Makale

Alevîlik ve Sünnîlik İstismarı

Alevîlik ve Sünnîlik İstismarı

CEMAL ŞAHİN / Çorum Milletvekili

Bir ülkede eğitim düzeyi düşük olduğu zaman, herşey birbirine karışır ve sonuçta devleti oluşturan kurum ve kuruluşlar tıkanır, herşey "arap saçına" döner.
Ülkemizde eğitim düzeyi son derece düşüktür. Bugün ilkokul çağına gelmiş çocuklarımızda okullaşma oranı % 90, ortaokul çağına gelmiş çocuklarımızda % 65, lise çağına gelmiş çocuklarımızda % 40 ve üniversite çağına gelmiş çocuklarımızda % 13 civarındadır.
Böyle bir gidişe dur demeyecek miyiz? Böyle gelmiş böyle gitsin demenin bir anlamı yok. Bu hale getiren bizler isek, bu menfi durumdan kurtulmak da yine bizlerin katkısı ile olacaktır. Aksi halde hakla batılın ayrılmasını sağlayamayız. Bu noktadan hareketle bugüne kadar tabu olarak görülen sorunlarımızı sağlıklı bir çözüme kavuşturabilmek için önce kavram kargaşasından kurtulmamız lazım.
Bu ne biçim bir anlayıştır ki, halkının % 99’u müslüman olan bir toplumda bu denli gaflet, dalalet ve hatta hıyanet kol gezer! Yüzde doksan dokuzu müslüman olan bu milleti birbirine düşman ederler, ayırırlar, parçalarlar ve sonra da yönetirler.
Bin yıldır birlikte yaşıyoruz. Bu devleti binlerce şehit vererek bir kurtuluş savaşı sonucunda birlikte kurmuşuz. Ayyıldızlı bayrak için canımızı veriyoruz. Yani şehit oluyoruz. Ölünce aynı kıbleye karşı toprağa veriliyoruz. Allanın birliğine, Hz. Muhammed Mustafa’nın son peygamber olduğuna inanıyoruz, Hz. Kur’an gibi kutsal bir kitabımız var. Aynı gelenek ve görenekleri yaşıyoruz. Birlikte seviniyoruz, birlikte üzülüyoruz. Allah korusun bir gün vatanımız saldırıya uğrarsa, saldırganlar bizleri Sünnî ya da Alevî diye ayıracaklar mı? Yoksa hepimiz aynı kefede saldırıya muhatap olmayacak mıyız?
Ülkemizin pek çok sorunu var. Bu sorunlarımızı çözüme kavuşturmak için herkesin Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle işe sıkı sarılması gerekmez mi? Aksi halde birbirleri ile didişip duran bir toplumda bu sorunlar nasıl çözülebilir?
Her şeyden önce kavram kargaşasından kurtulmalıyız demiştik. Bize göre anarşi buradan kaynaklanıyor. Şimdi bu yoldan hareketle asıl meselemize gelmek istiyorum. Sahi % 99’u müslüman olan bu toplumda, bin yıldır birlikte yaşadığımız halde hala neden bir Alevîlik ve Sünnîlik kargaşası devam edip gidiyor? Bunda bir yanlışlık yok mu? Bize göre bu durum son derece büyük bir yanlışlıktır. Niçin? Şimdi huzurunuza bazı kavramlar getirdiğim zaman meseleyi hep birlikte daha iyi anlayacağız.
Ülkemizde çok sayıda Alevî vatandaşımızın yaşadığı bilinmektedir. Alevî vatandaşlarımızla ilgili bugüne dek sebep ve sonucu ne olursa olsun fevkalade yanlışlıklar yapılmış ve hiç de hak edilmeyen tartışmalar ve karalamalar sürüp gelmiştir. Toplumumuzu karıştıranı rahatsız eden, hatta çatışmalara kadar varan bu durumdan kim sorumlu? Bugüne kadar bazı yanlışlıklar yapılmışsa da bu böyle devam etsin diyemeyiz. Bakınız hemen hergün gazete köşelerinde, televizyonlarımızda konuşmalar, paneller, açık oturumlar ve konferanslar düzenleniyor, dernekler, vakıflar ve yetkililer Alevîlik nedir? konusunda fikir beyan ediyorlar. Bize göre bu yapılan tarifler son derece yanlış ve tehlikelidir. Zira çoğu kez bir masala, bir yalana ya da sorumsuz, bilgisiz bazı kişilerin beyanlarına dayanan bu tarifleri içimize sindiremeyiz. İşte şimdi ben bu tariflerden bazılarını bilgilerinize sunmaya çalışacağım;
- Alevîlik, namaz, hac ve oruç gibi kural ve kaideleri gerektirmez. Bize namaz gerekmez, niyaz gerekir. Çünkü Hz. Ali bizim namazımızı kılmıştı. Asıl olan "eşiğin kutsallığıdır" bu bize yeter.
- Hz. Ali camide şehit edilmiştir. Bu nedenle cami yerine cemevi gerekir. Biz camiye gitmeyiz.
- Alevîlik müslümanlıktır. Ancak namaz, oruç, hac, kıble gibi dinin farz kıldığı kural ve kaideleri yerine getirmeye çağımızda gerek yoktur. Asıl olan bir gönüle girmektir.
- Alevîlik, elbette müslümanlıktır. Ancak Sünnîler tarafından ileri sürülen ve yorumlanan Kur’an ayetleri ilk üç halife ve Emevîler döneminde değiştirilmiştir. Bir çoğu da eksiktir.
