Makale

MADRID'TE BARIŞ DANSI

MADRID’TE BARIŞ DANSI

Hasan DEMİR

Mıknatısın karşı uçları
Tarih: 30 Ekim 1991 Ülke: İspanya
Yer: Madrid şehrindeki Kraliyet Sarayı’nın gazetecilerin "uğursuz" sıfatını taktıkları salonu. Çünkü İspanya Diktatörü Franko’nun cenazesi 1975 yılında bir süre bu salonda kalmış.
Saat 10’u 20 geçiyor.
Amerika’nın Körfez Savaşı sonrasında bölgede herkese kabul ettirdiği tartışılmaz "son sözü söyleme hakkı" acı mı, tatlı mı olacağı şimdiden kestirilemeyen ilk meyvesini veriyor. Ve 43 yıl aradan sonra mıknatısın artı ve eksi uçtan Filistin ve İsrail beyaz örtülü, çiçeklerle süslü "T" şeklindeki bir masanın etrafında bir araya gelmiş durumda.
Aba altından sopa
Mahalli saatle 10.30’da İspanya Başbakanı Felipe Gonzales sözlerine, "Hoşgeldiniz" diyerek başlıyor. Gözlerinde, bir zamanlar İspanya topraklarından denize döktüğü Endülüs Müslümanlarından özür dilemenin parlaklığı, dilinde 500 yıl önce sınır dışı ettikleri Yahudileri Madrid’e getirebilmiş olmanın rahatlığı ve kıvraklığı var. Konuşmasını, "Barış için ümit var, bu yok edilmemelidir." diyerek tamamlayıp, mikrofonu konferansın hakiki patronu George Bush’a bırakıyor.
Felipe Gonzales’ten sonra söz alan ABD ve SSCB liderleri adeta aba altından sopa göstererek tarafları banşa zorluyorlar. Gorbaçov, "Barış, Araplar ve İsrail arasında gerçekçi bir çıkar dengesi sağlanarak elde edilebilir." derken, ABD Başkanı Bush, "Filistinlilerin Batı Şe-ria ve Gazze’de sınırlı olarak kendi kaderlerini tayin hakkına sahip olmasını öngören anlaşmanın 1 yıl içinde imzalanması" çağrısını yapıyor.
Madrid’ten önce
Tarih, ibretier ilmidir. İlim ve insanlık için deney ve tecrübe bir değer ifade ediyorsa, Ta-rihten daha çok deney ve tecrübe sahibi ne vardır? 30 Ekim 1991 günü Madrid’te başlayan Araplar ve İsrail’in ABD’nin gölgeli adaleti altında barış aramalarının bugününü doğru değerlendirebilmek için sorunun tarihi seyrini satır başları halinde hatırlamak gerek
Osmanlı Devleti parçalandıktan sonra Ortadoğu’da oluşan boşluğa 22 Arap ve 1 Yahudi devleti mirasçı ilan edilir. Yahudilerin her türlü baskı, ısrar ve cazip tekliflerine rağmen Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit Han Filistin topraklarının bir santimetre karesinden bile vazgeçmezken, Batılılar tarafından, Filistin topraklarına Yahudilerin girmelerine yardıma olunur.
İngilizlerin gayretleri ile kurulan bugünkü İsrail Devleti, Filistinlilerin topraklarının bir kısmına el koyar. Bu devletin ideologları Dicle ve Fırat’a kadar uzanan Büyük İsrail’in peşinde olduklarını gizleme nezaketini bile göstermezler. Ürdün devleti kurulup Filistin halkının kalan topraklan da bu ülkeye verilince, Filistinliler Ortadoğu’da ortada kalakalırlar. Bu taksim tam anlamıyla bilerek atılmış bir fitne tohumundan başka bir şey değildir.
Yıllar çileli geçti. 1967 yılına gelene kadar çok acılar çekildi. Mısır Devlet Başkanı Nasır 1967 yılında önünü-sonunu iyice hesap etmeden Arapları İsrail ile bir savaşa sürükledi. O günlerdeki Arap gazetelerinin manşetleri hemen hemen ayniydi: "Tel Aviv’de buluşalım!" İsrail’in başkentinde buluşmayı hayal eden Arap savaş uçakları, daha yerlerinden kımıldamadan İsrail uçakları tarafından imha edildi. ABD’nin sınırsız silah, lojistik, para ve BM’deki baskı desteğini alan İsrail, Ürdün sınırları içindeki Batı Şeria ve Gazzeyi, Suriye sınırlan içerisindeki Golan Tepelerini, Mısır’a ait Sina Çölünü, topraklarına katıverdi. Dahası Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Kudüs İsrail tarafından işgal edildi.
Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat, İsrail ile Camp Davit anlaşması yaparak Sina Çölünü geri aldı ama Arapları yalnız bırakmasının bedelini bir suikast sonucu öldürülerek ödedi.
Hak ve güç
Madrid haklı Araplarla güçlü İsrail’in adil bir barışa ulaşabilecekleri uzun ince bir yolun başlangıç noktası mıdır? Biz elbette ki öyle olmasını temenni ederiz. Ancak temennilerin sonuca tesiri pek nadirdir.
Madrid’te yapılan Barış Konferansımın istikbalini eldeki donelerin dürbünü ile siluet halinde de olsa tasavvur edebiliriz belki. Şimdi buna gayret gösterelim.
İsrail’de yapılan bir kamuoyu araştırması, halkın yüzde 69’unun barış için toprak konusunda taviz verilmesinden yana olduğunu göstermesine rağmen, İsrail Başbakanı İzak Şamir katı bir tutum içerisinde. Görüşmeler sürerken yüz binlerce Filistinliye yaşadıkları topraklan terk etmeleri için ültimatomlar savuruyor. Şamir’in niyetini Konferans için oluşturduğu heyetteki isimlere bakarak anlamak da mümkün.
İzak Şamir ılımlı sayılabilen Dışişleri Bakanı David Levy yerine ödün vermez kişiliği ile sivrilmiş Dışişleri Bakan Yardımcısı Benjamin Nethanyahu’yu Madrid’e rastgele gördermedi herhalde.

