Makale

Hz. Peygamberin Engellilere Davranışı

Hz. Peygamberin Engellilere Davranışı

Dr. Yaşar YİĞİT
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Hz. Peygamberin engellilere davranışı konusunda fikir sahibi olmak için onun diğer insanlara davranışını göz önünde bulundurmamız yeterli olacaktır. Hz. Peygamberin davranış biçimi, muhataplarının engelli-en- gelsiz oluşuna göre şekillenmemekteydi. Daha açık bir ifadeyle, kişilerin bedensel veya zihinsel açıdan yeterli ya da engelli oluşu, onun davranışında etkin bir âmil değildi. A’ma bir zat olan Abdullah İbn Ümmi Mek- tûm’a davranışının Kur’an-ı Kerim’e konu edilişi, Hz. Peygamberin muhataplarının sosyal statüsüne veya vizyonuna göre önem verdiği ya da engellilere değer vermediği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kur’an’a konu edilen bu olayın gelişimi şöyledin Hz. Peygamber, Ku- reyşin ileri gelenlerinden Utbe b. Rebîa, Ebû Cehil b. Hişâm, Abbas b. Abdilmuttalib ile özel sohbet ederken gözleri görmeyen Abdullah İbn Ümmi Mektûm geldi, söze karıştı ve Peygamber’den, kendisine Kur’an okumasını istedi ve: Ey Allah’ın Elçisi, Allah’ın sana öğrettiklerinden bana da öğret, dedi. Ve bu sözünü bir iki defa tekrar etti. Kureyş ileri gelenleri, kendilerinin yanlarında fakir kişilerin bulunup söze karışmalarından hoşlanmazlar- dı. Bundan dolayı Abdullah İbn Ümmi Mek- tûm’un, iki de bir söze karışması, Allah’ın Elçisinin canını sıktı. Peygamber, bundan memnun olmayarak yüzünü Abdullah’tan çevirip, diğer kişilerle ilgilendi. Resülullah sözünü bitirip kalkacağı esnada kendisine bu olayı, tasvip etmeyen âyetler nâzil oldu. Bu olaydan sonra Hz. Peygamber Abdullah ile karşılaştığında ona ikramda bulunur ve "Ey kendisinden dolayı Rabbimin beni azarladığı zat, merhaba!" der ve ihtiyacını sorardı."1 Bu davranış biçiminin, Resülullah (a.s.)in o anda bulunduğu ortam ve önem verdiği bir meşguliyetin uzantısı olarak değerlendirilmesi ve genelleştirilmemesi gerekir. Ancak böylesi bir davranışın bile, Kur’an’a konu edilişi, İslâm’ın insana bakışı açısından önem arzetmektedir. Hz. Peygamberin engellilere değer vermemesi gibi bir şey düşünülemez. Zira onun davranışlarına Kur’an yön vermekteydi. Ayrıca gerek Kur’an gerekse Hz. Peygamber insanların küçümsenmemesini, herhangi bir kusur sebebiyle ayıplanmamasını, onlarla alay edilmemesini yer yer öğütlemektedir. "Ey mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın...Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın..."12’ âyeti, insanlarla alay edilmemesini, onların hoşlanmayacakları lakaplarla onlara hitap edilmemesini emretmektedir. Hz. Peygamber de, "Bir kimsenin mü’min kardeşini küçümsemesi şer olarak ona yeter.’"13 sözüyle, her ne olursa olsun insanları küçümsememek gerektiğine işaret etmektedir.
Hz. Peygamber engellilerle ilgilenmiş, onlara güçlerinin yetmediği alanlarda görev vermemiş, yeteneklerine göre kamu alanında görev vermiş, kendilerine değer vermiş, topluma kazandırmaya çalışmış, engellileri bir dilenci kitlesi ve sürekli insanlara muhtaç durumda kalmaya mahkûm bir tabaka olarak görmemiştir. Şimdi bu hususlarla ilgili uygulamalarını örneklerle açıklamak istiyoruz.