Özellikle Ehl-i Beyt’le ilgili olan ayet-5P!rsfer Kur’an’dan çıkartıldığı için mevcut İslam’ın şartları olarak ileri sürülen hususlar gerçeği yansıtmıyor.
- İslâm, Arapların dinidir. Bizi ilgilendirmez çünkü şamanizmden geliyoruz. Anadolu’ya geldiğimizde başka bir ifade ile Anadolu’nun fethi tamamlanınca Anadolu’ya gelen Türkler çok tanrılı dinler yerine tek tanrılı dinlerden birisini kabul etmek zorunda idiler. Kendi gelenek ve göreneklerini de kaynaştırarak bugünkü Alevîliği meydana getirdiler. Dolayısıyla Arap dini olan İslâm dininin farz kıldığı kural ve kaideleri yerine getirmek zorunda değiller kendi gelenek ve göreneklerinin aslı olan saz eşliğindeki cem ayini yeterlidir.
- Hac ve Kıble gerekmez. Kabe putlar için yapılmış bir yapı (puthane) dır. Asıl olan insandır. Yeni kâbe insandır. Alevîliğin temeli de bu felsefeye ve ilkelere dayanır.
Yukarıda Alevîliğin günümüzde, ortalıkta dolaşan tariflerini özetledik. Bu tariflerin herbirisini ayrı ayrı ele alıp yorumladığımızda kendi içinde dahi tutarlı olmayan, bizleri farklı yaşam biçimlerine götüren, İslâmı kıyısından köşesinden ele alan yorumlar ve çabalardan ibaret olduğu kendiliğinden meydana çıkar. Oysa İslâmda esas kaynak Hz. Kur’an ve sünnettir. Bu tarifleri ortaya koyanlar kim olursa olsun. İster Sünnî ister Alevî olsun, bunların hepsi bize göre yanlıştır.
Bir takım kimselerin İslâm dışında bir yaşam biçimi olmayan Alevîliği, İslâm dışı kural ve kaidelerle izah etmelerinin hiçbir haklı nedeni olamaz. Çünkü;
1. Alevîlik Anadolu’ya has bir yaşam biçimi değildir. Dünyanın her yerinde yaşayan müslümanlarda Ali sevgisi, Ehl-i beyt sevgisi mevcuttur.
2. İslâmda namaz, oruç, hac ve zekat gibi kural ve kaideler Kuranda mevcut ayetlerle çok yerde belirtilmiş ve hüküm altına alınmıştır.
3. İslâm Araplara mahsus bir din değildir. Bugün dünyada 52 İslâm ülkesi bulunmaktadır. Bunlar dünya haritasında doğudan batıya bütün kıtalarda mevcuttur. Kaldı ki çoğu ülkeler Islâmı savaşla değil, kendiliğinden kabul etmişlerdir.
4. Şamanist Türklük İslâmı yaşamamıza engel bir hal değildir ve atalarımız İslâmı kendi gelenek ve göreneklerine uygun gördükleri için kabul etmişlerdir.
5. Hz. Ali bizim namazımızı kılmıştır demek kadar ilkellik olmaz. İbadetin sadece gece icra edileceği görüşü de aynı derecede sakat bir görüştür. Hz. Kur’an’da ibadetlerin nasıl yapılacağı çok açık bir şekilde gösterilmiştir. Kaldı ki sabah, akşam ve yatsı namazları da gece ibadetlerinden sayılır.
6. Hilafet olayı itibariyle; Şahsım olarak Hz. Ali efendimizin bizzat Peygamberimizin kültüründen ve yaşam biçiminden aldığı feyiz ve ilim sonucu eğer ilk halife olsa idi belki İslâm için daha hayırlı olurdu diye düşünenlerdenim. Bununla birlikte bu halifelik olayını çok lüzumsuz ve gerçeklerle bağdaşmayan bir şekilde çekiştirerek günümüzde sorun yapmayı fevkalade yanlış ve bölücü bir hareket olarak görüyorum. Bu olayların oluşmasından 400 yıl sonra İslâmı kabul etmişiz. Kaldı ki 4 halifenin kendi aralarında herhangi bir sorunları ya da çatışmaları da olmamıştır. Kısa bir dönem hariç hepsi müştereken ve müteselsilen devleti idare etmişler, fetihlere devam etmişler ve İslâm devletini büyütmüşlerdir. Buradaki ihtilaf, bu dört halifeden herhangi birini diğerinden üstün tutan taraflar arasında olmaktadır. Bunların arasında üstünlüğü tartışmak son derece abestir. Ve gerçekçi değildir. Pratiği yoktur. 1400 yıl evvel yapılmış, geriye dönüşü mümkün olmayan olayları ağızda sakız gibi çiğnemenin anlamı ne? Kime faydası var?
Bırakalım bunları yapılacak şey gayet açık ve nettir. İslâmı temelde kabul etmek, halifelerden herhangi birinin yaşam biçimine uygun olarak yaşarsanız hepsi muteberdir ve makbuldür.
