Makale

“BEN ORUÇLUYUM” DİYEBİLMEK...

“BEN ORUÇLUYUM” DİYEBİLMEK...

Dr. Yaşar YİĞİT
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Mü’minler için büyük önem taşıyan ayların başında, şüphesiz Ramazan ayı gelmektedir. Bu mübarek ayın rahmet, bereket, mağfiret ve duygu dolu gölgesi üzerimize düşmüş durumda. Sahurları, iftar sofraları, teravihleri yanında diğer sosyal ve kültürel etkinlikleriyle Ramazan ayının İslâm âleminde ayrı bir yeri vardır. Elbette ki, bu etkinliklerin sergilendiği ortamda tutulan orucun daha farklı bir yeri vardır. Oruç Farsça’daki "rûze" kelimesinin Türk-çeleşmiş şeklidir. Arapça’sı" Savm" ve "Sıyâm"dır. Savm kelimesi Arapça’da " bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak, engellemek"(1) anlamında kullanılır. Terim olarak ise oruç; Dinen yükümlü kabul edilen bir şahsın, Allah’a ibadet niyetiyle, tan yerinin ağarmasıyla başlayan zamandan (imsak vaktinden) güneş batınca-ya (iftar vaktine) kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durması şeklinde tanımlanmaktadır.(2)
Her ibadette olduğu gibi şüphesiz oruç ibadetinin de sahih olabilmesi için birtakım kurallara uymak gerekir. Biz bu kuralların detay ve tahliline girmeksizin oruç ibadetinin manevî boyutunu ele alarak bu boyutun gerek ferdî gerekse toplumsal hayatımızda sağladığı pratik faydalara temas etmeye çalışacağız. Şunu öncelikle ifade edelim ki, oruç sadece İslâm dininde değil tarihsel süreç içerisinde yer alan diğer vahiy orijinli dinlerde de farz kılınmış bir ibadet şeklidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: "Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, kendinizi korumanız için size de farz kılındı."(3) âyeti, orucun geçmiş milletlere de farz kılındığını dile getirmektedir. Vahiy orijinli dinlerde Allah’ın birliği (tevhid) ilkesi ile nitelik ve niceliği değişse de namaz, oruç, zekat ve hac gibi ibadetlerin yapılması insanlara daima emredilmiştir. Söz konusu ibadetlerde-ki tarihsel süreklilik, bize bu iba-detlerin önemini vurgulamaktadır. İlahî dinler bir tarafa bazı batıl dinlerde de oruç tutulması benimsenmiştir. Örneğin Sabi-iler (yıldızlara tapan batıl din mensupları), 46 gün oruç tutarlardı. 8 Mart günü başlamak üzere ilk oruçları 30 gün, 21 Aralık’ta başlayan oruçları 9 gün ve 9 Şubat’tan başlamak üzere 7 günlük oruç olmak üzere toplam 46 gün oruç tuttukları ifade edilmiştir.(4)
Allah’ın emir ve yasakları elbette ki kulların iyiliği içindir. İslâm bilginleri, bütün hükümlerin insanların yararlarını gerçekleştirme amacına yönelik olduğu konusunda görüş birliği içindedirler. Allah’ın yapılmasını istediği şeylerde kullar için çok büyük faydalar, yasakladığı şeylerde ise büyük zararlar bulunduğu bir gerçektir. Örneğin çağımızın en büyük ahlâkî problemlerinden biri olan fuhuşta, içki içmede, hırsızlıkta, insanların canına kıymada zararın olmadığını hangi aklı selim iddia edebilir ? Bunların terkinde de gerek fert gerekse toplumsal bazda inkarı mümkün olmayacak derecede faydalar olduğu izahtan vârestedir.
Gerçek şu ki, Kur’an-ı Kerim’de, İlahî iradenin istediği şekilde düşünen orijinalitesi bozulmamış akla aykırı hiçbir emir ve yasak bulunmamaktadır. Kur’an’ın evrensel ve çağlar üstü boyut ve nitelikte ilke ve mesajlar içerir. Böyle olunca da genelde verileri çağlarla sınırlı olan aklın, bu mesaj ve ilkelerin hikmetlerinin tespiti güçleşmekte hatta çoğu zaman bu tespit sınırlı kalmaktadır. Hemen şuna işaret edelim ki, söz konusu durumun, Kur’an’ın anlaşılmazlığı ya da kapalılığı şeklinde yorumlanması isabetli ve gerçekçi bir yaklaşım değildir. Bu durumun, Kur’an üzerinde düşünenlere, düşünme dinamizmi ve esnekliği sağlaması açısından değerlendirilmesinin daha isabetli olacağı kanaatindeyiz.