Hz. Peygamberin engellilerle ilgili uygulamalarını ele alırken bu kesimi bedensel ve zihinsel özürlüler olmak üzere iki kısımda değerlendirmek gerekir. Bedensel özürlülerin başında görme özürlüler (a’malar) gelmektedir. Çünkü o dönemde, hastalık sebebiyle ve bunun yanında savaşların ok ve mızrak gibi delici aletlerle yapılmasından dolayı toplumda görme kabiliyetlerini kaybeden insanların hayli fazla olduğu görülmektedir. Kur’an-ı Ke- rim’de a’mâ kelimesi çoğu yerde manevî körlük anlamında kullanılmıştır.’4’ Abese sûresinde özel olarak körlerin ve genel olarak sakatların haklarına ve onlara gerekli ilginin gösterilmesi gerektiğine dikkat çekmek için Abdullah b. Ümmi Mektûm’un adı verilmeden "a’mâ" diye bahsedil- mektedir.15’
Hz. Peygamberin hadislerinde daha çok görme özürlülerle ilgili hükümler yer almaktadır. O, görme özürlü (a’mâ) olup da sabredenlerin cennetle ödüllendirileceğini bildirmiştir. Bir hadisi kudside Yüce Allah; "Herhangi bir kulumu gözlerinden mahrum bırakmak suretiyle imtihana tâbi tuttuğumda, sabrederse, gözlerine karşılık ona cenneti veririm."’61 buyuruyor. İnsanın dış dünyaya açılan penceresi konumundaki gözlerini kaybetmesi veya a’ma olmak, elbette kişi için bir meşakkattir, konusu oldukça zor bir imtihandır. Nitekim Kâinatın efendisinden nakledilen; "Hiçbir kul, dininden dönmesi hariç, gözlerini kaybetmekten daha ağır bir belâya uğramış değildir."171 hadisi de bu hususun zorluğunu ve güçlüğünü dile getirmektedir. Kaybedilen nimetin kıymeti ölçüsünde onun yokluğuna sabretmenin güçlüğü ve buna bağlı olarak değeri de artmaktadır. Bu sebeple hadiste de ifade edildiği gibi, iki gözünü kaybettiği halde şikayet etmeyip sabredebilen kişiye Allah Teâlâ cennetini vereceğini bidiriyor. Cennete ulaşmak kolay olmadığına göre, gözlerin kaybına sabretmek, zoru belki de en zoru başarmak demektir.
Hz. Peygamber, görme engellilere karşı kötü davrananı, mesela, onların yoluna engel olanları kınamıştır.’8’ Resûlüllah (s.a.s.)’in, görme özürlülere karşı davranışlarında en güzel örneğini Abdullah İbn Ümmi Mektûm’a karşı tutumunda görmek mümkündür. Onu Mescid-i Ne- bevfde müezzin olarak görevlendirmiştir.1” Bunun yanında, kendisini kamu görevlerinin en üst kademesinde, kendi yerine vekil, başka bir ifade ile devlet başkanı vekili olarak istihdam etmiştir-, Veda haccında ve Uhud savaşına gidişi de dahil, çeşitli vesilelerle Medine dışına çıktığında on üç defa Medine’de yerine onu vekil bırakmıştır. Abdullah İbn Ümmi Mektûm, Tebûk gazvesinden sonra nâzil olan ve cihada gidenlerin geride kalanlardan üstün olduğunu, ancak mazaretlilerin bu hükmün dışında tutulduğunu bildiren âyete rağmen o günden sonra yapılacak savaşlara katılacağını söyleyip sancağın kendine verilmesini istemiştir. Onun zırhını giyerek elindeki siyah bir sancakla Kâdisiye savaşına katıldığı, savaştan sonra Medine’ye dönünce muhtemelen savaşta aldığı yaralar yüzünden vefat ettiği veya Kâdisiye’de şehid düştüğü rivayet edilmiştir."01 İslâm’da engellilerle ilgili çeşitli hükümlerin belirlenmesi, Abdullah İbn Ümmi Mektûm vesilesiyle mümkün olmuş, onların vekil bırakılmaları, imamlık yapmaları, savaşa iştirak etmeleri, farz namazlara katılmaları, korunma amacıyla köpek beslemeleri gibi konular açıklık kazanmıştır. Hz. Peygamber, namazlarda İbn Mektûm ve daha başka görme özürlülerin imamlık yapmalarına izin vermiştir."" Bunu söylerken bazı kamu görevlerinde istihdam edilecek şahıslarda birtakım özelliklerin aranmasının gerektiğini de gözar- dı etmek istemiyoruz. Elbette bir takım görevlerin ayrıcalığı olmalıdır. Ancak Hz. Peygamberin uygulamasında dikkati çeken husus, bir a’mayı devletin en yüksek makamında görevlendirmesidir.
