Makale

HİCRETİN ÖNEMİ

Doç. Dr. Osman CİLACI / Süleyman Demirel Üniv. İlahiyat Fak. Öğr. Üyesi

HİCRETİN ÖNEMİ

Hicret yalnız İslâm Tarihi’nde değil, dünya tarihinde de çok derin iz ve tesirler bırakan bir hadisedir. Hicret’e hiçbir zaman, bir bölge veya ülkeyi terkederek başka bir vatana iltica etmek gözü ile bakılmamalıdır.
Lügatların, “Terketme, evinden barkından ayrılma, göçetme, Hz. Muhammed (s.a.)’in Mekke’den Medine’ye göçmesi hadisesi, Müslümanların kullandığı takvimin başlangıcı” (1)diye tarif ettikleri Hicret, hem İslâm Devleti’nin teşekkülüne, hem de yeni bir takvimin başlangıcına alem olmuştur.
Kur‘an-ı Kerim’de “Cihad” tan sonra en önemli vakıa olarak “Hicret” ten bahsedilmiştir. İslâm’da Hicret’in bu kadar önemli olmasının sebebi, bir müslüman için O’nun “İman”dan kaynaklanmasıdır.(2) Kur’an-ı Kerim, “Ey iman eden kullarım! Benim arzım geniştir. O halde yalnız bana ibadet edin” (3) ayeti ile Mekke müşriklerinin dayanılmaz boyutlara ulasan baskı ve zulümlerine karsı müslümanları fikren Hicret’e hazırlamıştır.
Bir bakıma Hicret ilk İslâm Devleti’nin teşekkülünün temeli olduğu kadar, yazılı Anayasa’sının tedvininin de başlangıcı olmuştur. Toplumu belli bir takım kurallara uymaya zorlayan bu esaslar iki ana noktaya dayanmaktadır:
1. Cemiyetin topyekün Allah’a inanması ve O’nun himayesinde bulunduğunu idrak etmesi.
2. Hz. Muhammed (s.a.)’in şahsında temsil edilen karizmatik Devlet Başkanlığı’nın her zaman sığınılacak bir makam olarak algılanması (4).
Tarihçilerin ittifakla ifade ettiklerine göre Hicret’le tarihin yeni bir sayfası açılmış, zulme uğrayan İslâm’ın mensupları bir sığınak bulmuş, Medine (Yesrib) insanlık tarihinde daima şükranla anılacak hareketin merkezi olmuştur ,(5).
Hicret’in temelinde Kureyşlilerin, bir grup Medinelinin Müslüman olması karsısında onlara işkence, boykot, karantina, hareketlerini kısıtlama vb. davranışları yatmaktadır. Durumun daha da vahim hal almasını önlemek üzere Hz. Peygamber (s.a.s.]’in müminlerin Medine’ye Hicret etmelerini emretmesi işte bundan dolayıdır(6).
Müslümanların büyük bir kısmı gizlice Hicret ederken Hz. Ömer müşriklere açıkça meydan okumuş ve “İste ben de Hicret ediyorum. Kim anasını ağlatmak, çocuklarını yetim, karısını dul bırakmak istiyorsa şu vadinin arkasında gelip bana yetişsin.” demiştir (7).
Müşrikler Rasulullah (s.a.s.)’ın Mekke’yi terkedeceğini anlayınca O’nu ortadan kaldırmak için söz birliği etmişler, Dâru’nnedve’de toplanarak, her kabileden seçtikleri birer gençle suikastlerini müştereken gerçekleştirmek istemişlerdir. Böylece Hz. Peygamber (s.a.s.)’i bir anda öldürecekler, kan sorumluluğunu da bütün kabilelere yükleyerek akıllarınca mesuliyeti paylaşmış olacaklardı(8).
Bütün bu düşünce ve davranışlar üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) o gece yatağına Hz. Ali’yi yatırarak gizlice Hz. Ebu Bekir’in evine gitmiştir. Daha önceden iki binek hazırlayan Hz. Ebu Bekir Abdullah b. Ureykıt ed-Deylemi adındaki Mekke’li müşriki, kendilerine gizli yollarla Medine’ye ulaştırması için ücretle tutmuştu (9). Hicret’i, Hz. Ali ile yol arkadaşı ve aile efradından başka hiç kimsenin bilmemesine özen gösterilmiştir.
Hicret’in en ilginç yönü, Sevr Mağarası’na ulaşıncaya kadar Yemen Yolu’nun izlenmesi, mağarada üç gece kalınması, peşlerine düsen müşriklerin mağara ağzındaki örümcek ağları üzerine, orayı hemen terketmeleri, Hz. Ebu Bekir’in “görüleceğiz” endişesini Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, “Ey Ebu Bekir! Allah’ın, üçüncüleri olduğu iki kişiyi sen ne sanıyorsun?” diyerek teskin edişi, onları yakalamak için yanlarına kadar yaklaşan Süraka’nın, atı ile kumlara çakılıp kalmasıdır (10).
Resulullah (s.a.s.] ve Hz. Ebu Bekir, on iki günlük meşakkatli ve tehlikeli bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaşmışlar, burada heyecanla bekleyen müslümanlar tarafından su mısralarla karşılanmışlardır:
Ayın ondördü üzerimize doğdu, Seniyyetü’l veda sırtlarından,
Allah’a yalvaran bulundukça, şükretmek bize de borçtur.
Ey bize gönderilen Peygamber, sen itaat olunan bir emirle geldin (11).
Medine’ye Hicret eden müslümanları tekrar hayata bağlamak için Hz. Peygamber (s.a.s.) hemşehrileriyle ayrı ayrı görüşmüş, onların iklim, aile, vatan hasreti ve ekonomik sebeplerden doğan problemlerine çözümler getirmiştir. Bunun için Rasulullah (s.a.s.) öncelikle Mekke ve Medine’li bütün aile başkanlarını kapsayan büyük bir meclis toplamış, samimi bir işbirliğine davet ederek onlara gözle görülür basit hal çareleri teklif etmiştir. Bu cümleden pratik bir çözüm olmak üzere aynı çatı altında yasayan iki kardeş birlikte çalışacak, elde ettikleri kazançları da eşit bölüşeceklerdir (12)
İslâm’da ilk Mescide Kuba Köyü’nde inşa edildiğini, Salim b. Avf Mahallesi’nde yapılan mescidde ilk cuma namazının kılındığını, ilk hutbenin orada okunduğunu bu kutlu Hicret’in diğer kıymetli iki armağanı olarak belirtmeliyiz.
Kısa kronolojisini takdim etmeğe çalıştığımız Hicret’in en önemli kavşak noktasını Mekke (Muhacir)’lilerle Medine (Ensar)’liler arasında Rasulullah (s.a.s.)’ın gerçekleştirdiği kardeşlik teşkil etmektedir. Bu da pek tabii olarak, “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyle ise kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” (13) ayet-i kerimesine dayanmaktadır.
Canlarını dişlerine takarak öz vatanlarından Hicret eden ve “Muhacirler” diye tanınan bu insanlara karşı Medinelilerin sıcak ve samimi ilgisi olmasaydı arzulanan İslâm Devleti on sene gibi kısa bir zamanda kurulabilir miydi? Medinelilerin Mekke’lileri evlerinde misafir edişlerine, ev, işyeri, eşya vb. den iki adet olanın birini onlara bağışlamalarına, buna imkanı olmayanların mevcudu paylaşmalarının bir benzeri uygulamasına dünyanın neresinde, hangi toplumda rastlanmıştır? Bunun bir örneği gösterilebilir mi? Böyle bir dayanışmanın sergilenmesine bugün hem ülkemiz, hem de İslâm dünyası ne kadar muhtaçtır?
Hicret hadisesinde karşılaşılan ilginç durumlardan biri de Abdurrahman İbn. Avf ile ilgili olanıdır. Abdurrahman ibn Avf manevi kardeşinin (Medineli) : “İşte bütün mülküm, yarısını sana veriyorum. İki zevcem var, tercih edebileceğin biri ile evlenebilmen için onu boşuyorum.” demesi üzerine, “Allah seni mülkün ve ailenle takdis etsin. Sen bana sadece şehrin çarşısını göster.” diye cevap vermesidir.(14)
Mekke’li muhacirlerin, manevi kardeşlik vesilesiyle elde ettikleri bütün malların, ellerine imkan geçtiği ilk anda hemen iade ettiklerini özellikle burada vurgulamalıyız.