7. Hz. Kur’an değiştirilmiştir iddiasını ileri sürenler apaçık sapıklardır. Zira Hz. Kur’an’ı indiren ve muhafaza eden bizatihi Allah (cc)dır. (El-Hicr süresi 9. ayeti) Diğer taraftan Ehl-i Beyt’le ilgili ayetler Kur’an’dan çıkartılmıştır diyenler de yalancıdırlar.. Zira Ehl-i Beyt ile ilgili yaklaşık 300 civarında ayetin aynen Kur’an’da mevcut olduğunu ve bu konuda pek çok hadisi şerifin de bulunduğunu herkes biliyor. Kaldı ki böyle bir şey olsaydı. Hz. Ali 4’üncü Halife olarak yetkili olduğu dönemde, bunu düzeltirdi.
8. Alevîliği cem ayini ve semahla eş değerli tutmak da son derece yanlış ve gerçeklerle bağdaşmaz. Allah’ın bize farz kıldığı ibadetler bellidir. Bunun dışında herhangi bir şekilde ya da mahalde Allah rızası için ibadet yapılacaksa elbette kimse buna birşey demez. Ancak Peygamberimizin devri saadetlerinde icra edilen namaz ibadetinin karşılığı olarak yapılacak işleri ya da namazı inkar etmek, olayını fevkalade üzücü ve yanıış buluyorum.
9. Alevîlik, Ehl-i Beyt ve 12 imam sevmektir yolunda beyan edilen sözlere bir diyeceğimiz olmaz. Ne varki sevgi sübjektif bir olaydır. Asıl sevgi, Ehl-i Beyt ve 12 imam gibi Islâmı anlamak ve yaşamaktır. Bu konu ile ilgili olarak Hz. Kur’an’da mevcut 14. Sûrenin yani "İbrahim Sûresi"nin 52. ayetinin tümünü ve ayrıca "Al-i İmran Sûresi "nin 68. ayetini okuduğumuz zaman iyi bir müslüman Alevî nasıl olur, onu anlarız.
SONUÇ
1. Kur’an, Sünnet, Ehl-i Beyt, Kıble, Ahiret, Cami bu Vatan, bu Bayrak ortak değerlerimizdir.
2. Aynı vatanda yaşıyor, aynı dili konuşuyor, aynı tarih ve kültürden geliyoruz. Yani aynı gemideyiz. Aynı şeylere gülüyor, aynı şeylere üzülüyoruz. İnşallah her çeşit bozgunculara rağmen ulus olarak hep birlikte bu düzenimizi sürdüreceğiz. Bunun için Allah’a dua ediyoruz.
Bugün ülkemizde bazı insanlar Kur’an’dan Ehl-i Beyt ile ilgili ayetlerin çıkartıldığını, bu nedenle eksik Kur’an’la amel etmenin doğru olmadığını beyan ediyorlar. Her vesile ile değindiğimiz gibi bu iddia da doğru değildir. Mevcut Hz. Kur’an gerçeği ile bağdaşmıyor. Bizim tespitlerimize göre Hz. Kur’an’da Ehl-i Beyt ile ilgili 300 civarında ayeti kerime ve sayısını bilemediğimiz kadar hadisi şerif mevcuttur. Biz nokta itibariyle tesbit ettiğimiz bazı ayetlerle bir hadisi bilgilerinize sunmakla yetineceğiz.
- "Cinleri ve insanları ancak bana ibadet etmeleri için yarattım". (Za-riyat Sûresi, ayet 56).
- "Benim yoluma uyan ne sapar ve ne de bedbaht olur". (Taha Sûresi, ayet 123).
- "Sizin dostunuz ancak Allah, onun Peygamberi ve namaz kılan zekat veren ve rükû eden mü’minlerdir". (Maide Sûresi, ayet 55).
- "Ey Ehl-i Beyt- Peygamber ailesi! Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister." (Ahzap Sûresi, ayet 33).
Bu ve buna benzer Hz. Kur’an’da Ehl-i Beht ile ilgili ayetler bulunduğu gibi ayetlerin geneldeki yorumu sonucu pek çok kaynakta kabul edilen hadisi şerifler de vardır; bunlardan bir tanesini örnek olarak aşağıya alıyorum:
- "Bir gün Resül-i Ekrem (S.A.S.) Mekke ile Medine arasında (Hum) denilen bir suyun başında bize irad buyurduğu bir hutbesinde Allah’a hamdü sena ettikten ve bizi öğütledikten sonra şöyle buyurdu:
- Ey nâs! Ben ancak bir beşerim. Rabbimin Elçisi’nin bana gelip, ona icabet edeceğim zaman yaklaştı. Size önemli iki şey bırakıyorum. (Bu muazzam emanetin) biri, hidayet ve nur kaynağı olan Kur’an’dır. Buna sımsıkı sarılınız, buyurdu ve Kitabullah’ı teşvik ve tergib etti. Sonra devamla: İkincisi de Ehl-i Beytim’dir. Ehl-i Beytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım. (Allah’tan korkunuz, onlara karşı hürmette kusur etmeyiniz) buyurdu". (Hadisi Müslim rivayet etmiştir).
Daha pek çok ayet ve hadislerle olayı daha da somut hale getirmek mümkündür. Ne varki böyle bir yazının sınırını aşar diye düşündük. Bu sebeplerle burada şunu bütün müslüman kardeşlerimize iletmek istiyorum. Allah (cc)’ın izniyle bir kitap hazırlamaktayım. Kitabımızı pek yakında bilgilerinize sunacağım.
İnşallah kitabımızı incelediğiniz zaman Alevî vatandaşlarımızla ilgili, başka bir ifade ile Alevî vatandaşlarımızın Islâmi anlayış ve yaşayışı ile ilgli daha sağlıklı bilgilere hep birlikte ulaşmış olacağız. Yüce Allah (cc) hepimizden razı olsun. Bize Mağrifet ve selamet versin. Amin.