Resûlüllah (s.a.s.) engellileri bir dilenci kitlesi olarak görmemiş, onlara dilenci imajı oluşturacak uygulamalarda da bulunmamıştır. Kendilerini yardıma muhtaç, âcizliğe, âtıl olmaya mahkûm ve zavallı bir kitle ollarak görmemiştir. Durumlarına göre özürlüleri çalışmaktan alıkoymamış, onların ticaret yapmasını kolaylaştırıcı hükümler getirmiştir.
Allah’ın Resûlü (s.a.s), engellileri güç yeti- remeyecekleri işlerden muaf tutmuştur. Zaten Kur’an-ı Kerim’de, sorumluluğun kişinin gücü ile orantılı olduğu, kişilere takatları üstünde sorumluluk yüklenmeyeceğini ifade eden genel hükümlü âyetler"21 yanında engellilerin mazaretleri sebebiyle bir kısım yükümlülüklerden muaf tutulacaklarını konu edinen özel hükümlü âyetler"31 de mevcutur. Bu âyetler, kişilerin ancak güç yetirebilecekleri hususlarla yükümlü tutulabileceklerini vurgulamaktadır. Hz. Peygamberin uygulamaları da bu doğrultuda şekillenmiştir. Örneğin, Ensardan Seleme oğullarının başkanı Amr b. Cemûh topaldı. Bedir savaşına katılmak istedi; ancak Hz. Peygamber ona müsaade etmeyip savaştan muaf tuttu. Daha sonra Uhud savaşına katılmak istedi. Oğulları, Bedir savaşını örnek göstererek ona engel olmak istediler. Bunun üzerine Amr, oğullarına, "Siz beni Bedir seferinde cenneti kazanmaktan alıkoymuştunuz." diyerek, onları, Resû- lullah (s.a.s.)’a şikayet etti. Peygamberimiz ona, mazereti olduğunu, bu sebepten savaşla yükümlü bulunmadığını bildirdi. Ancak Amr’ın ısrarı üzerine izin verdi. Oğullarına da babalarını savaşa gidip gitmemekte serbest bırakmalarını söyledi. Savaşa katılan Amr, sonunda, hep arkasında savaşan ve onu korumaya çalışan oğlu ile birlikte şehit düştü. Yeteri kadar kefen bulunmadığı için çok sevdiği arkadaşı ve kayınbiraderi Abdullah b. Amr b. Harâm ile aynı kefene sarıldı ve aynı kabre defnedildi."41 Rahmet Peygamberi (a.s.) bir hadisinde, onun cennette sapasağlam ayaklarla yürüdüğünü haber vermiştir."15
İbn Abbas, Atâ b. EbîRebâh’a; sana cennet ehlinden bir kadını göstereyim mi? dedi. Atâ; evet göster, dedi. İbn Abbas, işte şu siyah kadındır ki, bu kadın Peygamber (s.a.s.)’a geldi ve: Sara hastalığım tutuyor ve üstüm başım açılıyor. İyileşmem için Allah’a dua edin, dedi. Resulullah (s.a.s.): İstersen sabreder, cennetlik olursun-, istersen sana âfiyet vermesi için Allah’a dua ederim, dedi. Bunun üzerine kadın-, 0 halde (hastalığıma) sabredeceğim. Ancak sara tuttuğu zaman üstümün başımın açılmaması için dua buyurunuz, dedi. Peygamber (a.s.) de ona dua etti."16
Toplumun her kesimi ile ilgilenen Hz. Peygamberin zihinsel engellilerle ilgilenmemesi ve onları ihmal etmesi düşünülemezdi. Nitekim akıl hastalarının dinî yükümlülüklerden muaf tutulduklarını şu sözü ile dile getirmiştin "Üç kimseden kalem (sorumluluk) kaldırılmıştın Büluğ çağına erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan ve şifa buluncaya kadar akıl hastasından.""17 Bu hadis, zihinsel engellilerin, sorumluluklarının çerçevesinin belirlenmesinde temel teşkil eden başlıca delillerdendir. Bu ve benzeri delillerden hareketle fukaha, ibadetlerin farz veya hukuki işlemin geçerli olmasının şartları arasında "âkil" olma şartını öne sürmüşlerdir.
