Makale

Bizler, Yirminci Yüzyılın Yalnız insanları

Bizler, Yirminci Yüzyılın Yalnız insanları

Sabri TANDOGAN
Danıştay Üyesi

Çıkmazda olan, sözüm ona bir uygarlık içinde yaşıyoruz. Zahiri başarılar, ihtişam, sonsuz incelikteki makineler, bilgisayarlar, hemen hergün bilim alemindeki yeni bir keşif ve buluş... Gözleri kamaştıran laboratuvarlar, fabrikalar... Bunların hepsi iyi, güzel, fevkalade. Ama unutulan bir husus var. İNSAN... Biz asıl onu unutuyoruz. İşte zahiri başarılarla gözümüz öyle dönmüş ki... Bütün bu büyük, görkemli işlerin ne için, kimin için yapıldığını gözden kaçırıyoruz. “Soruversem ben neyim ve bu hal neyin nesi” diyemiyoruz. Dört bir yandan dalga dalga üstümüze üstümüze gelen sel karşısında bırakıveriyoruz kendimizi... Kimim? Neyim? Nereden geldim? Niçin yaşıyorum, diyemiyoruz. Var oluşumun amacı nedir? Ne olmalı diye soramıyoruz kendimize. Dört bir yandan üstümüze gelen çeşitli tahrip edici, uyuşturucu, edep ve haya duygularımızı yok edici, benliğimizi, aile duygumuzu, insanlığımızı çiğneyici etkilerin altında kendi kendimizi kaybediyoruz. “Aynalar söyleyin bana ben kimim?...” Bütün bu soruların sonunda kazanılacak ya da kaybedilecek olan husus, hayatın, varoluşun anlamı ve amacı. Ve buna, yaradılışın amacına göre sağlam, temiz ve gerçekçi bir çözüm yolu gösteremeyeceğimiz sürece boş yere mutlu ve huzurlu olmak için gayret gösterip kendi kendimizi kandırmış olacağız ve kafalarını, kalplerini, markın, sterlinin, doların, mercedesin hayalleri ve rüyaları ile dolduranlar, boşu boşuna memnun ve mesut görünmeye çalışarak ömür boyu hüsran içinde yaşayacaklar. Ne yazık bu yüzyılın insanlarına ki, kendi kaosunu kendi yaratıyor. Işık tektir. Karanlık ve kaos çoktur. İnsan adedince karanlık ve kaos vardır. Ve ilmiyle, malıyla, mülküyle, rütbesiyle, makamıyla mağrur günümüz insanları bilmiyorlar ki, “kalpler yalnız Allah’la beraber olmakla, Allah’ı anmakla huzur, sükûn ve mutluluk” bulurlar. O bize şah damarımızdan daha yakınken, biz O’ndan uzaklaşmak için ne bahaneler buluyor, neler icat etmiyoruz ki... Oysa ibadet, insanın kendi ruhunun ziyaretidir. “O her an yeni bir şe’ndedir...” Şunu iyice bilin ki, muhakkak, “Allah’ın dostlan için, hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar.”
Bugünkü psikoloji ve felsefe, dış dünyayı bizim kendi duygu ve düşüncemize göre tefsir ettiğimizi ortaya koyuyor. Eğer evreni kötü ve karanlık görüyorsak, bunun nedenlerini daha çok kendimizde aramalıyız. Bir gönül dostu, “kapı kapı dolaşma, muratlar şendedir” diyor. Hariçte arama, dışarda bir şey kalmadı da sen var oldun. Ulu ve yüce bir ağaçtır inanç insanda... Hilkatten murat idraktir. Bugün insanın en bilmediği şey, kendisidir. İnsanı insan yapan yine insandır. Dışını değil, içini süslemeye çalış.
İnsanoğlu ışıkla dolunca ışıktan farkedilmez. İnsan, maddenin ve eşyanın kölesi olmaya doğru gittikçe kendinden ve büyük bütünden uzaklaşmış oluyor. Kartallar yalnız uçar, kargalar sürü halinde, bundaki hikmeti çözmeğe çalışın. İnsanın gözü aklı kadar görür. Vücut bir mabettir. İçinde, sana senden daha yakın olan vardır. Her insan, kendisinde bütün insanlık ve evrenin sırlarını taşır. Kendi kendini tahlil insanı derin gerçeklere götürür.
