Makale

İLİM, ÇALIŞMA VE İSLAM

İLİM, ÇALIŞMA VE İSLAM

Doç. Dr. İbrahim Agâh ÇUBUKÇU

İçinde yaşadığımız çağda, genel olarak Müslümanların ilim ve teknikte batılılardan geri oldukları ve az çalıştıkları acı bir gerçektir. Yine çağımızda bu geriliğin ve az çalışmanın sebeplerini İslâm Dininde arayanların bulundu­ğu da gerçektir. Bize göre Müslümanların İlim ve teknikte geri kalmalarının sebepleri, İslâm Dini değildir. Çünkü İslâmiyet ilme, kültüre ve çalışmaya di­ğer dinlerden daha çok önem veren bir dindir. Kur’an’daki bir çok âyetler ve Hz. Muhammed’in çeşitli hadisleri, ilmin önemini belirtmekte ve ilim adamla­rım öğmektedir. Anlamları aşağıda verilen âyetler, bunun açık delillerindendir.

“Allah, iman edenlerle ilim verilenlerin derecelerini yükseltir.”[1]; «Bilenlerle bilmeyenler müsavi olurlar mı?»[2]; «Allah’tan ancak kulları arasında bilgin olanlar korkar»[3]; «Bu misâlleri insanlar için veriyoruz, onları ancak bilginler düşünürler»[4]

Bu âyetler yanında ilimden ye bilginlerden bahseden hadîslerden de örnekler verelim:

«Bilginler, Peygamberin vârisleridirler». «Yerde ve göklerde olan, bil­gin için tövbe eder». «Kim ilim yoluna girer ve ilim isterse, Allah onu Cen­netin yoluna gönderir». «Melekler kanatlarını, -yaptığından râzı oldukları için- ilim isteyenin üzerine koyar». «Erkenden gidip ilimden bir bölüm öğ­renmen, yüz rekât namaz kılmandan daha hayırlıdır»[5]. «İlmin fazileti, ibâdetin faziletinden daha hayırlıdır». «Bir Müslümanın kardeşine, hikmetli bir sözden daha üstün bir hediyesi olamaz». «Hiç bir şey, ilmi ilme katmaktan daha güzel yekdiğerine katılmaz»[6].

Bundan başka Şâfiî Mezhebinin kurucusu, aş-Şâfiî, «İlim istemek, nâfile ibâdetten daha faziletlidir» demiştir. Ebu-l Esved ise: «İlimden daha aziz bir şey yoktur, padişahlar halka, bilginler de padişahlara hükmeder» sözü­nü söylemiştir. İbn Abbas da şöyle anlatmıştır: «Süleyman b. Davud’a ilim, mal ve saltanattan birini seçmesi söylendi. Hz. Süleyman, ilmi seçip mal ve saltanatı verdi». İbn al-Mübarek’e sordular: «İnsan olan kimlerdir?» «Bilginlerdir dîye seslendi. Tekrar sordular: «Padişah olan kimlerdir?» «Zahitlerdir» diye cevap verdi. Üçüncü olarak sordular: «Sefiller kimlerdir?» «Dîni, dünya işlerine âlet ederek geçim sağlıyanlardır» diye karşılık verdi.

Buraya kadar anlattıklarımız ilim konusundaki delillerimizdir. Çalışma konusundaki delillerimiz de bunlardan daha az değildir. Bu hususta da il­kin Kur’ân’dan deliller verelim:

«Diğerleri Allah’ın fazlından nasiplerini aramak üzere yer yüzünde dolaşırlar»[7]. «Arza yayılınız ve Allah’ın fazlından nasiplerinizi arayınız.»[8] «insan için ancak çalıştığı şey vardır. Onun çalışması muhakkak görü­lecek ve sonra en olgun karşılık verilecektir»[9]. «Allah’ın {azlı olarak ti­câret ve kazanç sağlamanızda hiçbir beis yoktur»[10].

Çalışma konusunda bu âyetlere katılacak hadîsler de çoktur:

«Günahlardan bâzılarının ancak geçim yolunda çalışma örter». «Doğru fâcir kıyamet gününde şehitler ve Allah’ın sevgili kullariyle berâber dirilti­lir». «Şüphesiz Allah sanat sahibi mü’mini sever». «En hayırlı şey, insanın kendi eliyle kazandığını yemesidir».[11]

Hz. Ömer Müslümanları çalışmağa teşvik için şöyle söylemişti: «Sizlerden hiç biriniz Allah bana rızık verir, diyerek rızık aramaktan geri durma­sın. Çünkü gökten altın ve gümüş yağmaz», Amed b. Hanbel’e «Camide oturup ibâdetle meşgul olan ve Allah rızkımı yanıma gönderir diyen adam hakkında ne dersin?» diye sordular, O şöyle cevap verdi: «Bu adam câhil­dir ve şeriattan habersizdir»[12]

Bir gün Zeyd b. Mesleme kendi tarlasına ağaç dikiyordu. Onu bu işi yaparken gören Hz. Ömer, şöyle söyledi: «İsabet ettin; insanlara muhtaç olmazsan, dînini daha iyi korur ve onlardan daha keremli olursun.»

