HACC İBÂDETİ VE HACC MENÂSİKİ’NİN HİKMETLERİ
Dr. Ali Arslan AYDIN
Din işleri Yüksek Kurula Üyesi
Her yıl olduğu gibi bu yıl da, Hacc’a gitme mevsimi başlamıştır. Bu münasebetle, hacc ibâdetinin ve Hacc Menâsikı’nin ifade ettiği hikmetlerden bahsedeceğiz.
Dînimize göre hacc; zamanında, ihramlı olarak “Arafat” denilen mukaddes mekânda “vakfe” yaptıktan, (yâni bir müddet durduktan) sonra, Mekke-i Mükerreme’de bulunan “Beytullâh’ı ziyaret ve onu usûlüne göre “tavâf” etmektir.
Sağlık durumu iyi olan ve dînen zengin sayılan her müslümana ömründe bir defa hacc’a gitmesi farzdır. Çünkü Cenâb-ı Hak Âl-i İmrân sûresinde şöyle buyuruyor:
“Kabe’ye gitmeye mal ve bedence gücü yeterek) O’na bir yol bulabilenlerin “Beytullâh”ı ziyaret etmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır...”[1]
Hacc sûresinde ise:
“İnsanları hacc’a davet et. Yürüyerek veya uzak yollardan gelen, bineklere binerek senin davetine uyup, Kâ’be’yi ziyarete gelsinler. Kendilerine âit birtakım faydalan görsünler ve Allah’ın onlara nzık olarak verdiği hayvanları belirli günlerde kurban ederken Allah’ın adını ansınlar...”[2] buyuruyor. Ebû Hüreyre (R.A.) Hazretlerinin rivâyet ettiğine göre, Sevgili Peygamberimiz de bir hutbeleri esnasında şöyle buyurmuşlardır:
“Ey insanlar! Allâlıu Teâlâ sizlere hacc’ı farz kıldı. Hacc ediniz.”
Bir şahıs: “Her sene mi yâ Resûla’llâh?” diye sordu. Aleyhi’s-selâm Efendimiz sükût ettiler. O şahıs suâlini üç defa tekrar edince Resûlullâh (S.A.V.) : “Evet deseydim, her sene hacc etmek farz olurdu, siz de onu îfâya muktedir olamazdınız.” cevâbını verdiler.[3]
Hz. Ömer’in oğlu Abdullâh’ın (Allah onlardan râzı olsun) rivâyet ettikleri bir hadîse göre, haccetmek, İslâm’ın beş şartından biridir. Peygamberimiz (A.S.) bu konuda şöyle buyuruyorlar:
“İslâm, beş esas üzerine kurulmuştur: Allah’dan başka İlâh bulunmadığına ve Muhammed (A.S.) in Allah’ın Resûlü (elçisi), olduğuna şe- hâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak, (mal ve bedence gücü yeterek) O’na bir yol bilebilenin Hacc’a gitmesi (Kâ’be’yi ziyaret etmesi) dir.”[4]
Bazılarını burada zikrettiğimiz birçok âyet ve hadîslerden anlaşıldığına göre; hacc ibâdetinin, dînimizde mühim bir mevkii ve dînen zengin müslümanlara farz kılınmasının büyük hikmetleri vardır.
Gerçek şudur ki: Her şeyi bilen, gören ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Allâhu Teâlâ’mn her emrinde olduğu gibi, şartlarını hâiz olan müslümanlara hacc ibâdetini farz kılmasında da, büyük hikmetler ve sayısız faydalar vardır. Hacc ibâdeti esnasında yapılan hacc menâsiki, eşsiz ibret ve üstün hikmetlerle doludur. Çünkü:
Hacc ibâdeti esnâsındaki kıyâfetin, yapılan merasim ve davranışların taşıdığı mânâ ve bu yolda katlanılan maddî manen fedakârlık pek büyüktür.
