Makale

FIKHİ MESELELER

FIKHİ MESELELER

Ahmet SERDAROĞLU

Hicret’in ikinci yılında farz olan Ramazan orucu, erginlik çağına erişip aklı başında olan kadın erkek her müslümana farzdır. Fakat her işte kolaylığı murad eden Allâhu Teâlâ bu borcu ödemeği de birtakım imkânlara bağlamıştır. Bunlar, sıhhat ve ikaamet ile kadınların aybaşı âdetleri ile lohusalıktan temizlenmiş olmalarıdır.

Her ne şekil hastalık olursa olsun oruçtan zarar göreceği ihtisas sa­hibi müslüman bir doktorun raporu veya doktor bulunmadığı yerlerde tecrübe ile sabit olursa iyileşinceye kadar yer içer ve iyileştiğinde yediği günleri kazâ eder. Hastabakıcılar, gebe ve emzikli kadınlar da aynı hü­kümdedir.

En az 90 km. mesâfelik yolculuğa çıkan ve bir yerde 15 gün ikaamete niyyet etmiyen kimse ve savaş hâlinde bulunanlar mukim değil müsâfirdir. Bunlar da yolculuk hâlinde oruçlarını yer ve ikaamet ettikleri va­kit kazâ ederler. Bu iki sınıf, hastalıklarına ve yolculuklarına bakmadan oruç tutarlarsa olur. Hele bugünkü medenî vasıtalarla seyahat edenlerin oruç tutmaları daha hayırlıdır.

Kadınların, aybaşı ve lohusalık hallerinde oruç ve namazları sahih değildir. Temizlendikleri vakit namazlarını kazâ etmezler. Fakat oruç­larını kazâ ederler. Gece oruca niyyet eden bir kadın akşam olmadan hayız görürse o günün orucu sayılmaz. Temizlendiği son gün de aynidir. Meselâ, kuşluk vakti temizlense, o gün oruç tutmuş sayılmaz. Fakat her iki halde de akşama kadar yememelidir. Yerse de keffâret lâzım gelmez.

NİYYET: Orucun farzlarından biri niyyettir. Niyyet amelin rûhudur. Ruhsuz cesedin değeri olmadığı gibi niyyetsiz amelin de değeri yok­tur. Niyyetin vakti, hemen ibâdete başlarkendir. Fakat, oruçta, bu zor­dur. İnsan, niyyeti tam imsak vaktine denk getiremez, bunun için, yine kolaylık olarak Ramazan-ı Şerif orucuna akşamdan kaba kuşluğa kadar niyyet edilir. Zâten niyyet kalbin işidir; yarın oruç tutacağım, diye aklından geçirse, niyyet tamam olmuştur. Dil ile de söylenirse daha güzel olur.

ORUCUN RÜKNÜ: Böylece Allah rızası için niyyet ettikten sonra, orucun rüknü, imsaktan akşama kadar yememek, içmemek ve cinsî mü­nâsebette bulunmamaktır.

ORUCU BOZAR ZANNEDİLDİĞİ HALDE BOZMAYAN ŞEYLER:

Oruçlu olduğunu unutarak yemek içmek gibi şeyler, oruca zarar vermez ancak, oruçlu olduğu hatırına gelir gelmez hemen oruca zarar veren iş­ten çekinmesi ve ağzından lokmayı çıkarması lâzımdır. Her ne suretle olursa olsun, yıkanması gerekirken yıkanmadan sabahlarsa veya gündüz uyurken ihtilâm olursa, orucuna zarar vermez. Hemen yıkanır. Yıkanır­ken muayyen yollardan suyun içeri kaçmamasına dikkat eder. Yatsıdan sonra münâsebette bulunan bir kimse, yıkanmadan yatar ve sahura kalk­tığında vaktin daraldığım görürse, hemen elini ve ağzını yıkayarak yemeğini yer, sonra yıkanır. Yıkanmak için imsâk vaktinin geçmesi zarar ver­mez. Kulağına su kaçmak boğazına, burnuna duman, toz, sinek hattâ elerken un tozu kaçmak zarar vermez. Kendi zorlaması olmadan ne kadar çok olsa da, kusmak oruca zarar vermez. Kan aldırmak, sürme çekmek ve gıybet etmek, orucu bozmaz, yalnız sevabım azaltırlar.