İnce, zarif ve olgun dediğimiz kimseler iç dünyalarına sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü yerleştiren onları günlük hayatlarına geçirip, her an ve her vesileyle uygulayanlardır. Onlar bütün cihanı, evrensel bir sevgiyle kucaklayan Iardır. Güzellik kainatın altın anahtarıdır.
İç dünyalarında güzelliğe yer vermeyenler, isteseler de gönüllerin kilidini açamazlar. Önemli olan sevgi ile kalpleri yumuşatmaktır. Yunus bir şiirinde “taş gönülden ne biter” diye sorar. Yunus’un sevdiği su ve güldür, yumuşaklık ve tatlılık, güzellik insanları gerçeğe ve Allah’a, sertlik ve katılıktan daha kolay, daha çabuk götürür. Kur’an’da Allah, Hz. Musa’yı, Firavun’u Hakk’a davetle görevlendirirken “yumuşak ve tatlı söyle” buyurur.
Her fena ve çirkin gibi görünen eşya ve yaratığın altında bir güzellik gizlidir. Onu görmeye gayret etmelidir. Sevgi en büyük kıymettir. Sevgiyle dolan bir gecekondu, sevgiden uzak bir saraydan daha değerlidir. Mevlânâ, “sevgiden bakır altınlaşır” der. En fakir, en zavallı insanlar, sevgiden uzak yaşayanlardır, sevgiyi kalplerinde duymayanlardır. Karanlıkları aydınlatan, insanların yüzünü nurlandıran sevgidir, dostluktur, kardeşlik duygusudur. Hayatta fena ve çirkin insan yoktur. Kendisindeki yüceliği, güzelliği ortaya çıkaramayan insan vardır. Kendini bilmek, tanımak, yaradılışın ve varoluşun amacına göre hayatını düzene koymak, en büyük erdemdir. Allah kuluna kâfidir. Unutmayalım ki, kâinatın ve insanın sırlarına ancak sürekli, derin, sistemli bir düşünme ve anlama aşkı ve heyecanı ile ulaşılabilir. İnsanı mutlu eden, kendi iç aleminde bir düzen, bir güzellik, bir ahenk kurabilmesidir. İnsanoğlunun aradığı gerçek kendi içindedir. Rabia Sultan, bir gün bahçede harıl harıl bir şeyler arıyormuş; sormuşlar, iğnemi kaybettim bulamıyorum demiş. Birisi, Ya Rabia iğneni ner- de kaybettin deyince, evde dikiş dikiyordum, düşürdüm, demiş. İlâhi Sultan, hiç evde düşürülen iğne bahçede aranır mı diye sorulunca, neden şaşırdınız? demiş, siz de kalbinizde, iç dünyanızda kaybettiğiniz mutluluğu dışta, dış âlemde aramıyor musunuz?
Kendi özünü bulmak ve bütün varlıkla, kâinatla bir ve beraber olmak... İşte varoluşun, yaşamanın özeti... İşte o zaman “Yunus bir haber verir, işitenler şadolur” deriz. Varolmanın çılgın heyecanını yaşar, “sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz” deriz. O zaman “Kökü bende bir sarmaşık, olmuş dünya sezmekteyim, mavi, masmavi bir ışık, ortasında yüzmekteyim...” deriz. O zaman, “sevdiğimi demez isem, sevgi derdi boğar beni...” deriz. Kalbin edebi sükuttur. Gözü yerde olanın gönlü âsumana çıkar. Elde edilmesi en güç dostluk, insanın kendi kendisiyle dost olmasıdır. Ve kendimizi yalnız kendimiz kurtarabiliriz. Büyük Yunus, “Bir siz dahi sizde bulun, benim bende bulduğumu” der. Işık olmadan gözler eşyayı seçemez, mutluluk aslında, yaşamda bir şiir bulmak ve o şiiri yaşamak demektir. İnsanoğlu aşkla yükselir. İnsan olmak bir sanattır. Istırap bir rendedir, fazlalıklarımızı alır. Önemli olan, kendimizi ve başkalarını her an yeniden keşfedebilmektir. Yunus, “her dem taze doğarız, bizden kim usanası” der.
