Makale

MAYISLARDA YAŞIYAN RUH

MAYISLARDA YAŞIYAN RUH

Ahmet YÜZENDAĞ

«Türk milleti öldürülür, asla mağlûp edilemez...»

Millî bayramlarımız bakımından Mayıs ayını daha şanslı görüyoruz. Türk tarihinin altınlaşan zaferleri çoğunlukla bu aya rastlıyor. Onun için Mayıs ayma, zaferler ayı demek her halde yerinde olur.

29 Mayıs 1453 Fatih’in İstanbul’u fetih zaferi,

19 Mayıs 1919 Atatürk’ün Samsun’a ayak basması, Millî Mücadelenin başlangıcı. Gençlik ve Spor Bayramı,

27 Mayıs 1960 Anayasa ve Hürriyet Bayramı,

Bu mutlu günlerin yıldönümlerini en coşkun duygularla kutlularken, üzerinde durulması gereken bir nokta var. O da: Bu yıl, Mayıs ayına bambaşka bir atmosfer içinde girişim izdir. Her ne kadar yüzlerimiz gülüyor gibiyse; Bay­ram yerlerine, toplantı salonlarına koşuyorsak da, aslında içimizi burkan, sevinçlerimizi gölgeleyen bir olayla karşı karşıyayız. Bu da Kıbrıs meselesi...

Kıbrıs’taki kardeşlerimiz aylardır zulme karşı bir ölüm kalım savaşı ya­pıyorlar: Onlar, hür yaşamak, mutlu yarınlara ulaşmak için şehit veriyor, sabahlara kadar nöbet bekliyorlar. Biz nasıl olur da huzur içinde olabiliriz? Nasıl olur da uykularımız gözlerimizi tırmalamaz, lokmalarımız boğazımıza dizilmez? Biz de en az Kıbrıs’lı kardeşlerimiz kadar dertli ve endişeliyiz. Amma bıçak kemiğe dayanmaya görsün, ötesini gayri Allah bilir...

Zira Napolyon’un dediği gibi: «Türkler öldürülür, asla mağlûp edilemez» Evet, vatan ve millet yolunda ölürüz de mağlûp olmayız, bu husus İyi biline..

Mayıs ayında birkaç bayram birden kutlayacağız. Onları, sadece bir merasimin atmosferi içinde değil de, içlerinde şahlanan millî rûhun heybe­tini duyarak kutlayalım. Bu rûh şöyle ifade edilebilir:

Türk milleti, asil ve İmanlı bir millettir. Hürriyetine ve vatanına âşıktır. Her işinde merttir, bilgi ve görgü dâima rehberidir, insanlığa hizmet başlıca şiârıdır. Millî Birlik şuurunu, tehlikeli gördüğü her anda yaşatma kudretin- dedir. Sanatı sever. Yardımdan zevk alır...

İşte Malazgirt, Çaldıran, Mohaç, Plevne, Çanakkale, Büyük Taarruz, Kore... Hepsi aynı rûhun ve anlayışın destanlarıdır. Yine henüz 22 yaşında­ki büyük Türk Hükümdârı Fâtih Sultan Mehmet, İstanbul’u bu rûhla fethetmiştir. Türk’ün savaş ve îman gücünü dünyaya İlân etmiştir,

29 Mayıs 1453 de İstanbul’un zaptı, cihan tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Bizans surlarını aşıp, Türk Bayrağını Kal’aya çeken Türk akıncıla­rı, hızlarını alamamışlar, atlarının terlerini taa Viyana kapılarında soğutmuş­lardır. Fâtih, İstanbul surlarını zorlarken, gemileri karadan Haliç’e yüzdürürken, Hocaları Molla Gürânî, Molla Hüsrev, Akşemseddin’lerin telkin ettiği, zaman zaman îmanının, kulağına fısıldadığı şu sesleri işitiyor gibiydi:

«İstanbul elbette fetholunacaktır. Onu fethedecek kumandana ve asker­lerine ne mutlu» Bu sözler, kuvvetle inandığı sevgili Peygamberi Hazret-i Muhammed (Salât ve selâm üzerine olsun) İn sözleriydi.

Fâtih bu... Genç, fakat büyük hükümdar... İmam bütün, milletine güve­ni tam, ilme sâdık, sanata âşık, geleceği gören insan.

Bu millet, nice Fâtih’ler yetiştirmiştir. Onların varlığım kim inkâr edebi­lir?

Atatürk de o Fâtih’lerden değil miydi? O da aynı ruhla hareket etmiyor muydu? İmanı bütün, milletine güveni tam’, İlme sâdık, medeniyete âşık, hürriyet sever olmasaydı, İstanbul’dan Anadolu’ya geçer miydi?

