Makale

İYİLERİN AHLAKI

İYİLERİN AHLAKI (*[1])

(Ahlâku’l - Muhsinin)

Yazan: Hüseyin Vaiz El-Kâşifî Tercüme Eden: M. Ragıp İMAMOĞLU

ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

CIDD VE CEHD (ÇALIŞIP ÇABALAMA) HAKKINDADIR

Cidd; istenen şeyleri elde etmek için çalışmak, cehd ise erekleri ka­zanmakta zahmete katlanmaktır. Cidd ve cehd; cihangir hükümdarların ve ülkeler alan sultanların ahlâkıdır. Bu sıfat himmete bağlıdır. Kimin himmeti çok üstün olursa, o amacına yetişmek için daha fazla çalışır. Ye­ter ki; himmeti yüce olan kimse zahmete katlanmaktan korkmasın. İki durum vardır: Ya bu çalışması ile arzu ettiğini elde eder ki, esasen ga­yesi de budur veya elde edemez. Bu takdirde mazur görülür ve çalışkan­lığı herkesçe belli olur.

Beyit :

“İsteğim için çalışırım elde edersem ne âlâ! Yok eğer elde edemezsem büyükler özrümü kabul ederler ”

Hint hakimlerinin sözlerindendir: İhsanların bile güçlükle nakledebi­lecekleri bir toprak yığınını, bir karınca oradan zerre zerre kaldırıp baş­ka tarafa dökmeğe girişmişti. Bir kuş onun yanından geçti. Zayıf ve çe­limsiz bir bedenin tam bir keyfle el ayak vurduğunu ve o toprak yığınını kaldırmak için ciddî ve söz götürmez bir çaba sarfettiğini gördü ve : “Ey bünyesi zayıf ve benzi soluk yaratık! Önüne aldığın bu iş ve giriş­tiğin bu gayret nedir?” dedi. Karınca : “Sen, benim cinsimden olan biri­sine vuruldum. Ona kavuşmak isteyince: Eğer bize kavuşmak istiyorsan kalk, bu toprak yığınını yol uğrağından kaldır! diye şart koştu. Şimdi ben de o işi yapıyorum. Bu şartı yerine getirerek muradıma ermeği istiyo­rum.” dedi. Bunun üzerine kuş: “Göze aldığın bu iş kuvvetinle mütenasip ve başarabileceğin bir iş değil” dedi. Karınca : “Ben bu ise azmetmiş, önüne ayak koymuşum. Eğer bunu başarabilirsem ne âlâ, yok gâyet başaramazsam beni mazur görürler” dedi.

Nazım:

“Ben çalışma, ödevini yerine getiririm. ‘İnsan için kendi çalışmasının veriminden başka birşey yoktur.’ (Necm: 39) (1) Meram eteğini ele ge­tirirsem gam ve kederi bir tarafa bırakırım. Şayet çalışmamdan bir se­mere hâsıl olmazsa o takdirde mâzur görülürüm, işte hu kadar...”

Feridun[2] Devlet çiçeklerinin saadet bahçelerinde yeşerdiği ve sevinç rüzgârının mutluluk uzayında dalgalandığı saltanatının ük günle­rinde bir kısım zorba güruhunun elinde bulunan bazı yerleri zapt etmek düşüncesine kapıldı.

Ferd:

“Sadece yetecek miktara sahip olmak; az olmakla beraber, kılıçla ci­hana hâkim olmak uygun değildir.”

Bu düşüncesini devletin ileri gelenleriyle müşavere etti. Ona dediler ki : “Ey Melik! Süslü, mâmur bir ülke ve özlenen bir saltanata sahipsin, lüzumsuz yere fitne tozu koparmak ye karışıklık ateşi yakmak doğru ol­maz. Elindekiyle yetin ve tehlikeden sakın.”

Ferd:

“Müsterih ol, dünyevî arzuların sonu gelmez.”

