Makale

SADAKADAN NASIL FAYDALANMALI?

SADAKADAN NASIL FAYDALANMALI?

M. Şevki ÖZMEN

İslâm Dîni ferdiyetçi olmaktan daha çok cemiyetçi bir dindir. İnanmaya çağırdığı akıydeler, yerine getirilmesini emir ettiği ibâdetler, uyulmasını, uyarınca hareket edilmesini harâretle tavsiye ettiği ahlâkî, içtimâî umdeler, prensibler bunu açıkça göstermektedir, ilk bakışta ferdleri teker teker ilgilendirir gibi görünen bu akıydeler, bu ibâdetler ve bu umde ve prensibler hakıykatte, cemiyetin nüvesini teşkil eden âileyi sağlam temeller üstüne oturtmak ve mes’ud etmek, cemiyet nizâmını sağ­lamak, cemiyet hayâtının huzûr ve sükûnunu korumak gayesini güdmektedir.

Âile ve cemiyeti ferdler meydana getirdiğine göre, İslâm inançlarına samimiyetle inanan, ibâdetleri belirli tarz ve şekilleriyle yerine getirerek îmânını dâimî bir kontrol altında bulunduran, tâzelik ve kuvvetini devam ettiren ferdlerin hiç olmazsa çoğunluk olduğu bir cemiyette, istenmiyen, huzur bozucu hâdiseler ya hiç görülmiyecek, yâhud pek az görülecektir. Çünkü, ne dînî, ne içtimâî ne de ahlâkî hiçbir kayda bağlı olmadan başıboş, nebâtî bir hayat sürmek istiyen azınlık, mâneviyâtına bağlı, kanunlara, nizamlara itâatkâr çoğunluk içerisinde eriyecektir.

Demek oluyor ki, İslâm Dîni otoritesini ferdî vicdanlarda kurmak suretiyle cemiyet nizâmını, içtimâî âhengi kurma, koruma ve devam ettir­me yolunu tutmuştur. Bu, belki, ilim adamları arasında münâkaşa mevzûu olabilir. Fakat aksini iddiâ, yânî ferdleri terbiye etmeden, manevî bir inanca bağlamadan onların kanunlara itaatini sağlamanın ve cemiyetin huzûr ve sükûnunu koruma ve devâm ettirmenin mümkün olacağını ileri sürmek akla muhal gibi görünüyor.

Her neise, bizim mevzûumuz bunun münâkaşası değildir. Biz bu | yazımızda cemiyetçiliğin bir yönü olarak, İslâm Dîninin müesseseleştirdiği, en güzel bir şekil ve en doğru bir istikamet verdiği sadakadan söz açacağız.

— Sadaka nedir?

İslâmî mânâda sadaka, muhtaçlara yardım etmektir, kimin neye ih­tiyâcı varsa İslâm akıyde ve umdelerine aykırı olmamak üzere karşılayıvermektir. Bu bakımdan sadakanın dâiresi çok geniştir. Bir yetim yav­runun başını okşayarak gönlünü almaktan tutun da, su te’sisleri, hastahaneler, geliri bir hayır cemiyetine, yâhud köy veya kasabaların manevî şahsiyetlerine vakf edilmek üzere fabrikalar kurmağa, ticârî müesseseler açmaya, ilmin, tekniğin gelişmesine yardım edecek gerek binâ, gerek âlet, edevât te’mînine kadar her şey, her şey sadaka dâiresinin içerisine girer. Bilhassa milletimizin müslümanlığı kabûlünden sonra gelişen ve dünyâda henüz bir benzeri bulunmayan vakıf müessesesi, dedelerimizin sadakaya, hele sadaka-i câriyeye verdikleri ehemmiyetin su götürmez de­lilidir. Varlıklı dedelerimiz câmîler mi inşâ etmemişler? hastahâneler, kütüphâneler, medreseler mi açmamışlar? sebiller, kervan saraylar, hat­tâ kışın kuşların barınması için kuşluklar mi yapmamışlar? Ormanların korunması için paralar mı bağlamamışlar?... Fakat üzülerek görmekte­yiz ki bugün sadaka, Ramazandan Ramazana verilen zekât ve fitre ile, cadde ve sokaklarda bilhassa hanımların, önlerini kesib avuç açanlara verdikleri 25 liklere inhisar etmiş bulunmaktadır.

Evet, zekât bir sadakadır ve zenginlere farzdır. Fitre vâcibdir. Bu ferîza ve vecîbenin muhakkak yerine getirilmesi lâzımdır. Fukarâya yar­dım, dînimizin ehemmiyetli tavsiyelerindendir. Zîrâ, cemiyetin huzûru, içtimâi adâletin, mülkiyet hakkı zedelenmeden sağlanmasına bağlıdır. Atalarımız ne güzel demişler:

— Biri yer biri bakar, kıyâmet hep bundan kopar., diye..

