Makale

BEŞERİYETTE DİN FİKRİNİN DOĞUŞU ve İSLÂM İTİKADINA GÖRE OLUSU

BEŞERİYETTE DİN FİKRİNİN DOĞUŞU ve İSLÂM İTİKADINA GÖRE OLUSU

Veli ERTAN
Konya Y. İslâm Enstitüsü Müdürü

Her insanda inanma ve ibadet etme duygusu mevcuttur. Bu fıtrîdir. Kendiliğinden doğan bir duygudur. İlkel toplumların yaşayışında ve behimî bir hayat geçiren insanlarda bile bu ihtiyacın hissedildiği ve böyle bir manevî tesir altında kalındığı gerçektir. Beşerî hayatta bunu bilmiyen yoktur. Din fikri beşeriyetle doğmuştur ve kıyamete kadar bakidir. Din­siz bir millet tasavvuru mümkün değildir. Gerek ferdî ve gerekse İçtimaî hayatta aranılan hakikî saadet manevî sahada olanıdır. Bu sahada bilin­diği gibi din fikrinin mevcut olmasıdır.

Tarih boyunca din, beşeriyete hâkim olan düşüncelerden biri ve en mühimi olanıdır. Din fikrinin gelişmesiyle muhtelif kavim ve kabileler arasında semavî dinlerin dışında çeşitli dinler meydana gelmiş, insanlar muhtelif mesleklere sülük etmişlerdir. Dinler tarihi ve sosyoloji yönünden tetkik edildiğinde, dinin sonradan teşekkül etmiş bir düşünce olmadığı, bilâkis ruhun fıtrî bir kuvvesi olduğu görülür. İnsan din fikrine sahip bu­lunduğu halde dünya’ya gelir. İbadet yapılacak, yalvarılacak bir varlığı arar. Bu hususta Kur’ân-ı Kerîm’in Rum sûresinin 30 uncu âyetinde meâlen “(Ey Muhammed!) Artık yüzünü muvahhid olarak dine yönelt. (İslâm dininde sebat kıl) Çünkü Allah’ın koymuş olduğu fıtrat tebdil edi­lemez. Allah insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır. İşte müstakim din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmez” (1) buyurulmuştur. Resûl-i zîşân Efendimiz de “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine (yâni İlâhî varlığı idrak ve inkiyad istidâdı ile) doğar.” (2) buyurmuştur.

İşte biz meâlen zikredilen âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfin irşadiyle Dînin, beşerin ruhunda varlığını, kendisiyle birlikte doğmuş olduğunu anlamış bulunuyoruz.

İnsanlarda fıtrî olan bu düşünce, zaman zaman İlâhî vahye mazhar olan peygamberler tarafından te’yid edilmiştir.

Şu halde din fikri fıtrîdir ve tabiîdir. Zira İslâm i’tikadma göre din, beşerin icâdı değildir. Hariçten de bir menşe aramağa lüzum yoktur. Ta­biî bir ihtiyaçtır.

Tarih boyunca hiç bir topluluğun dinsiz olarak yaşadığı görülmemiş­tir. Bâtıl olsun hak olsun, muhakkak bir dine bağlanmış ibadet namına birtakım merasimi ifâ etmişlerdir.

Din İçtimaî bir zarurettir. Beşeriyetle doğmuş ve beşeriyetle beraber kıyamete kadar devam edecektir. Bir çok âyet-i kerîme ve hadîs-i şeriflere göre, beşerin ilk dini, Dîn-i Hak’tır. Tek Allah’a inanmaktır. Dinler hu­susunda insanların ihtilâf ve delâlete düşmeleri sonradan ârız olmuş bir keyfiyettir.

Beşeriyet Hz. Âdem ile başlamıştır. Durmadan terakki etmiş ve buna mütenasip olarak dinler de haliyle bu tekâmülün seyrini takip etmiştir. Sosyoloji ilmi de bu ciheti etraflıca incelemiş ve birtakım gerçekleri or­taya koymuştur. İlk insan, ilk peygamber hiç şüphesiz Hz. Âdem’dir. Âdem oğulları Hâlıkını tanımış, O’nu teşbih ve tekrîmde bulunmuşlardır. Fakat zamanla ihtilâfa düşmüşler, yapmış oldukları tekrîmin feyzini kay­betmişler, bu suretle hakikî Hâlıkı unutmuşlar ve dalâlet yoluna sapmış­lardır.

Cenâb-ı Hak, insanları halk etmiştir. Fakat onları kendi hallerine bı­rakmamış en büyük nimet olarak akıl vermiştir. İnsan, aklıyla yer yü­zünde birçok şeyi bulmuştur ve hâlâ bulmakta devam etmektedir.

İnsanlar mânevi bakımdan olduğu gibi hukuk bakımından da birbiri­ne bağlıdır. Biri zayi olunca diğerinin de yok olacağı şüphesizdir.

Din, topluluk hayatına azamî derecede kıymet vermiş, insanları mü­tekabil birtakım vazifelerle mükellef tutmuş ve gizli, aşikâr ne varsa her fenalıklardan alakoymuştur. Her yerde her zaman âşikâr ve gizli her şeyi hakkıyla gören ve bilen elbette bize bizden daha yakın olan Cenâb-ı Hak’tır.

Hiç şüphesiz beşeriyet dinle kaaimdir.

istiklâl şairi Mehmed Âkif’in dediği gibi:

Bu hissizlikle cemiyet yaşar derlerse pek yanlış;

Bir millet göster ölmüş mâneviyatıyla sağ kalmış.

Manevî yönden körleşmiş olan bir insan, ruhanî hayattan mahrum­dur. Böyle bir insan fırtınalı bir gecede dümeni bozulmuş bir gemiye benzer. Müthiş dalgalar arasında bocalar durur ve nihayet yok olur gider.

Dinî bağlardan ve cemiyet hayatından uzaklaşan bir kimse mânevî körlüğe saplanır, hayatı hakir görür. Nitekim 1820 tarihinde Fransa’da dinsizlik yüzünden her yıl ortalama 1500 kişinin intihar ettiğini tarihler kaydetmektedir.

“Hikmetin başı Allah korkusudur.” (3) Bu da Allah’ın emirlerine im­tisal ve nehiylerinden içtinap etmek, takvâya yaklaşıp güzel ahlâka sahip olmaktır.

Gene İstiklâl Marşı şairi Mehmed Âkif Safahat’ında:

Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ve vicdandır.

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

Yüreklerden çekilmiş farzedilsin havfu Yezdân’ın,

Ne irfanın kalır te’sîri kat’iyen, ne vicdânın!

Mısralarıyla Allah korkusunu ne güzel ifâde etmiştir.

Şu hale göre beşeriyet için din lüzumludur ve önemlidir.