İslâmi öğretinin kendilerine yüklediği misyon gereği İslâm âlimleri, çeşitli ibadetlerin yarar ve hikmetleri konusunda öteden beri kafa yormuş, bunların kişisel pratik yararlarından çok, insan nefsinin arındırılması ve yükseltilmesi yolunda fonksiyonel hale getirilmesine çalışmışlardır. Bu bağlamda kulların yapmakla yükümlü tutulduğu ibadetlerin sağladığı bazı faydalar ya da hikmetler tespit edilebildiği gibi, bu faydaların veya gerçekleştirilmek istenen amaçların tamamının tespit edilemediği de bir hakikattir. Ancak aylar, yıllar hatta çağlar, bu fayda ve hikmetleri adeta bir mübelliğ gibi düşünce ve ilim adamlarının diliyle insanlara haykırmaktadır. İbadetlerin sağladığı faydalar sadece İslâm bilginleri tarafından değil zaman zaman değişik vesilelerle bizim dışımızdaki düşünce ve ilim adamlarınca da ifade edilmiştir.5’
İslâm dini, ferdin toplum içinde uyumlu, güvenilir ve hoşgörülü olmasını sağlamaya yönelik düzenlemeler getirdiği gibi onun yaratıcı ile olan bağlantısını daha derinden hissetmesine, devam ettirmesine ve geliştirmesine hizmet edecek düzenlemeler de getirmiştir. Bu düzenlemelerin bir parçasını da ibadetler teşkil etmektedir. Kanaatimizce oruç ibadeti de bunların başında gelir. Çünkü oruç tamamen duygu yüklü, kul-Yaratıcı arasındaki sevgi ve saygının doruğa ulaştığı bir ibadettir. Kul, oruçta Rabbi ile başbaşadır. Nitekim oruç ibadetinin en büyük özelliği, namaz ve hac ibadetlerinde olduğu gibi lisanla ya da herhangi bir hareketle dışa yansıyan formel bir yapısının olmamasıdır. Bu yönüyle oruç, öznel ya da başka bir ifadeyle kalbi bir ibadettir. Bu nedenle Yüce Allah bir hadisi kudsîde "...İnsanoğlunun oruç dışında yaptığı herşey kendisi içindir. Oruç ise benim içindir ve onun mükafaatını ben vereceğim.,"6, buyurarak orucun bu özelliğine işaret etmiştir. Bu yönüyle oruç, riyanın en az karıştığı bir ibadet görünümündedir.
Bilindiği gibi riya (gösteriş) İslâm’ın hiç tasvip etmediği bir hastalıktır. Nitekim Kur’an-ı Ke- rim’de kendisinden en çok bahsedilen ve yerine getirenlerin övüldüğü namaz ibadeti, gösteriş karıştırılması durumunda yergi aracı olmuştur. "Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır, hayra da engel olurlar.’"71 âyetleri bu gerçeği dile getirmektedir. Namazın bu âyette bir örnekleme olduğunu düşünüyoruz. Buna göre salt Allah rızası için yapılmayan, başkalarına yaranmak veya gösteriş amacıyla ifa edilen bütün ibadetlerin aynı eksende değerlendirilmesi gerekir. Tutacağımız oruçlara bu noktada dikkat etmek durumundayız. Kim için, hangi amaçla oruç tuttuğumuzun bilincinde olmalıyız. İbadetimizin orijininde, "Allah rızası mı yoksa başka rızalar mı var ?"18’ sorusunu kendi kendimize sormalıyız. Eğer orucumuz Allah için ise, müjdeyi, " Kim iman ederek ve sevabını Allah’tan umarak ramazan orucunu tutarsa önceki günahları affedilir."18’ ifadeleriyle Sevgili Peygamberimiz veriyor. Bu müjdeye ulaşma gayreti temel amacımız olmalıdır. Oruç, nefsin isteklerine iradi olarak uzak durma olması yönüyle bir irade eğitimine, açlık ve susuzluğun verdiği sıkıntıya dayanma yönüyle de sabır eğitimine dönüşmektedir. Kişinin yaşam sürecinde başarılı bir periyoda sahip olabilmesi şüphesiz irade eğitiminden geçmektedir. İradesi zayıf insanlar hayatta başarılı olamadığı gibi, uhrevî açıdan da sonları iyi değildir. Çünkü ibadetler, hemen hemen bütünüyle iradesi güçlü insanların ifa edebileceği bir konum ve nitelik arz etmektedir. Bu noktada oruç, nefsin isteklerinin kontrol altına alınmasında, ruhun arındırılıp (psikolojik temizlik) yüceltilmesinde etkili olmaktadır. Nitekim orucun değişik biçimlerde de olsa hemen bütün din ve kültürlerde riyazet ve mücahede yolu olarak benimsenmiş olması, orucun bu yönüne işaret edecek yeterlilikte bir argüman olsa gerek.
