Makale

Dünya Değişirken Eğitimin Neresindeyiz?

Dünya Değişirken Eğitimin Neresindeyiz?

DOÇ. DR. HALİS AYHAN
Marmara Univ. İlahiyat Fak. Öğretim Üyesi

Günümüzde eğitim olgusunun amacını belirleyebilmek için ilk çağlardan bu yana eğitim için hangi hedeflerin seçildiğine bakmakta fayda vardır.
İlk çağ filozoflarından Sokrat, Eflatun ve Aristo’nun eğitime dair görüşleri asırlar boyunca bütün eğitimcileri etkilemiştir. Eflatun, devlet ve toplum hayatı bakımından eğitimin önemini ve nasıl yapılanması gerektiğini açıklamaya çalışmıştır. Eflatun "Devlet" adlı eserinde ferdin hürriyetini oldukça kısıtlamakta ise de sonradan kaleme aldığı "Kanunlar" adlı eserinde ferdin özgürlük alanını genişletmiş ve realiteye yaklaşmıştır (1). Eflatun’a göre eğitimin en önemli hedeflerinden biri ahlaklı insan yetiştirmektir Ona göre ahlâk eğitimi bozuk olan biri, hayvanların en kötüsü ve vahşisidir.
Aristo’nun eğitim anlayışı içinde eğitimin temel amacı, insanı, içinde yer aldığı toplumun ya da devletin erdemli ve bilgili bir unsuru yapmaktır. Bu asıl amaç doğrultusunda bilim, güzel sanatlar yanında, cesaret, ölçülülük, cömertlik, hakseverlik gibi ahlâki meziyetlere de önem verilmelidir.
Daha çok toplumsal paylaşımların öne çıktığı erdemli insan yetiştirme gayesinin ağır bastığı ilk çağdan sonraki Hellenizm devrinde çeşitli seviyede okulların önem kazandığını eğitimin entelektüelleştiğini devlet ve şahısların eğitim kurumlan açtığını görüyoruz.
Hristiyanlık öncesi bütün eğitim anlayışlarında ortak bir nokta vardır. Hepsinde insan esastır. Tabii yalnız hür olan insanlar bir cemaatın, bir devletin üyesi, vatandaşı olarak ele alınmakta ve insan hepsinde dünyalık bir varlık olarak görülmektedir. Özellikle ilk filozofların açtığı çığırda akıl öncülüğünde kozmik (Kevni) ve içtimai düzene uygun insan yetiştirmek eğitimin başlıca gayesini teşkil ediyordu.
Ortaçağda ilk defa, Hz. Isa iledir ki insan, tanrı ile ilişkisi açısından ele alınmakta, dindarlık bütün erdemlerin başında kabul edilmekte ve diğer erdemler buna dayandırılmaktadır. Ayrıca insanların tanrı huzurunda eşitliği, kadınlara tanınan sosyal statü ve üniversel bir ilkeyi benimsemiş olmasıyla Hıristiyanlığın eğitim anlayışı, Antik çağdaki Grek ve Roma anlayışından çok ileri ve yenilikçi bir karakter gösteriyordu.
Bütün bu yenilikçi karakterine rağmen Hıristiyanlık kültürü, müesseseleştikçe insana değer vermemiş ve geri plana itmiştir. Hatta ilk günah teorisi yoluyla insanı doğuştan günahkar bir varlık şekline dönüştürmüştür. Ayrıca öbür donyayı esas alarak bu dünyayı ve buradaki hayatı değersiz görmüştür. Bu çağda eğitimin başlıca gayesi, üstün bir aleme hazırlanmak ve bunun için mümkün olduğu ölçüde dünyadan vazgeçmekti. Bu ise ruh eğitimi ile mümkün olacaktı. Manastırlarda, savmaalarda, havralarda, kiliselerde insanlara iç dünyasını ve yaratıcısını tanımasının eğitimi ve öğretimi yapılıyordu. Bu anlayış yalnız batıda olmayıp Uzak doğu Budist anlayışında da geçerliydi. Amacı ise her yönlü gelişmiş insan (Homo Universal)’dır. Fakat aynı zamanda böyle bir eğitim ideali, zorunlu olarak aristokratik
bir karakter kazandırmaktadır. Çünkü bu eğitim okullarda çocuklara kazandırılacak bir şey olmaktan çıkmakta, ancak edebiyatçılar ve sanatçılara hitabetmektedir. Bu hümanist ve seçkinler eğitimi halk tabakalarının eğitimine tamamen yabancı hatta onlara zıt bir görünüm arzetmektedir (2). Bu çağda yalnız batıda olmak üzere ideal insanın hürriyetini arayan insan olduğu ileri sürülmüş, herşeye karşı hür ve bağımsız insan yetiştirme amacına yönelinmiştir. Skolastik anlayışa şiddetle hücum ediliyor, kilise ve müessesesine yönelen hücumlar dinin esasına ve tanrıya yönelecek boyutlara ulaşıyordu. Fakat bu yıkıcı anlayış yeni bir insan tipini de ortaya koyamıyordu.
Aydınlanma ve endüstrileşme çağı (18-20. yüzyıllar)nda ise çocuk ve insan daha yakından tanınmaya çalışılmış ruh ve beden gelişmesi, duygu, irade, zeka, heyecan ve hayal gelişmeleri göz önünde tutularak eğitim yapılması anlayışına girilmiştir. Bu devrin temelindeki anlayış, akla dönüş, akla dayanma, heri alanda aklın egemenliği idi. Eğitimin ve kültürün halk yığınlarına yayılması teşebbüsleri de bu yıllarda önem kazanmıştı.