Sonuç olarak diyebiliriz ki Hicret, her yönü ile İslâm için bir dönüm noktası teşkil etmektedir. Hicret’le müslümanlar Medine’de iman, ibadet, ahlak ve sosyal dayanışma açısından nefes alma imkanına kavuşmuşlardır. Yine Hicret’le müslümanlar tek yumruk haline gelmiş, müşterek düşmana karsı birlikte hareket etme şuuruna ermişlerdir. Müslümanlar Hz. Peygamber (s.a.s.)’in otoritesi altında fedaratif bir devlet kurarak müslümanların da devleti, vatanı ve ordusunun olduğunu bütün dünyaya göstermişlerdir. Hudeybiye Barışı (H. 6/M. 627)’ndan sonra kurulan ilk Müslüman Devlet ile çete olmadıklarını, siyasi ve hukuki yapıya sahip bir devletlerinin bulunduğunu ispat etmişlerdir.
İslâm ve dünya tarihinde çok büyük bir hadise olan Hicret, aynı zamanda İslâm’ın kurtuluşu ve yüce İslâm Çağı’nın başlangıcı olmuştur. İslâm’ın istiklale kavuşması ve yayılma imkanı bulması Hicret’le başlamıştır. Bu süreç günümüzde de aynı heyecan ve duyarlılıkla müşadade edilmektedir.

1. Semseddin Sami, Kâmûs-ı Türki, İstan
bul, 1985.
2. Mevdudi, Tevhid Mücadelesi, çev. A. Asrar İstanbul, 1983, II, 50.
3. Ankebut, 56; Zümer, 10.
4. Mustafa Sibai, Hz. Muhammed’in Ha
yatı, çev. S. Simsek, Konya, 1992, s. 55-58.
5. M. Hamidullah, Islâm Peygamberi çev.
S. Tuğ, İstanbul, 1967, I, 108.
6. Islâm Tarihi’nde en önemli Hicret, Mekke’den Medine’yedir.
7. Büyük İslâm Tarihi, İstanbul, 1986, I,
250.
8. A. H. Berki, 0. Keskioğlu, Hz. Muham-
med’in Hayatı, Ankara, 1960.
9. Hz. Peygamber (s.a.s.] Hicret’te 53 yasında idi.
10. A. H. Akseki, Peygamberimiz ve Müslümanlık, Ankara, 1955, s. 47.
11. M. Hamidullah, A.g.e., I, 108.
12. M. Hamidullah, A.g.e., I, 116.
13. Hucurât, 10.
14. M. Hamidullah, A.g.e., I, 116.