Hayatın sonsuz güzelliği ve cömertliği karşısında, insanoğlunun yaşadığı boş ve sefil hayat ürperticidir. Sevgiden, dostluktan, incelikten ve güzellikten uzak yaşayanlar ne kadar zavallıdırlar. Arif olan şikâyet etmez. Ruhî tekâmül şikayet ikliminden uzaklaşmakla başlar.
Günlük hayati konuşmalar, gevezelik, te levizyon, gazete, dedikodu, oyunlar, içki ve sigara bize varlık muammasını unutturuyor. Gerçek sanat, doğanın ve kâinatın güzellikleri, bizi yeniden, asıl kaynaklarla karşı karşıya getiriyor. Allah’ın insanla buluşma yeri kalptedir. Varlığın sebebi sevgidir. Varedene sevgi ile ulaşılır. Dünyaya gelişin sebebi ve amacı sevgidir. Sevgiye ulaşmanın yolu da insan gönlünden geçer. Hepimiz O’ndan geldik O’na gidiyoruz. Varolan Hak’tır. Gayrisi yoktur. İçimiz kin ve nefretle doluysa, eşyanın esaretinden kurtulamamışsak, mutlu ve huzurlu olmamıza imkân yoktur. Biz kendimizin olmadan, hayat bizim olamaz. Sıkıntı ve bunalımlarımızın asıl sebebi, insanın kendi kendisi olamamasıdır. Kendi aslından, özünden uzaklaşan kendi kendine yabancılaşan insan, kesinlikle huzur bulamayacaktır. Hayattaki en büyük, en muhteşem yolculuk insanın kendi kendine yaptığı yolculuktur. Gerçek aydınlanma insanın ken- k di kendisiyle yüzyüze gelmesidir. Gerçek sohbet, gönül sohbeti işte bu ortamı hazırlayan, bu imkanı ortaya çıkaran, insanın içindeki gizli güzellikleri gün ışığına çıkaran sohbettir. Ellerinde bir tomar kağıtla sözüm ona gönül sohbetine çıkanlar, gönülleri yerine dudaklarını konuşturanlar için, ne sıfat kullanılacaksa, onu da siz bulun lütfen. Kâinatın en büyük sarayı, içi sevgi ile dolu kalptir. İnsan âlemde insanlan sevdiği müddetçe yaşar. İyi bilelim ki, açık kalple verdiklerimiz, sonunda bize döner, insan ektiğini biçer, gönül erinin işi mahlûkta kalmak değil, Halika varmaktır. Çok konuşmak, gevezelik etmek, sırf zaman öldürmek için malâyani konuşmak, içten fethi engeller. Tekâmüle engel olur. Etki gücünü son derece azaltır. Özdemir Asaf, bir şiirinde “bir kelimeye bir anlam yüklediğim zaman, sana sesleneceğim” der.
Sükûta sarılan kurtulur. Kurtuluş, diline sahip olmaya bağlıdır. Söz gümüşse sükût altındır. Sükûttan daha güzel şeyler söyleyeceksek, hayır ve güzelliği konuşacaksak ağzımızı açmalıyız; yoksa sükûtun şiiriyetini yaşamak da çok güzeldir. Hayatın birçok güzelliklerini görmeden geçiyoruz. Dünya, öylesine güzelliklerle dolu ki, arada sırada herhangi bir çirkinlik gözümüze batacak olsa, kendi kendimizden utanmalıyız.
