Tefsir:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ادْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَٓافَّةًۖ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ....-1
“Bakare Sûresi: 208-214.”
Dr. Ali Arslan AYDIN
İslâm’da sulh ve selâmeti, birlik ve eşitliği, sevgi ve kardeşliği sembolleştiren Hac ibâdeti ile ilgili âyetlerden sonra sözleri özlerine uymayan “münafıkların” kötü hareketleri ve sözleri özlerine uyan gerçek “mü’minlerin” yüksek ahlâk ve fedakârlıkları dile getiriliyor. Toplumları aldatarak yeryüzünde fitne ve fesat çıkaran münâfıklar ile, insanları iyilik ve hayra çağıran gerçek mü’minlerin ahlâkî güzel davranışları özetlendikten sonra ilk iki âyet-i kerîmede bütün müslümanlar, sulh ve selâmet dîni olan İslâm’a girerek, bu gerçek dînin getirdiği yüce esaslara sımsıkı sarılmaya, böylece îmanlarını kemâle erdirmeğe çağırılıyor, şeytanın küfre götüren kötü yollarına sapmaktan menediliyorlar.
Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey îmân edenler! Hepiniz İslâm’ın yüce esaslarına sımsıkı sanlın. Dîninizin emirlerini nefsinizde ve çevrenizde eksiksiz olarak uygulayın. Yasaklarından kaçının. Rabbinize ibâdet ederek ve din kardeşlerinize yardım elini uzatarak îmânınızı kemâle erdirin. Böylece sulh ve mutluluk içinde yaşayın. Sakın şeytana uymayın; onun sözüne kanarak, ayrılığa düşmeyin; izinden giderek doğru yoldan sapmayın. Şeytana inanarak, sapıtanlara kulak asmayın. Çünkü hiç şüphe yok ki şeytan, siz müslümanların arasını açmaya, sizleri îmân ve İslâm’dan ayırarak küfür bataklığına sokmaya çalışan apaçık bir düşmandır. Bu gerçeği iyi bilin ve ona göre hareket edin. İslâm’ın bildirdiği, Peygamberimiz’in gösterdiği bunca belgeler, aklınızı erdirecek açık deliller size geldikten sonra şeytana ve kâfirlere uyar, doğru yoldan çıkar ve kötü yola saparsanız, biliniz ki, Allah, izzet ve kudret sâhibidir. O, şeytana uyarak doğru yoldan sapanlar dan intikam alacak güçtedir. Aynı zamanda Hakîm’dir. O’nun her emrinde ve işinde hikmet ve ibret vardır.”
Birçok İslâm bilgin ve müfessirlerine göre bu âyetler, önceleri Ehl-i Kitab’dan iken sonra müslüman olan, fakat İslâm’ın bâzı emirlerini benimseyip ötekilerini benimsemiyen, İslâm’a sımsıkı sarılamayıp, bâzan nefsine ve şeytana uyan zayıf karakterli, sözde mü’minler için indirilmiştir. İşte Rabbimiz bu âyetlerinde bu gibileri İslâm’a ve onun getirdiği yüce esaslara sımsıkı sarılmaya çağırıyor...
Daha sonra gelen âyetlerde; şeytana uyup küfre sapanların, bir rivâyete göre İsrail Oğullarının İslâmiyeti kabûl etmemek husûsunda nasıl inad ederek saçma isteklerde bulunduklarını açıklıyor. Bu gibiler vaktiyle Hz. Mûsâ’dan istedikleri gibi Asr-ı Saâdet’te de, Sevgili Peygamberimiz’e îmân etmek için, beyaz buluttan gölgeler ve bir nevî örtüler, içinde Allâh’ın Meleklerle berâber kendilerine gelivererek görünmesini, emir ve yasaklarım bizzat bildirmesini, işlerinin bitirilmesini istemişlerdi. Bu istek, onların ne büyük inat, bilgisizlik ve sapıklık içinde olduklarım gösteriyor. Çünkü Allah, maddeden, cisimden yaratıklar gibi gelmek, gitmekle nitelenmekten uzak, yüceler yücesi tek Yaratıcıdır. Onlar sözde îmân etmek için böyle akla ve mantığa sığmayan isteklerde bulunurlar, ama gerçek şudur: Allâh’ın emri ve onlar hakkındaki hükmü tamamlanmıştır. Her şey ve her iş, sonunda Allah’a döndürülecektir. Kıyamet günü herkes buradaki inanç ve davranışlarının hesâbını orada verecek, mükâfat veya cezâsını görecektir. Bu âyet-i kerîme İslâm’ın temel inançları arasında çok önemli yeri olan (âhiret inancını) açıkça belirtmektedir.
Sonra Yüce Allah, Sevgili Resûlüne hitaben diyor ki: “İsrail Oğullarına sor. (inkâr ve nankörlüklerini yüzlerine vur da utansınlar.) Biz onlara vaktiyle apaçık âyetler, birçok mûcizeler vermiştik. Kendi milletlerinden seçtiğimiz Resûlümüz Mûsâ’nın asâ’sını yılan yaparak onu düşmanlarından üstün kıldık. Denizi yararak onu ve milletini Firavun’dan kurtardık. Gökten (menn) ve (selvâ) yâni kudret helvası ve bıldırcın gibi türlü ni’metler indirdik. Bütün bu âyetleri kim inkâr eder, hakka, hayra ve doğru yola götüren nimetimi, kendilerine geldikten sonra küfür ve isyan ile değiştirirse, şüphe yok ki artık onlar için Allâh’ın azâbı pek şiddetlidir.”