Hâsılı, çalışma konusuna İslâm Dîni’nin verdiği önemi belirtmek için da­ha bîr çok deliller ve misâller vermek mümkündür. Fakat biz burada sözü uzatmak niyetinde değiliz. Ancak iyice belirtelim ki, İslâm Dîni aslâ ilme, çalışmaya ve medeniyete mâni değildir. Aksine bunları mü’minlere tavsiye eden bir dîndir. Fakat burada hatıra bir soru gelebilir: İslam Dîni’nin yukardaki açık emirlerine rağmen, Müslümanlar niçin bir çok sâhalarda geri kalmışlardır? Bu sorunun cevâbını bulmak güç değildir; Bugün geniş Müslüman toplluklar, kendi dinlerinin gerçek rûhunu gereği gibi bilmekten mah­rumdurlar. Hattâ Müslüman olduğuna inanan bir çok kimseler, İslamiyet’le bağdaşamıyacak yanlış inançlara ve kötü alışkanlıklara sahiptirler. «Bir lokma, bir hırka yeter» inancı bâzı kimselerin tembelleşmelerine sebep ol­muştur. Bir çok kimselerin, kendi dinlerinin gerçek yönünü iyice bilmemele­rinin en önemli sebebi, dînî eğitimin yetersizliğidir. Toplumun ihtiyaçlarına cevap veren sistemli ve düzenli bir din eğitimi kurulmadığı için bâzı yerler­de bilginin yerini hurafa, doktorun yerini üfürükçü ve çalışmanın yerini tembellik almıştır. Biz çocuklarımızın dînî sâhada aydın olmasını, halkımı­zın boş vakit geçirmesi yerine çalışmasını ve hurâfelerin yerini bilginin al­mamı istiyorsak, bilgili, (uyanık ve dürüst din adamlarının yetişmesine daha çok önem vermeliyiz. Yetişen din adamlarımıza da kitap ve sair ihtiyaçları İçin daha çok maddî imkânlar hazırlayarak toplum İçinde onlara lâyık oldukları değeri yermeliyiz.

VAİZLER İÇİN ANKARA’DA BİR KURS AÇILIYOR

Başkanlığımız İller Kuruluşunda görevli vâizlerden 150 kişi, bu yıl 6 Temmuz – 15 Ağustos 1964 tarihleri arasında, 6 hafta süre île bir tekâmül kursuna tâbi tutulacaklardır.

Kurs, üçer haftalık iki döneme ayrılmıştır. Birinci dönemde vaaz ve 41 vaazla İlgili dersler okutulacaktır. İkinci dönene kursiyerlerin kendi aralarında yapacakları açık oturum çalışmalarına ayrılacak; kursiyerlerin evvelce kazanmış oldukları bilgi ve tecrübelerden birbirlerini faydalandırmaları, yeni bilgiler -dinmeleri veya ders döneminde edindikleri bilgileri artırmaları sağlanacaktır. Ayrıca, gerekli görüldüğü takdirde, bilgi, görüş ve fikirlerinden faydalanmak için yetkili ilim ve din adamları ile uzmanlar, açık oturum çalışmalarına dâvet edilerek kursun daha verimli olması sağlanacaktır,

Kursa çağırılanların yollukları gönderilmiştir.



[1] Mücadele sûresi, âyet 11.

[2] Zumer sûresi, âyet 9.

[3] Fatır sûresi, âyet 28.

[4] al-Ankebut sûresi, âyet 43

[5] Bu hadisler için bak: al-Gazzalî, İhya Ulum ad-Din, C. I, s. 5, 8-9, Matbaat: al-istikame, al Kahire.

[6] Bak: as-Sahavi, al-Makastd al-Hasene, s. 490, Mısır 1956.

[7] al-Müzemmil sûresi, âyet 20

[8] Al-Cuma sûresi, âyet 10.

[9] an-Necm sûresi, âyet 39, 40, 41.

[10] Bakara sûresi, âyet 198

[11] Bak: al-Gazzalî, anılan eser, C, n, s. 61.

[12] Bak: Gazzali, Kimya-yı Saadet, C. I, s. 257, Tahran 1333.