Makale

İSLAMİ KİMLİĞİN KAZANILMASINDA TÖVBENİN ROLÜ VE ÖNEMİ

İSLAMİ KİMLİĞİN KAZANILMASINDA TÖVBENİN ROLÜ VE ÖNEMİ

Mustafa TÜRKGÜLÜ
Fırat üniv. İlahiyat Fak. Kelâm
Anabilim Dalı Öğr. Gör.

İslâm, insanı üstün ideallere ulaştırmayı hedefleyen İlahî bir dindir. Onun için hem insanı özendirici ve teşvik edici, hem de kişiliği güçlendirip geliştirici pek çok ahlakî değer ve tedbir getirmiştir. Bakıldığında bunların, maddî ve manevî alanda insanı düze çıkaran şeyler olduğu görülecektir. Eğer insan bu değer ve tedbirlere sarılır ve onların gereğini yaparsa, mutlaka mutlu olur ve iki cihan saadetini birlikte kazanır.
İnsanı üstün ideallere yöneltip kemal noktasına ulaştırmayı hedefleyen değer ve tedbirler, genelde gerçek mü’min olmanın şartı olarak yapılması gereken fiillerdir. İbadet ve taat, züht ve takva bunlardandır. Kur’an, insan-ı kâmil mertebesine bunlarla ulaşılabileceğini, ayrıca tüm peygamberler ile Allah’ın veli kullarının faaliyetlerinin de tamamiyle bu üstün değerler dünyasına ait olduğunu haber vererek, onları örnek almamızı istemiştir. Bu bağlamda öne çıkan en büyük isim ise, Peygamberimiz Hz. Muhammed’dir. Nitekim Kur’an-ı Kerim O nun için-, “Gerçekten Allah’ı, ahiret gününü arzulayanlar için, Allah’ın Resûlü’nde en güzel bir örnek vardır"1 buyurmaktadır. Hakikaten onlar, örnek ve ideal kişiler olarak ölçülü ve dengeli olmanın, tahammül ve sabrın, hikmet ve bilginin, şefkat ve merhametin, se- ha (cömertlik) ve keremin, sevgi ve hoşgörünün, ciddiyet ve vakarın, cesaret ve kahramanlığın, teşebbüs ve aksiyonun, hülasa bütün üstün meziyetlerin timsali olmuş ve bütün fiilleri, takva ya da ihsan seviyesinde gerçekleşmiştir. Ancak Kur’an ve Kur’an’ın aydınlığında oluşup gelişen Sünnet, insanın önünü kesen birtakım olumsuzluklardan da bahsetmiştir. Hayatın hiçe sayılması, fanî şeylerle avunma, tembellik, cehalet, sürekli hata yapma gibi bir sürü şey, bu ahlakî olumsuzluklar arasında sayılmış ve bunların tümü ile kıyasıya mücadele edilmiştir.