Parça parça
Birleşmiş Milletlerin 242 ve onun tekrarı olan 338 sayılı, "Toprak karşılığı barış" niteliğindeki kararlan çerçevesinde olması istenen Madrid Barış Konferansı’nın başladığı saatlerde 3 bin kadar Filistinli ellerinde zeytin dalları ile barıştan yana gösteri yapıyor, yine aynı saatlerde İsrail helikopterleri Konferansa karşı çıkan Filistinlilere kurşun ve bomba yağdırıyor.
İsrail’in ölüm kusması az geliyormuş gibi Barış Konferansı’na karşı çıkan Filistinlilerle Konferans yanlısı Filistinliler birbirlerine giriyor, en az kırk kişi taş, sopa ve bıçakla yaralanıyor.
Yani İsrail’in gücü kendinden değil, Arapların ve Filistinlilerin parçalanmışlığından kaynaklanıyor. Dünya siyasi literatüründeki ifade ne yazık ki hâlâ geçerli: "Araplar hiç bir konuda anlaşamazlar ama anlaşamamakta anlaşmak müstesna..."
Biz bu tespitteki "Araplar" kelimesini çıkarıp yerine rahatlıkla "Müslümanları koyabiliriz. Acı ama gerçek.
Terörist kim?
Madrid Kraliyet Sarayı’nın "uğursuz" sıfatlı salonunda herkes bildiğini okudu.
İsrail sözcüsü, Suriye ve Filistinlileri teröristlikle suçlarken, Suriye Dışişleri Bakanı Faruk el-Şara Ortadoğu Barış Konferansı’nın son oturumunda İzak Şamir’in Filistin’deki İngiliz yönetimi tarafından, tehlikeli bir yeraltı örgütünün lideri olarak arandığı dönemde yayınlanan bir fotoğrafını gösterdi:
"Aranıyordu™ Çünkü o teröristti. Bansın sağlanması için arabuluculuk yapanları öldürmüştü." dedi.
Şara’nın kastettiği Kont Bernadott’un öldürülmesiydi. Bernadott, Kudüs’ün denetiminin İsrail yerine BM gözetimine verilmesini önermesinin ertesi günü öldürülmüştü. İşte, o gün aranan katil, bugün İsrail Başbakanı idi ve güya barışı temsil ediyordu:.
Fatura yanlış kesilmesin
Madrid Konferansı, "Ateş düştüğü yeri yakar" diyenleri bir defa daha haklı çıkardı. Her-kes, gazeteciler ve TV’ler için şov yaparken, Ürdün Dışişleri Bakanı ve Ortadoğu Konferansı’na katılan Ürdün - Filistin ortak heyetinin başkanı Kamil Ebu Cabir sorunun can alıcı noktasını aydınlatıyordu:
"Arapların, Nazilerin gerçekleştirdikleri katliamdan ve Yahudilerin çektikleri sıkıntılardan sorumlu olmamalarına rağmen, bedelini ödemek zorunda bırakılıyoruz. Dünya ve İsrailliler, Yahudi halkına karşı gerçekleştirilen suçlar konusunda bizim masumiyetimizi biliyorlar. Ancak bizim, başkalarının günahlarının bedelini ödemeye devam ettiğimizi sadece Allah biliyor."
"Topraklanınız, kültürümüz, insanlarımız, hatta ruhlarımız ve kutsal olan neyimiz varsa yağmalanmaya devam ediyor. İnsanlar gibi ülkeler de, korkuları yüzünden bazan intihar ederler. Daha fazla toprak, daha fazla güvenlik demek değildir."
Yani fatura yanlış kesilmişti...
Ha gayret!..
Irak ve Iran konferansa karşıydı.
Doğrusu Madrid’te iplerin kopma ihtimali de vardı ama, korkulan olmadı. Taraflar uzun ince bir yolda kaplumbağa hızıyla ilerliyor. İsrail yeni yerleşim merkezleri kurmaya devam ediyor. İşgal altındaki toprakların nüfus coğrafyasını değiştirmek için Yahudi göçü devam ediyor.
ABD kendi kafasına göre oluşturacağı "Yeni dünya düzeni" için İsrail adına kesenin ağzını açmayı plânlıyor. Ağızlarda 300 trilyon gibi meblağlar telaffuz ediliyor.
Körfez’e gemi, uçak ve asker gönderen, savaşa bizzat katılan Fransa ve İngiltere Konferans dışında tutulmalarının burukluğunu yaşıyor.
Artık ikili görüşmeler dönemi.
Madrid’e pirince gidenler Ortadoğu’daki bulgurdan olmamak için birbirlerini kollaya kollaya Barış’ı heceleme gayretindeler.