Makale

Din Eğitimi Üzerine

Din Eğitimi Üzerine

YRD. DOÇ. DR.
HABİL ŞENTÜRK
Süleyman Demirel Üniv. İlahiyat Fak. Öğretim Görevlisi

Din bir inanç sistemi, bir yaşama tarzıdır. Kişinin inandığı Yüce yaratıcının iradesine tabi olarak hayatına şekil vermesi, O’nun emir ve yasakları çerçevesinde hayatını düzenlemesidir. Din duygusu ise, dînî hayatın temeli, iç dünyamızdaki kökü ve nüvesidir. Bu nedenle din duygusu fıtrîdir, yani doğuştandır, yaradılıştandır. Fıtrat da yaratılış demektir. Din şuuruna gelince, din şuuru: din duygusunun gelişerek belli bir eğitimden geçtikten sonraki halidir. Yani dinin gereği gibi anlaşılan ve yaşanan bilinçli haline denir.
Eğitim psikolojisinde, gelişim psikolojisinde kişinin çocukluğundan itibaren geçirdiği merhaleleri görüyoruz. Beden ve hareket gelişmesi, duygusal, zihinsel, sosyal, dini ve ahlaki gelişme açısından hangi çağda, hangi seviye ve özellikleri gösterir diye inceliyoruz. Eğitimin de psikolojik durumlara uygun olması gerektiğini söylüyoruz. İşte din duygusu da diğer duygular gibi bir gelişim seyri takip eder. İnsanda bulunan sözkonusu bu duygulan biz meyveli bir ağaç örneği ile anlatacak olursak; bedeni duygular, kök ve gövdeyi, sosyal duygular dalları ve yaprakları, yüce duygular da çiçekleri ve meyveleri oluştururlar. Ağaç nasıl köküyle, gövdesiyle, dalları, yaprakları ve meyveleriyle bir bütün oluşturmakta ise, insandaki duygular da bir bütünlük arzeder. Yine nasıl ağacın yetişmesinde küçük bir filiz halinden meyva verinceye kadarki merhalelerde bakıma, gözetime ve ihtimama ihtiyacı varsa, insanın duygularının da sağlıklı bir şekilde gelişebilmesi için ilgiye, şefkate ve eğitime ihtiyacı vardır. Ağacı yetiştirmekten maksat, nasıl ondan meyva almak-sa, insandaki duyguların geliştirilmesinden de maksat yüce duyguları ortaya çıkarmak, yani fertlerin dindar, olgun, ahlaklı, faziletli, fedakar, vefakar, azimli ve gayretli kişiler haline gelmesini sağlamaktır.
Çocuğa din eğitimi verilirken çocukluktan itibaren, gerek ana,babaların ve gerekse eğitimcilerin her çağın ve dönemin özelliklerine uygun bir şekilde ona şefkatle, ilgiyle yaklaşmaları, hayata hazırlanması için yardımcı olmaları ve yol göstermeleri gerekir.
Çocuklarla ilgilenilmeli, onlarla oynamalı ve çocukla çocuk olunmalıdır. Onlara karşı soğuk, resmi olmak yerine; onlarla samimi ve sıcak ilişkiler kurulmalıdır. Bu konuda Peygamber Efendimizin çocuklara göstermiş olduğu ilgi ve şefkat bize örnek olmalıdır. Hz. Peygamber’in hayatına baktığımızda çocuklarla ilgilendiğini, onlara selam verdiğini görüyoruz. Çocuklara anlayışla yaklaşılmalı, çocuk da olsalar onların da bir şahsiyeti olduğu unutulmamalı, onlara değer verilmeli; olumsuz tavırları olduğu takdirde anlayabilecekleri şekilde yaptıkları işin doğru olmadığı anlatılmalıdır. Onları dinlemeli, problemleri tesbit edilmeye çalışılmalı ve ona göre gereken neyse yapılmalıdır. Bazen çocukların yaramazlıklarının, yanlış davranışlarının sebebi bir kıskançlık ve büyüklerin ilgisini çekmek gibi psikolojik durumlar olabilir. O bakımdan büyükler, eğitimciler iyi bir gözlemci olmalıdırlar.
Çocuklara din eğitimi verilirken de fazla aceleci olmamalı. Tedricen yani ağır ağır, kolay ve basit konulardan başlayarak, onların seviyelerine uygun bir şekilde verilmelidir. Çocukların iyi bir taklit kaabiliyeti vardır. Onlar çevrelerinde gördükleri anne-baba ve büyükleri taklit ederler. Onlarla beraber namaz kılar, dua eder, camiye gider ve din ile ilgili merak ettikleri konularda birçok soru sorarlar. Bu soruları büyükleri usandıracak ve yoracak kadar da uzayabilir. İşte bu durumu çocuğun eğitimi için iyi bir fırsat olarak değerlendirmek gerekir. Ancak vereceğimiz cevapların da dikkatli seçilmesi, onların anlayabileceği seviyede ve basitlikte olması gerekir. Cevaplarımız kısa ve öz olmalı, teferruata girilmemeli, felsefi ve mücerred (soyut) izahlar yapılmamalıdır. Mesela Allah’la ilgili sorularda ana-babaların çoğunlukla, çocuklara verecekleri cevaplarda hayli zorlandıkları malumdur. Aslında bu gayet normaldir. Bu noktada şuna dikkat etmek gerekir: "Küçücük çocuğun soruları karşısında zorlanmaktan dolayı mahcup oluyorum, bilmiyorum demekten utanıyorum." dememeli; laf olsun veya cevap olsun diye rastgele şeyler söylenmemen, düşünüp taşınıp uygun olan cevabı bulmaya gayret etmeliyiz. Eğer uygun cevabı kendimiz bulamamışsak, çocuğa karşı "bilmiyorum" diyebilme cesaretini göstermeliyiz. Bilenlere sorarak doğru cevabı daha sonra çocuğa söylemeliyiz. Böylece belki kendimiz de bilmediğimiz bir konuyu öğrenmiş oluruz. Çocuğumuza da samimiyeti ve gerçekçiliği öğretmiş oluruz.
