Makale

RAMAZAN MEDENİYYETİ

RAMAZAN MEDENİYYETİ

Ord. Prof. Dr. A. SÜHEYL ÜNVER

Milletler şunu unutmamalı ki, İslâmiyeti, Müslüman olan Türkler bediî bir şekle sokmuşlar ve Ramazan ayında mahya, temizlik, râbıtalılık, ahlâk tasfiyesi, günah ve zararlı şeylerden çekinme, yerinde eğlenebilme, dinlenebilme, cömerdlik ve herkesi düşünmek terbiyesini bir araya getirerek bir Ra­mazan Medeniyyeti vücude getirmiş ve bunu İstanbul’da teksif etmişlerdir.

Ramazan her sınıf halkın benimsediği bir mevzu olmuş ve herkesde çocukluğundanberi gelen devamlı ve azalmayan intibalarla daha Ramazan biterken gelecek sene Ramazanına on bir ay kaldı diye bir sevinçle gelecek senekine mahsus tasarılariyle hoş bir sene daha geçirmişler ve ömürlerini, geçirecekleri hoş Ramazanlara bağlamışlardır. Ölmek isteyenler bile şu Ramazanı da göreyim de öyle diyerek hayatında bir tane daha idrak etmekle noksansız âhirete göçmeği düşünmüşlerdir.

Ramazan bir ay, bâzan 29 veya 30 gün sürer. 29 gün Ramazanlarında bizim bir günümüzü çaldılar diye alâkalariyle hoş serzenişlerde bulunurlar. 30 gün oruç tutanlar Bayramın birinci günü oruç tutmadığından bir şey yemeğe utanır ve bir nevi gündüz yemenin acemiliği ve mahcupluğu için­dedir. Âdeta giden Ramazan’dan sıkılır. Ramazan gidiyor, acaba bir daha seneye çıkacak mıyız, diye ben ağlayanları hatırlarım.

Hele o Ramazan’ı karşılıyanlar, üç ayları, yani Ramazan’la birlikte ona tekaddüm eden Receb ve Şaban aylarım da tutarlar. Ramazan’dan sonra Savm-i Dâvud’a meraklı olanlar da hep Ramazan’ın çoçukluklarından beri hâfızalarında yer eden tesirlerinin saadeti içindedirler. Âdeta Ramazan yalnız bir oruç ayı değildir.

Hani Peygamberimiz şehirlerimize gelir. Hepimizin saadet ve fakirhanelerimize ruhan misafir olur. Asıl Bayram Ramazan bittikten sonra değil bizzat Ramazan’da olur. Öyle ki bu Bayram senede bir ay gelir amma onun gelmesi tam on bir ay bayram sevinci içinde geçer. Her hakikî Müslüman’ın gönlünde Allah korkusu kadar Ramazan sevgisi de yer etmiştir. Bayram değil, Ramazan düğün ayıdır. O düğüne herkes müştaktır. Ramazan’a çok şükür on ay kaldı diye bir ay daha yaklaşmanın sevinciyle gözleri yaşaranları bi­lirim.

Ramazan Müslüman Türklerin en mübarek ayı olmuştur. Onu bek­lemek bir saadettir. İçinde olmak hergün azalıyor diye üzüntülü bir saadetle başbaşa kalmaktır.

Kadir günü Müslümanların çok müteessir bir günüdür. Allah kabul etsin diye bütün dualar o gün sona erer. Yani Ramazan bilkuvve Kadir’e sona erer. Sonunda bilfiil biter. Camilerde elveda’ avazelerinden ağlamadık can kalmaz. Artık o ismi var cismi yok bir Ramazan ömürler oldukça gelecek diye­cektir. Tıpkı bir kuyruklu yıldız gibi seyreder. Fakat kuyruğunu götürmez, bırakır. Ondan Türkler bir Ramazan medeniyyeti kurmuşlardır. O medeniyyet görüyoruz ki ruhlarda berdevamdır. Halkta yer eden bu ince duyguyu şu Bayram gününde tes’id etmemek mümkün mü?