Evet varlıklı yer; hem de meyhânelerde, kumarhânelerde israf eder, muhteşem düğünlerde parayı su gibi akıtır da, açlıktan nefesi ko­kanları, işsizlikten kıvır kıvır kıvranan âile reislerini, evlâd babalarını hiç kaale almazsa, bir gün kıyâmet, hem de kızılca kıyâmet kopuverir. İş­te bunu önlemek için İslâm Dîni prensibleri arasında İçtimaî adâlete ehemmiyetle yer vermiştir. Kur’ân-ı Kerîm’e göre zenginlerin malların­da fakirlerin hakları vardır. Bu hak, sâhiblerine ödenmezse, ödenmiyen diğer borçlar gibi üzerlerinde yazılı olarak kalır. Ve bir gün gelir Allah’­ın adâleti muhakkak tecellî eder.

— O halde ne yapalım mı diyorsunuz? Yapılacak iş gâyet basit: Al­lah’ın emirlerini, Resûlu’llah’m tavsiyelerini tutmak.

— Komşusunun aç olduğunu bile bile uyuyub sabahlayan bizden de­ğildir, buyuran Resûlu’llah Efendimiz bu yolda bize Örnek de olmuşlar­dır. Bakınız nasıl: Resûlu’llah bir gün Mescid-i Nebevi’de ashâbiyle bir­likte oturdukları bir sırada bir dilenci gelir ve Zât-ı Şeriflerinden yardım ister. Resûlu’llah sorar:

— Senin hiç bir şeyin yok mu? Dilenci cevab verir:

— Var, bir yorganım; yarısını yatak gibi altıma alıyor, yarısını da yorgan gibi üzerime örtüyorum. Resûlu’llah,

— Getir o yorganı, buyururlar. Dilenci gider, yorganı getirir. Re­sûlu’llah ashabdan birine,

— Al bunu, götür pazarda sat, parasını getir, buyururlar. Sahâbî gider yorganı satar, parasını getirir. Resûlu’llah parayı dilenciye vere­rek şöyle buyurur:

— Git bu paranın yarısı ile ip al, odun getirib sat, diğer yarısı ile de karnını doyur. Bir zaman sonra, Resûlu’llah yine Mescid-i Nebevî’de ashâbiyle birlikte bulundukları bir sırada o dilenci gelerek artık dilen­mekten kurtulduğunu, çalışarak hayâtını kazandığını söyler ve Resûlu’l­lah’a teşekkür eder.

Görüyorsunuz ya bize Allah’ı tanıtan, Allah’ın emirlerini ulaştıran, Allah’ın en sevgili kulu Peygamberimiz Efendimiz dilen­cinin eline bir kaç kuruş vererek savmıyor, onu iş - güç sâhibi yapıyor. Resûlu’llah’ın bu hareketinde bize büyük bir ibret dersi vardır. Bu dersi iyi kavrayamadığımız için, sadaka vereceğiz, sevab kazanacağız derken tenbelliğin artmasına, dilencilik diye bol kazançlı, fakat yüz kızartıcı bir mesleğin ortaya çıkmasına sebep olup gitmişiz...

— Öyleyse ne yapalım? diyorsunuz muhakkak. Bir kere dilencilere asla para vermiyelim. Esâsen, akşama yiyeceği olanın dilenmesi haram­dır dînimizde.. Sonra, sandıklar mı kuracağız, yoksa cemiyetler halinde mi çalışacağız? mahallî şartlara ne uygun düşerse onu yapıp sadakaları­mızı orada toplamak, hakıykaten muhtaç durumda olanlara oradan yar­dım etmek, köyümüzün, kasabamızın, şehrimizin durumuna göre, işsiz­lere iş sağlayan ve gelir getiren te’sisler yapmak... Allah’ın rızâsına, İs­lâm Dîninin umde ve prensiblerine en uygun bir hareket tarzı olur her halde..

Hepiniz de bilirsiniz ki, Asr-ı Saâdet’te zekât, tahsildârlar tarafın­dan toplanır, Beytü’l-mâle konur, oradan da Allah’ın gösterdiği yerle­re sarf edilirdi. Sonraları bu yoldan uzaklaşılmış. Asırlardanberi verilegelmekte olan sadakalar verimli olmak şöyle dursun, hayatlarını sadakaya bağlamış merhamet istismarcılarının ortaya çıkmasına sebeb olun­muştur. Atalarımız,

— Zararın neresinden dönülse kârdır, demişler. Bizler elimizi vic­danımıza koyarak, alışkanlıklarımızı bırakalım, akl-ı selimimizin arka­sından gidelim. Eğer bu yola girersek büyük işler başarılır. Sadaka-i câriyeler te’sis edilir. Bu te’sislerde işsizler iş sâhibi olurlar. Açılacak sa­natoryumlarda, prevantoryumlarda tedâvî gören ve beslenenler hayâta, sıhhata kavuşurlar. Dolayısiyle umûmî refah artar. İktisâden kalkınma sağlanır ve iktisâden geri kalmış milletler listesinden de çıkarız Allah’ın inayetiyle... Böylelikle, yıkıcı, şer kuvvetlere karşı da korunmuş oluruz..............................................................................................................................