân-ı müeyyedsin efendim

Hutben okunur minber-i iklim-i bekaada

Hükmün tutulur mahkeme-i rûz-i cezâda

Gülbang-i kudûmun çekilir arş-i Hudâ’da

Esma-i Şerifin anılır arz u semâda

Sen Ahmed u Mahmûd u Muhammedsin efendim

Hak’dan bize Sultân-ı müeyyedsin efendim

Ol dem ki nebîlerle velîler kala hayrân

“Nefsî!’’ deyü dehşette kopa cümleden efgan

Yes ile üsâtın ola ahvâli perişan,

Düstur-i şefâatla şenindir yine meydân

Sen Ahmed u Mahmûd u Muhammedsin efendim

Hak’dan bize Sultân-ı müeyyedsin efendim

Bir gün ki dalıp bahr-i gam-ı fikrete gittim

İlden petirip kendimi bihbutluğa yettim

İsyânım anıp âkıbetimden hazer ettim

Bu matla-ı yâd eyledi bir seyyid işittim

Sen Ahmed u Mahmûd u Muhammedsin efendim

Hak’dan bize Sultân-t müeyyedsin efendim

Ümmiddeyiz, ye’s ile âh eylemeyiz biz

Sermaye-i iymanı tebâh eylemeyiz biz

Bâbın koyup ağyârı penâh eylemeyiz biz

Biz kimseye sâyende nigâh eylemeyiz biz

Sen Ahmed u Mahmûd u Muhammedsin efendim

Hak’dan bize Sultân-ı müeyyedsin efendim

Bîçâredir ümmetlerin isyanına bakma

Dest-ı red urup hasret ile dûzaha yakma

Rahm eyle aman âteş-i hicrânına yakma

Ezcümle kulun Gaalib’i pür-cürm bırakma

Sen Ahmed u Mahmûd u Muhammedsin efendim

Hak’dan bize Sultân-ı müeyyedsin efendim.