RAMAZAN AYINI GÖRMEK

Eskiden Ramazanın birinci gününün tahakkukuna çok ehemmiyet verilirdi. Bunun için ayı gözle seçilmiyecek derecede bir hilâl hâlinde görmek şarttır. Her ne kadar takvimlerde yazılı ise de astronomik hesaplarla tâyini cihetini hatâlı bulmuşlardır.

Bu Ramazan ayının rü’yet meselesiyle İstanbul Kadılığı meşgul olurdu? Ramazan olması melhuz olan akşam, İstanbul Kadısı ile maiyyetindeki me’murlar Şeyhülislâm dairesinde bulunur. O akşam için dairesinde Kadı’nın dâvetli ricâle ve büyük rütbeli ilmiye memurlarına mükemmel bir ziyafet çekmesi mûtaddır.

İstanbul’da güçlük çekmeden hilâlin görülmesi mümkün olan yerler Bayezid yangın kulesi, Süleymâniye, Fâtih, Cerrahpaşa, Sultan Selim ve Edirnekapısı camii minareleridir. Gönderilen memurlar, cami hizmetkârlariyle ve daha sair meraklılarla Ramazan ayım görenler orada bulunan hey’ete arz olununca Fetvâ Emîni’in emriyle iki kişi içeri alınır ve bunun için de bir dâva tasviri ile dâvacı ve dâvâlı taraflar da teşekkül eder; biri diğerinden Şaban’ın son gününde yeni ay görününce ödeme taahhüdünde bulunduğu vaktiyle aldığı teşbihin bedelinden kalan yüz kuruş borcunu ister. Kadı da bunun isbatı için şahid ister. Ramazan ayım görenler huzura alınır, bunlar:

—Bu akşam ezandan üç dakika sonra minareden mübarek hilâli re’ye’l-ayn gördük. Bu gece Ramazan gurresi olduğuna şahadet ederiz derler. Şahidlerin sorgusuna çok itina edilir. Hattâ hilâlin vaziyetini iyice sorarlar. Sonra tezkiye nâibi ve sair memurlarla tezkiyeleri yapılarak şehadetlerinin makbul olduğu söylenir ve yüz kuruş da dâvacıya dâvalıdan alınarak verilir.

Bu muhakeme esnasında Fetvâhâne’nin büyük kapısı usulen kapanır. Mahkeme bitip de ilâmı hazır oluncıya kadar Ramazanın sübûtu hakkında harice hiç bir şey sızdırılmaz. Hattâ hilâlin görüldüğü haberine intizar eden Süleymâniye Camii baş mahyacısı da kapıda alakonur.

Alınan mahkeme ilâmı sicil defterine kaydolunur ve Şeyhülislâmlık, makamına diğer bir şer’î ilâm Kadı Efendi tarafından mühürlendikten sonra kapının açılmasına müsaade edilir. Mahyacıbaşı da elinde tahta kutu içinde duran kandiliyle dairenin binek taşından Süleymaniye Camii minâresinde intizarda olan kandilcilere işaret verir. Bundan da diğer minareler görerek kandilleri yakarlar ve mahalle aralarında çocukların peşine takıldığı davul­larla, bekçiler tarafından yarın Ramazan olacağı halka ilân edilir.

Eskiden de Sultan Murad-ı Râbi’ zamanında Bağdad’ın fethi esnasında son gülleyi atan top, sarayda bir daireye yerleştirilmiş olduğundan daima dolu bulunur ve yalnız senede bir kerre Ramazan’ın ilânında atılırmış.

Birinci ilâm mahkemede, İkincisi de Fetvâ Emini tarafından Padişaha iblâğı için Sadrâzam tarafına yollanır. Hayvanlara râkiben buna mahsus vakayı’ kâtibi memurlar, gittikleri makamdan usulen hediye ve para alırlar. Hattâ meşhur Âlî Paşa Sadrâzam iken o zaman vakâyi kâtibi olan sudurdan Osman efendiye elli altun vermiştir.

Eğer hilâli görmek 29 Şaban’da mümkün olursa, ertesi gün Ramazan ilân olunur. İsbat olunamazsa, Şaban otuz gün sayılır. Artık rivâyete hacet kalmaz, diye bu ciheti uzun uzadıya izah eder Ah Rıza bey.

