Makale

ORUÇ HAKKINDA AHKÂM-I KUR’ÂNÎYİE

ORUÇ HAKKINDA AHKÂM-I KUR’ÂNÎYİE ([1])

Mehmet VEHBİ
Sabık Konya Meb’usu ve Eski Şer’iye Vekili

Esâsât-ı İslâmiyyeden birisi de Ramazan ayında oruç tutmaktır. Zîrâ Vacib Teala (…)[2] buyurmuştur. Yâni; sizden Ramazan ayında hazır olan kimse o ayda oruç tutsun, demektir. Ramazan ayına hazır olan dernek, cüz’ü evvelinde mevanîden salim, âkil, bâliğ, mükellef olarak bulunan kimse üzerine oruç farz olur, demektir. Binâenaleyh; eğer o kimsede hastalık veya misafir olmak gibi bir mâni bulunursa, Ramazanda hasta veya misâfir olduğu günlerde iftar edip hastalıktan afiyet bulup veya müsâfiretten avdetinde o günlerin orucunu kazâ etmek vâcib olduğunu beyan zımmnda Cenâb-ı Hak (…)[3] buyurmuştur. Yâni; Ramazan ayına hazır olan kimse eğer hasta olur veyahut seferde bulunur da ruhsatı şer’iyyeden istifâde ederek oruç tut­mazsa yemiş olduğu günleri imkân müsait olduğu diğer günlerde sayısı­na göre kazâ etsin, demektir. Zîrâ Ramazanda oruç, farz-ı ayın olduğun­dan mükellef için külliyen terketmek câiz değildir. Şu kadar ki, müsâferette olan, meşakkate ve intizamsızlığa binâen misâfir olduğu müddet orucu yemeğe müsâade olunmuş ise de Ramazan’da herkesle beraber oruç tutmakta kolaylık olup kazasında müşkilât olmasına binâen misâfir ol­duğu halde, orucu yemesinden, tutması hayırlı olduğunu beyan zımnında Vâcib Teâlâ (…)[4] buyurmuştur. Yâni, oruçta olan fâide ve menfaati bilirseniz, orucun if­tarına müsâade olunan misâferette dahi sizin oruç tutmanız sizin için hayırlıdır. Zîrâ kazâya kaldığında musamaha olunup kazâ olunmamak veya başka bir mâni zuhur etmek ihtimâline binâen orucu zamânında tut­mak, kazâya bırakmaktan elbette hayırlı demektir. Amma Cenâb-ı Hak kullarına kolaylık murâd edip güçlük murâd etmediğinden kullarına ruh­sat vermekle müsâade ettiğini (…)[5] âyetiyle beyan buyurmuştur. Yâni; Allâhu Teâlâ size kolaylık murâd eder, güçlük murâd etmez, demektir. İşte kullar hakkında vukubulan ruhsat-ı şer’iyye bu esâsa müstenittir. Oruç, insanlara taraf-ı İlâhiden emrolunmuş eski bir ibâdettir. Çünkü bu ümmete mahsus olmayıp evvel geçen milletlerde dahi mevcut olduğunu beyan zımnında Vâcib Teâlâ (…)[6] buyurmuştur. Ey mü’minler haram olan şeylerden nefsinizi sakınmak ve ittikayı nefsinize şiâr ittihaz etmeniz için sizden evvel geçenlere oruç farz kılındığı gibi, sizin üzerinize dahi oruç farz kılındı, demektir. Ümmet-i Muhammediyye üzerine orucun farzolduğu bu âyetle sabit olduğu gibi devr-i Âdem’denberi cümle enbiyânın ümmetlerine dahi farz ve şe­riatların umûmunda orucun meşrû bir ibâdet-i kadîme olduğu da bu âyet­le sâbit olmuştur. Ve Ümmet-i Muhammediyye üzerine orucun farziyyetini te’kid ve ehl-i imâm oruca tergîb ve nüfûs-ı beşeriyyeyi tatmin için orucun geçmiş ümmetlere dahi farz olduğu beyân olunmuştur. Çünkü; oruç, nefs-i beşer üzerine ağır ve meşakkatli bir ibâdet olduğundan ve meşakkatli olan şeyin Umum üzerine vâcib olması tatyîb-i kulûbu mûcip olduğu cihetle yalnız bu ümmete has olmayıp ümem-i sâlifeye dahi farz olduğu beyân olunmuştur. Şu kadar ki; her şerî’atta orucun keyfiyet ve kemiyeti başka başka suretlerde zuhûr etmiş. Şerî’at-ı İslâmiyyede Ra­mazan ayında her gün şafaktan akşam günün inmesine kadar yemek, iç­mek ve cimâdan nefsini menetmek sûretiyle meşrû kılınmıştır ve akşam­dan sonra ertesi şafaka kadar yemek, içmek helâl olduğu gibi haremiyle cima etmek dahi helâl olduğunu beyan zımnında Vâcib Teâlâ (…)[7] buyurmuştur. Yâni, oruç geceleri; zevcelerinizle cimâ etmek sizin için he­lâl kılındı. Zîrâ anlar size ve siz anlara üzerinizde bulunan libas menzilindesiniz ki, yekdiğerinizi gizli haramdan muhâfaza eder ve birbirinizin ih­tiyâcını defedersiniz, demektir. Yemenin ve içmenin, cimânın nihâyeti şafak vakti olup ertesi akşama kadar orucu ifsâd etmemek lâzım oldu­ğunu beyân etmek üzere Vâcib Teâlâ (…)[8] buyurmuştur. Yâni, sabahın ilk mesabesinde olan beyazlıkla siyahlık birbirinden ayrılıp farkolununcaya kadar siz yeyin, için; şafak zâhir ol­duktan sonra ertesi akşama kadar orucunuzu itmâm edin, demektir. Oruç olan himyenin mideyi tashih etmekle vücûdun sıhhatma hizmet etmek olduğuna işâret için Vâcib Teâlâ âyetin sonunda (…)[9] buyurmuştur ki, orucun farziyeti sizin ittikamz için, demektir. Zîrâ oruç insanın bâtınım tasfiye ettiği gibi haram olan şeylere arzusunu da kat’eder. Binâenaleyh günâhlardan içtinapla zühd ve takvaya sebep olur. Çün­kü, bilûmum insanların mesâisinden gaye iki şeye münhasırdır: Birinci­si; yemek, içmek ve giyinmek, kuşanmak. İkincisi; kuvve-i şehvâniyeyi tatmîn etmektir. Oruçta bunlar memnû olunca elbette oruç insanı tak­vaya sevkedeceğinde şüphe yoktur. Bununla beraber oruç sebebiyle vâki olan himyenin mideyi tashih etmekle vücûdun sıhhatına hizmet etmek­te olduğunda kim tereddüt eder? Çünkü, bilûmum etibbânın bir hastaya her şeyden evvel tavsiyeleri himye (perhiz) olduğu meydanda bir ha­kikattir. Orucu bilenler bu hakikati inkâr etmezler, amma bilmiyenler in­kâr ederlerse, anlar orucu kabûl edip tutmakla tecrübeye muhtaçtırlar. Çünkü, tecrübesiz bilmediği şeyi inkâr, gülünç bir şeydir. İşte onbir ayda vücûd-ı insanda terâküm eden birtakım ilel ve emraz ve vücutta hâsıl olan kesâfet, Ramazan’da perhiz ile mündefî olduğu cihetle müslümanların orucu bir ibâdettir ki, dünyevî ve uhrevî fevâidi mutazammındır. Zîrâ dünyada sıhhata hizmet ettiği gibi farz-ı ayın olan bir ibâdet-i mühimmeyi edâ olduğu cihetle âhirette dahi ecre ve sevâba vesiledir ve oniki aydan oruca Ramazan ayımn tâyinine sebep; Ramazan’da Kur’ân’ın Levh-i Mahfuz’dan semâ-yı dünyâya nâzil olması olduğunu beyan zımnın­da Vâcib Teâlâ (…)[10] buyurmuştur. Yâni; eyyâm-ı ma’dûdede vâcib olan oruç, şol Ramazan’ın orucudur ki, o Ramazanda nâsa hidâyet ve nâsı doğru yola sevkedici ve hakla bâtıl beynini tefrik ettiği gibi hakka isal edici açık deliller üzerine müştemil olduğu halde Kur’ân Levh-i Mahfuz’dan semâ-yı dünyâya inzal olundu, demektir. İşte bu ay, Kur’ân’ın inzali gibi mühim bir şerefi hâiz olduğundan, insanları ıslâh için meşrû kılman ve esâsât-ı îslâmiyyeden biri olan oruç Ramazan’da farz olmuştur; binâenaleyh, Ramazan ayı iki şerefi hâizdir ki, birisi o ayda Kur’ân’m nüzûlü; diğeri oruç gibi bir ibâ­detin o ayda farz olmasıdır. İşte bundan dolayı müslümanlar Ramazan ayma pek hürmetkâr bulunurlar.