Her yıl yüzbinlerce insan dünyânın çeşitli uzak ülkelerinden kalkarak, türlü zahmet ve maddî külfetlere katlanarak, İslâm güneşinin doğduğu, İslâm Peygamberinin yaşadığı, Sahâbîlerinin şehit düştüğü mukaddes beldede buluşuyor, kutsal mekân ve makamlarda toplanıyorlar. Irk, renk, dil ve mevki farkı gözetmeksizin, her türlü sıfatlardan ayrılarak, aynı şekil ve aynı renkteki ihramlar (Örtüler) İçinde bir tek Allah’a yöneliyor, O’nun yüce huzûrunda durarak O’na ibâdet ediyor, hep beraber O’na kulluk borcu ödüyorlar. Her biri, bu mukaddes ülkeye yaklaşırken “Mîkat” demlen yerde hacc veya umre veya her ikisi niyetiyle ihrâma giriyorlar. Biri peştemal gibi belden aşağısını, diğeri omuz, sırt ve göğüsü örten dikişsiz beyaz iki parça örtü... Her hacı namzedi bu hâliyle, insanları her türlü mevki’ ve rütbeden sıyırarak, Yüce Allâh’a ve sevgili Peygamberine imanla dolu bir kalble, birbirine üstünlük gözetmiyen insanlık hüviyetine bürünüyor, insan bu kutsal ülkeye girerken Allah’a ibâdet niyetiyle, dünyâ nimetlerinden âdeta sıyrılarak, sonunda bu dünyâdan böyle beyaz, sâde bir örtü ile ayrılacağını, mal, mevki’ ve evlâdın burada kalacağını hatırlıyor. İşte, hem mal ve hem de beden ile yapılan bu ibret dolu ibâdete her hacı namzedi böyle bir ruh ve böyle bir düşünüş ile başlıyor. Uzun yolculuğun her türlü maddî külfet ve bedenî zahmetine katlanan, kalbi îman dolu müslümanlar, Mekke’ye gelerek Beytullah’ta buluşuyorlar. Allâh’a ibâdet gayesiyle, ceddimiz İbrahim Peygamber’in ve oğlu Hz. İsmail (A.S.) in berâberce yeryüzünde inşâ ettiği ilk ibâdet yeri Kâ’be-i Muazzam’ı hep beraber tavaf ediyorlar. Onun etrâfında ayni kıyafet, ayni îman ve ayni ruh ile dönüyorlar, Allah’ın lütfedip verdiği bu büyük şerefe, gözyaşlariyle şükrediyor, O’na yalvararak günahlarının afvını, vatan ve milletlerinin hayrını diliyorlar. Kâ’be’yi tavaf gayesiyle yapılan yedi şavt (dönüş) esnasında yükselen niyâzlar, kalbden gelen yalvarmalar, gözyaşlariyle yakarmalar, kalblere ve ruhlara mânevi huzur ve neş’eler katıyor. Gönüller Yüce Allah’ı anmanın, kıblemiz Kâ’be etrafında aşkla, şevkle dönmenin hazzı ile doluyor. Böyle îman dolu bir kalble Allah’ın huzûrunda duranlar, ömrü boyunca yöneldiği ve yöneleceği kıblegâhını görmek, etrâfmda ihlâs ile dönmek şerefine erenler, bu dünyâda en büyük mânevî saâdetin zevkini tadarlar. Yüzbinlerce insanın Harem-i Şerîf’te toplanıp, Kâ’be’ye yönelerek namaz kılmaları ne İlâhî bir manzaradır...
İki büyük Peygamber’in kurduğu ilk mescidi görmek, Kâ’be’mîz (Beytullah) etrâfında dönmek şerefine ermek, İslâm güneşinin doğduğu, en büyük önder, yüce Peygamber Hz. Muhammed Aleyhi’s-selâm’ın ve ilk mücâhit müslümanların yaşadığı, İslâm nurunun yayıldığı bu kutsal makamları ziyâret etmek, onların ne büyük mahrumiyetler içinde yaşadıklarını görmek, insanın, İslâm’ın Hak din, Peygamberimiz’in Hak Peygamber olduğu hususundaki îmânını kat kat kuvvetlendirir.