Toplumsal hayatta huzursuzluklara neden olan taşkınlıkların, büyük ölçüde insanın hayvanî yönünü tatmin eden maddî zevklere düşkünlüklerden kaynaklandığı görülür. Maddî zevk deyince de akla, genelde yeme, içme ve şehevî duygular gibi zevkler gelmektedir. İşte oruç, bu bağlamda insanı maddî zevk ve şehvetler peşinde koşmaktan alıkoyan bir ilaç niteliğindedir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), "Oruç bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu olduğu bir günde kötü söz söylemesin, kavga etmesin. O’na birisi sataşır veya küfrederse, "Ben oruçluyum" desin. .."(9) buyurmaktadır. Bu hadisin de dile getirdiği gibi oruç, bilenler için gerçekten bir kalkandır. Şuurlu ve şartları özümsenerek tutulan oruç, kişiyi kötülüklere karşı korur. Toplumsal barışın ve birlikteliğin sağlanmasında da oruç etkin rol oynamaktadır. Çünkü oruçlu kavgalara, kötü sözlere açık değildir. Onun sadece midesi değil aynı zamanda dili, eli, gönlü bütün uzuvları dünyada bu tür çirkinliklere karşı iftarı olmayan bir oruçtadır. Evet kısa vadede onun dilinin, iftarı güzel sözdür, gönlünün iftarı güzel duygulardır, elinin iftarı, hayır işlerde kullanmaktır, gözünün iftarı güzelliklere bakarak Yüce Rabbi’nin kudret ve kuvvetini anlamaktır. Aklın iftarı, millet ve insanlığa huzur verecek bilgi ve düşünceler üretmektir. Uzun vadede ise bu uzuvların iftarı, Yüce Rabbi’nin müjdesine erdiği andadır. İnancımıza göre asıl müjde ve iftar da bu olsa gerek. Orucun bu boyutu asla göz ardı edilmemelidir. İnsanların birbirleriyle iyi geçinme yerine birbirini yeme yarışında olduğu günümüzde, bu tür moral değerlerin ve yönlendirmelerin sağlayacağı faydalar yabana atılamayacak kadar önemlidir. Nice masum hayatların sönmesinin, kanların akıtılmasının, aile ve dostlukların yıkılmasının temelinde, hiçbir değeri olmayan söz ve kavgaların olduğunu görmekteyiz. Bu tür olayların, gerek fert ve gerekse toplumsal boyutta tamiri imkansız yaralar ortaya çıkardığı da bir gerçektir. İşte dar anlamda oruçlu geniş anlamda ise muslüman, kavga ve anlamsız sözlere kapalıdır, diğer bir ifadeyle o, Allah’ın rızası olmayan her türlü eyleme karşı iftarı olmayan bir oruçtadır. Onun kapısı adeta iftar sofrası gibi hep güzelliklere açılır. Maddî ve manevî yönden aç, susuz insanlar onda hayat bulur. O sofrada nasıl gayr-i meşru yiyecek ve içeceklere yer yoksa, onun makroplarıda dünyasında da, mikroplarıda gönlünde de meşru olmayan davranış ve eylemlere geçit yoktur.
Ramazan ayı, diğer bir ifadeyle oruç ayı, kötülüklerin asgari seviyeye düştüğü bir aydır. Yayınlanan istatistiklere baktığımızda kazaların, cinayetlerin, bu ayda azaldığını görmekteyiz. Bu noktada Resûlullah (s.a.s) ’in "Ramazan geldiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar da zincire vurulur.10 sözünün ne derece anlam yüklü olduğu ortaya çıkacaktır. Ancak bizler, açılan cennet kapılarını kapatır, kapatılan cehennem kapılarını açar ve zincire vurulan şeytanların bağını çözersek, doğal olarak bu rahmet ayından gerektiği şekilde fert ve toplum olarak fayda elde edemeyiz. Kanaatimize göre, "Cennet kapılarının açılması", bu ayda insanın cennete girmesinde etkin olan ibadetlere fazlaca imkan verilmesi gerçeğini ifade etmektedir. Nitekim orucun yanında İslâm’ın diğer temel şartlarından olan namaz, zekat gibi ibadetler de bu ayda yoğunluk kazanmaktadır. Bunun yanında verilen sadakalar, yardımlaşmalar, ziyaretler ile kötü alışkanlıkların, kavgaların ve çirkin sözlerin terkedilmesi, hep cennetin kapısını aralayan türden ibadetler değil midir? Cennetin kapılarını, güzellik, iyilik anahtarları açmaz mı? Kavgaya, çirkinliğe, yalana, sahtekârlığa, Allah’a isyana karşı oruçlu