Makale

TASAVVUF YÖNÜNDEN ORUÇ

TASAVVUF YÖNÜNDEN ORUÇ

Mehmet ORUÇ

Köpüklü dalgaları birbirine karışan bir deryanın sahilinde bulunduğumuzu, ufak bir tahta parçasını bu deryaya attığımızı farzedelim. Böyle bir hal vukuunda, dalgaların bu tahta parçasını sardıklarını, ona tamamiyle hakim olduklarını ve onu aktıkları istikamete doğru sürüklediklerini görürüz. İşte, dünyaya gelen, bir toplum içinde gelişip iyiyi fenadan ayırd edebilecek bir olgunluk çağına erişen her kişiyi de, o toplumun adetleri sarar, ona hakim olmağa, onu bir istikamete sürüklemeye çalışır.

Adetler iki kısımdır:
1 - Ulvi adetler,
2 - Süfli adetler (içki, kumar, fuhuş gibi).

Şayed o kişiyi ulvi adetler sarar, ona hakim olurlarsa, o kişi duyguları temiz, düşünceleri ulvi, işleri dürüst iyi bir insan olmak mutluluğuna erer, layık olduğu selamet ve saadete yükselir. Şayed o kişiyi süfli adetler sarar, ona hakim olurlarsa, o kişi duyguları süfli, düşünceleri fena, işleri eğri bir insan olmak bahtsızlığına uğrar ve o da layık olduğu akıbete sürüklenir. Adetler, insanların benliklerini öylesine sararlar, onların mizaçlarını öylesine örerler, onlara öyle hakim olurlar ki, bunların adetler karşı ·sındaki durumu, bir marangozun elindeki aletten farksız olur. · İnsanların, içinde yaşadıkları cemiyette az veya çok olan süfli adetlerin çağrılarına icabet etmemeleri, cazibelerine kapılmamaları, herşeyden evvel, o kişilerin bu muvaffakıyeti sağlıyacak bir irade kuvvetine sahip olmalarını gerektirir. İşte, ferdierin muhtaç oldukları bir irade kuvvetine sahip olabilmelerinde orucun önemli bir rolü vardır. Açlık, susuzluk ve şehvet karşısında kırılınıyan bir irade, başka hiç bir duygu karşısında kırılmaz. Açlık, susuzluk ve şehvetin yenerek süfliyete sürükliyemediği kişiyi, başka hiç bir duygu süfliyete sürükliyemez. Allah, Kur’an’da şöyle buyurur:

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

«Ey iman edenler! Sizden evvelkilere oruç farz kılındığı gibi, taşkınlıktan sakınasınız (nefsinize hakim olasınız) diye size de farz kılındı». 7 Ayet-i Kerimede «Taşkınlıktan sakınasınız diye» buyuruluşu, oruç denilen ibadetin nefse hakimiyetle takvaya yükselebilmekteki önem ve değerini göstermiyor mu? Nitekim, Peygamberimizin şu Hadis-i şerifleri, bu gerçeği ne kadar açık ve güzel bir şekilde ortaya koyar الصِّيَامُ جُنَّةٌ » «Oruç kalkandır!» Bu sebeple olsa gerek ki, Hz. Muhammed (s.a.s.) nefislerinin azgınlıklarından şikayet eden kişilere oruç tavsiye etmiş ve onlar hakkında şöyle demiştir : «Oruç tutsun, çünkü orucun (nefis terbiyesi hususunda) çok iyi bir tesiri vardır». Ayet-i Kerime’de «Sizden evvelki (ümmet) lere farz kılındığı gibi» buyurulmakla, orucun bizden evvelki ümmetiere de farz kılındığı duyurulmaktadır. Bizden evvelkilerin de nefisleri olduğu, onlarında insanlıktaki kemale u,laşıp, dünya ve ukba saadetine layık, layık oldukları bu saadete nail olabilmeleri için dünyaya getirildikleri, bu emellerine nail olabilmelerinin ancak ve ancak nefis terbiyesiyle mümkün olacağı . gözönünde tutulursa, orucun da onlara farz kılınması kadar tabii bir şey olamıyacağı gerçeği aydınlığa kavuşur. Allah Kur’an’da şöyle buyurur: «Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaradan O (Allah) dır». (Bakare, ayet: 29). Evet, Allah yeryüzünde olan her şeyi bizim için, bizlerin faydalan- . ması için yaratmıştır. Fakat dikkat edersek, görür ve anlarız ki, o hayvanatı bizim için yaratmış fakat onların ehlileştirilmelerini bize bırakmıştır. Nebatatı bizim için yaratmış, ıslahlarını bize bırakmıştır. Madenleri bizim için yaratmış, onların da tasfiyelerini bizlere bırakmıştır, İnsanı da yaratmış, tezkiye-i nefs ve tezhib-i ahlak ile insanlıktaki kemale yükselmeyi kendisine bırakmıştır. Dinlerin ortaya çıkışındaki, kitap ve peygamberlerin gönderilişindeki hikmet ve gaye de ta’zim-i uluhiyyet ve tehzib-i ahlak değil midir? Nitekim, Allah Kur’an’da şöyle buyurur: «Size içinizden · bir Peygamber gönderdik. (O) size ayetlerimizi okur, sizi (insanlığa yakışmıyan duygu, düşünce ve işlerden) arıtır. Size Kitab ve hikmeti öğretir. Size bilmediğiniz şeyleri de ta’lim eder (sizi cehalet ve gafletten kurtarır).» (Bakare, ayet: 152). Peygamberimiz de şöyle buyurmuşlar:

