İSLÂM DlNİ’NDE İBADET ŞUÛRU
Kemal Edîb KÜRKÇÜOĞLU
Dünya: insanla doludur ve her insan: Allah’ın kuludur; ibâdet: bu kulluğunu, kulluk mazhariyyetini ve “Şübhe yok ki Biz, Âdem neslini (öz keremimizle) değerlendirip yücelttik.” meâlindeki âyet-i kerîme’nin (îsrâ’, 70) ma’nâsını kemâliyle idrâk eden insân’ın şaşmaz ve değişmez yoludur.
“Kul” demek olan “abd” kelimesiyle, “kulluk emirlerini ânında, zamânında eksiksiz yerine getirme”den ibâret bulunan “ibâdet”: Kur’ân dilinde ayni köke (=ayn+bâ+dâl köküne) dayanır. Bu: bir tesâdüf değildir. Zâten şu kevniyat ve tekevvünât âleminde tesâdüfî hiçbir şey yoktur. Bu da “Sünnet-i îlâhiyye” îcâblarındandır.
Cenâb-ı Hakk, Kelâm-ı Kadîm’inde: “Cinleri de, insânları da bana kulluk etsinler (= ibâdette bulunsunlar, Benim kulum olduklarım bilsinler, Huzûr-i Kibriyâmda eğilsinler, Birliğimi tanısınlar) diye yarattım.” buyuruyor (Ez-Zâriyât, 56). Allah’a kulluk etmiyenler, ibâdette bulunmayanlar, abdiyyet ve ubûdiyyet îcâblanna riâyet eylemiyenler, yalnız Al- lâh’m, Celâl ve Kemâl sıfatlariyle muttasıf olan Bir-tek Allâh’ın kulu olduklarını bilmiyenler, O’nun birliğini ve tekliğini tanımayanlar, huzûr-i Kibriyâda huşû ile eğilmiyenler; dalâlettedirler, isyândadırlar, butlandadırlar, küfrandadırlar; dünyâda ve âhirette hüsrandadırlar.
Nefslerini dalâlet batağından kurtaran, isyân, butlan ve küfrân uçurumundan koruyanlardır ki, niçin yaratıldıklarını düşünürler; hilkatteki İlâhî sırrı, fıtrattaki Rabbânî hikmeti unutmamasıya düşünenlerdir ki hidâyettedirler, îmândadırlar, im’ândadırlar, irfandadırlar; dünyâda ve âhirette gufrândadırlar.
Nebiyy-i Efham, Resûl-i Ekrem (Salla’llâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz: “Hikmetin başı, Allâh korkusudur.” buyurmuşlar; bu nûrlu hakikati bütün insânlara duyurmuşlar. Hikmet: “Hakk yolunda hakîmâne hareket”tir. Allah’ın Esmâ’-i Husnâ’dan olan Hakîm sıfatı: “Rabbânî hikmet, İlâhî hükm ve hâkimiyyet, melekûtî hükümet” ma’nâlarına da şâmil olmak üzere ma’rûf ta’bîriyle “cevâmi’ü’l-kelim” bir kelimedir.
Evet: “Hikmetin başı, Allah korkusudur”. Bu korku: ezici değil kurtarıcıdır; öldürücü değil, oldurucudur. Allah: korkmıyanları ihmâl etmez; amma dilerse imhâl eder. Âyetü’l-Kürsî’de beyân buyurülduğu veçhile: “Ne dalıntı sarar, ne uyku O’nu.” (Bakare, 255). İhmâl etmeyişi: azametinden, ülûhiyyetinden; mühlet verişi, tevbeye, nedâmete yol açışı, fursat bırakışı: kereminden, Rübûbiyyetindendir.” (Rabbü’l-Âlemin olan) Rabb’i katında duruşmaktan korkarak nefsini (kulluğu unutturacak, kulluk vecîbelerini yapmaktan alıkoyacak nefsânî) hevâdan sakındıran için de şübhe yok ki (varılacak ebedî) yurt Cennet’tir.” meâlindeki âyetler (En-Nâziât, 40-41) bu mukaddes korkunun abdiyyet huzûrundan ve ibâdet şuûrundan ibâret bulunan feyz ve faziletine ışık tutar.
Fârûk-i a’zam Hazretleri; “Bilsem ki bütün insanlar Cehennemlik, yalınız bir tanesi Cennetliktir; umarım ki o Cennetlik ben olayım. Yine bilsem ki bütün insanlar Cennetlik, yalınız bir tanesi Cehennemliktir; korkarım ki o Cehennemlik ben olayım.” diyor. İslâm Dîni’nin kulluk mevzûunda îmânî umut ve korku (= havf ve recâ) prensibi budur. Kibriyâ-yi ülûhiyyet karşısında korkacağız, nedametle o yüce kapıya varanların, beşerî acz içinde hulûs ve ihlâsla Allâh’a yalvaranların eli boş, yüzü kara dönmiyeceklerini umacağız; mâsivâdan göz yumacağız.
