Makale

HİCRET

HİCRET

İNSANLIĞIN BÜTÜN GELECEĞİNİ KUCAKLAYAN BU KERVAN, MEDİNE’DE DEVLET OLDU, KUVVET OLDU. CEMİYET ŞUURU HÂLİNE GELDİ. KİTLELERİ SÜRÜKLEYEN BÜYÜLEYEN BİR TE­FEKKÜR SİSTEMİ KURDU. PEYGAMBERİMİZİN 23 YIL SÜREN PEYGAMBERLİK HAYATINDA ARABİSTAN’DAN PUTPERESTLİ­ĞİN İZLERİ TAMAMEN SİLİNDİ. “HAK GELDİ BÂTIL ZEVALE MAHKÛM OLDU.” TEVHİDİN KESKİN SOLUĞU, TAÇLARI TAHTLARI DEVİRDİ.

Mustafa ATEŞ
Konya Müftüsü

Hicret, bir mananın kabuğu­nu çatlatması ve neşvünema bulması, gün yüzüne çıkmasıdır.

Cihana sığmayan, arşı tit­reten ses, Mekke müşriklerinin kararttığı havada gönüllere el­bette hapsedilemezdi. Dünyanın her yerine yayılacaktı. Bunun için hicret gerekti, bir sefer lazımdı, hem içe doğru ruhun derinliklerine uzanan, hem dışa doğru ufukları kucak­layacak bir büyük güneşin ay­dınlığı içinde bir sefer, işte hic­ret, bu batmayan güneşin, sön­meyen mananın zuhur ânı ve mebde hareketidir.

Hicret, imana susayan ruh­lara ilâhî ve cavidani bir soluk vermekle kalmadı. Çöle de can verdi, çöle hayat geldi. Sinelere musallat olan küfür ateşi ile birlikte çöldeki yangın da sön­dü. Kur’an’ın eritici nefesi ile putperestliğin cehennemi eridi. Melekût âleminden kalplere rahmet indi. Vicdanlara çöken zulmet hicretle sıyrıldı. Elemler, ıstıraplar dindi, ağlayan çocuk avundu, kırık gönüller bekledi­ğine kavuştu.

Hicret, başlı başına bir olaydır, bir tarihtir. Asırların biriktirmiş olduğu küfrü ilhadı söndürecek büyük gerçeğin hareket noktasıdır.

Mucizeler yarata­cak cihan inkılâbı, tarihin sey­rini değiştirecek hareket hicre­tin manasında düğümlenmekte­dir. Çaresizliğin çöküntüsünü sineye çeken insanlığın kor­kunç dramının sonudur. Yokluğun korkunç girdabında insana ilahî sesin son haykırışı­dır.

Bundan tam 1399 yıl evvel Mekke’den Yesrib’e doğru yola çıkan madde planındaki bu kü­çük kervan, tarihin seyrini de­ğiştirecek, mana planında bü­yük oluşlara vücut verecek ne­sillerin kavşak noktasıdır.

İşte bu kervan batı kafası ile yoğrulmuş ve batı ruhu ile yetişmiş çeyrek aydının gözün­de bir firardır, bir kaçıştır. Hâlbuki hiç bir peygamber gö­revden kaçmamıştır. Çünkü ta­şıdıkları ilahî memuriyet buna manidir. İnsanlığın bütün geleceğini kucaklayan bu kervan, Medine’ de devlet oldu, kuvvet oldu. Cemiyet ve cemaat şuuru hâline geldi, kitleleri sürükleyen bir tefekkür sistemi kurdu. Peygamberimizin 23 yıl süren peygamberlik hayatında Arabistan’dan putperestliğin iz­leri tamamen silindi. «Hak gel­di, batıl zevale mahkûm oldu.» Tevhidin keskin soluğu, taçları tahtları devirdi. Taç darlar kılıçla değil, bu ruhla ve bu nefeste eğil­di. Mısır, İran, Irak, Horasan, Azer, Batı Hindistan, Suriye, Habeşistan, Kuzey Afrika’nın tamamı, Akdeniz adalarının ço­ğu, İspanyol ve Gol Diyarı birer birer hilâlin avucuna düşüyordu. Yeni nizamın gölgesinde dağı­nıklıktan ve perişanlıktan kurtu­luyor, tek Allah inancı etrafında İslâm’ın bütünlüğünde bileşi­yorlardı.

Peygamberimizin ölümsüz davası ve sağlığında ortaya koy­duğu kadrolaşma hareketi, üzerinden bir asır bile geçmeden değişik ırk ve kavimlerden bir dünya imparatorluğu meydana getirdi. İlimde ve teknikte büyük ilerlemeler oldu. Coğrafya fütu­hatı devam ederken ilim ve tek­nik yerinde sayamazdı. İnsanlı­ğın ortak malı olan kültür ve medeniyet, İslâm’ın müsamaha­kâr havasında yeni bir senteze kavuştu. Tevhit inancının ışığın­da erenler - evliyalar yetişti. Dış dünyanın fethi ruhun miracı­na yol açtı. Ancak Haçlı Seferle­ri, daha çok papalığın tesiriyle Akdeniz havzasında gelişen bu sentezi, bu medeniyet abidesinin inşasını bir müddet durdurduysa da sonra İslâm bunları taze kuv­vetlerle bertaraf etti. Koparılan halkaları tekrar bağladı. Selçuk­lu ve Osmanlı dönemi başladı. Böylece zinde bir güç İslâm’ı eline aldı. Ruhunun bütün sıcak­lığı ile onu temsile koyuldu.