Feridun : “Çok az bir şeyle yetinmek uysal hayvanların yaratılışları icabı ve çekilip bir köşeye oturmak, İşten kalmış koca karıların meskenet­leri sonucudur. Bulutun hayâli gibi çabuk geçmekte olan vakti ganimet saymak ve gayelerin sağlanmasında; sıkıntıların bindirmesinden endişe­ye düşmemek gerekir.” dedi.

Kıt’a:

“Rahatına düşkün olan kimse saltanat kemerini bağlayamaz. Hü­kümdarlık sevdasında bulunan kimse zahmetten nasıl kurtulur?”

Rivayet edilir ki: Bir hükümdar kendi çocuğunu (askerin başında) düşmanla savaşa göndermiş idi. Şehzadenin yolda ara sıra zırhım sırtından çıkardığı ve (ihtiyatı bırakarak) iki akşam aynı yerde çadır kurup kaldığı haberini babasına ilettiler. Bunun üzerine babası ona şöyle yazdı: “Ey oğlum! Cenâb-ı Hak izzet ve itibara zahmet ve meşakkati, aşağılığa da sükûn ve gailesizliği arkadaş kıldı. İzzeti hükümdarlara, sükûn ve is­tirahatı de halka verdiğine göre, hükümdarın payı memleketin izzeti, hal­kın payı da emniyet, huzur ve istirahattir. Bu iki ni’met (izzet ve istira­hat) bir arada bulunmaz. Şüphesiz ki, hükümdârın istirahata vedâ etme­si, onu halka bırakması gerekir. Şayet böyle yapmaz, istirahate bağlanır­sa, İzzet ve ikbâli bırakmak mecburiyetinde kalır.”

Ferd:

“Sana hükümdarlık zevki yetişir, başka rahat arama, saltanat var­ken başka sermaye isteme!”

Yâkub bin Leys ilk zamanlarda kendisini tehlikelere atıyor, korkulu işler yapıyor, istirahatini fedâ ederek meşakkat ve zahmet çekmekten bir an boş kalmıyordu. O’na : “Sen bir bakırcısın, niçin bu kadar cefâ çeki­yor ve kendini ölüm girdabına atıyorsun?” dediler. O da: “Ben kıymetli ömrümü, tunç ve bakırla uğraşarak geçirmekten ve çok kimselerin ça­lıştıkları böyle bir san’ata[3] bağlamaktan esirgiyorum. Ben benlin cinsimden olan hiç kimsenin girişemiyeceği bir işi başarmak istiyorum” dedi. Ona : “Bu çok zor bir iştir.” dediler. O da: “Ben ölüm şerbetini tat­mış ve ölüm yükünü çekmiş değil isem de Süyük bir iş uğrunda telef olu­şum, küçük bir şeyle uğranırken ölmemden daha iyidir” dedi. Yâkub Bin Leys ulaştığı mevkie şüphesiz bu cehd ve gayreti ile ulaştı.

Mesnevi:

“Bütün gücünle çalış, işinin peşinden koşmayı bırakma, eğer çalışır­san istediğin her şeyi ele geçirirsin!”

Devlet binası daima çalışıp çabalamakla ziynet kazanır. Bunun aksi olan işsizlik ve tembellik de devlet binasının temelini yıkar.

(Horasan’da hüküm süren) Tâhir Oğullarından birisine : “Devleti­nizin zevaline sebep ne idi?” diye sordular. O da : “Gece işreti ve sabah vakti uykusu, yani bu akıbetimize sefahat ve tembelliğimiz sebep oldu. Bizim irâde ve ümidimizin gemisi zeval girdabına battı, sahile çıkamadı” diye cevap verdi.

Şiir:

‘’Gece içki içen ve sabahleyin uyuyan kimse, devletin binasını yıkar.”



[1] Bu bölüm Ragıp İmamoğlıı’nun (İyilerin Ahlâkı) adındaki kitabından alınmıştır.

[2] Feridun, eski İran’ın masallara karışmış tarihine göre Piştâdyân sülâlesinin V. veya VII. hükümdarıdır. İsmi İran ve o vasıta ile Türk edebiyatında bir hayli yer tutar

[3] Yâkub bin Leys bakırcı imiş