insan, güzellikler bahçesi cennetin konuğu değil midir? "Cehennem kapılarının kapanması" da, Ramazan ayında kötülüklerin azalması ve insanların, cehenneme girmeye neden olacak türden günahlardan kaçınmaları anlamında olsa gerek. Bu bağlamda düşündüğümüzde, "Şeytanların zincire vuruluşu" da kişilerin nefislerini kontrol altına almaları ve onun kötü arzularına alet olmamaları şeklinde yorumlanabilir. Yani bir anlamda kişilerin nefisleri dizginlenmiştir ve şehevî duygulara hakim olunmuştur. Hadisin genel manasına baktığımızda cennet kapılarının açılması, cehennem kapılarının kapanması ve şeytanların zincire vuruluşunda, kulların iradelerinin etkin olduğunu görürüz. Eğer kul kötülükleri tercih ederse, cehennem kapılarını açmış, cennet kapılarını kapamış ve şeytanları zincirden kurtarmış olacaktır. Artık onun Ramazan ayında yaşaması veya oruç tutmuş olması bir anlam ifade etmez. Çünkü Peygamber efendimiz, "Oruçlu kimse, yalan sözü ve yalanla amel etmeyi terketmezse, onun yemesini içmesini terketmesine, Allah’ın ihtiyacı yoktur.11buyurmaktadır. Kişi tuttuğu oruçla kötülükleri terketmeyi hedeflemelidir. O, karşılaştığı bütün kötülüklere karşı, "Ben oruçluyum, bana cennet kapıları açıldı, cehennem kapıları kapatıldı, şeytanları zincire vurdum." deme güzelliğini ve metanetini göstermelidir.
Oruç, aynı zamanda sabır ibadetidir. Zorluklara, güçlüklere şehevi baskılara karşı sabredemeyen kişiler böyle bir ibadeti yapmakta zorlanır ya da hiç yapmaz. Bu sabrı gösterenlerin mükâfatı hem bu dünyada hem de âhirette elbette büyüktür. Nitekim Peygamber (s.a.s.), "Bir kimse Allah yolunda bir gün oruç tutarsa, Allah bu tutulan oruç sebebiyle o kimsenin yüzünü cehennem ateşinden yetmiş sene sürecek mesafelik yere uzaklaştırır.""21 sözüyle bu sabrın mükâfatını en güzel şekilde dile getirmektedir. Ayrıca "...Oruçlu için birisi iftar ettiği vakit, diğeri de Rabbi ile karşılaştığı vakit olmak üzere iki sevinç anı vardır.""3’ hadisi de bu gerçeği ifade etmektedir. Hadisin dar manasına göre, oruçlu kişi gün boyunca suyun, ekmeğin ve yemeklerin özlemini çekmektedir. İftar ile bu özlem sona ermektedir. Oruçlu kimse, ibadetinin makbul olabilmesi için gün boyunca bazı yasaklardan kaçınmak zorundadır. Bu yasaklardan kaçınıldığı takdirde kişi, iftarı özlemle ve sevinçle bekleyebilir. Aksi takdirde iftarın onun için bir anlamı yoktur. İşte hadisi daha geniş bir açıdan değerlendirdiğimizde, görürüz ki, Yüce Allah, dünyada dinen sorumluluğa ehil insanlara bazı şeyleri yasaklamış, bazı şeyleri mubah kılmıştır. Emir ve yasaklara uyulması durumunda, iftar sofrası misali ahirette bir mükafaat sofrası (cennet nimetleri) kurulmuştur. İşte bu sofranın davetlileri, dünyada Allah’ın emir ve yasaklarına uyma sabır ve başarısını gösteren kimselerdir. Ne mutlu böyle kimselere!.. Fakat bu sabrı gösteremeyip, dünyanın aldatıcı lezzetlerine dalıp niçin yaratıldığını unutan, şehvetini ya da nefsini putlaştıran, Allah’ın hükümlerini çiğneyen, onlara aldırış etmeyen kimselerin, o sofranın davetlileri olmaları mümkün değildir. Zaten bu tavrı sergileyen insanların böyle bir sofraya davet edilme beklentisi de bu dünyada yoktur. Şu kadar var ki, insanın, en ince detayına kadar iyi ve kötü adına yaptıklarından sorgulanacağı, eşinden, dostundan, yakınlarından kaçacağı o büyük günde, bu sofraya davet edilme herkesin beklentisi olacaktır. Ancak o davetiye burada kazanılır, burada kaybedilir. O davetiye, şerlere, şeytanlara, kötülüklere karşı "Ben Oruçluyum" deme metanetini gösteren bahtiyarlara vadedil- miştir. Bu sabır ve metanet de, Allah’a ve Peygamberi Hz. Muhammed’e âşık insanların sergileyeceği bir tavırdır. Yüce Rabbimiz, bizi o seçkin davetlilerden eylesin...