Makale

ZAFERLERİMİZİN SIRRI

BAŞYAZI

MEHMET NURİ YILMAZ
Diyanet İşleri Başkanı

ZAFERLERİMİZİN SIRRI

Mü ’min için hayat; imân ve cihâddır. İman; Resül-i Ekrem (S.A.S.) "m Cenâb-ı Hakk ’tan vahiy yoluyla getirdiği her şeye seksiz, şüphesiz ve tereddütsüz inanmaktır. Cıhâd ise; yüceliğine inanılan bu esasların insanlar arasında yayılması, kabul görmesi ve din, vatan, millet, namus... gibi mukaddes değerlerin savunulması için maddi ve manevî her türlü imkânları ortaya koyarak yapılan çalışma ve mücadelenin adıdır.
İslam inanana göre; bu çalışma ve mücadele yürütülürken hayatta kalan "gazi", ölen insan da "şehit" payesine ermekledir. Şehitlik, ölümlerin en şereflisi ve peygamberlikten sonra ahirei rütbelerinin en yücesidir. Allah yolunda, mukaddes değerler uğrunda hayatını kaybeden mü ’min; bir kurşun parçasıyla fani bedenini kaybetmiş olsa da, gerçekte ölmemiş, hayatını Allah, vatan, namus ve şeref için adamıştır. Bu nedenle onlara "ölü" denemez, Allah katında ve milletin gönlünde hayattadırlar ve manen bizimle beraber yaşamaktadırlar. İşte onlar hakkındaki hükm-i Sübhani:
"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevindi bir halde Rableri yanında azıklara mazhar olmaktadırlar." (Ali İmran: 169)
İnançları çerçevesinde kendi ülkelerinde hür yaşamanın mutluluğunu ve önemini takdir edemeyen ve gerektiğinde vatanları uğrunda ölmeyi göze alamayan milletlerin, istiklâl ve hürriyetlerini devam ettirmeleri mümkün değildir. Şu âyeti kerimeler, bu konuda ne kadar câlib-i dikkattir:
"Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size
Î]östereyim mi? Allah’a ve Resulüne inanır, mallarınızla ve tan-arınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarının bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinden güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur." (Saf: 1012)
Bu ve benzeri ayetlerde işaret edildiği veçhile, milletlerin var olma ve istiklâl içinde mutlu bir şekilde yaşama reçetesi; mada ve manevî yönde bütün imkanları seferber etme, yani cihaddır. Tarihi şan ve şerefle dolu olan aziz milletimizin geçmişte kaydettiği büyük başarıları ve kazandığı eşsiz zaferleri bu reçetede, engin cihad şuuru ve vatan sevgisinde aramak
Bizi bugünlere getiren, Anadolu’muzu bize ebedî yurt yapan, millet olarak her devirde bizi dimdik ayakta tutan; İslâm ’m Kazandırdığı bu dinamik ruhtur. Bu ruh; müslümanlara en karanlık çağlarda dahi ışık ve rehber olmuştur.
Ecdadımız; müjdelenen manevî mükafat ve makamlara nail olmak, vatanın harim-i ismetine nâmahrem eli değdirmemek ve İslâm’ın izzetini korumak için canlarını seve seve feda etmeyi canlarına minnet bilmişler ve tarihte pek çok emsalsiz zaferler kazanmışlardır. Çünkü onlar inanıyorlardı ki; sağ kalsalar Yüce Dinimizin yayılması ve vatanın müdafaası için şerefli bir hisseye, "gazilik" payesine ulaşacaklar; can verdiklerinde ise "şehid" olacaklar ve Allah’a kavuşmanın erişilmez rütbesini kazanacaklardı. İşte bu iman, bu temiz duygu, onları arslanlar gibi kükreyerek cepheye koşturuyordu. Bedir’de, Uhud’da, Hayber’de, Malazgirt’te, Kosova’da, Niğbolu’da, Mohaç’ta, Preveze’de, Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da, istiklâl Harbimizin diğer cephelerinde ve son olarak Kıbrıs ’ta kazanılan ve bir çoğu Ağustos ayını süsleyen daha pek çok zaferlerimiz; hep bu imanın mahsûlüdür. Bunun aksini hiç kimsenin iddia etmesi mümkün değildir.
Elbette maddeten güçlü olmak gereklidir ve şarttır. Ama yalnız basma maddî gücün yeterli olmadığına tarih şahittir. İnsanlarımıza man ve onun tabiî sonucu olan ahlâk, birlik, beraberlik, kardeşlik, sevgi, saygı, vatan ve millet sevgisi gibi... ulvî değerleri kazandırmadığımız takdirde başarıya ulaşmak mümkün değildir.
İpe istiklâl savaşlarımız, "Eski dünya, yeni dünya, bütün akvâm-ı beşer" üzerimize çullanmıştı. Milletimizin aziz yurdu Anadolu pay pay edilmiş, ordularımız dağıtılmış, tersanelerimize girilmiş, memleketimizin her köşesi bilfiil işgal edilmiş ve milletimizin maddî gücü tamamen elinden alınmıştı. Bir tek güç kalmıştı; imân. İpe emperyalist güçler bu gücü keşfedememişler ve yanılmışlardı. Müslüman Türk öldürülebilirdi, ama asla esaret altına alınamazdı. Minarelerinden ezan sesinin susturulmasına, ırz ve namusunun pâyimal edilmesine kesinlikle rıza gösteremezdi. Mütegallibe devletler, bu noktayı unutmuşlardı.
Nitekim müslüman Türk milleti Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde kıyama kalkmış, yediden yetmişe eli silah tutan herkes cephelere koşmuş ve "Ya İstiklâl Ya Ölüm" parolasıyla 1918’de başlattığı ölüm kalım mücadelesini 30 Ağustos 1922 ’de eşsiz bir zaferle noktalamıştır.
Anadolu’yu bize ebedî vatan yapan bu zaferin üzerinden 73 yıl geçmiştir. Ama unutmayalım ki, emperyalist güçlerin ve şer odaklarının vatanımız üzerinde emelleri ve idealleri sona ermemiştir. Saldırı taktik değiştirerek bugün daha kalleşçe ve acımasızca devam etmektedir. Millet hayatımıza kasteden ihanet şebekeleri korkunç bir çalışma içindedirler. Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da silah zoruyla hürriyet ve istiklâlimizi yok edemeyenler, şimdi kaleyi içerden fethetmek için çok sinsi planlar uygulamaya koymaktadırlar. Milletimiz fertlerinin arasına sokulmak istenen; sağcı-solcu, ilerici-gerici, aydın-cahil, Türk-Kürt, sünnî-alevî, laik-antilaik gibi ayırımcılıklar, hep bu sinsi oyunların sonucudur.
Öyleyse tarihî hadiselerden ibret alarak, uyanık olalım, bu hain oyunlara gelmeyelim. Dinimizin bizden istediği birlik, beraberlik, kardeşlik, sevgi, saygı ve hoşgörü içinde vatanımızın imarı, gelişmesi ve güçlenmesi için hep birlikte gayret gösterelim.
Bunu başarabildiğimiz takdirde istikbalimize güvenle bakabilir ve kanlarıyla sulayarak bu vatanı bizlere emanet eden şehitlerimizin ve şanlı ecdadımızın ruhlarım sâd etmiş oluruz.