Gerçek şu ki; dünyâ hayâtı ve geçici nimetleri kâfirlere çok güzel görünür. Onlar dünyâyı pek süslü görür ve onu öylesine severler. Kalbleri dünyâ sevgisi ile dolmuş, kazandıkları dünyâ nimetleri onları şımartmış, gurur ve kibire boğmuştur. Onun için fakir müslümanlarla alay ederler ve kendilerini onlardan üstün görürler. Gerçekte ise; îmân eden, Allah’tan korkarak takvâya eren mü’minler, kıyamet gününde îmânsızların üstünde olacaklar. Çünkü müslümanlar Cennet’in yüceliklerinde, kâfirler ise, Cehennem’in diplerinde bulunacaklar, işte bu, âhiretteki cezâdır. Dünyâ ise cezâ yeri değil; iş, çalışma ve deneme yeridir. Onun için Allah bu dünyâda kimi dilerse, ona hesapsız rızık verir. Kâfirleri sınamak için, dilerse bol rızık verir, inanan kullarım âhirette daha çok mükâfatlandırmak için dilerse onları burada fakirlik ve yoksullukla dener. Allah mutlak kudret ve hikmet sâhibidir.
Daha sonraki âyette; aslı ve kaynağı bir olan hak dinlerin Hz. Âdem’den Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (A.S.) e kadar gelip geçen bütün peygamberlerin bildirdiği iki îmân esâsını belirtmektedir. O da; aslı bir tek millet olan insanlık âlemine her zaman ve her devirde peygamberler ve onlarla berâber kutsal kitaplar gönderildiğidir. Çünkü insan, Allâh’ın yarattığı en üstün yaratık ise de, insanı öteki, varlıklara üstün kılan aklı; doğruya, hayra ve güzele giden yollan ona dâima gösteremez. Bütün akıllar, ahlâkî ve metafizik gerçeklerde birleşemez. Bir aklın bulduğu örnek ölçüleri ve manevî yüce değerleri diğer akıllar beğenmeyebilir. Hangi aklın daha üstün olduğunu bilmek ve onu kabûl ettirmek imkânsızdır. Özellikle metafizik konularda Allah ve âhiretle ilgili manevî gerçeklerde bu böyledir. Buna felsefe ve insanlık târihi tanıklık etmektedir. Kâinâtı yaratan Yüce Allah, yaratıkların gücünü ve ihtiyâcını en iyi bilendir. Bu sebeple, her çeşit canlı, cansız varlıkları ve sayısız maddî nimetleri insanın emrine veren Rabbimiz, insanların dünyâ hayatlarında dirlik ve birliği, yardımlaşma ve dayanışmayı, sevgi ve kardeşliği kurabilmeleri ve ayrıldıkları hususlarda hakkı ve doğruyu bulabilmeleri için onlara kendi içlerinden peygamberler göndermek ve kutsal kitapları indirmek sûretiyle nimetlerini tamamlamıştır. İnanarak Allah ve Peygamber’in yolundan gidenleri âhiret nîmet ve mutluluğu ile müjdelemek, inanmayanları Allah azâbı ile korkutmak üzere gönderdiği peygamberler, insanların anlaşamadığı hususlarda hakemlik yapmışlar, getirdikleri kitaplar ve İlâhî emirlerle hüküm vererek, hakkı bulmuş ve onu insanlara göstermişlerdir. Buna rağmen insanlar peygamberler ve kutsal kitaplar aracılığı ile hakkı ve doğru yolu buldukları ve apaçık âyetleri gördükleri halde, onlardan birçoğu aralarındaki hased ve ihtirastan dolayı ayrılmışlar, birbirlerine düşman olmuşlar, dinlerinde anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Hased ve dünyâ ihtirası onları îmandan ayırmış, doğru yoldan çıkarmış, küfür ve isyan bataklığına sapıtmıştır.
Gerçek şudur ki; Allah, nefis ve ihtiraslarına kapılmayan îmân ve iyi amel sahiplerini doğru yolda sâbit kılar; onları, hakkında ayrılığa düştükleri İlâhî gerçeklere kendi yüce izni ve ezelî irâdesiyle ulaştırır. Çünkü Allah, kullarından dilediğini doğru yola iletir. Yalnız O’na sığınmaktan, yalnız O’na kulluk etmekten ve yalnız O’ndan yardım ve hidâyet dilemekten başka çâre yoktur.
Bundan sonraki âyet-i kerimede Rabbımız, dinleri ve îmanları yolunda çetin zorluklarla ve büyük sıkıntılarla karşılaşan mü’min kullarına İlâhî sünnetini hatırlatıyor. Geçmiş îmanlı milletlerin de böyle büyük sarsıntılar geçirip çileler çektiklerini, akideleri ve inandıkları dinleri yolunda katlandıkları güçlükler sonunda Allâh’ın yardımına erdiklerini ve Cennet’e girmeğe hak kazandıklarım bildirerek müslümanları tesellî ediyor.
Rivâyete göre, Mekke müşriklerinin zulmünden kaçarak Medine’ye hicret eden Müslümanlar, diğer bir rivâyete göre, Hendek harbinde büyük sıkıntılarla karşılaşan mü’minler, son derece bunalarak; “Allâh’ın yardımı ne zaman?” diye feryâd edecek hâle gelmişlerdi, işte bu hâle gelen ve dinleri için her sıkıntıya katlanan müslümanlara, Allah’ın yardımının pek yakın olduğu müjdeleniyor. Allah bizleri de, yardımına ve rahmetine lâyık kılsın.