MAHYA

Üstadımız Tahsin Öz bir yerde okumuş, anlatıyor. Bir ecnebi seyyah demiş ki: dünya yüzünde sevilmeğe ve sayılmağa lâyık Türklerin hiçbir medenî eserleri olmasa bile yalnız şu gökten yıldızlan toplayıp minareler aralarında yazı yazmağı akl etmeleri ve bunda muvaffak olmaları, onların medeniyyette nekadar ilerde olduklarının bir ifadesidir. Hakikaten biz İslamiyet’i ve onun tatbikatım nekadar bediî bir şekle sokmuşuz. Meselâ şu mahyayı benliğimize nasıl uydurmuşuz.

Her sene Ramazan yaklaşınca zamanın Vakıflar İdaresi cami’lere kandil yağları, balmumları dağıtır. 15 gün kala yani Berat kandilinin ertesi günü çifte minareli cami’lere mahya ipleri çekilir. Çifte minareli mâbedlere selâtin cami’leri denir ki mahyalar bu minarelerin aralarına kurulur. Bunun da kendisine göre bir teamülü ve an’anesi vardır. On beşine kadar, Yâ Gufran, Yâ Kâfî, (çifte) Yâ Alî, Yâ Kerim, gibi hitaplar. On beşinden sonra da münasib resimler yapılır. Lâkin bâzı camilerde sonlara doğru “El-Firak” diye Ramazan’dan uzaklaşmanın ıztırabını bildiren ifadelere de rastlanır.

Yalnız camilerin minareleri arasında değil bazılarında da iç mahya kurulurdu ki ben Ayasofya’da teravih esnasında kurulan bir iç mahyayı gör­düm. Fakat birçok camiler bunu yaparlardı. Sultan Ahmed, Süleymaniye ve Nuraosmaniye iç mahyalarını hatırlarım. Camileri içten olduğu gibi Ra­mazanda dıştan aydınlatma cereyanı bizde XVI ncı asırda başlar. Bun­ları kandiller temin eder ve şerefelerden işe başlanır. İtilâ ve refah asırlarımızda herkes bir yenilik aramakla meşgul. 1614 de Fâtih camii mü­ezzinlerinden Kefeli Hattat Hâliz Ahmed iki minare arasında ortası yazılı sanatkârâne bir çevre işler ve genç Padişah Birinci Sultan Ahmed’e hediye eder. Çok hoşa gider. Dinî edebimize muvafık olmak şartiyle Ramazan ge­celerinde minareler arasına bunun gibi mahya kurulması arzu edilir. Bu suretle ilk mahya 1617 de yeni yapılan Sultan Ahmed Camiinde kuruldu denir.

XVIII inci asırda mahyanın yalnız müteaddid minareli Sultan camit­lerine kurulmasına karar verilir. Zira mahya çift minare arasında kurulabilir. Maamafih Edirne’de Muradiye cami’inde tek minaresine bir sırık çekerek saraydan görülecek şekilde mahya da kurulmuştur. Halk mahyaya pek düşkün. Onlar için her gece bir sürpriz. Üsküdarlılar mahya isteriz diye iskele önündeki Mihrimah Sultan camiine bir minare yaptırtmışlar. Eyüplüler kezâ, kısa minarelerini uzattırmışlar. Ramazan olur da mahya kurul­maz olur mu?

Çok maruf mahyacılar gelmiş. Ben Abdüllâtifin çırağı, bir mahallelim Ahmed Efendi, oğlu İrfan halâ hayatta, Hacı Ali ve arkadaşlarım tanırım. Onlar bu işin folklorik tarihini bilirler. Hele o Abdüllâtif ne mahyacı imiş. Süleymaniye’de bir gezdirme mahya kurmuş ki eşini kimse yapamamış. Üç halat üzerinde mahya. Üst halatta bir araba yürür, ortada sâbit Unkapanı köprüsü ve Azapkapısı camii, altta kayıklar ve balıklar yürüyor. Düşünün güzelliği

Bu Abdüllâtif: Pirim, Üstadım Şeyh Kefevidir dermiş. Bu zât aynı zamanda pehlivan, divitçi ustası, aşçıbaşı, müzeyyen başlık yapar, natuk. Yani hezârfen. Zâten bu dünyada tek bilgi ve tek merakla insan bir şahsiyet olamıyor.