YALNIZ KAZÂYI GEREKTİREN HALLER: Ne ilâç, ne besin ve ne de zevk verici olmayan şeyleri kendi sun’iyle yutmak. Meselâ: oruçlu olduğu hatırında iken âdeti olmayarak toprak, çakıl, kum ve benzeri şey­leri yutmak gibi. Yine, orucu aklındayken ağzına su verdiği vakit boğa­zına su kaçmak, güneş batmamışken battığım sanarak veya imsak vakti geçmişken daha vakit var zannederek yemek ve içmek, burnuna akıttığı ilâç beynine gitmek, kulağına yağ ve su akıtmak, boğazına kar, yağmur ve dolu kaçmak, kendi sun’iyle ağız dolusu kusmak [1], doğrudan mide ve beyne açılan yaraya ilâç akıtmak, baygınlık derecesine varan açlık ve susuzluk sebebiyle orucu bozmak.[2] İşte bu gibi hallerde oruç bozulur. Fakat başka suretle orucunu bozmamışsa, yalnız kaza lâzım gelir, keffâret lâzım gelmez.

KEFFARETÎ GEREKTİREN HALLER: Keffâret, en ağır bir ceza olduğu için en ağır cinayete tereddüp eder. Keffâretin lüzumu için hem sûreten ve hem de mânen iftarın bulunması ve o günün orucuna niyyet etmiş olması lâzımdır. Mânen iftar, yediği şeyin besin, ilâç veya zevk al­dığı şey olmasıdır. Sûretin iftar, hâriçten hiçbir baskı olmadan bu mad­deleri kendi irâdesiyle ağzına alıp yutmaktır. Bundan anlaşılıyor ki, kef­fâret, oruç tutmamanın cezâsı değil, niyyet edip bozduğu orucun cezası­dır. Buna göre, Ramazan’da oruca niyyet ettikten sonra, hiçbir mâni yok­ken oruçlu olduğunu bildiği halde, kasden ilâç, besin veya zevk verici şey­lerden birini yutmanın cezâsıdır. Bunlar: cinsî münasebet, susam dâne- si kadar hâriçten ekmek, yağ, peynir, et gibi şeyleri yutmak, su, kar, do­lu, yağmur, sebze suyu, yaş ve kuru meyvalar; âdeten yenebilen, taze üzüm ve benzeri şeylerin yaprakları, her çeşit üâçlar, sigara, nargile”, enfiye, ve bütün içkiler, emilen şekerin boğaza giden tadı gibi şeyleri yut­mak. Bunlardan hem kazâ ve hem de keffâret lâzım gelir.

KEFFÂRETTİN HÜKMÜ: Keffâret, mahvedip yoketmek demektir. İnsanı kötülükten çektiği gibi, günâhlarını da yok eder. Ramazan orucu­nun keffâreti, hiç ara vermeden iki ay veya altmış gün oruç tutmaktır. Herhangi bir mâni sebebiyle, arayı keserse, yeniden, birden başlayarak, altmışı tamamlaması lâzımdır. Ancak, kadınlar, hayızları esnâsmda oruç­larını yer ve hayız kesilir kesilmez oruca devam ederler, sonuna, yedik­leri gün kadar, eklerler. Şayet, altmış gün oruç tutmaktan âciz ise, 60 fakire birer fıtra veya birkaç fakire her gün birer fıtra vererek 60 fıtra öderler. Orucun fidyesi, bir fıtra karşılığıdır ki, 1666 gram buğday eder. Ya buğdayı da ya bedelini verir.

ORUÇ IÎÂLİNDE MEKRUH, MÜBAH VE! MÜSTAHAP OLAN ŞEYLER: Yutmamak şartiyle dilinin ucuyla yemeğin tadına ve tuzuna bakmak, ailesiyle oynamak ve kan aldırmak mekruhtur. Aslında yasak olan şehvetle bakmak, gıybet etmek ve benzeri çirkin iş ve sözler, orucu bozmazlarsa da sevâbını azaltırlar.

Koku sürünmek, genze gitmemek şartiyle, ağıza, buruna su vermek, ve serinlik için yıkanmak, kerâhetsiz caizdir.

Akşam olduğu kesin olarak bilindikten sonra, hemen orucu açmak, kış mevsiminde tatlı ve yaz mevsiminde de su ile iftar etmek, gecede az da olsa birşey yemek ve bunu tehlikeye düşmeyecek şekilde son vakte bırakmak da müstehaptır.