Fransız ihtilaliyle birlikte monarşilerin sarsılmasıyla millet ve demokrasi kavramlarının herşe- yin önüne geçmesinden sonra, eğitim, hürriyet ve bireysellik üzerine konumlandı. Fakat kısa zaman sonra demokrasi anlayışı da kendi içinde parçalandı. Hürriyetçiler ve eşitçiler, liberaller ve sosyalistler olarak ayrıldılar. Zamanla bu iki kutup gerginliği çok ileri götürerek, hürriyeti inkar eden eşitçilerle, eşitliği inkar eden ferdi hürriyeti ve farklılığı Savunan hürriyetçiler haline geldiler. Eğitim olgusunu da bu iki ideale göre düzenlemeye çalıştılar.
Demokrasinin zıt anlamlarda yorumlanması sonucu ortaya çıkan bu iki anlayış, eğitimi buhrana ve çıkmaza götürmektedir. Çocukları ve gençleri hür ve rakip; vatandaşlar olarak mı yetiştirmeliyiz? Yoksa eşitlik arayan insanlar olarak mı? Her iki anlayış da tek başına olduğunda eğitimi açmaza götürüyor.
Birinci halde, çocuklarımız ve gençlerimiz her alanda amansız bir mücadeleye itilmektedir. İlk okul sıralarından itibaren ferdiyetçi bir yarışa zorlanıyor. Başarılı olmak için her türlü yol meşru sayılıyor. Çünkü bu ideale göre güçlü ve başarılı olana hayat hakkı tanınıyor. Nietzsche (1844-1900) bu durumu genelleştirerek insanlara acımama ve yardımlaşmamayı önermektedir. Ona göre kişi, acıma duyduğunda, gücünden yitirir. Acıma gelişmenin yasasını büyük çapta etkisiz kılar (3).
Birinci haldeki, bu acımasızlık üzerine kurulu, amansız mücadeleye göre insanı hayata hazırlamak, eğitim tarihindeki tecrübeleri gözardı ederek eğitimin amacında çıkmaza saplanmaktır. İkinci halde ise, çocuklarda kardeşlik adalet duyguları geliştirilecek ama hürriyetsiz bir disiplin içinde dinlerin öğrettiği ahlâka benzer fakat müeyyidesini dinden almayan laikleşmiş bir ahlâka göre yetiştirilecek ve hayata o şekilde hazırlanacaktır. Böyle bir eğitim anlayışı da insan ruhunun özgür arayışlarına cevap vermeyecektir (4).
Başarılı olmak için bütün toplumlar ve bütün fertler için geçerli bir tek eğitim sistemiyle bunun bütün ülkelerde uygulanmasını öngören diğer bir anlayışa göre ise eğitimin amacı, şöyle belirtiliyor. İnsanlara, batı uygarlıkları topluluğu içinde birkaç bin yılda oluşan insancıl değerler sistemine olabildiğince bağlı bir zihin habitusu (alışkanlık, itiyat, tavır) vermek, aynı zamanda bu sistemin tarihsel bir gelişme ile oluştuğunu ve mutlak bir değere sahip olduğu bilincini kazandırmaktır.
Batılı olmayan evren bu eğitimle yetişmek istiyorsa, her şeyden önce toplumun yaşamından sınırlı ve kalıplaşmış bir takım üst yapı öğelerini, toplumun zihninden ve gönlünden mümkün olmasa da, hiç olmazsa sosyal kurumlardan söküp atmak zorundadır (5).
Bu üçüncü anlayışın da eğitimi doğru bir hedefe taşıdığı söylenemez. Çünkü insanı toplumu ve değerleri birlikte yerli yerinde dikkate almayan bu görüş insanı tek yönlü ele almaktadır. Halbuki insan ruhi çöküntüleri ve düzensiz gelişmeleri dışında daima hem gelişme, yetenekleri doğrultusunda kemale ulaşma, hem de genişleme, paylaşma, dayanışma, birlikte olma arayışındadır. Öyle ise bu ritme uygun olarak eğitim idealinde aynı zamanda hem yarışma, hürriyet içinde yükselme ve gelişme, kemale ulaşma, hem de dayanışma yardımlaşma, eşitlik ve kardeşlik içinde yaşama arayışına uygun bir eğitim anlayışı bulmak gerekir. Bir yandan da başka milletlerin kültürlerini taklit ederek değil, kendi değerlerini ve kültürünü koruyup geliştirmek suretiyle insanlık kültür ve medeniyetine katkıda bulunmak gerekir. Yani hürriyet, eşitlik ve kardeşliği birlikte düşünmek suretiyle milli ve manevi kültürü koruyup geliştirerek yaşanabilir hale getirmek ve insanlığın müşterek kültür ve medeniyetine katkıda bulunmaktır. Böylece eğitimin amacı, fertlerin ruh sağlığını koruyup geliştirerek çıkabileceği en yüksek noktalara çıkarmak, manevi değerlerine bağlı ve içinde yaşadığı aile, millet ve insanlığa iyi bir üye yapmaktır. Şahsiyetli ve yeterince bilgili ve becerikli insan yaparak, akıl irade ve vicdanını yerli yerinde kullanarak başarılı ve mutlu olmasını sağlamaktır.

(1) Bu konuda bkz. H. Ali Koçer, Eğitim Tarihi, Ank. 1980, s. 131 ve F. Paksüt, Platon ve Sonrası, Ank. 1978, 466-67.
(2) K. Aytaç, Avrupa Eğitim Tarihi, 79-80; A Waber, Felsefe Tarihi, 1st. 1964, 144.
(3) F. Nietzsche, Deccal, Hristiyanlığa Lanet, Çev. 0. Arıoba, 1st. 1981,
15.
(4) H. Z. Ülken, Eğitim Felsefesi, 228.
(5) S. Sinanoğlu, Türk Hümanizmi,
Ank. 1988, 190-7.