O: «Hayatta en hakikî mürşit ilimdir.» derken bir gerçeğe parmak basıyordu. Bir zamanlar üç kıt’aya hükmeden koca bir İmpa­ratorluk, sırf cehâletin, tembelliğin ve yanlış anlaşılan bir tevekkül zihniyeti yükünden geri kalmış, fakirleşmiş, topraklarım ve nüfûzunu kaybetmişti. Birinci Cihan Savaşının sonunda uğradığı haksızlıklarla büsbütün şaşkına dönmüştü. Düşmanlar, Anadolu’yu dört yandan kuşatmış­lar, her türlü işkence ve baskıyı artırmışlardı. Akıllarınca Türkler, bir daha girilemezlerdi. Durum gerçekten fena idi. Saltanat Hükümetinin, durumu kur­taracağına kimse akıl erdiremiyor, yer yer kurtuluş çareleri düşünülüyordu. En iyi hareket, Anadolu’ya geçip, Türk Milleti ile bizzat işbirliği yapmaktı. Buna inananların başında Mustafa Kemâl geliyordu.

Bir gün arkadaşlariyle birlikte İstanbul’dan hareketle 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıktı. Böylece Kurtuluş Savaşımızın ilk adımı atıldı. Oradan Sivas’a Erzurum’a... Derken hürriyete susamış olan Türk Milleti, Mustafa Kemâl ve ar­kadaşları etrafında toplandı, teşkilâtlandı. Kuvvetler birleşti, düşmanla sa­vaşıldı. Gece-gündüz, aç-susuz, kadın-erkek, genç-İhtiyar, her Türk üzerine düşeni fazlasiyle yaptı. Hiç çekinmedi. Gözünü bile kırpmadı fedakârlıktan yana...

Nihayet Türk vatanı düşmandan temizlendi. Cumhuriyet kuruldu. Bugünkü Türkiye’nin temelleri atıldı. Savaş bitti, yeni bir mücâdele başladı. Memleketin imarı (Zira kalleş düşman, her geçtiği yeri yakıp yıkmıştı), cehâletin giderilmesi ve medenileşmek için inkılâpların yapılması...

Bugün vatanımızda rahat nefes alıyor, Özgür yaşıyorsak, bunu 19 Mayısları hazırlayıp başaranlara borçluyuz. Unutmayalım ki, üzerinde yaşadı­ğımız toprakların her karışı, şehitlerimizin kanlariyle yoğrulmuştur. Sessiz, fakat vakarla yatan şehitlerimiz.

19 Mayıs, ölmek üzere bulunan bir milletin dirilmesi, başka bir deyimle ihtiyarlıyan bir İmparatorluktan millî Türk Devletine geçişi, Türk’ün istibda­da, haksızlığa karşı savaşını canladırır. Yeni bir devrin başlangıcıdır. Bu devrin sembolü Türk Gençliğidir.

Cumhuriyeti kurmak kadar yaşatmak da başlıca gaye idi. Onun İçin­dir ki, büyük kurtarıcımız, Türkiye Cumhuriyetini Türk gençliğine emanet etmiştir. Kurtuluş Savaşını yapanlar, kendi kuvvet ve kahramanlıklarını ço­cuklarında görmeyi arzu ederek, dünyaya veda edip, 19 Mayısı, Türk genç­liğine bayram olarak armağan etmişlerdir.

Türk gençleri, kafaları kadar vücutlarının da sağlam, enerjik olduğunu, her yıl 19 Mayısta milletimizin gözleri önüne koyarlar. Emanet edilen Cum­huriyetin, ebedî ve yılmaz bekçileri olduklarını içten gelen sevgiyle tekrarlarlar.

Evet, bu milletin mutlu geleceği, Cumhuriyetimiz, Türk Gençliğine kut­sal bir emanettir. İşte bunun içindir ki, emanetin asil bekçileri 27 Mayıs 1960 da dağlarca şahlanıp, arslanlar gibi kükrediler. Bu, emanetlerinin yâni Türk Milletinin mutlu geleceğinin tehlikeye düşmek istidadını gösterme sindendi. Bu gidişe mâni olmak üzere İleri atıldılar, kan döküp yara aldılar. Nihayet Türk Ordusu ile elele vererek, kutsal emaneti tehlikeden kurtardılar. Gençliğin hürriyet mücâdelesi çetin safhalar geçirdi. Buna mukabil vatan ve mil­letin yararına hamleler yapıldı. Gelmesi düşünülen tehlikeler önlendi.

Boylece, Türk Gençliği ve Ordusu, iki şeyi isbat etmiş bulunuyordu: Ecdad kanlariyle yoğrulan bu vatan ve sayısız mücâdelelerden geçerek bu­gününe ulaşan bu millet, ne pahasına olursa olsun, kötü emel sahiplerinin keyiflerine terk edilmiyecektir. Bunun için muhtaç olunan kuvvet, asil Türk Gençliğinin damarlarındaki kanda ve kalblerindeki sarsılmaz îmanlarında mevcuttur.

Bayramlarımızı kuru bir merasim hâlinde değil, temsil ettikleri olayların mânâlarını içten duyarak kutlamadıyız. İstanbul’un Fetih zaferi, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı ve 27 Mayıs Anayasa ve Hürriyet Bayramı büyük milletimize hayırlı olsun, kutlu olsun...

HAVA ŞEHİTLERİMİZİ ANDIK
15 Mayıs 1964 Cuma günü, bütün yurtta Hava Şehitlerimiz, yapılan törenlerle anılmıştır.
Hayatlarını hiç çekinmeden, vatan ve millet yolunda fedâ eden büyük Türk evlâtlarının rûhlarını ta’ziz eder, Cenâb-ı Allah’tan rahmet dileriz