Makale

ORUÇ

ORUÇ

Hamdi KASABOĞLU

Oruç: Tan yerinin ağarmasından güneşin batmasına kadar insanı yemekten, içmekten ve cinsî münasebetten uzaklaştıran bir ibadettir. Ra­mazan ayının orucu farzdır. Hicretin ikinci senesi Şaban ayında farz ol­muştur. Farziyyeti Kitap, Sünnet, İcmâ’ ile sabittir: Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de “Ey îmân edenler! Oruç sizden evvelki ümmetlere farz olduğu gibi size de farz olmuştur.” buyurduğu gibi Resûl-i Ekrem de bir Hadîs-i Şeriflerinde İslâm Dinî beş temel üzerine kurulmuştur: Allâh’ın birliğine, Allah’tan başka Tanrı olmadığına ve Muhammed’in Allâh’ın Resûlü oldu­ğuna şahadet etmek, Namaz kılmak, Zekât vermek, Haccetmek ve oruç tutmakdır, buyurmuştur. Müslümanlar Orucun farziyyeti üzerinde ittifak etmişlerdir. Ve bugüne kadar hiç kimse orucun farziyyetine muhâlefet etmemiştir.

Oruç Hz. Âdem’den Resûl-i Ekrem’e kadar geçen bütün Peygamber­lerin Ümmetlerine farz kılınmıştır. Nitekim Resûl-i Ekrem: “Allah katın­da en sevgili olan oruç, Dâvud aleyhi’s-selâm’m orucudur. Dâvud, bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı...” buyurmuştur.

Eski Mısırlılar, Çinliler, Hintliler bayramlarında oruç tutmayı âdet edinmişler, Rahiplerinin ise yedi günden altı haftaya kadar oruç tuttuk­ları bir vâkıadır. Çinliler kendilerini bütün fenalıklardan korumak için oruç tutmayı bir zarûret saymışlardır.

Oruç, hikmetin başı, İlâhî feyz kaynağıdır.

Oruç bir kalkandır, insani bütün fenalıklardan korur.

Oruç, sabrın nısfıdır; sabır ise îmânın yansıdır.

Oruç’un diğer ibadetlere nisbetle bir hususiyeti vardır: Her ibadet ve iyiliğe verilecek sevâbın miktarı malûm olduğu halde oruca verilecek se­vabın miktarı malûm değildir. Çünkü oruç, öyle bir ibadettir ki, her sûretle riyâ ve gösterişten eser bulunmayan, insanı yalandan, dedikodudan, lâf getirip götürmekten, yalan yere yemin etmekten, başkasının şeref ve haysiyetini kıracak sözlerden, başkasına kötü gözle bakmaktan ve kötü sözler dinlemekten uzaklaştırır. Oruç insanı kâmil ve mütekâmil kılar, me­lek derecesine yükseltir.

Ramazan orucu farz olduğu halde hastalık, yolculuk, gebelik gibi haller sebebiyle Ramazan orucunu tutamıyanlar, başka vakit kaza eder­ler.

Nezir orucunu, keffâret orucunu, bozulan nâfile orucu kaza etmek, nezredilen i’tikâf günlerinde oruç tutmak vaciptir.

Bir insana orucun farz olması için Hanefîlere göre, İslâm olmak, akıl­lı olmak ve bâliğ olmak gerektir. Oruç tutmak isteyenin sağlam olması lâ­zımdır. Hasta olan veya hastalığının ilerlemesinden korkan bir kimse, iyi­leştikten sonra orucunu tutması Allâh’ın emridir. Oruç tutmak istiyen bir kimsenin aynı zamanda mukîm olması da gerektir. Yolcunun, evine döndükten sonra oruç tutması da Allâh’m emridir. Yolculardan vakti müsait olanların oruç tutmaları haklarında daha hayırlıdır.

Oruç tutmak isteyen kadınların, ay hâlinden, lohusalıktan hâlî olma­sı lâzımdır. Bu hallerde olan kadınlar, temizlendikten sonra oruçlarına devam ederler ve tutamadıkları Ramazan oruçlarını, sonradan kazâ eder­ler.

Oruç, niyetle sahih olur. Çünkü niyet, ibadeti âdetten ayıran bir öl­çüdür. Niyetin mahalli ise kalbtir. Dil ile niyet etmek sünnettir. Niyetin vakti ise, akşamdan ertesi gün Öğleye kadardır. Kazâ ve keffâret orucu tutacak olanların ve malûm olmayan günlerde oruç tutmayı adayan kimselerin geceden niyet etmeleri gerektir. Oruçlu bir kimsenin gıdâ olmıyan bir şey yemesi ile orucu bozulur. O günün yerine başka bir gün oruç tutar. Hastalık, yolculuk, hatâ ve zorlama sebepleriyle bozulan oruçlara yalnız kazâ lâzım gelir. Ancak oruçlu bir kimsenin bile bile yemesi, içmesi ve cinsî münasebette bulunması ile hem kazâ ve hem de kef­fâret lâzım gelir.

Kan aldırmak, misvâk kullanmak, gusletmek —yutmamak şartı ile— ağıza, buruna su vermek ve sürme çekmek oruca zarar vermez. Ramazan günlerinde oruç ne sûretle bozulursa bozulsun, Ramazan’a hürmeten ak­şama kadar oruçlu gibi durması bir vecîbedir.

Adak, keffâret ve kazâ oruçlariyle nâfile oruç tutan kimseler, oruç­larını bozduklarında, kalan vakit için oruçlu gibi durmaları gerekmez.