Kur’ân-ı Kerîm’in bir âyeti, hatırlatıyor, “unutmayın!” diyor: “Allâh, sizi yarattı; sonra da (mîâdı gelince) rûhunuzu alır. Bir şey bildikten sonra bilmez olsun diye içinizden bir kısmı da yaşamanın en düşüğüne vardırılır. Şübhe yok ki Allâh, Kadîr (= her şey’e güç yetirici) olan Alîm’dir.” (Nahl, 70). Yaşamanın en düşüğü, Kur’ân’daki ta’bîrle “erzel-ı ömür” abdiyyet ve ibâdete ışık tutan Tevhîd akidesinden inhiraf, küfranla ittisâftır.
Mü’minlerin anası, iffet ve fazîlet timsâli Hazret-i Âişe’den rivâyet olunan bir hadîs-i şerîf’e göre Peygamber Efendimiz: Bizim şu işimizden olmıyarak ona (kendinden) bir şey katanın ortaya attığı şey merdûddur.” buyurmuşlardır. Resûlullâh’ın, “Bizim şu işimiz” dedikleri: Tevhîd inancasıdır; İslâm Dîni’dir. O inancın esâsları, o dînin vecîbe ve farizaları mukaddestir; el atılamaz, dil uzatılamaz. İslâmî ibâdet şekillerinin değiştirilmesini, karışıkmış gibi sâdeleştirilmesini, güçmüş gibi kolaylaştırılmasını istiyenler olur. Bu mevsimlik moda zaman zaman dillene zillene, allana pullana söylenir: Duyarız; yazılır, çizilir: okuruz. Hazret-i Peygamber Efendimiz: “(Şartları ve rükünleriyle) Namaz’ı, benim kıldığımı gördüğünüz gibi kılın!” buyurmuşlardır. Ondört asra yaklaşan zamandan beri bu böyle olagelmiştir; bundan sonra da böyle olacaktır. Taksitli veya iskontolu din yoktur. Dîn: esen rüzgâra göre yön ve şekil değiştirmez. “Zamanın tebeddüliyle ahkâmın tagayyürü kazıyyesi” erbâbının ma’lûmu olduğu veçhile, sırf hukukîdir; fıkhîdir; ibâdetlere, onun İlâhî esaslarına teallûk etmez. Bahis mevzûu ahkâm: ahkâm-i müstenbetadır. Bunu böylece bilmek lâzımdır. Hulûs ve ihlâsla Allah’a yönelmek istiyenler için Namaz: yük değil, oruç: güç değil! Zâten Hacc ve Zekât: imkâna bağlı! Kur’ân-ı Kerîm: “Allah’ın insanı ancak kaldırabileceği şeyle mükellef kıldığı”nı beyân eder (Bakare, 286).
Cenâb-ı Hakk: Allâh, (bizi,) sizi, (hepimizi) karanlıktan aydınlığa çıkarmak için (sevgili) Kul’una (= En Son ve En Büyük Resûlüne) apaçık âyet (= burhanlar, beyyineler) gönderir.” diyor (Hadîd, 9). O âyetler, burhanlar, beyyineler Şer’in Dört Delîl’inde, Kitâb’da, Sünnet’te, İcmâ’de ve Kıyâs’ta basîret erbâbının önlerine serilmiş, ellerine verilmiştir. Basıp geçmiyelim; durup düşünelim! Bir Hadîs-i Şerif: “(Azamet-i îlâhiyyeyi) bir övünlük tefekkürün bir yıl (nâfile) ibâdette bulunmaktan hayırlı olduğu”nu, başka bir rivâyet, Resûlullâh Efendimiz’in: “altmış yıl” dediğini bildirir. Bu tefekkür, insanı hududsuz kudretler fazâsına, mâddenin mâverâsma götürür. Beşerî aczin kemâliyle ve şümûliyle idrâkidir ki abde ibâdet hazzını duyurur.
Büyük mürşidimiz, yegâne hâdîmiz, mehdimiz, Peygamber Efendimiz: “1 — Verimsiz ilmden, 2 — Huşû’la titremeyen kalbden, 3 — Duyulmaz (= icâbet bulmaz) duadan, 4 — Doymaz nefsten Sana sığınırım, Allâh’ım! Allâh’ım, bu dördün şerrinden Sana sığınırım!” diyor. Muhlisâne ibâdet: inşam bu dört şey’in şerrinden korur; ona verimli ilm, titrer kalb, duyulur duâ, kanâatli nefs kazandırır. Bundan dolayıdır ki âbid: âlim olmalı; kalbi huşû’la dolmalı; duâsı duyulmalı, nefsi doymalı!
Cenâb-ı Hakk: “Ey îmân edenler, rükû’ edin, sücûd edin Rabbinize; ve hayr (olan işler) işleyin! Umulur ki kurtulursunuz.” diyor (Hac, 77). Hitâb: îmân ehlinedir. İnanmıyanların ibâdetleri de, hayırları da bâtıldır; kurtuluşları yoktur. îmân kapısı Kelime-i Şehâdet anahtarıyla açılır. Din yapısına o kapıdan girilir. Çocuklarımıza kapımızı belletelim, yapımızı öğretelim.