Bu buluşma dünyânın çeşitli bölgelerinde yaşıyan, ülkelerinin bilgi, görgü ve kültürlerini taşıyan müslümanların, birbirleriyle tanışmalarına, dînî, içtimâi ve İktisadî durumlarını öğrenmelerine, ortak ve bölgesel problemlerini görüşüp hâl çâreleri bulmalarına ve hacc dönüşünde vatandaşlarım aydınlatmalarına vesile olur. Bu bakımdan hacc, geniş mânada bir “Halk Eğitimi” ve her yıl bu mukaddes beldede yapılan büyük bir “İslâm Kongresi”dir. Bu sebeple hacc ibâdeti, müslümanlar arasındaki birlik ve berâberliğin, yardımlaşma, ve dayanışmanın, sevgi ve kardeşliğin artmasına ve bunun dünyâ milletlerine duyurulmasına güzel bir vesiledir. Müslümanlar, haccın, bu yapıcı tesirlerini iyi bilmeli ve ondan gereği gibi faydalanmalıdırlar.
Beyaz ve sâde bir tek kıyafete girerek Kâ’be’yi tavaf eden hacı namzetlerinin, sevgili Peygamberimiz’in ve yolunda yürüyen imanlı sâlih kulların ondört asırdan beri yaptığı gibi, Safa ile Merve arasında sa’y ettikten sonra, Minâ’ya yönelmeleri ve Arafat adıyla anılan mukaddes mekânda ve ayni günde toplanmaları, lâhûtî bir manzaradır.
Yüzbinlerce insanın bembeyaz örtüler içinde toplanarak kâinatın tek yaratıcısı Yüce Allah’a yönelmeleri, O’nun huzurunda durmaları, hep beraber O’na ibâdette, dua ve niyazda bulunmaları, afvedilmelerini dilemeleri, ne İlâhî bir an, ne ibret dolu bir manzaradır. İnsanlara ölümü, ölümden sonra dirilmeyi, Mahşer’de toplanmayı, Allah’ın hıızûruna çıkmayı hatırlatan bu ilâhî manzara, yürekleri yumuşatan, kalbleri temizleyen, ruhları arıtan ve îmânı coşturan ibret ve hikmet dolu ilâhî bir tecellîdir. Sonra, Minâ adı verilen kutsal yerde temsîlî olarak yapılan şeytan taşlamak; kötü niyetlere ve ger kuvvetlere karşı bir zindelik gösterisi, her türlü kötülükleri yenme azminin sembolleşmesidir. Bu, Rabbimiz ile yapılan mânevi bir antlaşmadır. Daha sonra kesilen kurbanlar, Yüce Allâh’ın verdiği maddî ve mânevî nimetlere karşı bir şükrün ifâdesidir.
Seyahatin, insan sağlığı ve fikir zindeliği üzerindeki olumlu tesirleri, sosyal ve kültürel faydalarının büyüklüğü, asrımızda dünyâ milletlerinin turizme verdiği büyük önemle sâbittir. İslâmiyet varlıklı ve sıhhatli müslümanlara hacc seyahatim farz kılarak, onları, ibâdet esnasında seyahat nimetlerinden de faydalandırmıştır.
Her Müslüman Türk, o mukaddes beldede, vatanını ve milletini temsil ettiğini bilmeli, güzel hareketleri, iyi, olgun davranışları ve tertemiz kıyafeti ile diğer müslüman milletlerin sevgi ve takdirini kazanmalıdır. Allah hepimizi rızâsına uygun ibâdetler yapmakta başarılı kılsın. Gönlünüz neş’e ile dolsun, Allah’ın selâmı ve rahmeti üzerinize olsun azîz okuyucularım.
[1] Al-i İmrân: 97.
[2] Hacc: 27-28.
[3] Bakınız: Sahîh-i Buhârî ve Sahîh-i Müslim (Hacc bahsi).
[4] Aynı kaynaklar.