Ferâiz-i dîniyyeyi alenen terketmek âheng-i İslâmı haleldâr eder. Şu minvâl üzere farz olan orucu terketmek câiz olamaz. Eğer bir kimse amden Ramazan’da orucu yerse, kudreti var ise, bir köle âzâd etmek; eğer kudreti yok ise, ara vermeden iki ay oruç tutmak ve eğer ana da kudreti olmazsa altmış fakirin karnını doyurmak sûretiyle yemiş olduğu orucun keffâretini verir. Amma yukarıda beyân olunduğu veçhile eğer müsâferet ve hastalık gibi bir özr-i şer’îye binâen yerse, keffâret lâzım gelmez, gününe gün kazâ eder. Eğer Ramazan’da orucun farziyetini in­kâr ederek terk ederse nusûs-ı kat’iyye-i İslâmiyyeyi inkârdan dolayı, İslâmiyetle alâkasını kat’ettiğinden, cemâat-i İslâmiyyeden hâriç addo­lunur. Zîrâ ahkâm-ı şer’iyye-i’ İslâmiyeden birini inkâr edeni, İslâmiyet reddeder. Anı müslüman saymaz. Ve cemâat-ı İslâmiyyeden hâriç adde­der.



[1] Ahkâm-ı Kur’âniye. İst. 1947, (2 nci basım), s. 107-111

[2] Bakare, 185

[3] Bakare, 185

[4] Bakare, 184

[5] Bakare, 185

[6] Bakare, 183

[7] Bakare, 187

[8] Bakare, 187

[9] Bakare, 184

[10] Bakare, 185