Varlığı kucaklayan aşk, kendi dışında birşey bulamaz ki, şikâyetçi olsun. Şikâyet etmek, hayatı hep karanlık ve çirkin görmek, hep olumsuzluklardan bahsetmek, çevreye hep karanlıkları yaymak, yetersizlik ve bencilliğin, nefsaniyete köle olmanın ürünüdür. Kimi kime şikâyet ediyoruz? Şikâyet ve bedbinlik ilâhi aşkla, Muhammedi sevgi ile bağdaşmaz. Şikâyet ve karamsarlık unutmayalım ki şükürsüzlüğün, sabırsızlığın, nefsin çığlığıdır. Ne olur, her günü sanki son günümüzmüş gibi yaşayabilsek... Hayatta kötü ve çirkin insan olmadığını, sadece çeşitli nedenlerle içindeki iyilikleri ve güzellikleri ortaya çıkaramamış insanların varolduğunu bir bilebilsek... Kalplerimizi açıp, Allah’ın bize her gün bahşettiği iyilikleri hatırlayabilsek, şükredebilsek, direnebilmek, dayanabilmek, kötülükler ile mücadele edebilmek için kâfi derecede kuvvet sahibi olurduk. “Ey kardeş, sen yalnız duyuş ve düşünüşten ibaretsin... Geri kalan ise et ve kemiktir” diyor Mevlânâ... İbadetin özü nefsin erimesidir. İnsan sonsuzluğu kucaklamak istidadında bir yüce mekândır. İnsan kendi kendinin büyüklüğünün farkında olmalı, nefsaniyet yolunda kendini hırpalayıp, örselememelidir. İnsanoğlu nazlı bir kuş gibidir. Kanatlarına hırsın, egoizmin, nefsaniyetin taşlarını bağlarsa olduğu yerde kalır, yüceliklere varamaz. İnsanı insan yapan yine insandır. İnsanların çoğu dışını süslemekle uğraşır. Bütün dikkatleri hep dışadır.
Önemli olan içi süslemek, güzelleştirmek, temizlemek ve arıtmaktır. İnsanın manevi tekâmülünde sohbetin yeri çok önemlidir. Bazan bir sohbette insan büyük çok büyük mesafeler kat edebilir. Yalnız o sohbetin gönül sohbeti olması gerektir. Bir sohbet, bir dalgıç gibi, bizi kendi içimize daldınyorsa; kendi gönül âlemimizden bize inciler çıkartıyorsa işte ona gönül sohbeti denir. Gerisi sadece bir laf yığını ve zaman öldürmektir. Bize bizden yakın olanla bizi temasa getiren sohbete gönül sohbeti denir. O zaman insan etrafında olup bitenleri gözle değil, özle görmeye başlar. Öze, saf olana ulaşmadan gerçek bilgiye, huzura ve mutluluğa varamayız.
Bugün nice insanlar yalnızlıktan kıvramıyorsa, bütün imkânlarına rağmen bunalım ve sıkıntı içinde yaşıyorlarsa, en önemli sebep kendilerinden ve Allah’tan uzak oluşlarıdır. Bütün o zenginlikler, debdebeler, şaşaalar, lüks, ruhlarındaki boşluğu dolduramıyor. Ama insanoğlu, varlıkla doğrudan doğruya temas etmeden, bütüncü görüşe varmadan, O’na ulaşmadan, hiçbir zaman mutluluğu ve huzuru bulamayacak, boş yere çırpınıp duracaktır. Nasıl madde âleminin kanunları varsa, manâ aleminin de kanunları vardır. Bu kanunlara riayet etmeyen herkes, zâhirî durumu ne olursa olsun, sonunda hüsrana uğrayacaktır. Her kap içinde olanı sızdırır. Kendini aşan manevi değerlerle ilişki kuramayanlar için, günün birinde bunalıma düşmek kaçınılmazdır.
Gerçek inancı yakalayan insanın vücudunun bütün hücreleri sevgiyle dolar, bu sevgi onun bütün konuşmalarına, davranışlarına yansır. İnsan gönlü ışıktan billura benzer. Işıkla dolunca ışıktan farkedilmez. Bir insanın inancının büyüklüğü, yüceliği çehresine yansır. Her an yeni bir hal içreyiz. Her an yeni bir sınavdayız. Bu dünya darılma pazarı değil, dayanma pazarıdır. Şükretmemek nimetin elden gitmesine sebep olur. Temiz bir insanın vicdanını ferahlandıran, onun kalbine inşirah veren her şey sevaptır. Günahlarımız, bizi bizden uzaklaştıran, içimizi tırmalayan, kemiren, bizi manevi ışıktan ve güzellikten ayıran şeylerdir. Hakiki bayram, iç ile dış, ruh ile beden, maddi alemle manevi âlem arasındaki dengeyi kurabilmek, o kıvama varabilmek demektir. İşte ancak o zaman bayram neşesini bulmuş oluruz. “O senden razı, sen O’ndan razı olarak, dön Rabbine” emrini gerçekleştirebilenlere, insan aklının, kültürünün, gayretinin bu en son noktasına ulaşabilenlere ne mutlu...