Her yaşın, her dönemin belli psikolojik özellikleri vardır. Oniki yaşlarına kadar zihni gelişmesi henüz dinin mücerred konularını anlamaya yeterli olmadığı için bu çağdaki çocuklara yedi yaşından itibaren yavaş yavaş dinin temel konuları öğretilmeli, dini hayata hazırlanmaları için abdest, namaz gibi pratiklere alıştırılması gerekir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken bir husus da şudur: Çocuklara dinin sevdirilmesi, Allah’ın sevdirilmesi gerekir. Çocuk Allah’tan korkmalı ama, Allah sevgisi, Allah korkusuna galip gelmelidir. Onlara Allah’ı tanıtırken ne yaparlarsa Allah’ın onları seveceği, ne yaparlarsa sevmeyeceği anlatılmalı; korkuya dayalı bir din anlayışı yerine daha çok sevgiye dayalı bir din anlayışı geliştirilmelidir.
Gençlere gelince; oniki yaşından itibaren çocukluktan, çıkmaya, gençliğe doğru adım atmaya çalışan kişi, artık zihinsel gelişme bakımından dini konuları daha iyi anlamaya başlayacak; bilemediği, anlayamadığı konuları sormaya, öğrendiklerini artık aklının süzgecinden geçirmeye çalışacak, buluğ çağına girerken bedenen ve ruhen, dini ve dünyevi olarak birtakım sorumlulukları üstlenebilecek duruma gelecektir. Tabiiki bu çağın da birtakım özellikleri vardır. Bunlar da gözden uzak tutulmamalıdır.
Mükellefiyet üstlenmek üzere olan gence ana-baba ve yetişkinlerin ve özellikle eğitimcilerin yardımcı olması gerekir ki, bu kritik dönemi bocalamadan atlatabilsinler. Bu sırada dinin cinsel konularla ilgili bilgileri daha bir önem kazanmış durumdadır. Bilhassa ana-babaların artık bir genç olan çocuklarıyla ilgilenmeleri, onlarla bir arkadaş gibi oturup konuşmaları icap eder. Elbette analar kızlarına, babalar da oğullarına bu gibi konuları öğretmekte daha yatkın olurlar. Burada bir hususu daha belirtmekte fayda vardır ki, bazı ailelerde cinsiyetle ilgili bu gibi konular sanki gizli sır konularıdır; konuşulması ayıp-mış hatta günahmış gibi düşünülmektedir. Halbuki dinde, öğrenilmesi gereken hiçbir konu günah değil, ayıp değil; aksine birer görevdir. Bilgi bir aydınlıktır; bilgisizlik, cehalet karanlıktır. İslâm ise ilim dinidir.
Böyle bir eğitimle yetişen bir genç olumlu bir şahsiyet kazanacak, Allah’ın emirlerine uygun, yasaklarından uzak bir hayat tarzını benimseyecektir.
Kendi içinde uyumlu, tutarlı ve huzurlu, çevresine de zarar değil fayda ve güven ve- J\ ren, bir şahsiyet sergileyecektir. Peygamber Efendimiz de müslümanı tarif ederken "Müslüman öyle kimsedir ki, müslümanlar onun elinden ve dilinden zarar görmezler, emin olurlar". (Tecrid, 1.129) buyuruyor.
İslâm’ın gayesi, Müslümana iki cihan saadeti temin etmektir. İslâm’a uygun bir şekilde yaşamak insanı mutlu kılar. Çünkü Allah’ın emrine uyan bunun faydasını görür, yasaklarından kaçınan ise haram şeylerin zararından korunmuş olur. Allah’ın emirlerine uyan, yasaklarına riayet eden insanlar böylece hayatlarını bir düzene sokarlar, disiplinli bir hayat yaşarlar. İbadetlerini yerine getirir bu sebeple görevini yerine getirmişliğin iç huzurunu duyarlar.
Önemli olan işte bu sağlam karakterli, sağlıklı kişiliği muhafaza edecek tarzda bir dindarlık ölçüsünü koruyabilmektir. İşte o zaman dünya ile ahiretin dengesi sağlanmış olur. Peygamber Efendimiz de ahiret için dünyayı, dünya için ahireti terk etmememizi, ikisi arasında iyi bir denge kurmamızı istemiştir. Yaratılışımızın gereği de budur. Bu da ancak kişiye daha küçüklüğünden itibaren vereceğimiz eğitimle sağlanabilir.