TARİH VE İBRET

“Servetin çok; lakin kalbinde merhamet yok”

Peygamberimiz (SAS.) annesinin vefatından sonra dedesi Abdü’l-Muttalib’in yanında kalmaktaydı. Artık dedesi de bir hayli ihtiyarlamış ve hayatının son günlerini yaşamaktaydı. Abdü’l-Muttalib torununu kimin himayesine vereceği hususunu uzun uzun düşündü. Önce Ebû Leheb’e dönerek şöyle dedi:
"Senin servetin çok, lakin kalbinde merhamet az. Çocuksa yetim, yüreği yaralı, Onu hoş tutamazsın. Senin kaba ve cahilane davranışlarından incinir ve üzülür, onun için çocuğu senin eline teslim edemem."
Yazık ki ihtiyar dedenin bu söyledikleri daha sonra gerçeğin ifadesi olacaktı. Hakikaten Peygamber Efendimiz, bütün bir hayatı boyunca bu katı kalpli adamdan neler çekti! Onları bu kısa hacimli yazı içerisinde bir bir saymak yazımızın sınırlarını aşar.
Sonra oğlu Abbas’ı süzerek:
"Sen bu işe layıksın, fakat senin de ailen kalabalık. Evlatların çok..."
Bu sırada Ebû Talib öne çıkarak:
"Babacığım, gerçi benim servetim az, zengin değilim. Kardeşlerim içinde benden durumu zayıf olan yok. Fakat şefkatim hepsinden üstündür. Kardeşimin oğluna bakmayı cana minnet bilirim" dedi.
Neticede, Efendimiz’in de görüşü alınarak Ebû Talib’in himayesine verilmesinin uygun olacağı kanaatine varıldı. Bu himayenin belli bir aşamasında Peygamber Efendimizin dünyevi ihtiyaçlarını karşılamak üzere ticarî hayata atıldığını görüyoruz. Böylece artık onun için yeni bir dönem de başlamış oldu.

(Hatemü’lEnbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, DİB Yay. 1956, s. 39)
Ramazan ÖZALPDEMİR