Şüphesiz insanoğlunun, kendi geleceği ve mutluluğu için bu mücadelenin içinde yer alması gerekir. Ancak bunun için mutlaka akl-ı selime, ilim ve hikmete tabi olması, ayrıca yaptığı hatalardan dönme faziletini gösterip tövbe etmeyi bilmesi lazımdır. Tövbe edip kendi başına kötülüklerden vazgeçme hali, özellikle İslâm dinine has bir olgudur ve de çok önemlidir. Çünkü beşer olduğu için zaman zaman şaşan insan, ancak tövbe ile İslâmî ve ahlâkî benliğini yeniden kazanır. Söz gelişi Hıristiyan inancında bu imkân yoktur, zira Hıristiyan inancında insanlar ebedî günah yükünün altına itilmiş ve orada bırakılıp ezilmeye mahkûm edilmişlerdir. Oysa İslâm ebedî günah fikrini benimsemediği gibi, açtığı tövbe kapısı ile insana kendi işlediği hata ve günahlardan kendi başına kurtulma imkanını bahşetmiş ve bu suretle onun ızdırap çeken vicdanını rahatlatıp iç huzura kavuşturmuştur.’2
İslâm inancında Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez. Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim, “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz; doğrusu kafirlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez"31 buyurmaktadır. Rahmetinden ümit kesmeden Allah’a yönelmek ve O’ndan yardım ve mağfiret dilemek, imanın işareti sayılır.14’ Bu bağlamda Kur’an-ı Kerim, "Ey iman edenler! Kurtuluşa ermeniz için hepiniz tövbe ediniz’"5 diyerek insanları tövbeye çağıran bir çok ayet-i kerimeyi ihtiva etmektedir. Genel olarak bu ayetlerde Yüce Allah, tövbe edenlerin tövbelerini kabul edeceğini de bildirmiştir. Nitekim hataya düşüp günah işleyenlerin ilki olan Hz. Adem,6 hatasını anlar anlamaz hemen tövbe etmiş, Allah da O’nun bu tövbesini kabul buyurmuştur.’7’ Tövbeyi nasuh kavramı ile birlikte ele alan Kur’an-ı Kerim’deki bir ayette şöyle denilmektedir: “Ey iman edenler! Nasuh (samimi ve içten) bir tövbe ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabbi- niz kötülüklerinizi örter, Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı, (âhiret) gününde, Allah sizi içlerinden ırmaklar akan Cennetlere kor.’"8’
Bir gün Muaz b. Cebel Peygamberimize: “Ya Resulallah! Nasûh tövbesi nedir?" diye sordu. Allah’ın Rasûlü şöyle dedi: "Kulun yapmış olduğu günaha pişmanlık duyup özrünü Allah’a arzettikten sonra, sütün memeye geri dönmesi gibi bir daha, (o günaha) dönmemesidir.’9
Görüldüğü gibi İslâm dini tövbeye büyük önem vermiştir. Çünkü Allah’a ait haklarla ilgili olup İlâhî azaba sebep olan günahların affı ve kötülüklerden uzaklaşmak isteyen insanın yeniden İslâmî ve ahlâkî bir istikamet kazanması, hep tövbeye bağlanmıştır. Kur’an-ı Kerim’in talimi bu istikamettedir. Nitekim o, samimi olarak insanların Allah’a yönelmelerini ve O’ndan af dilemelerini istemekte ve bu suretle muhtemel cezadan kurtulup felaha, mutluluğa ereceklerini bildirmektedir. Bu bağlamda Kur’an-ı Kerim mü’minlere şu şekilde seslenmektedir: “Ey iman edenler! Samimi olarak Allah’a tövbe ediniz"10 "Ey mü’minler! Hep birlikte Allah’a tövbe ediniz. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.’11
Kur’an’ın tövbeye verdiği bu önemden ve Allah’ın bütün tövbeleri kabul edeceği inancından dolayı tüm İslâmî ahlâk ekolleri ve dinî mezhepler, hatadan dönme anlamına gelen tövbeyi kendi sistemlerinin en önemli öğesi yapmışlardır. O bakımdan Şia’dan Hariciliğe, Mutezile’den Ehl-i Sünnet’e kadar hemen her fırka tövbeyi önemsemiş ve kendi öğretisinde ona yer vermiştir. Hariciler, kebire/büyük günah işleyeni doğrudan doğruya kâfir saymışlardır. Onlara göre böyle biri, ancak tövbe ederse yeniden mü’minlik vasfını kazanabilir. Hariciliğin kollarından biri olan İbadiye de tövbeyi, Allah’ın gazabına karşı kullanılan bir kalkan olarak görmüştür. Öyle ki İbadiye onun, günde yetmiş defa da olsa kullanılabileceğini bildirmiş ve şayet yapılan her kötü fiilden sonra tövbe edilmezse Allah’ın azabından emin olunamıyacağını ifade etmiştir. Mutezile’ye göre ise tövbe, sadece insanların İslâmî ve ahlâkî kişiliklerini yeniden kazanmaları için değil, mü’minlik vasıflarını muhafaza etmeleri için de gereklidir. Çünkü Mutezile’ye göre kebire işleyen kimse kâfir değil ama fâsık olur. Fâsık olan ve bu suretle imanla küfür arasında (el-menzile beyne’l-menzileteyn) bir yerde bulunan insan, ancak tövbe ile kendisini bu ortada kalmışlık konumundan kurtarabilir ve Cennet ehlinden olabilir. Aksi takdirde ebedî Cehennem’de kalır.