Hz. Peygamber sağlam insanların engellilere davranışlarını düzenleyen ahlâkî düzenlemelerde de bulunmuştur. Nitekim görme engelli bir kimseye yol göstermeyi, sağıra ve dilsize laf anlatmayı sadaka olarak telakki etmiştir."8’
Sevineceğimiz, huzur duyacağımız şeylerle karşılaşmamızı nasıl doğal buluyorsak, zaman zaman bizi üzecek veya hoşumuza gitmeyecek bir olayla, musibetle, hastalıkla, felaketle karşılaşmayı da tabii bulmalıyız. Musibetleri, felaketleri ya da başımıza gelen bir hastalığı tabii karşılamanın yolu sabırdan geçer. Şurası da unutulmamalıdır ki, karşılaşılan felaketlerin, hastalıkların yaptığımız hatalara keffaret olacağı da unutulmamalıdır. Sevgili Peygamberimiz; "Yorgunluk, hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gâmdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar, müslümanın başına gelen herşeyi, Allah onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar.""9’ sözüyle bu müjdeyi vermektedir. Ayrıca bir mü’minin başına gelen istenmeyen bir halden dolayı ölümü temenni etmesi de tasvip edilmemiştir. Ne mutlu karşılaştığı bütün zorluklara, hastalıklara, musibetlere, felaketlere, sabredip mutlu sona erişenlere...

1-Elmalı’lı, VIII, 5570; Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, X, 320.
2- Hucurât, 11.
3- Müslim, Birr, 32; Ebû, Dâvud, Edeb, 35; Tirmizî, Birr, 17.
4- Örnek olarak bkz. A’raf, 179.
5- Abese, 1-10.
6- Buhârî, Merdâ, 7; Riyazu’s-Sâlihîn, I, 66. (34 no’lu hadis)
7- Mübarekfûrî, Tuhvetü’l-Ahvezî, VII, 81.
8- İbn Hanbel, 1,217; 309.
9- Aydınlı, Abdullah, “İbn Ümmü Mektdm”, DİA, XX, 435.
10- İbnü’l-Esir, Üsdü’l-Gâbe, IV, 264; Aydınlı, İbn Ümmü Mektûm, DİA, XX, 434; Sarıçam, İbrahim, Hz. Peygamberin Çağımıza Mesajları, s. 109.
11- Bilgi için bkz. Aydınlı, İbn Ümmü Mektûm, DİA, XX, 435.
12- Bkz. Bakara, 286; En’am, 152; A’raf, 42.
13- Bkz. Fetih, 17; Nûr, 61.
14- İbn Hişâm, II, 90-91; Önkal, Ahmet, Amr b. Ce- mûh, DİA, III, 82-83.
15- İbn Hanbel, Müsned, V, 299.
16- Buhâ rî, Merdâ, 6; Müslim, Birr, 54.
17- Buhâ rî, Talâk, 11, Hudûd, 22; Ebû Dâvud, Hu- dûd, 17; Tirm’ızî, Hudûd, 1; Ddrimî, Hudûd, 1.
| 18-İbn Hanbel, V, 169.
19- Buhârî, Merdâ, 1-3; Müslim, Birr, 49; Mâlik, Mu vatça, Kitabu’l-Ayn, 3.
20- Buhârî, Merdâ, 19, Daavât, 30; Müslim, Zikir, 10-13.