İHTİYARLAR VE İYİLEŞME İHTİMÂLİ OLMAYAN DAİMİ HASTALAR: Allâhu Teâlâ’nın emirleri takatlerimizi tüketmeyecek şe­kilde ve imkânlarımız nisbetinde verilmiştir. Oruç bir işkence değildir. Her türlü mâzeretleri kabûl eden, müsamahakâr dinimiz, oruç hakkında da aynı düstûru kabul etmiştir. Geçici mazeretlerin zevalinde kazâ etmek şartiyle, orucu bozmağa müsaade ettiği gibi daimî mâzurları da ihmâl et­memiştir. İhtiyarlık sebebiyle şuuru bozulmağa yüz tutup, oruç tutamaz hale gelenler ile artık iyileşmesi imkânsız görülen hastalar da, oruçlarını yer ve her gün için, yukarıda anlattığımız gibi, bir fıtra verirler. Şayet bu parayı verecek iktidarları yoksa yalnız tövbe ve istiğfar edip Allâh’ı çok çok anmakla yetinirler. Şâyet Allah tarafından hasta şifâ bulur veya ih­tiyarda oruç tutacak kuvvet görülürse, verdikleri fidye kendi hayırlarına yazılmakla berâber yedikleri oruçlarım aynen tutarlar.

Görülüyor ki Allâhu Teâlâ oruç hakkındaki mâzeretleri tamamen be­yân etmiştir. Bunlar dışında sudan bahaneler ile oruç bozmağa kalkışmak Müslümanlığa yakışmayan ve İslâmiyetin kabul etmediği bir hare­kettir. Her müslüman ilâhi emirleri seve seve yerine getirir.

ORUCUN HİKMETİ: Allâhu Teâlâ’nın emirlerini yerine getirmekle nefis hâkimiyetini sağlamak ve takva mertebesine ulaşmaktır.

ORUCUN HÜKMÜ: Dünyâda borcu ödemek, âhirette Allâhu Teâlâ’­nın fazlından bolca mükâfat almaktır.

FÎTIR SADAKASI: Namazlarımızdaki ufak tefek hataları sehiv secdesi tamamladığı gibi oruç hâlindeki ufak tefek hatalarımıza da ve­receğimiz fıtır sadakaları telâfi eder. Fıtır sadakası, bir âdet olarak de­ğil, bir ibâdet olarak verildiği için bunu kimlerin vermesi borç ve kim­lerin alması câiz olacağım bilmek lâzımdır. Zarurî ihtiyâcından fazla nisâba mâlik olan bir kimse, kendisinin ve fakir olan küçük çocuklarının fıtralarını vermesi vaciptir.

ZARURÎ İHTİYAÇLAR: Herkesin yaşayışına göre, var ise, bir se­nelik nafakası, üç kat elbise, iki kat yatak, oturmakta olduğu evi, muh­taç olduğu kap kacak, sergi, mobilya ve ev eşyası, yine muhtaç olduğu birer takım san’at ve ziraat âletleri, evinde bulunan her çeşitten birer ta­kım kitapları, sene içerisinde ödemekle yükümlü olduğu tüccara, banka­ya ve hükümete olan borçlarıdır. Bunlar hesaba katılmaz.

NİSAP: Bunlardan fazla 20 miskâl (=80,18) gram altun veya 200 dirhem (= 561) gram gümüş veyahud bunların değerinde kullanmadığı ve fazladan sakladığı evi» ev eşyası, altun ve gümüş gibi süs ve ziynet eş­yası, canlı hayvanları, bağ ve bahçesi bulunan kimse fıtır nisâbına mâlik­tir. Yâni elindeki servetten yukarıdaki zarurî ihtiyaçlarını çıkardıktan sonra, 82 gram altun değerinde fazladan eşyası bulunan, fıtır sadakasını verir. Fıtra vermek ve kurban kesmek için, zekâtta olduğu gibi, servetin bir sene evde kalması veya artıcı olması şart değildir. Bayram sabahın­da bile, eline bu kadar servet geçen kimse, fıtra vermek için zengin sayı­lır. Kendisinin fıtra alması câiz değildir. Nisâbâ mâlik olmayanlar ise, fıtra vermek borçları olmadığı gibi, fıtra alabilirler, fıtır sadakası zengi­ne, ana-babaya, karıya, evlâda ve evlâdın evlâdına verilmez. Yoksul olan kardeş ve çocukları, amca, hala, dayı, teyze ve çocukları gibi yakınlara verilir. Bayram sabahında namazdan önce doğan çocuğun da fıtrası veri­lir. Fıtrayı Ramazan içerisinde vermek câizdir. Bayram sabahı daha makbul, bayramdan sonraya kalırsa yine borç olarak ödenir, fakat fazi­leti azdır.



[1] Ağız dolusu, ağız boş iken kapandığı gibi içinde olan şeyle beraber aynı şe­kilde kapanmamış olmasıdır. Eğer aynı şekilde kapanıyorsa, ağız dolusu sayılmaz.

[2] Orucu bozabilmek için sıtma harareti de kâfidir.