Bu zinde güç kendisini onda, onu kendisinde buldu. İstanbul’un ve Balkanların fethi Bizans’ı kendi kıskacında eritti.

Büyük meddücezirlerle Birinci Dünya Harbi’ne dayandı. Bu asrın başında dünyada üç bağımsız Müslüman devlet vardı: Osmanlı İmparatorluğu, İran ve Afganistan. Emperyalist güç­lerin elbirliği ile yıktığı Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazı üze­rinde şimdi bir düzineden fazla genç devlet vardır. Bu İmpara­torluğun maddi ve manevi mirasına sahip genç Türkiye, büyük hamleler peşindedir. Üç düzineye aşan İslâm devleti, bir milya­ra yaklaşan nüfus, Endonezya’­dan başlayarak Kuzey Afrika ile devam eden kesintisiz toprak bütünlüğü, yerüstü ve yeraltı zenginliği medeniyetin hem canı hem kanı olan petrol şimdi Müslümanların etinde...

Kısaca geçmişi ve hâli budur İslâm’ın. Geleceğinin daha par­lak olması beklenir. Bu geçmişe lâyık bir gelecek en büyük te­mennimizdir. Bu tabloda bazı inişler ve çıkışlar, yükselişler ve batışlar olmuştur. Ama her fır­tınadan sonra doğrulan taze e­kin gibi, Müslümanlar her sos­yal depremden ve her büyük ka­sırgadan sonra yine doğrulmayı bilmişlerdir. Afganistan’da ko­münizme meyilli idareye karşı direndiler. İran’da kaynaşmalar devam ediyor. Türkiye ve diğer İslâm ülkeleri bu mirasın üzerin­de az gelişmişliğin kıskacı içe­risinde kıvranıyor. Rusya’da, Kı­zıl Çin’de serbestçe temsil ze­minine kavuşamayan İslâm ve Müslümanlar ateş çemberi içe­risinde kıvranıyor. İslâm’ın bu 15. asrı, bu zulüm anıtlarının yıkılışına şahit olacaktır. Milli hudutların ve değişik rejimlerin İslâm’ın bütünlüğüne gölge dü­şüremeyeceği görülecektir. Emperyalist güçlerin çeşitli entrikalarla bir cadı kazanına çevirdiği İslâm dünyası, on üçüncü hicret asrı boyunca tam bir dağılma ve çözülme asrı olmuş­tur denilebilirse de bu dağılma ve çözülmelerden İslâm bilâkis daha canlı ve kuvvetli çıkmıştır. Bir yandan tevhide dayalı bir Osmanlı Asrı sona ererken, yine tevhide bağlı daha genç milli devletler doğmuştur. Dış tesir­lerle tahrik edilen ve daha çok petrol bölgesinde aşiretler, şeyh­likler ve emirlikler meydana gelmiştir. Bu 15 inci hicret asrı, çö­zülen ve kopan halkaları yeni ve sağlam manevi unsurlarla yeniden kenetleyecektir. Çeşitli ırklara mensup milletler her şe­ye rağmen o mihver fikri kaybet­meyeceklerdir. Hazreti İbrahim’in inşa ettiği Kâbe, her geçen gün etrafında yeni cemaatlerin halkalanmasına ve İslâm’ın aşk ve vecdine yeni ka­vuşan toplumların kıblesi olma­ya devam edecektir.

Feza çağı insanının ruh ve madde dünyasını tatmine elve­rişli olan Hak Din İslâm gelişmeye de­vam edecektir. Kara Afrika bel­ki bütünüyle İslamlaşacak, Ame­rika’da Zenci hareketi İslâm’ın büyük zaferi ile neticelenecek­tir. Hristiyanlığın ve Museviliğin kendi içindeki tutarsızlıkları ve yayılmak için sarf etmiş olduk­ları gayret ve paralar, vicdanlara daha çok tahakküm edemeyecektir. Papaların ve patrikle­rin gizli gizli kucaklaşması, İslâm’ın geleceğine engel teşkil etmeyecektir.

Dünya haritası, dinî hayat itibariyle büyük ölçüde değişe­cek İslâm için fevkalâde gelişme asrı başlayacaktır. Çünkü İslâm 14 üncü asrını kendi lehine çok büyük gelişmelerle kapamıştır. 15 inci asır içinde de bu inkişaf devam edecek ve insanlığın bile­ğine ve kalbine vurulmak istenen zincirler kırılacaktır. Bu bir ke­hanet değildir. Çünkü tarihin akışı içinde gerçeklerle efsane­ler daima yan yana yürümüştür. Fakat efsane karışmayan bir ta­rih ve bir gerçek vardır ki; o da hicretle başlayan yeni bir oluş­tur. 15 inci hicret asrının eşiğine girerken bütün Müslümanlara esenlikler dilerim.