Makale

Şiddet ve İntihar

Şiddet ve İntihar

Nesime Ceyhan

Son günlerde dehşetle takib ettiğimiz şiddet olayları, ferdin ferde, ya da ferdin kendine yönelik, toplumsal bir sara nöbetine tutulduğumuz hissini uyandırıyor. "Bekleyin, az sonra geçecek." diyoruz. Hayır, geçmiyor. Biraz daha bekliyoruz. Yine dinmiyor. Eli kolu bağlı beklemek bu nöbete tutulanlardan olmakla eş.
"Eğer hayatın anlamı yoksa, herşey meşrudur. Cinayet bile" diyor Roger Garaudy, devamında da "Ve bizler; fertler, gruplar ve milletlerarası bütün hayvanca şiddet gösterilerine teslim edilmişizdir." (2)
Biz hayatımızın anlamını ne vakit yitirdik? Ne vakit yalnız, bir başımıza çöl ortasında gideceği yönü tayin edemez olduk? Işığımız nerede? Karanlık böylesi sardı mı her tarafımızı?
Düne kadar Islâm toplumla- rında intiharın pek az görüldüğü, hatta Batı toplumlarıyla bunun kıyas dahi edilemeyeceği söyleniyordu. Kısmen hâlâ doğru; ama intiharda özellikle Türkiye’de görülen artış düşündürücüdür. Hele bunun birtakım medya tarafından akşamları ailelerin çay sohbetlerine "kaçınılmaz son" olarak sunuluşu!
Doğunun cemaatçi tavrı intihara isyan ediyordu. Şehirleşme bireyselleşmeyi hızlandırırken bilinçli olmadığı için yalnızlığı artırıyor. Bir türlü şehirlileşemediğimizi söylerken kalabalıkla-fert arasındaki bocalayışımızı da ifade ediyoruz. İntihar kişinin ben’ini farket- mesi aynı zamanda. İşte problem burada başlıyor. Eşref-i Mahlukat olduğuna inanan insan intihar edebilir mi? Kişi umursanmamışsa, bir başına bırakılmışsa ve değersiz bir varlık muamelesi görmüşse, evet. Sevginin kucağını tanımıyor ve sevmeyi bilmiyorsa elbette. Bu da onun yaradılmışların en güzidesi olduğunu ve yaradılış misyonunu unuttuğunu gösteriyor.
Sosyal patlamalar sonucu arasatın çaresiz, boyuna ileri ve geri giden insanına benzemeye başlayan insanımız...
"Yaşamak için ümid etmek lâzımdır." diyor Valery. İnanan insan ümitsiz olabilir mi? i Yarını nasıl ve ne şekilde sileriz? Ümid yarınla birlikte var ve ölümü arzu, yarını inkâr.
Niçin inancın temel taşlarından biri de kadere iman? Hayrın ve şerrin O’ndan geldiğine teslimiyet. Tedbiri alıp tevekkül. Bu batı nın yüzyıllardır Islâm olan toplumlara yüklediği, zihni ve bedeni bir donukluğa, “aman sende” ciliğe, gayretsiz kabullenişe sebep değil, bilakis gayret ve ölçülü ısrar sonucu herhangi bir olumsuzluk ortaya çıkması halinde ruh sağlığını muhafaza etmeye yönelik koruyucu bir unsurdur. Bu yüzden gerçek mânâda imân etmiş kimselerin psikolojik sarsıntıları daha rahat altettiklerini görüyoruz.
Ailedeki çözülme Türk toplumunu can evinden vurmaya yeter sanıyorum. Bundan korunmanın tek yolu, ahlâki değerlere mutlak itaat. Kadının bilgilenmesi ve hassaslıklarını yeniden kazanması şart. Çünkü eş için de evlatlar için de yegâne sığınak. Belki de tüm tezatları mahir elleriyle düzeltecek tek varlık. Nitekim ailede birlik, toplum birliğini temindir.
Evet, derin bir boşluğa düşmüş olmalıyız. "Maverayla göbek bağını koparmış bir dünyanın insanı ya intihar eder ya isyan." (3) Bu zorla benzeyişimizin hikâyesi, belki de bir tülü benzeyemeyişimizin...
Derin boşluklarda saldırgan çocuklarımız var. Aile büyüklerinden daha ziyade dinleme fırsatı buldukları şarkılar zorla almayı, cebren sahiplenmeyi öğretmiyor mu? Filmler şiddetin alâsına prim çıkarmıyor mu? Anne hâlâ o eski bilge yüz, sırdaş ve yegâne dost mu?
Derin boşluklarda, esen her rüzgârla savrulan insanlarımız var. Bunlar boşlukta büyüyen ilk nesil. Ve savrulmaktan bitab düşen bedenleri, darmadağın olmuş zihinleri yardım bekliyor...
Alev Alatlı’nın dediği gibi Massignon’u oynuyoruz!
Ahlâk anarşisi içindeyiz ve intihar için olgun hâle geldik! Biz böyle olacak toplum değildik (4). Düşünmeyi terkettiğimiz- den beri böyleyiz...
insanoğlunun zihnine çakılı bir kader soru: Ben kimim? Bu soruya binlerce sefer dönelim.
Sokrat’ın kapısında asılı söz: Kendini bil!
Öyle ya "Nefsini bilen rabbini bilir."

(1) E d war Said, “Oryantalizm", Pınar Yayınları 1982, İstanbul.
(2) Roger Garaudy, çev: Cemal Aydın, "Islâm ve İnsanlığın Geleceği",
Pınar Yayınları, 1990, İstanbul.
(3) Albert Camus.
(4) Alev Alatlı, "Vıva La Muerte", Boyut, 1992, İstanbul.