«İnsanlar madenler gibidirler.» Evet, insanlar madenler gibidir. Madenlerde nasıl yabancı maddeler bulunursa, insanlar da nefs-i emmarelerinin hakimiyet ve etkisi altında insanlıklarına yakışmıyan aşırı nefsani ve süfli meyillere tabi olmakla, birtakım kötü itiyadlar kazanmak tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Yahud da nefislerine mağlubiyetle bu kötü itiyatları kazanmışlardır. İşte, madenler, gerçek değerlerine yükselebilmeleri için nasıl bir tasfiyeye muhtaçsalar, insanlar da gerçek değerlerine yükselebilmek için tezkiye-i nefse, tehzib-i ahlaka muhtaçdırlar. İnsanlıktaki kemale uzanan yol, şu üç kelime ile çizilmiştir:

«Boşaltmak sonra donatmak.» Evet,’ bir Müslümanın görevi şudur: İnsanlığa yakışmayan duygu, düşünce ve işlerden soyunmak {arınmak), insanlığa yakışan duygu, düşünce ve işlerle bezenmek. Biz Müslümanlar, Peygamberimiz’in: «Oruç tutun, sıhhat bulursunuz~ » sözlerinin, sıhhat-i zahiremize olduğu kadar, hatta belki daha fazla, sıhhat-ı batınamızla ilgili olduğunu asla unutmamalıyız. Günün birinde Ashab’dan bazı kişiler, Peygamberimiz’e herkesin olduğu gibi, kendisinin de bir şeytanı olup olmadığını sorduklarında, Peygamberimiz, nefislerini kasdederek, şöyle buyurmuşlardır:

«Benim şeytanım kafirdi. Lakin Allah ona karşı bana yardım etti de müslim oldu {yahud ben, şerrinden selamette kalıyorum) .» İşte tasavvuf ehli, bu Hadis-i şerifin ışığı altında şöyle derler: «Her insanda nefis birse de, her nefsin mertebeleri vardır. Nefsin en aşağı mertebesi, emınare mertebesidir. Nefis sıfat-ı zemimeden kurtularak levvame ve mülhime mertebelerini geçip (mutmainne) mertebesine yükselmedikçe layıkı veçhile inkıyat etmiş olmaz. Nefisle mücahedenin öneminden ötürü, Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:

«Senin en büyük düşmanın, varlığını saran nefsindir.»

«İlahi, beni bir an olsun nefsime bırakma.»

«Biz küçük cihaddan, büyük cihada döndük.»

Allah, insanları iman etmeğe çağırır, ibadet etmeleri için; ibadet etmeğe çağırır, nefislerine hakim olmaları için; nefislerine hakim olmağa çağırır, Hz. Muhammed’in ahlakıyle ahlaklanmamız için ... Kim, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) ahlakıyle mümkün olduğu nisbette ahlaklanırsa, O’nun halinden nasip alır. Kim O’nun halinden nasip alırsa, o kişiye irfan yolları açılır. Kime bu yollar açılırsa, o, Hz. Muhammed’in zevkiyle zevklenir, dünyası da ukbası da cennet olur ve Allah’ın sevdiği kullar arasına girer. İşte oruç, mü’mine bütün bu yükselişlerde yardımcı olabilmek için, üç mertebeye sahiptir. Birinci mertebe: Fecr-i saniden güneş batınca ya kadar yemek içmek ve cima’dan perhiz. İkinci mertebe: Ramazan orucunu tutmakla beraber ömür boyunca büyük ve küçük günahlardan perhiz. Üçüncü mertebe: Ramazan orucunu tutmakla beraber Allah sevgisine yükselip, Allah’dan gayri şeyleri de Allah için seven bir insan olmak, bu sevgiyle Allah’ı unutmaktan yani gafletten uzak yaşamak. Sözlerime şu sözle son veriyorum : «Açlık ve susuzlukla (yani oruçla) melekutun kapısını çalmakta devam ediniz.»