Büyük günah/kebire işleyenler hakkında Mutezile gibi düşünen ve Şia’nın mühim kollarından olan Zeydiyye de, fâsık olan günahkâr birinin tövbe-i nasûh ile tövbe etmedikçe Cennet’e giremiyeceğini söylemiştir."12 Ehl-i Sünnet’e göre de günahkâr olan fâsık birinin, ebedî Cehennem’e gitmese de doğrudan Cennet’e girmesi mümkün değildir. Ancak samimi bir tövbeyi gerçekleştirmiş ve bu suretle İslâmî ve ahlâkî şahsiyetini yeniden kazanmış olursa o başka. Zira İslâmî ve ahlâkî şahsiyetini yeniden kazanmış olma hali, insana doğrudan Cennet’e girme imkânını sağlayabilir. Çünkü "Allah, tövbeleri çokça kabul eden ve esirgeyendir."13
Bütün bunlar, mü’minin İslâmî kimliğini ve ahlâkî kişiliğini muhafazada tövbenin ne derece önemli olduğunu göstermektedir. Fakat bunun için tövbenin şartlarına mutlaka uymak gerekir. Bazı kimselerin yaptığı gibi günde yetmiş kere tövbe edip tövbe bozmak, ondan sonra da Allah’ın tövbeleri kabul edeceği va’dini delil göstererek o tövbeden fayda ummak doğru değildir. Çünkü tövbenin manası, yapılan kötülüklerden pişmanlık duymak ve bir daha işlememek üzere onlardan uzaklaşmaktır. Nitekim Yüce Allah da özellikle "Tövbe edip durumlarını düzeltenleri affederim""14 buyurmaktadır.
Görüldüğü gibi tövbe, Allah’ın insanlara bahşettiği büyük bir lütuftur. Ayrıca O’na kul olmanın da en kolay yoludur. İslâm edebiyatının ölmez eserlerinden Bostan ve Gülistan gibi değerli eserlerin yazarı olan Şirazlı Şeyh Sadi de kul için iyi ve kolay olan şeyi hatayı kabullenip ona tövbe etmede görmüş ve Gülistan’ın başlangıç kısmında yer alan bir şiirinde şöyle demiştir.
Bende hemân bih ki zi-taksîr-i hîş,
Özr be-Dergâh-i Huda avered.
"Kul için iyisi şudur ki, Allah’a karşı kusurunu bile ve O’ndan özür dileye; yoksa Ce- nab-ı Hakk’ın uluhiyetine layık kulluğu kimse yapamaz.""15
1- Ahzab, 21.
2- Bkz: Ra’d, 28.
3 - Yusuf, 87.
4 - Bkz: Tevbe, 112.
5 - Nur, 31.
6 - A’raf, 19-23.
7 - Bakara, 35-38.
8 - Tahrim, 8.
9- Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, VIII/165, Sadeleştirilmiş yeni baskı.
10 - Tahrim, 8.
11- En’am, 31.
12- M. Ebû Zehra (Trc. R. Fığlalı- 0. Eskicioğlu), İslâm’da Siyasi ve İtikadı Mezhepler Tarihi, s. 63-67, Yağmur Yayınevi, tarihsiz birinci baskı.
13 -Tevbe, 114,118.
14- Bakara, 160; M aide, 39.
15- Şeyh Sadi, (Trc. Kilisli Ri/at), Gülistan, s. 10, İstanbul 1958.